Salona girdiğimde sahneye baktım. Unutmamak için arkadaşımdan
rica ettim, fotoğrafını çekti. Şimdi o
karanlık çıkmış fotoğrafa bakıyorum. Solda bir gemi pruvası iskeleti, yanında
bir inşaat iskelesine benzer yükselti. Ortada iki yükselti, altta yanlarındaki
lastiklere bakarak tahta iskele olduğunu zannettiğim hafif eğri bir platform,
üstteki düzlük güverte (sanki).. Sonra
bir boşluk.. Sağda, soldaki pruva ise bu da pupa denecek bir bölüm. Boşlukta
gemi direği, arkasında yan yatmış bir deniz feneri.. Sahnenin iki yanında arkada sofitadan sallandırılmış
iki balık ağı.. Sahne önüne balık ağları serilmiş. Sahnenin sağında ve solunda
yan yatmış ikişer iskele babasından sahne önüne halatlar iniyor. Pruvadan
aşağıya bir çapa sarkıtılmış. Tekne ortadan darbe yemiş gibi, aynı hatta
durmuyor seyirciye doğru ortadan açılmış. Sahnede en “göze batan” yuvarlak bir mavi
deniz aydınlanması, sürekli hareketli, video görüntüsü.. Lumbozdan dışarıya
bakış sanki. Sahnedeki boyutlar gerçek değil.. Birbirleri ile uyum
aranmamış. Eğreti kurulmuş bir çocuk
oyuncak setinden alınmış gibi.
Karadeniz ezgisinin “kalipso” hâli bir müzik. Oyun boyunca
sahne karartmalarında tekrar ediyor. Beni ne açık denizlere sürüklüyor ne de
dibe batırıyor. Eğlenceli olmaya çabalamış da yarıda fikir değiştirmiş gibi.
Lumbozdan yansıyan deniz görüntüsü aynı mavilikle parlıyor
ama değişik zamanlarda çekilmiş sanki. Geminin arkada bıraktığı dalgalı suyun çırpınması..
Bir süre sonra görmez oluyorum o aydınlığı..
İhtiyar Balıkçı o sahnede en görünmeyecek yerde uyanıyor (ya da uyuyor).. Oyunda ayıklık
ve uyku iç içe geçmiş. Gerçek, rüya ve sayıklama hâlleri bir arada.. İhtiyar
Balıkçı da hem İhtiyar Balıkçı hem de kendi babası.. Yanında gençliği duruyor, kimi
zaman Sait Faik’in martısı, kimi zaman Hemingway’in peşinde koştuğu balık.. Kadın hem karısı hem kızı, kimi zaman peşinde
koşulan balık.. Elinde sıkı sıkıya tuttuğu halat elini kesiyor İhtiyar Balıkçı’nın
ama denize savurduğu misina hayâli..
İhtiyar Balıkçı’nın anlattığı anekdotlar “black-out”larla ve
“karadeniz-kalipso” ile sonlanıyor. İhtiyar Balıkçı aynı türküyü iki kez
seslendiriyor, üstüne bir de ağır türkü.. Balık çorbasını anlatıyor tadını
çıkararak.. Sarhoşluklarını hatırlıyor, bacak arasına "dalan" "koparan" balığı.. Kendisiyle karşı karşıya yemek yiyor güvertede.. İhtiyar Balıkçı
ile balığın mücadelesi gemi üstünde(mi?)..
Her şey biz seyirciye bırakılmış.. Biz “tamamlarsak” oyun
tamamlanmış olacak.
Oyun sonunda aynı bunu dedi “İhtiyar Balıkçı”. “Seyirci ile tamamlanır oyun”
Oyun başında çözemediğim soruların cevabını verdi
yazar-yönetmen. “Bu oyunun bir rejisörü
de sahne tasarımcısıdır” dedi. “Metnin
yüzde sekseni bir balıkçıdan dinlediklerimden oluşuyor”
Sahneye atılmış nesnelerden kendi dekorunuzu oluşturun,
İhtiyar Balıkçı’nın anlattıklarından kendi metninizi derleyin.. Bu oyunu siz
yazacaksınız çünkü.. Kendinizle yüzleşin, sıkı sıkı tutun halatlarınızın ucunu, terketmeyin
teknenizi, lumbozlarınızdan baktığınız deniz sizin… İster hayâl edin, ister rüya
görün; ister sayıklama ister gerçek deyin bu sizin oyununuz, siz ne derseniz o! Hayatınızın hikâyesini siz
yazacaksınız nasılsa..
Melih Anık
Not: İstanbul Halk
Tiyatrosu’nun İhtiyar Balıkçı ve Deniz isimli oyununu seyrettikten sonra
aslında yazmayacaktım ama Roland Barthes’in bir yazısını okuduktan sonra bu
yazıyı yazmaya karar verdim.
"O" fotoğraf: (Fotoğrafı Ege Küçükkiper çekti)
Bir çiçeği ne denli dengeli sularsak iyi yada Melih Anık yazısı okuyunuz
YanıtlaSilBu yazıyı, Melih Anık'ın "Düşünceler" sitesindeki "İhtiyar Balıkçı ve Deniz (İstanbul Halk Tiyatrosu) Üzerine İzlenimlerim" başlıklı yazısının altına bir "yorum" olarak yazmak için tuşlara basıyor olsam da, öncelikle www.bulunmaztiyatro.blogspot.com'da yayınlamayı uygun görüyorum. Bunun biricik ve tek nedeni, küçük bir yazı bile olsa, yazının bağımsızlığını sağlama isteği... Önce doğup, sonra yorum olsun!
Ege Küçükkiper'in "güzel" bir fotoğrafıyla süslenmiş adını andığım yazı, tiyatro sanatını estetize etmeye hizmet etmiş... "Ben yaptım oldu!" yada "Küçük olsun benim olsun!" mantığına tutsak olmuş veya aynı zamanda "LİNÇ KAMPANYASI" yada "TEMİZ TİYATRO" sürecine evrilmiş bir Türkiye tiyatrosunda en ivedi gereksinim "tiyatro düşünürlüğü" olgusudur. Bu olgunun bir gereksinim olduğunu duyumsatabilmek için ikide bir Melih Anık'ın adını sanal tahtaya yazıyorum. Evet, Melih Anık, Türkiye tiyatrosunun düşünürüdür ve bu düşünürü okumak gerekir!...
Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz