Beckett ve Şahika Tekand birbirinden zor iki tiyatro insanı.
Onları anladığımızı göstermemiz bizi onların düzeyine getirir mi? Doğrusu ben eleştirilerde
öyle bir “ulaşma” havası sezdim. Sanki Tekand’ı değil herkes kendisini
anlatıyor. Şahika Tekand’ı beğenme olgusu arkasında belli belirsiz bir
“ayrışma” da var. Bu yazım bir anlama ve birleştirme çabasıdır. Yoksa ne
Beckett ne de Şahika Tekand ile yarışma niyetim yok. Hakkındaki yazılan
yazılara bakarak çok beğenilen bir oyun üzerine ben de beğenilerimi öne çıkaran
bir yazı yazmayı istemedim. Her ne kadar Şahika Tekand “Benim kömür işçisinden, entelektüele kadar her sınıftan seyircim var”
diyorsa da oyundan çıkanların hangi sınıftan olduklarını; “sistemini yurt
dışına göre kuran Şahika Tekand’a festivale gelmiş “misafir” tiyatro muamelesi
yapılıp yapılmadığı üzerine düşündüm.
Oyunu seyretmeye giderken yolda üniversite yıllarımdan bir arkadaşım ile karşılaştım. Geçmişte birlikte tiyatro yaptığımız, saatlerce tiyatro tartıştığımız ama tiyatrodan uzaklaşmış olan bir arkadaşımdı. “Şahika Tekand’ın Oyun’unu seyretmeye gidiyorum” dedim bana “Gene sahneyi ışıkla bölmüştür, insanları da kutulara koymuştur” dedi. “Herhalde afişi veya tv programını gördün“ dedim. “Çok uzun bir süredir tiyatro ile ilgilenmiyorum, bahsettiğin ne afişi gördüm ne de tiyatro ile ilgili yazı okuyorum ve program seyrediyorum” dedi. Doğrusu biraz bozuldum, beni de okumadığı ortaya çıktı ama yazdığımdan haberi yok herhalde. Bilse beni okumaz mı, okur. Ben ki “yüksek(?) eleştiri” yapıyorum(!)
Bu “yüksek” lafı bana
Şahika Tekand’dan geçti. Kendisiyle yapılan bir söyleşide (“Oylum Talu'yla
Burası Haftasonu” HaberTürk 5 Şubat 2012
10:06:37 ) Tekand, yaptığının “yüksek sanat” olduğunu
söyledi. “25 yılda iyi, vefalı seyirci
yetiştirdim” dedi. Hoşuma gitti gitmesine de ne demek istediğini inanın şu
anda bile anlamış değilim. Ama şunu anladım ki tiyatro “orta, alçak” vb şekilde
sınıflandırılabilir ve de “özel” seyirci olunabilir. Ve insanın kendi yaptığı
işi puanlaması
normaldir. “Yüksek” ifadesi “beni
anlayanlar yani benim hizama yaklaşanlar ki onları ben yetiştirdim” iması gibi
yansıdığı için üzerine hepimizin kafa
yorması gerekir diye düşündüm. Oyun da sanırım bir “yüksek sanat” örneği idi. Yazarak anlamaya çalışacağım. Bu arada
benim de “özel” olup olmadığım ortaya çıkacak. Bu yazıya siz öyle bakın.
Oyun’daki şahane bir zamanlama ile ortaya çıkan şahane bir
oyunculuk ile sarsıldım. Repliklerden yaratılan bestenin müzikal tınısı bana
mükemmel geldi. Işıkta ulaşılan fevkalâde zamanlamaya hayran kaldım. Sahnedeki
estetik güzelliğin yansımalarına, insan teninin ve kostümlerdeki seçilen
renklerdeki belli belirsiz farkların, ışık altında nasıl bir ustalıkla değiştiğine
şaşırdım. (Ben de fena değilim hani!) Ama tüm bu gördüklerim kendimi “yüksek ve
özel” görmeme neden olabilir mi?
Ben dünyada söylenmemiş sözün olmadığına inanırım. Bir
melodik dizi bir yerlerde bir zaman mutlaka kullanılmıştır. Beğenmemiz, hayran
kalmamızda daha öncekini duymamış, görmemiş olmamızın rolü büyüktür. Yani
bilginiz ve görgünüz arttıkça alacağınız zevk de değişir(azalır). Bu nedenle önünüze
gelenlere bu anlamda bir kolaj olarak bakmaya başlarsınız. Asıl hüner, bu
kolajın yapılırken ortaya nasıl bir özgünlüğün çıktığıdır ve içinde nasıl bir özgürlük
olduğudur.
Oyun’u seyretmeden önce yaptığım araştırma sırasında
Beckett’in son oyununa ait bir video seyrettim.(http://www.youtube.com/watch?v=1ohAssRQsjM
) Beckett son oyununun USA’da bir TV
kanalı için hazırlanan versiyonu üzerinde çalışmasını anlatıyordu. Ekranın
bölünmesi ve sadece kafaların görünmesi orada da vardı. Aynı videoda, Prof.Gontarski,
“Bir sahne oyununun video yapımı haline
getirilmesi”nden bahsediyordu. İşte o günlerde önüme tesadüfen çıkan bir
Madonna videosunda (http://www.youtube.com/watch?v=GS6FCoq349o)
Sahnede (2x3) 6 adet kutu vardı ve bu kutuların içinde ekip müzik eşliğinde
dans ediyordu. Bu da günümüzün müzik âleminde
dünya yıldızlarından birinin görselliği kullanış biçimine güzel bir
örnekti. Hiçbir şekilde ve kesinlikle
Oyun’un bu sahnelerden esinlenmiş
olduğunu söylemiyorum. Ama görsellik, dünyayı biçimlendiriyor, algıyı
belirliyor, dünyalar iç içe geçiyor. Yaratıcılığınız dünyanın farkına vardıkça
gelişiyor, iyi yazabilmek için çok okumak gerektiği gibi. Bu, bilmeden hepimizi etkileşim alanı içine
alıyor. Şahika Tekand’ın tiyatrosu da bu uluslararası dünyanın dışında
kalamazdı elbette. Aslında imgelemin kısırlaştığını, görsel olarak tek tipe
doğru yol almakta olduğumuzu düşünüyorum. Bu, tiyatronun geleceği üzerine ip
uçlarını barındırmakta. Seyirci açısından olayı değerlendirdiğinizde ise onları
bildiğinizde nasıl bir algıya varacağınızı düşündürtmek için bu noktayı belirtiyorum.
Sahneleme iki boyutlu. Tekand da şimdiki zamanda geçiyor
diyor.Beckett’in metninde “şimdi”nin yanında geçmiş de var. Bunun ne demek olduğunu Beckett’in videosunu
seyrettiğimde anladım. “Ses”te yapılan amaçlı bozulma ve özellikle “death mask”
(ölü yüzü görüntüsü) ile Beckett
“geçmiş”i anlatmaya çalışmış. Anlatamamışsam şu resme ve de yukardaki videoya
bir bakın.
Şahika Tekand’ın Oyun’unda salona girdiğinizde size doğru
yönlendirilmiş olan spotlar nedeniyle sahneyi göremiyorsunuz. Bu Beckett’in
“sorgucu”sunu hatırlatıyor ve salona giren seyirciyi tedirgin ediyor. Ama ellerinizi ışığa siper edip sahneye baktığınızda sahnenin ve
oyuncuların hazır olduğunu görüyorsunuz.
(“ Perde açılınca nerdeyse tümü karanlık
bir sahne görülür. Küpler belli belirsiz seçilmektedir. Sesler tondan
yoksundur,yüzler duygusuzdur”Beckett-Oyun metninden) Şahika Tekand,
Beckett’den farklı olarak seyirciyi aydınlatarak sahneyi belirsiz hale
getirmiş. Bu durumda oyuncular karanlıkta siz aydınlıkta iken onlar(birileri)
sizi (dik)izliyor. Yani aslında oyun, seyirci salona girdiğinde başlamış
oluyor. Benim algım odur ki seyirci üzerindeki ışıklar kararıp sahne
aydınlandığında sahne, salonun bir yansıması olur ve seyirci sahneye çıkmıştır.
Bu mükemmel bir düşüncedir ancak sahne salonun devamı gibi tasarlanmamıştır.
Seyirci koltuklarda oturmaktadır ama sahnedekiler kutular içindedir. (Koltuklar
kapalı “kutu” olmuş ki bu da anlamlı.) Dekor
yanlardan kopuk sahnenin ortasında durmaktadır. Oysa ki sahnenin yanları
yuvarlanarak salon ile birleşse bir devamlılık sağlanırdı. (Meselâ bu benim
Prag’da seyrettiğim Don Giovanni operasında kullanılan bir trüktür. Sahne
salondaki locaların devamı ile
tamamlanmış, oyunun hem bir tiyatroda hem de o tiyatroda sahnelenmiş
olmasına bir gönderme yapılmıştır.) Şunu belirtmem gerekir ki seyirciye yönelik
“sorgucu” izi oyun sahneye dönünce ortadan kalkıyor sahnede söylenenler monologlara dönüşüyor.
Dikkat ediyorum -ben
de aynı söyleme katılıyorum- hepimiz Şahika Tekand’ın Oyun’u diyoruz, Beckett’in
değil “Şahika Tekand’ın oyunu”. Oysa
Beckett oyununda bazı ipuçlarını vermiş, Şahika Tekand da oyununda Beckett’in metnindeki
tariflere uymuş, ışık oyunları, oyunun hızlanarak tekrarı vb gibi. Ama farklar da var. Beckett ışığın tek bir
spottan gelmesini istemiş, “üç karakter
aynı anda aydınlatılacaksa bu spotlar üçe ayrılan tek spot etkisi vermelidir”
demiş. Zira Beckett, üç karakterin biri tarafından sorgulandığını ima etmiş. Şahika Tekand’ın oyununda bu algı açık değil. Ayşegül
Yüksel’in yazısının başlığı da “Hücrelere
Sıkışmış Monologlar”dır. Beckett ve Tekand arasındaki en temel fark da
budur. Yani Beckett’de bir sorgucu, üç kişiyi sorgulamaktadır ya da üç kişi
“birine” anlatmaktadır. Bu bağı ortadan
kaldırdığınızda oyun temelinden koparılmış olmakta, içerik bulanıklaşmakta ve Oyun,
görsel nitelikleri ile öne çıkan bir estetik biçem haline gelmektedir. Zira
“sorgucu”nun kimliği, kişiye göre farklılaşan ama oyunu derinleştiren bir boyut
katmaktadır oyuna.(Bknz. Haluk Yüce-“Bir Beckett oynamak”) Tekand’ın yorumunda ise üç rolün kendi
kendilerine konuşması(monolog) öne
çıkmaktadır. Tekand, üç küp içindeki üç
kafayı, beşerli üç sıra haline getirmiş, her bir karakteri beş kat çoğaltırken
aslında beşe bölmüştür. Bu “çoğalarak bölünme” mi yoksa “bölünerek çoğalma” mı
belirgin değildir ama Beckett’in
metnindeki yoğunluğu ortadan kaldırmaktadır. Tekand aynı yöntemi metne de
uygulamış ve sekiz sayfalık metni yüz dört sayfaya çıkarmış bu da aynı metnin “üç
aşağı beş yukarı” tekrarıyla oluşturulmuştur. Yani “biri beş yaparken” oyun
daha zenginleşmemiş aksine tekrarlar anlamı zayıflatmış. Kanımca “çoğalma ve
bölünme” kelimelerinin kullanımındaki dikkat ile oyunun ufku farklı olurdu. Dikkatli(eğitilmiş?) seyirci bir süre sonra
aynı adamın ve kadınların beşe bölündüğünü(beş kat çoğaldığını) fark eder. Erkeklerden
birinin “Ben o kadar… göründüğüm kadar
mıyım?” repliği ile metnin tekrar edileceğini ise neden sonra anlar. Sahnedeki Şahika Tekand’ın Oyun’udur. Şahika Tekand Oyun’u kendi oyunu yapmak için “imzası” haline gelen trüklerle donatmıştır. Prof.Dr.
Ayşegül Yüksel eleştirisinde “Şahika
Tekand, Beckett'in 'Oyun'unu sahnelerken de, benzer bir işlem gerçekleştiriyor”
derken Tekand’ın 2002 yılında yaptığı
Kral Oidipus öyküsünü hatırlatır ve “'küp'/
'kutu' uzamlarda yer alan, sahnelemeye 'ışık yönetimi'nin egemen olduğu bu
çalışma”nın benzerinin gerçekleştirildiğini anlatır. 10 Adımda Unutmak isimli oyununa ait
görüntüler de bu düşünceyi doğrular. (http://www.youtube.com/watch?v=mXVv-rHmjhQ ) Bu noktada şu akla gelir: Özgünlük adına yapılanlar özgürlüğü kısıtlar mı? Ben
Şahika Tekand tiyatrosunda böyle bir risk görüyorum. Şahika Tekand âdeta kendi
imzası haline gelen bir takım trükleri her oyununda kullanıyor ve oyuna kendi
elbisesini giydirmekte ısrarcı. Bu aynı elbiseyi herkese giydirmek gibi bir şey
değil mi? Yani Şahika Tekand oyunun yazarını “Tekand” rengine boyuyor. Şahika Tekand, repertuvarının, tek giysinin
herkes tarafından giyildiği bir defile olmasını ister mi? Bu noktada biçim ve
biçem içeriğin önüne geçiyor ve muhtemelen yönetmenin başka arayışlarını yani
özgürlüğünü de engelliyor. Ondan akılda kalan “ışık ve ses gösterisi”
oluyor.
Oyun’un oyuncuları Aslı Aybars, Pelin Budak, Seda Fettahoğlu,
Yeliz Gerçek, Nurdan Kalınağa, Aslıhan Kandemir, Buket Kubilay, Özge Özder, Özgür
Tanık, Esin Umulu, Ali Mert Yavuzcan, Ozan Gözel, Ali Gökmen Altuğ, Çağlar
Yiğitoğulları, Mehmet Okuroğlu ve de bu oyundaki rolleri en az sahnedekiler
kadar büyük olan ışıkçılar Selen Kartay ve Burçak Çöllü’nün performansları
şapka çıkarılacak, ayaklarda dakikalarca alkışlanacak kadar büyük.
Yöntemin (ve de Beckett’in notu) gereği öyle olması gerekiyor idiyse bile “mekanik oyunculuğun” duyguyla
yoğrulmasını tercih ederdim. Zira
oyuncuyu beş kez çoğaltınca(bölünce mi demeliyim?) zaten beş ayrı yorum ortaya
çıkıyor ama bu çoğalma oyunu “büyütmüyor”.
Hız ve “çoğaltılmış” mekanikleşme, repliklerdeki zamanın yok olmasına da
neden oluyor.(“Onsuz yaşayamayacağımı söyledim” ve “Yaşayabileceğime
inanmıyorum”)
Uygulamasını çok başarılı bulduğum ama doğrusunu isterseniz
dışarıya yansıyan haliyle ve hızıyla tek seyredişte içindeki “matematiğin” kavranması
oldukça zor olan ışık düzeninin(Şahika Tekand) algılanması, “özel” olsun olmasın her seyirci
için zor. Sonuçta yansıyan “ışık oyunları”dır ki bu eminim ki repliklerle
bağlantısı akılcı olarak kurulmuş olmasına rağmen ortaya çıkanın sadece “oyun” kısmı algılanmaktadır. Şahika
Tekand’ın “oyun” titizliği ve amacı düşünüldüğü zaman bu da bir özgünlük olarak
alınabilir. Ama “Oyun” sadece bir “oyun” mudur? (Bknz: Haluk Yüce “Bir Beckett
Oynamak”)
Dekor Tasarımı (Esat Tekand) ve renkler oyunun amacına
uygun.
Kostüm Tasarımı’ndaki(Ayşen Aktengiz) renk nüansları,
modellerde bir olmayan birlik ve küçük ayrıntılarda gizlenmiş farkların uyumu mükemmel.
Oyunu Levent Mollamustafaoğlu çevirmiş. Değeri sahneden
anlaşılmayan titiz bir söylemi var
çevirinin.
Tüm ekibin performansı bu düzeyde olmasa Oyun, bu kadar
sevilmez, beğenilmezdi. (Yönetmen ne yaparsa yapsın) Yönetmeninin adını
yücelten de ekibin performansı. Oyunu oluşturan tüm ögeler ince ve rafine.
Şahika Tekand da buna “yüksek” diyor belki de. Bence olması gereken.
Şahika Tekand yaptıkları ile Türk Tiyatrosu’nun iftihar
ettiği bir tiyatrocudur bunda hiç kuşku yok. NTV’deki Gece Gündüz’de ( NTV 23 Ekim 2012- 18:36:47)Yekta Kopan, elleriyle
kurduğu teraziyi, bir kefesine “Dünya
tiyatrosunun,dünya düşüncesinin önemli isimlerinden biri” Samuel Beckett’i
diğer kefesine de “yenilikçi, özgür,
çağdaş, dinamik ve atılgan” Şahika Tekand’ı alarak dengelemiyor mu? Abartıyı fark ettiğinizde her şey yerine
oturur ama Şahika Tekand gerçekten de
Türk Tiyatrosu’nun “ışıklı”
yüzüdür. Oyun’u hayranlıkla seyrettim ama ben bile metni bilmesem hikâyeyi anlamazdım. Hadi BİZ yani “yüksek sanatı”
anlayanlar(?) övgülerimizi alkışlarımızı verdik ve birbirimize bakarak
rahatladık da “bu ne la!” deyip salonu terk edene de “alçak” muamelesi yapmış
olmuyor muyuz? Haklısınız herkes her şeyi anlamaz, anlayamaz da seyircinin en azından insanın beşe bölündüğünü anlamasını isterim. Seyircinin
kadınlardan birinin çantasında aradığı usturanın oyundaki yerini anlaması ise
inanılmaz olurdu. Bu arada Beckett
seyirciye “ulaşsın” desem çok mu olur? Oyun’un hikâyesini metni okumadan
anlayan kaç kişi çıkar acaba? Bu ancak “anlatmayı” amaç olarak koymakla
başarılabilir. Ben bu kadar düşünen, çalışan, yaratan bir tiyatrocudan sıradan seyirciyi düşünmesini beklesem ayıp mı
olur, bana kızar mı? Kızar diye yazmayayım
mı? Bu ona kötülük olmaz mı? Kendini aşmanın yolu sıradan bir seyirciyi bile “duymak”
değil midir? Bakın çıraklar hocalarına
ödül veriyor biz Şahika Tekand’ın karşısında “kulağı geçen boynuz”luk yapsak bizi anlar mı? Yoksa Şahika Tekand oyunları onun
“yetiştirdiği” “iyi, vefalı seyirciler” için midir? Şahika Tekand “eğitime
devam ediyor hâlâ” diyerek köşeme mi çekilmeliyim? “Eğitim” bitene kadar
ısrarla seyretmeye devam mı etmeli? Şahika Tekand aldığı bu kadar övgünün
yanında “çatlak bir sese” de tahammül eder herhalde. Etmezse “alçak, n’olacak”
demesine kim karışır?
Melih Anık
Not:
1.Şehir Tiyatroları internet sayfasında Oyun için şu
yazılmış:
“Beckett'in sahne ve
radyo için yazdığı oyunlardan derlenen
"Oyun", özellikle 2. Dünya Savaşı'ndan sonra meydana gelen
değişimler, yeni toplumsal yapılanmalar sonucunda, bireyin duyduğu yalnızlık ve
çaresizliği yansıtıyor. Oyun, günümüz insanın değişmeyen ve günden güne çoğalan
çelişkilerini, yaşamın artan yükünü kaldıramayışlarını yalın ve çarpıcı bir
üslupla sahneye taşıyor.”
Aylar önce bir oyuncu ile sohbetimde Şahika Tekand’ın
Beckett oyunlarından bir “derleme” yapacağını öğrenmiştim. Sanırım yukarıdaki
tanım o günlerden kalma. Ama bu arada Şehir Tiyatroları sezon açılışında da bu
tanımı içeren bir basın bildirisi dağıttı. Bizim kes-yapıştırıcı tiyatro
portalleri de ellerine ne geldiyse yayımladılar. İnternette araştırın bulacaksınız. Ama aynı
Şehir Tiyatroları gerek internet sayfasında gerekse program dergisinde Oyun’un
Beckett’in özgün Oyun’u olduğunu da yazdı. İnternet sayfasını kim yönetiyor
merak ediyorum.
2.”Tekinsiz Teatrallik/Sahnedışı’nın Temsili”: Eurydike
Olarak Beckett Oyunları- Beliz Güçbilmez-Tiyatro Araştırmaları Dergisi, 20:2005
• ISSN: 1300-1523
3. “Bir Beckett Oynamak” Oyununun Sahnelenme Süreci - Haluk
YÜCE-Tiyatro Araştırmaları Dergisi, 23:2007 • ISSN: 1300-1523
4. Bütün Oyunları 1-2 / Oyun-Çeviren: Levent
Mollamustafaoğlu- Samuel Beckett- Mitos Boyut Tiyatro Oyun Dizisi 24. Baskısı
tükenmiş bu kitapların yeniden basılmasını dilerim.
5. Benim oyun öncesi “eleştiri bulamıyorum” feryadımı duyan
ve Oyun hakkındaki eleştirilerle beni buluşturan Özge Özder’e de teşekkür
ederim.
Not Yazı Milliyet Blog'da yayımlanmıştır.
Ayrıntılı ve yapıcı eleştirileriniz gerçekten değerli. Boğaziçi'nde aynı dönemde bulunmamışız ama BÜO'nun en sadık izleyicilerinden biri oldum.
YanıtlaSilOyun'un Nisan ayında Belçika BOZAR'da sergileneceği bilgisini de vereyim.
Bu arada Türkiye'nin tiyatro yayınlarıyla ilgili ironik bir not: Bahsettiğiniz ve yeniden basılmasını dilediğiniz kitapta orijinali 1988'de Metis Çeviri'de yayınlanan çevirimin yayınlandığından (1993) neredeyse 20 sene sonra ilk defa haberim oldu. Kimin verdiğini de bilmiyorum doğrusu. Bir fırsatım olduğunda Mitos Yayin'a ulaşıp soracağım.
Ben tiyatroyla ilgilenmeye devam edeceğim sanırım (şu anda bir uyarlama yapıyorum), siz gördüğüm kadarıyla hiç kopmamışsınız. Emeğinize saygıyla, en içten dileklerimi iletirim.
Teşekkür ederim.Sizden duymaktan daha da mutlu oldum. Tercümenizde seçtiğiniz kelimeler ve ifadelerin metnin anlaşılmasına büyük katkı verdiğini düşünüyorum.
YanıtlaSilOyun'un Belçika'da oynanması haberine de mutlu oldum.
Saygı ve sevgilerimi sunarım.