İstanbul Halk
Tiyatrosu, Molière’in Tartuffe(1664) isimli oyununun Bezirgân ismiyle yapılan
uyarlamasını sahnelemiş. Ben ilk gecesinde seyretme şansını buldum. Bunu
özellikle vurguluyorum zira ilk gece oyunları oyuncu açısından her zaman zordur.
Ne kadar tecrübeli oyuncu olursanız olun bir tedirginlik yaşarsınız. İstanbul
Halk Tiyatrosu ilk gece tedirginliğini başarıyla atlattı. Bezirgân’ın Alevli
Günler kadar çok sevileceğini düşünüyorum.
İstanbul
Halk Tiyatrosu’nun bir başka özelliği de sahnede yetişmiş oyuncuların bir araya
gelmesi. Hepsi sahneyi çok iyi biliyor, sahnede
çok iyi “top çeviriyor”, kendi oyuncuğu yanında rol arkadaşını da büyütüyor. Bu
da ekip oyunculuğunu ortaya çıkarıyor.
İstanbul
Halk Tiyatrosu, ayrıca, Besim F. Delalloğlu’nun “modernite, modernist,
modernleşme” kavramlarının tiyatroya getirilmesini sağlıyor bu oyunla. Bunun
bilinçli bir seçim olduğunu düşünmüyorum ama Bezirgân bunu pekâla tartışmaya
açabilir. Zira esas olarak İstanbul Halk Tiyatrosu eskiyi dışlamayarak(hem
tiyatral hem de hayat anlamında), onun üzerine bir söylem geliştirerek Ahmet Hamdi
Tanpınar duyarlılığının kıyısında dolaşıyor. Eskinin keyif verici unsurlarını
araştırıyor, oyunlarının içine katıyor. Bunu çeşni olsun, göz boyasın diye
değil, gerçekten kendisi de oradan geldiğinin bilincinde olarak yapıyor.
“Kendisi olmak” samimiyetle sahneye yansıyor.
Bu
özellikler Bezirgân uyarlamasında görülüyor. İstanbul Halk Tiyatrosu, oyunun hikâyesini ve kurgusunu(sahneleri) temel alarak ve özgün metinden yararlanarak sahne metnini
ortaya çıkarmış; oyunun sahne işleyişini oturttuktan sonra da sahnede “ince işçilikle”
oyunu işlemiş. İşlemeye de devam edecek. Bu aşamada da doğaçlama ortaya çıkıyor
ki seyircinin en çok sevdiği de o sanırım.
Bezirgân’da oyunun sonu özgün metinden değişik. Bence iyi olmuş.
Doğaçlama ise ilk gece olması nedeniyle daha istenen seviyede değil ama ufak
ufak “göz kırpıyor” ve geleceği haber veriyor. Eminim ki Bezirgân da birkaç
gösteri sonrasında gerçek ritmini bulacak ve seyircinin birkaç defa seyretmek
isteyeceği bir oyun olacak.
Molière ve Tartuffe
Molière’i tanımayan
yoktur. Zira okul müfredatımızda korkmadan yer verilen bir yazardır. Kültürümüzün önemli bir şahsiyetidir.
1622-1673 yılları arasında yaşamıştır, Fransızdır. Komedi oyunları yazdığı
bilinir. Daha çok yazar olarak tanınır ama oyuncudur da.
Bezirgân’ın
özgün oyunu Tartuffe, Molière’in en çok
oynanan ve bilinen oyunlarından biri. Molière’in başına dert olmuş bir oyun. “Oyunun yazıldığı 17. yüzyıl Fransasında, en
güçlü kurumlardan biri olan kilisenin baskısı sonucu Kral tarafından Le
Tartuffe’ün sahnelenmesi yasaklanmıştı.(1) Döneminde “menfaatleri din
dalaverelerine bağlı bir takım insan, Molière aleyhine ayaklandırıldı. 'Din
tehlikede' deniyordu. Allahın büyüklüğünü ve kilisenin şerefini muhafazaya
memur 'Compagnie du Saint-Sacremnet' adlı gizli cemiyet Tartuffe'den bir tek
satır bile okumamış binlerce insanı Tartuffe aleyhtarı yaptı. İşin kötüsü,
bunların içinde aklı başında sanılan adamlar da vardı. Bourdaloue, “Riyakârlık
üstüne vaiz' adlı eserinde Molière'i insanları hak yolundan ayırmak ile
suçluyordu; diyordu ki: 'Molière, dinsizliği değil, onu bahane ederek dini
kötülüyor'. Oysaki, Molière, büsbütün tersine, insanların kötü niyetlerinin en
temiz hisleri bile nasıl berbat ettiğini göstermek istemişti. Zaten Molière'in
kastı şu bu insana değildi. Şahsiyetlerde tecelli eden âdetlere, daha doğrusu
kusurlara idi”(9) “Hayatının önemli bir bölümünde, tek bir doğru normun doğayı,
aklı ve özgürlüğü uzlaştırdığına inanan Molière için komedinin işlevi, “kötülükleri düzeltmek”ti oysa.”(1)
Molière Hastalık
Hastası’nı oynarken hastalığı nükseder ve iki kez sahnede düşer. Oyun yarım
kalır, “Hasta olan yazar, Hastalık Hastası oyununun dördüncü temsilinden sonra
ağırlaşır, evine götürüldükten bir kaç saat sonra, elli bir yaşında ölür. Din adamları ona karşı
son görevi yerine getirmek, cenazesini kaldırmak istemez. Bu nedenle, yazarın na’şının
defnedilmesi, dört gün bekletildikten sonra ancak Kralın emri ve Başpiskopos’un
özel izniyle törensiz ve gece vakti gerçekleşir. Dünyanın en büyük oyun
yazarlarından biri olan Molière, mezarlığın ölü doğan/ vaftiz edilmemiş
çocuklarına ayrılmış bir köşesine sessizce ve âdeta cezalandırılarak gömülür.”(2)
(Tartuffe’ün yaptığına bakar mısınız!) (Orta okul yıllarımda ona husumet duyan
doktorlar da vardı bu hikâyenin içinde. Doktorlar da bakmaya gelmemişler, adamı
ölüme terk etmişler. Ne gaddarlık! Ben o doktorlar kim, öğrenmek isterdim.)
“Molière oyunlarını ilerleten entrika,
oyun kişisinin komik zaafından kaynaklanmaktadır. Çoğu zaman bir dizi yalandır
dramatik aksiyonu geliştiren. Oyun, komik oyun kişisi tüm gelişmelerden bîhaber,
hiç bir değişikliğe uğramaksızın biter.”(2)
“Sahtekârlık, ikiyüzlülük, kibarlığa özenen
burjuvalar, sofuluk maskesi altında ihtiraslarını gizleyen düzenbazlar,
bilgiçlik taslayan kör cahiller, hastalarından para sızdırmaktan başka bir şey
düşünmeyen şarlatan hekimler, züppe asilzadeler, faziletli görünen insanlar
Molière komedilerinin ana malzemesini oluşturur.”(2) Tarftuffe’de de “ikiyüzlülük, sahtekârlık, çıkarcılık,
bencillik” temaları güçlü bir şekilde
işlenmiştir.
“Molière
dünya sahnesine Tartuffe (iki yüzlü din adamı); Jourdain (sınıf atlama
özentisi); Don Juan (âsi ve dini konularda özgür düşünceli/zındık); Arnolphe,
Dandin ve Amphitryon (aldatılmış koca/boynuzlu); Alceste (sekter idealist);
Harpagon (cimri); Scapin (dolap çeviren/üçkağıtçı); Argan (hastalık hastası) ve
Philaminte (kültürlüymüş gibi davranan kadın) gibi bir çok tip kazandırmıştır.”(2)
Molière,
sanatı ile toplumun acımasız bir eleştirmeni olmuş, zamanının kanaat önderleri,
dini liderler, tıbbi meslek adamlarının kötülemelerine rağmen onun halk
nezdindeki etkisi ve başarısı gölgelenememiştir.
“Molière, yöntemini Dorante'ye şöyle
savundurur: "Şu kurallarımıza bayılıyorum vallahi; bunlarla cahillerin
elini kolunu bağlıyorsunuz; kural diye bizi serseme çevirdiniz. İnsan sizi
dinledi mi bu sanat kuralları içinden çıkılmaz birer sır haline geliyor. Oysa
bunlar sağduyunun, bu türlü eser/erden aldığımız zevki artırmak için bulduğu
birtakım basit yollardır.”(3)
Oyunun Konusu
Molière’in
Tartuffe’ünün konusu şöyle:
“Zengin bir adam olan Orgon( Zikret), sık sık
kilisede dua ederken gördüğü Tartuffe’ü(Bezirgân) evine almış, el üstünde
tutmaktadır. Tartuffe’ten başka kimseyle ilgilenmemektedir. Kızı Mariane
(Meryem), Valère(Mirsad) adlı bir adamla evlenmek üzere olduğu halde Orgon
kızını Tartuffe’e vermeyi kararlaştırır. Bu arada Tartuffe, Orgon’un karısı Elmire’e(Elmire) ilan-ı aşk
eder. Orgon’un oğlu Damis(Damir) bu durumu Orgon’a söyleyince Orgon ona
inanmaz. Oğlunu evden kovup tüm mal varlığını Tartuffe’ün üstüne geçirir.
Elmire, Tartuffe’le bir buluşma ayarlayıp Orgon’un da gizlice seyretmesini sağlayarak
Tartuffe’ün Orgon’a olan ihanetini açıkça gösterir. Orgon, Tartuffe’ü evden
kovmaya kalkışınca Tartuffe, evin kendine ait olduğunu hatırlatır. Orgon’un
yapabileceği bir şey yoktur. Daha sonra bir görevli gelerek resmen Tartuffe’e
ait olan evin hemen boşaltılması gerektiğini söyler. Ardından Valère gelerek
Tartuffe’ün Orgon’u ispiyonladığını Orgon’un tutuklanacağı haberini verir.
Orgon kaçmak üzereyken bir saray muhafızı gelir ve Tartuffe’ün aranan bir
sabıkalı olduğunu söyleyerek prensin emriyle hapsedileceğini açıklar. Aile,
krala teşekkür etmek için yola çıkarken, Orgon, Mariane ve Valère’i
evlendireceğini söyler.”(1)
İstanbul Halk Tiyatrosu, Tartuffe’ün hikâyesinin
sonunu değiştirmiş. Artık “saray” ve
“muhafızı” yok ya, ondan!
Molière ve Türk Tiyatrosu
“Molière, Türk Tiyatrosu’nun serüveni içinde
önemli bir yere sahiptir. Batı tiyatro anlayışının ülkemizde benimsenmesi ve
Türk komedya yazarlığının yeni bir doğrultuda geliştirilmesinde de Molière’in
etkisi büyüktür.”(2) Yerli yazarlarımıza esin kaynağı olmuştur.”Oyunları
Türkçeye en çok çevrilen, dilimize en iyi uyarlanan, Molière’dir.”(2) “Molière
oyunları ödenekli tiyatroların repertuvarında baş köşeyi almakla kalmamış, amatör
tiyatro toplulukları, okul temsil kolları da sık sık bu oyunlara yer
vermişlerdir.”(4)
“Molière oyunları Ahmet Vefik
Paşa’nın (1823-1891) uyarlaması da içinde olan tercümeleri ile Türk
toplumu tiyatro sevgisi, saygısının oluşturulmasında önemli bir rol oynar.”(2) “Yeni
yapıtlar kazandırma amacı olsa da bu oyunlar esas itibariyle “kültür planlayıcısı” olarak sunulmuştur. Tiyatronun benimsenmesi ve sahiplenilmesinde bu
eserlerin rolü büyüktür.”(1)
“Ahmet Vefik Paşa’nın mümkün
olduğunca dinin eleştirisi biçiminde algılanabilecek sözcüklerden kaçındığı
söylenir. Farklılıklar, “yanlış” çeviriden ya da kültürler arasındaki
epistemolojik farklara dayanan alımlama hatalarından kaynaklanmamaktadır.
Bunlar, erek kültür açısından oyunun daha iyi alımlanmasını sağlayan
değişikliklerdir.”(1) “Özgün metin ile çeviri metin arasındaki bazı
farklılıklar “yanlış” değil “kaydırma” olarak nitelendirilebilir: .
“Kaydırmalar çevirmenin yapıtı ‘değiştirmek’ istemesinden değil, ona
olabildiğince bağlı kalarak yeniden yaratmaya çalışması, örgensel bir bütün
olarak, bütünlüğü içinde kavramaya çalışmasından” kaynaklanmaktadır.”(8)
“Bilgi kuramı açısından
düşünüldüğünde, Jale Parla’ya göre İslam epistemolojisi, Tanzimat dönemi
yapıtlarındaki gerçekçilik anlayışını ve gerçeğe ulaşma yollarını
belirlemiştir. Bu oyunlar çerçevesinde, özellikle politik, dinî ve ahlâkî
uzantıları olan kimi sahneleri, paragrafları, cümleleri ve sözcükleri Ahmet
Vefik’in erek metine aktarmadığını ya da anlamı değiştirerek aktardığını öne
sürmek mümkündür. Dolaylı politik uzantısı olan ve görece ‘tehlikesiz’
noktalarda ise Ahmet Vefik’in çeşitli ‘yerel kaydırma’lar kullanarak erek
kültürün ‘kabul edilebilirlik’ çeviri normlarına yakın durduğu söylenebilir.”(1)
Bezirgân
bana “kültürel Müslümanlık” kavramını hatırlattı. Besim F. Delalloğlu’nun
belirttiği gibi kullandığımız kelimelerin dinsel olması bizi dîni yapmaz.
Commedia dell’Arte ve Orta Oyunu
“Molière’in Commedia dell’Arte’nin etkisinde
kaldığı bilinen bir gerçek. Hatta bu amaçla ders aldığı bile söyleniyor.
“Dario Fo’nun tanımına göre, Commedia
dell’Arte, “sanatçı olarak kabul edilen profesyonel sanatçılar tarafından
sahnelenen komedi” demektir. Commedia dell’Arte’de karnavalda gördüğümüz maskeleri, dili, saçmalığı, hicvi,
taklitçiliği, akrobatlığı, doğaçlama geleneğine geçen unsurların tümünü buluruz.
Commedia dell’Arte oyuncularının sadece
maske kullanımlarına bakmanın bile kaçınılmaz olarak grotesk ve karnaval
dünyasına işaret ettiği açıktır. Commedia dell’Arte’nin iki temel özelliği
doğaçlama ve kalıp tiplerdir. Oyuncular genel hatları ile yazılmış bir
kanavadan yola çıkarak çalışırlar ve buna bağlı olarak diyaloglar ve aksiyon
doğaçlama yoluyla gelişirdi. Her bir oyuncu belirli özellikleri ve kostümüyle
her zaman aynı tipi oynardı. Commedia dell’Arte oyuncunun bireysel becerisi
üzerine kurulu bir tür olmakla birlikte toplu oyunculuğun uyumuna da gereksinim
duyar. Bir gösterimin başarısı bir oyuncunun virtüözitesi yanında toplu
oyunculuğun kusursuzluğunda yatar. Bir commedia dell’Arte gösterisinde müzik
“önemli olan”ı destekleyen, altını çizen bir dil olur. Ortaoyununun köklerinin
mimuslara ve commedia dell’Arte oyunlarına uzandığı konusunda çoğu araştırmacı
bugün fikir birliği içindedir.” (2)
“Tartuffe gibi bir klâsik komedyada,
yazarın amacı seyircisini bir yandan eğlendirirken, bir yandan da onun
kusurlarını düzeltmektedir. Tiyatro sanatının faydalı olması isteği
Horatius'dan beri tekrarlana gelmiştir. Klâsik sanat, bu yararın seyirciyi ahlâk
açısından eğitme yolu ile sağlanması üzerinde ısrarla durur. Toplum ahlâkına
ters düşen her türlü aşırılık, her türlü zaaf alaya alınarak kusurlu kişi
uyarılır. Zaaflarının gülünçleştirildiğini gören kişi kendini düzeltme yoluna
gider. Böylece güldürme yolu ile toplum üyelerinin genel düzene ayak uydurması
sağlanmış olur.”(4)
“Ortaoyunu'nda güldürünün amacı,
güldürünün malzemesi ve güldürme yöntemi Molière oyunlarında olduğundan
farklıdır. Geleneksel seyirlik oyunlarda inandırıcılık önemli değildir. Kişiler
alabildiğine çarpıtılır, bozulur. Oyuncunun işi, canlandırdığı oyun kişisini
hayata en yakın biçimde kişileştirmek değil, onu en inanılmaz biçimlere
sokmaktır. Oyun kişisinin özel kişiliği önemsizleştikçe, aktörün" hüner
alanı genişler. Canlandırdığı tipi gönlünce eğer, büker, yoğurur. Yeter ki
genel şenlik havası korunsun. Geleneksel seyirlik oyunlarımızda ise,
tamamlanmış bir olay dizisi yoktur. Açık biçimde sunulan bu oyunlarda, her biri
kendi içinde bir bütün olan episodlar yan yana sıralanırlar. Seyirci onların
nasıl gelişeceğini merak etmez.”(4)
“Klâsik komedya, toplumsal düzeni
gözetirken eleştirisini yönetim katlarına kadar yöneltebildiği halde, insanın
ruhsal sağlığını gözeten halk güldürüsü, ciddi eleştiriden kaçar. Baskı
öğelerini taşladığı zaman bile yergisini bir soytarılık görünümü altında
saklamağa çalışır. Düşünme değil, gülmedir önde gelen. Çığırından çıkmış bir
dünyada seyircisine dayanıklılık kazandırmak, onu, kendine zararı dokunacak
çatışmalardan korumak, kısaca yaşama gücüne katkıda bulunmaktır amacı.”(4)
Bezirgân
maskeler, kostümler, metin yapısı ile klâsik komedyaya; “temennah”, Yeni Dünya,
doğaçlamanın şekli, oyunculuk teknikleri, sahne üzerindeki devinimler ile orta oyununa
yaslanıyor. Bu reji anlayışı çok yaratıcı ve zengin yeni bir sahne söylemi
ortaya koyuyor. İstanbul Halk Tiyatrosu,
Bezirgân’da bu iki dünyayı "Yeni Dünya"nın gölgesinde birleştirmeye çalışmış.
İSTANBUL HALK TİYATROSU’nin Bezirgân’ı
İstanbul
Halk Tiyatrosu, din, dindarlık, din tüccarı gibi kontrolden çıkabilecek bir
konuyu olgun, ağırbaşlı bir yaklaşımla ele almış, ne yaptığını bilen
sağlam bir tiyatro anlayışı ile sunuyor. Anlatma çabası, paylaşma arzusu var
biçemde. “Sofu, dindar, yobaz, dinci , dîni” konuyla ilgili hayatımıza girmiş
kelimeler. Hatta kelimeler kullanana
bağlı olarak kullananı afişe ediyor hale gelmiş. Oyunun ismi olarak seçilmiş Bezirgân, sözlük
anlamına değil, toplumdaki algıya uygun.
“Mesleğini sadece kazanç için kullanan kimse” denince nedense bugün
hemen aklımıza din geliyor. Bu nedenle oyunun ismi bir mesaj taşıyor. Aynı
zamanda da toplumun bugün içinden geçtiği tüneli anlatıyor. Sonunun yeterince
açık anlaşılmadığı kanısında olduğum için oyunun mesajının da hak ettiği gibi
anlaşılmadığını düşünüyorum. Oyun sonunda konuştuğum kişiler sahne arkasından
çıkan kuklayı görmemiş. Onu görmekle görmemek, oyunun mesajı açısından çok fark
ediyor.
Bezirgân’ın
uyarlama metnine bakarak şunu söyleyebilirim ki İstanbul Halk Tiyatrosu da, Bezirgân’da Ahmet
Vefik Paşa’nın hassasiyeti içindedir. Uyarlama metninde yobaz bir kere geçiyor.
Genel olarak kullanılan “dindar, din adamı” kelimeleri. Bu titizlik(bazen
aşırı dikkat) sahnede de görünmektedir. Molière’den başlayarak Ahmet Vefik Paşa
ile devam eden yaklaşık 500 yıllık bir geçmişte sorunun çerçevesini muhafaza
etmesi de üzerinde düşünülmesi gereken bir husustur. Bu aynı zamanda sorunun ne
kadar derinleşmiş ve büyük olduğunu da göstermez mi?
Dekor, Kostüm, Maske, Müzik, Işık
Oyunun dekoru
(Sahne Tasarımı: Barış Dinçel) Bezirgân’da çok önemli bir yer tutuyor. Zira
dekorun çok ince göndermeleri var. Dekor orta oyununda kullanılan “Yeni Dünya”
örnek alınarak oluşturulmuş. “Yeni Dünya”, orta oyununun dekorunda oyunun geçtiği iki yerden (dükkan ve yeni
dünya) biri olan evi simgeleyen iki üç
kanatlı, kafesli bir paravandır. Barış Dinçel “Yeni Dünya”yı tüm sahneyi kapsayacak şekilde büyütmüş. Bu
büyütmede belli bir oran kullanılmış. Bütünü oluşturan her parça görsel olarak
sağlam ve tutarlı bir görüntü veriyor, sahte değil. Üzerine çeşitli kapaklar konulmuş. Bir
tarafında yukarı çıkan merdiven diğer tarafında ise içinde mum yakılan dinleri
hatırlatan bir mum köşesi var. “Dışarı”sı ve “içeri”si ayrımı iyi verilmiş. “Yeni
Dünya”nın yüzeyinde halı parçaları, vitraylar, kafesler, oymalı panolar
kullanılmış. Sanki tüm dîni yapılardan yapılan bir derleme. Böylelikle mekân
bir dine ait değil tüm dinlere ait dinsel mekân haline gelmiş. Paravanın
onlarca kez büyütülmesi önündeki
oyuncuları da bir maket önündeki figürler haline getiriyor. Bu, metofor olarak
bir “oyun” çağrışımı yapıyor. Bu anlayış Zikret Bey’in kostümünde de var. O
kostüm de bir dinsel gönderimleri olan derleme. Kostümler(Duygu Türkekul) canlı
renkleri, desenleri ile Bezirgân’ı bir “oyun” haline getiriyor. Kostüm, sahnenin
canlılığını ve hareketini yansıtıyor ve ona katkı veriyor.
Elbette mask
Commedia dell’Arte’nin olmazsa olmazı. Masklar Candan Seda Balaban tarafından
hazırlanmış. Hepsi ait oldukları yüzlerde o karakterin tipik özellikleri
düşünülerek anlamlandırılmış. Oyunda mask kullanmayan Zikret Bey var. Zira o
her iki yüzüyle apaçık ortada. Maskı hiç çıkmayan ise evin hizmetçisi.
Diğerleri sarf ettikleri bazı sözlerde maskını çıkarıyor. O anlarda yâni samimi
duyguların anlatıldığı o sahnelerde kalpler açılıyor sanki.
Müziğin kime
ait olduğu yazılmamış. Ancak müzik genel havaya uyuyor. Doğu Batı iç içe geçmiş.
Işık
tasarımında(Işık&Efekt: Erdem Çınar) özel bir ayrıntı dikkatimi çekmedi.
Ancak oyun sonunda arka pencereden çıkan kukla başının aydınlatılması gerekiyor
bence.
Afiş
Tasarımı(Gence Arslan) İstanbul Halk Tiyatrosu söylemini yansıtıyor. Amaca
yönelik, anlaşılır ve açık.
Oyuncular
Şebnem Bozoklu(Elmire)
tiyatroda devam etmesini yürekten dilediğim sıcak, sempatik, zeki, güzel ve
işveli bir oyuncu. Sahnede yansıyan olağanüstü
bir ışığı var. Komediye yatkınlığı hazır cevaplığı Allah vergisi. Bir diziye
başlıyormuş ve İstanbul dışına çıkacakmış. Dileğim onun bu “İstanbul’dan uzak”
durumunun oyun programına olumsuz olarak yansımamasıdır.
İlk akşamın
en başarılı bir ismi de Bahtiyar Engin(Delile).
Evin çok bilmiş hin hizmetçisi rolünde çok başarılı. Oynadığı rol, türün
“klişe”leşmiş karakterlerinden biri. Ancak Bahtiyar Engin “kendi” tipini
çizerek role damgasını vuruyor.
Cem Davran, Zikret ve elindeki kukla Bezirgân ile iki
rolü birden oynuyor. (Bu da önemli
bulduğum bir reji ustalığı.) Rol, Cem Davran kalitesinde oyuncuların
başarabileceği bir ustalık gösterisi haline geliyor. Küçük ayrıntılarla Davran,
aynı anda iki kişi oluyor sahnede.
Erkan Can’ın(Valide)
antresi ile başlayan oyunda tabii ki Can’ın sahneye girişi, “temennah”ı
seyircinin içine güven duygusu veriyor ve o yaptığı için alkış alıyor. Bu
İstanbul Halk Tiyatrosu’nun da niyetinin samimiliğinin göstergesi zaten. İlk
gece Erkan Can’ın rolünün sınırları içinde kaldığını gördüm. Eminim ki o
“orada” kalmaz.
Oyunun diğer
oyuncuları Faruk Akgören(Senat), Aytek Önal(Mirsat), Selin Yeninci(Meryem), Selim
Can Yalçın(Damir) oyunu sürükleyen dörtlünün arkasında rollerin verdiği
olanaklar ve süre çerçevesinde oyuna katkı sağlıyor. Hepsi iyi oyuncu ve hepsinde
sahnede “apansız çıkabilecek bir duruma” uyum sağlayabilecek bir esneklik var
gibi geldi bana.
Tüm
oyuncular seyirciyi hissediyor sanki. Salonun ısısını ölçüyorlar. Bu nedenle
her akşamki seyirciye göre Bezirgân bir
başka olacaktır.
Oyunun
genelinde benimsenmiş, “role uzaktan bakma” ile içine serpiştirilmiş “rolden
uzaklaşma” trüklerini çok yerinde buldum. Bazen de Şebnem Bozoklu’nun yaptığı
gibi mizansen dışı “uzaklaşmalar” da çok hoş oluyor. Bezirgân’ın yüzünün Zikret Bey olması da
rejideki tutarlılığın bir göstergesi. Zikret Bey ile Bezirgân’ın aynı oyuncu
tarafından oynanması ise sıra dışı bir yaratıcılık. Sahnede olay devam ederken
“Yeni Dünya”nın pencerelerinden yansıyan “dinleme”, “herkesin bildiği sırlar”ı
vurgulayan iyi bir tercih olduğu kadar oyunun içindeki “humor”u da ortaya
koyuyor. Rol isimlerinin seçimi de ilginç ve zekice. Hem “Halk tiyatrosu”
kavramına çok uygun hem de rollerin karakterine.
Yönetmen Yıldıray Şahinler
Yıldıray
Şahinler’in ayrıntılarda çok titiz bir yönetmen olduğunu söyleyebilmek için onun
yönettiği diğer oyunlarını yeterince seyrettiğimi düşünüyorum. Rejide onun kurallarını
ve birbirleri arasındaki tutarlılık çabasını görüyorsunuz. Örneğin dekorda bir
tercih yaptıysa bu oyunculukta, kostümde de aynı anlayışla yansıyor. Bezirgân’ı
yeniden düşündüğümde oyunla ilgili beni etkileyen en önemli özelliğin yönetim
tercihlerinden kaynaklandığını düşünüyorum. Elbette oyunun çok tecrübeli
oyuncuları ondan başlayan bir emanete kendi yeteneklerini katıyor ancak onlara
emanet edilen her ayrıntısı çok iyi düşünülmüş, Yıldıray Şahinler’in uyarılarıyla son halini almış bir bütündür. Bu
nedenle artık bir Yıldıray Şahinler’in kendine has bir biçemi oluşturmakta
olduğunu söyleyebiliriz sanırım.
Son Söz
Bezirgân’ı bizler
yarattık. Bezirgân biziz, kendi içimizde. Herkes biraz Bezirgân aslında. Ne
kadarı “modern” ne kadarı “modernleşme” bilmiyorum. Onun içimizden çıkarılması gerekiyor. Onun
ortadan kalkması yine bizim elimizde. Samimiyetle bunu istemezsek birinden
kurtulduk sanırken bir diğeri, ilkinin geldiği yerden başını uzatıp hayatımıza
girer. Elbette bu mesaj bazıları için hafif kalacaktır. Ancak başkasını
yapabilmek mümkün müdür? Ama şunu
kesinlikle söyleyebilirim ki Bezirgân’ı seyretmek yaşama dayanma gücünüzü arttıracaktır.
Melih Anık
İlgi:
1. “Ahmet
Vefik Paşa’nın Çevirilerinde Osmanlılaşan Molière” – Melahat Gül Uluğtekin Türk
Edebiyatı Bölümü Bilkent Üniversitesi Ankara Haziran 2004
2.”Commedia
dell’Arte Etkisinde Üç Oyun Beş Yorum” -
Levent SUNER- Tiyatro Araştırmaları Dergisi, 24:2007 • ISSN: 1300-1523
3. “Molière”
- Prof. Dr. Melahat ÖZGÜ 300. Doğum Yıldönümü Anısına
4. “Molière
ve Türk Komedyası” - Prof. Dr. Sevda ŞENER
5. “Ahmet
Vefik Paşa’nın Molière Çevirilerinde Anlatım Nitelikleri” - Doç. Dr. Atila Tolun
6. “Türkiye’
Molière” - Metin AND
7. “Almanya
ve Avusturya’da Molière’i Yaşatanlar” - Prof. Dr. Melahat Özgü
8. “Le Tartuffe’ten
Tartüf’e : Ahmet Vefik Paşa’dan Bir Çeviri – Uyarlama” : Gül Uluğtekin -
Tiyatro Araştırmaları
Dergisi,30:2010/2 • ISSN: 1300-1523
9. “Tartuffe” – Orhan
Veli Kanık Tercümesi ön sözü
10. “Tartuffe”
- Tercüme: Orhan veli Kanık - Maarif
Matbaası 1944
11- “Bezirgân
Oyun Metni” - İstanbul Halk Tiyatrosu
12. “Modernleşmenin Zihniyet Dünyası” - Besim F.
Dellaloğlu - Kapı Yayınları
Not:
“Temennah:
kalbe götürülen el, duygularda; dudağa götürülen el, sözlerde; alna götürülen
el ise, düşüncede samimi olunduğunu/olunacağını göstermek içindir.”
(http://www.eksisozluk.com/show.asp?t=temenna)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder