Mehmet Esen’in çağrısı ile benim niyetlenmem aynı güne
rastladı. Gittim Meddah’ı seyrettim. Mehmet Esen salon girişinde karşıladı
seyircilerini. Oyun arasında da yanımızdaydı. Oyun sonunda misafirlerini yolcu
eden bir ev sahibi gibi bizi uğurladı.
Haldun Taner’in gözlem gücü müthişti. Bu oyuncu seçimlerinden
belliydi. Onun gözlem gücünün örnekleri yazılarında hâlâ “capcanlı” duruyor.
Onun oyunları arasında kabare tiyatrosunun en başarılı örnekleri var. O oyunlar
özel bir oyunculuğu ortaya çıkardı. Zeki Alasya, Metin Akpınar o tür oyunculuğun
en başarılı örnekleri. O tiyatrodan çıkmış olan Kemal Sunal ise sinemada farklı
bir oyunculuğun en başarılı oyuncusu ve Türk halkının sevgilisi. Onun başarısında
da Sadık Şendil gibi bir yazardan söz etmeden geçmek olmaz. Haldun Taner’in
öğrencisi olan Ferhan Şensoy’u öğretmen
Haldun Taner’in yazarlık ışığını taşıyan bir devamı olarak saymamak mümkün
mü?
Ülkemizde bir İsmail Dümbüllü gerçeği var. Bence
diğerlerinden hiç de geri kalmayan belki de diğerlerine ilham vermiş bir başka “okul”.
Onun izinde Münir Özkul’u hatırlarız hemen. İşte Mehmet Esen, Münir Özkul
Okulu’nun tiyatromuza armağanlarından biri.
Ama onu Münir Özkul’a götüren Haldun Taner’i ve de Esen’in “ustam” dediği Erkan Yücel’i de
unutmamak kaydıyla.
Mehmet Esen, meddah geleneğinin ‘Usta’larından biri. Bugün sahnede,
filmlerde milyonları “sürükleyenlerin” bir zamanlar yolcusu olduğu treninin lokomotifi.
Esen, meddah geleneğinden gelme mütevazı bir hayatın aktörü iken onun
lokomotifi olduğu katarın yolcuları “stand-up”çı olarak çok renkli hayatların
“yıldız”ları oldu. Onlar “cemiyet” hayatımızın gözlerini boyarken, Mehmet Esen,
“sahne-i temaşa”nın “”şayan-i temaşa”sı olarak
“temaşakâr”ına tevazu’ ve tek kişilik gösteri “dersi” veriyor. Meddah
denince “o” kelimeler sarıyor hayâlimizi. Kelimelerin yerlerine yenilerini koyarken “meddah”ı
da yenilemeye çalışmışız. Şimdi Meddah’ın önüne “çağdaş” ı koymak âdet oldu.
Mehmet Esen’in gösterisi de “Meddah 2012”
adıyla tanıtılıyor. Yani “yeni” bir meddah var. Böylelikle belki de farkında
olmadan meddah’ı tarihin tozlu sayfalarına itmişiz, eskitmişiz, diğer
geleneklerle birlikte. Çağdışı olan, meddah olur mu? Meddah, içinde çağı
taşıyan bir oyuncu. Belki de o mel’un “çağdaş”lık yüzünden meddahın sahnesi de
zamâneleşmiş, bir “vur-kaç”cı, kısa küçük “vuruş”larla çakıp çakıp kaçan bir
zamâne olmuş. Hızla tüketen ve hızla doldurulması gereken uçağa yakıt taşımak
zorunda kalan biri. Yapmazsa seyircisini elinden kaçıracağını bilen bir şaka
bombardımancısı. Oysa meddahlık, sürükleyen bir hikâye içinde salt güldürmeyi
değil meraklandırmayı, şaşırtmayı, hayâl ve hayret ettirmeyi, korkutmayı
velhasıl insanlığın gereği olan tüm duyguları yaşatmayı amaçlayan ve insanı
sadece “gülen hayvan” olarak görmeyen bir tür. Lâyıkıyla yapıldığında
“stand-up”a “beş basacak” bir gösteri ve çağa ait.
Metin And, “Geleneksel Türk Tiyatrosu” isimli kitabında(
Bilgi Yayınevi) meddahlığı “Söyleşmeli,
taklitli, kişileştirmeli kesimleri olan dramatik bir tür” olarak
tanımlıyor. “Efsane, destan, dinsel
konulardan beslenen” meddah, “zengin bir
hikâye dağarcığı” ile “çeşitli
havaları” “mizahî bir bakış açısıyla
yansıtırken” “benzetmeci, gerçekçi, yanılsamacı tiyatroyu
zorlar” diyor. Metin And’ın kelimeleriyle “Meddah seyircide coşkunluk, üzüntü, merak, acıma duyguları yaratır,
kişileriyle seyirci arasında bir duygudaşlık bağı, bir özdeşleşme ilintisi
kurabilir….. Seyirci hikâyeye kendini öyle kaptırır ki namaz vaktini unutur;
coşkunluğa kapılıp bir başkasının üstüne yürür. İran’da “nakkal” denilen hikâye
anlatıcılarına, sevdiği masal kahramanının ölmesini istemeyenlerin para, inek, koyun
armağan ettiği çok görülmüştür.” Meddah hikâyelerine “kıssa,
hadîs, siyer, ahbâr, hurâfe, üstûre, esâtîr, rivâye, râvî-i kıssa, mesel, makaame”
gibi çeşitli isimler verilmiş. “İnsan ,şive, hayvan,
doğa olayları sesleri taklitleri yapan
meddahın iki aracı varmış eskiden, mendil ve sopa. Onunla tüfek, eşarp yaparmış.
Bir rivayete göre de kusur yapan meddahın mendille boğazının sıkılacağı sopa
ile de dövüleceği rivayet edilmiş.”
Mehmet Esen meddahlığı lâyıkıyla yapabilen oyuncuların başında
gelen bir oyuncu. Ama o seyirci nereye
gitti, kimlerin peşine takıldı? “Kerim Afşar..?” “ Yıldırım Önal…?” hatta
“Rutkay Aziz…?” derken seyircinin boşluğa baktığını fark ettiğinde “Büyük bir
sanatçı…” diyerek onları hatırlatmanın bir şey ifade etmediğini gören meddahın
seyircinin algısına uyan “hani şu tv dizisinin kahramanı” diye hatırlattığında “jetonu
düşen” seyircinin karşısında düştüğü durum evlâdına bir lokma daha yedirmek
için çırpınan anneye benziyor. Bu kadar zengin olan meddah tiyatrosunun luna
parkta puan toplamak için elindeki lastik çekici kafalara vurarak hayatını sürdürmesi
de güç. Bu “yeni” seyirci”ye bu “yeni” meddah mı desem!
Mehmet Esen’in programı içinde verdiği tadımlık örneğe bakarak geçmişte oynadığı Erol Toy’un
elinden çıkmış “Düş ve Gerçek” gibi 22 ayrı kompozisyonlu metinlere ihtiyaç
var diye düşündüm. (İhsan Oktay Anar’ın romanları iyi bir kaynak ve örnek olabilir.) Şimdi
tv’lerde “rating” rekoru kıran diziler(Leyla ile Mecnun) aslında geleneksel
tiyatronun “absurd” ile kaynaşmasından oluşuyor. “Meddah Mehmet”, hayatını hikâye ederken seyirciyi peşinde sürüklüyor;
onu elinde(n) tutuyor kâh çekerek kâh iterek seyirciyi de oynatıyor. O anlarda görülüyor ki Mehmet Esen, içinde orkestra
taşıyan bir “maestro”, seyircinin nefesini duyan, nabzını tutan bir “doktor”, bakışlarıyla salonu bir anda
çözen bir radar. Salonu dolduran seyirci, onunla birlikte geçirdiği iki saatten
mutlu ayrılıyor. Biz o gece Devekuşu Kabare’den girip, Arena, Club12, AST,
Anadolu, Almanya, 12 Eylül’den geçerek son 50 yılı hatırladık, kahkahalarla..
Bir de baktık ki içimizde sıcacık bir burukluk, dilimizde “korkmirem”. Ama bu gösteri Mehmet Esen’in yeteneklerinin
çok çok altında. Onun için bu yaptığı “çocuk oyuncağı”. Maçta ter atmadan gol atan bir oyuncu kadar rahat. Gırtlağını temizlerken alkış
alan tenor gibi her yaptığı ilgi uyandırıyor. Kendisini
zorlayacak seyirciyi “yeni”den o yaratmak zorunda. Meddahlığın en zor tarafı da
bu zaten.
Metin And, “III.
Selim’in sır kâtibinin yazdığı ve Topkapı Sarayı arşivinde bulunan bir yazmada
sık sık Meddah Sadık Efendi’nin ’menkabe nakl eylediği’ geçmektedir. II.Mahmud
çağında en tanınmış meddahlardan Hasan’ın yeniçeri ocağının kaldırıldığı
sıralarda yeniçerileri savunduğu için ölüme gidecekken saraydan bir iki kişinin
araya girmesiyle kurtulduğunu fakat bir daha meddahlık etmediğini” yazmış.
Bizim “ölümlerden dönen” ama inatla yolundan dönmeyen “meddah”ımızdan
hâlâ umudum var. Zira bizde “menkabe” bol, yeter ki seyretmesini bilen “Selim”ler
olsun. Sultanı meddah ile yan yana getirip anlatan “tarih”i de kimse unutmasın. Gidin Mehmet Esen’i
seyredin. Seyredin ki meddah çok yaşasın!
Melih Anık
Not:
1.Sahne-i temaşa: Tiyatro sahnesi
Şayan-i temaşa: Görülmeye değer.
Temaşakâr: Seyirci.
2. Çağdaş olanakları kullanma bu tür sanatlarda bazen
dezavantaj. Zira internette izlediği birkaç sahne bahane arayan seyirciye
nasılsa gördüm doymuşluğu veriyor. O
nedenle ya oyundan video yayımlanmasın ya da “videolaşan”, sahnede oynanmasın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder