Yıl 1975.. Bazılarının “sırça köşk” dediği Boğaziçi
Üniversitesi’ndeyim. Terastan Boğaz’ı seyrediyoruz, Tevfik Fikret ile beraber.
Orhan Veli henüz yok o zamanlar.
Yıl 1975.. Engin Ardıç’ın “devrim” ile ilgisinin kanıtı, âşık olduğu kızın içine karıştığı sandık cinayeti 1972’de olmuştu. Faillerin çoğu
Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrenciydi.
Yıl 1975... 1971, 12 Mart’ında ben üniversitedeydim.
Yıl 1975… Sevgi Soysal, Erdal Öz, Hasan Hüseyin, Can
Yücel’in (anı)kitapları yayımlanıyordu arka arkaya.. Mahpushane edebiyatı
zengindi yani.
Yıl 1975.. BÜO, Akşam Erken İner Mahpushaneye isimli oyunu
sahneliyor. Oyunu derleyen ve yönetenlerden biriyim. Oyunun ismini, Ahmet Arif’in bir şiirinden almışız. Zaten o
günlerde Ahmet Arif’in Hasretinden Prangalar Eskittim isimli kitabı elimizden
düşmüyor. Nerede fırsatını bulsak yüksek sesle okuyoruz. Hatta
selamlaşmalarımız bile her hangi bir şiirin herhangi bir dizesiyle başlıyor.
Karşımızdaki bir dizeyle selamlıyor, cevap gene şiirden... Şiirler ezberimizde.
Yıl 1975… Akşam Erken İner Mahpushaneye Ahmet Arif, Hasan İ.Dinamo, Nâzım Hikmet, Hasan
Hüseyin, Attilâ İlhan,Can Yücel şiirleri ile Çetin Altan, Emin Bozarslan, Namık
Behramoğlu, Demirtaş Ceyhun, Kerim Korcan, Erdal Öz, Sevgi Soysal, Kemal Tahir,
Adnan Veli’nin eserlerinden derlenmişti.
Eser sahiplerinin hayat hikâyelerine bakınca oyundaki mahpusluğun
tarihi 100 yıldı; o dönem içinde Sansaryan
Hanı(tabutluk), Ziverbey Köşkü, Mamak Yıldırım Bölge Koğuşları, Diyarbakır
Hapishanesi de mekânları idi, karanlığın, işkencenin, insanlığın ölümünün mekânları.
Albay Raci Tetik unutulmaz isimlerden
biri.
O yıllarda Bekir Yıldız’ın hikâyelerinden derleme
Sahipsizler isimli bir oyun yaptım.
Bugün halâ Bekir Yıldız’ın Doğu hikâyelerini içim titreyerek hatırlarım.
Keşke o hikâyelerin değeri daha iyi anlaşılsaydı diye geçiririm içimden.
DestAR’ın Disko 5 No’lu isimli oyununu belki de geçmişimdeki
bu oyunlar nedeniyle biraz gecikmeli seyrettim. Bir başka neden de elimde bir
metin olmaması idi. Yoksa Berfîn Zenderlîoğlu’nun mânidar twitini okumuştum. (“Tiyatro
Eleştirmenlerimiz birde Kürtçe Tiyatro oyunlarına ilgi gösterseniz ne iyi olur,
bari bu alandaki ayrımcılık ortadan kalksın” 14 Ekim 2011) O zaman metni istedim ama üst yazı dışında oyunu yansıtacak
bir metin olmadığını söylemişti. Tesadüf olarak bir akşam(2012-Haziran)
karşılaştığım Mîrza Metîn ve Berfîn Zenderlîoğlu bana oyunun tercümesi
olarak sahneye yansıtılan üst yazının basılı halini göndereceklerine söz verdiler
ve gönderdiler. Okudum ve oyunu seyrettim.
Disko 5 No’lu seyrettiğim ilk Kürtçe oyun. İnşaat mühendisi
olup da şantiyede çalışmışsanız Kürtçe ile tanışmamış olamazsınız. Ben de
şantiyelerde Kürt işçileri tanımış,
Kürtçeyi işitmiştim daha önce. Ama Kürtçeyi ilk kez sahnede “duydum”.
Disko 5 No’lu, Kürtlük ile hapishaneyi yan yana getiren bir
oyun. 12 Eylül sonrası Kürtlerin hapishanede çektiklerini odağına almış.
Yaşananlar ile ilgili çeşitli röportajlardan, belgesellerden yararlanılarak bir
metin ortaya çıkarılmış. Sahne tasarımı ve afiş Metin Çelik’e, ışık tasarımı
Alev Topal’a, müzik Nizamettin Ariç ve Wéneyén Xewnan’a, video Pia Rönicke, Zeynel
Abidin Kızılyaprak’a, üst yazı çevirisi
Nazé Yerlikaya’ya , efekt Alan Ciwan ve Adar
Baran Değer’e Fotoğraf Nazım Serhat Fırat’a ait. Oyun tek kişilik ve Türkçe üst
yazı kullanılıyor.
“DestAR-Theatre”
DestAR -“Theatre” ile ilgili aşağıdaki satırları gurubun
sitesinden aldım:
“Grup 2008 yılının Ekim ayında Mîrza Metîn ve Berfîn
Zenderlîoğlu’nun öncülüğünde kuruldu. Grubun öncelikli amacı tez elden bir oyun
üretmek değil, ekibin sanatsal manada mayasını tutturmak ve ekipteki her bireyi
üretime itecek, yaratıcı atmosferi oluşturacak teorik ve pratik bir atölye
süreci oluşturmak oldu. Grup Türkiye’deki Kürt Tiyatrosu deneyimini göz ardı
etmeden, bu deneyime farklı üretimlerle katılarak Kürt Tiyatrosu’na renk ve güç
kazandırmayı ve yeni evrensel nitelikler kazandırmayı hedefler. DestAR-Theatre
Kürt Tiyatrosu adına iddialarda bulunmayı değil, teatral sınamalar yaşamayı
önemser. Grup bu deneyim içerisinde kendi modern tekstlerini de yaratmayı
hedefler. Yaptığı ve yapacağı deneysel çalışmalar ve üretimlerle kendine has
bir “sahne dili” yaratmayı hedefleyen grup “dil ve kültür” ile ilgili
duyarlılıklarının da modern bir “sahne dili” olmaksızın taşınamayacağı
fikrindedir ve önceliklerini bu fikre göre kurar.”
Oyuna gitmeden önce bu satırları okumuştum. Oyunu da bu
satırların gölgesinde seyrettim. Gurubun diğer oyunlarında bu ifadelere ne
kadar yaklaştıklarını bilmiyorum ama Disko 5 No’lu bu ifadelere uzak kalmış bir
oyun. Bunu sınırlı bir yazı çerçevesinde açmak çok da kolay değil. Ben oyunu
seyrettikten sonra Mehmed Uzun’un “Dicle’nin Yakarışı- Dicle’nin Sesi-1” isimli
romanını okudum. O zaman Disko 5 No’lu’da neyin eksik olduğunu anladım. “Haydi,
siz de düşün ardıma” diyen Dengbéj Bıro’su
yoktu oyunun. Söylemi çok düzdü. Örümcek ağına çok güvenilmişti. Islak
zemin de iyi fotoğraf veriyordu. Disko 5 No’lu bizim 1970’lerde yaptığımız
oyunlar gibiydi. Hapishane jargonunun alışılmış bir versiyonu gibi. Tek farkı
Kürtçe olmasıydı. Seyretmeden beklentimin baş nedeni olan Kürt Tiyatrosu olarak
yeni ve farklı bir şeyler bulamadım doğrusu.
Oysa gurup gene kendi sitesinde şu alıntıyı yapıyor: “Bir
insan kilitli olmayan, ama içeriye doğru açılan bir kapıyı boyuna itiyor,
çekmek aklına gelmiyorsa, odada hapistir.” (Ludwig Wittgenstein)
Bir başka oyunları için de şunu demişler: “Oyun, psikolojik
ve ironik öğeler kullanarak gizli bir kuşatmaya dönüşmüş erkek zihniyete karşı
seyircide bir farkındalık yaratmayı hedefler. ‘Hayatı tıpkı bir oyun izler gibi
izleyip geçmeyin!... Hayata seyirci kalmayın!’”
Bir başka alıntı : “Çünkü insanlar nefes aldıkları sürece
yaşamak, yaşamayı becermek zorundalar. Burası bir hücre de olsa.”
Böylesi geniş ufuklu söylemi olan bir gurup nedense bu
genişliği sahnedeki Disko 5 No’lu’da gösteremiyor
ve ülkemin tarihinde sık sık tekrarlanan hapishane olgusuna kendilerinden
yaptığım alıntılar çerçevesinde bak(a)mıyor. Bugünün gerçekleri ile yeni bir pencere aralayamıyor.
Her şeyden önce örümcek ağı önünde oynanan bir oyunda “ağa
takılan sineğin örümcekle anlaşması” metaforunu anlayamadım doğrusu. Örümcek:
“Ben sineği özgür bıraktım o da ağımı
sineklerle doldurdu, ben her geçen gün büyüdüm” diyor. Bu ifadeden örümceği
büyüten sinek anlamı çıkıyor. Oysa oyunun genelinde seyirci soyut bir örümceğin
ağına düşmüş sinek metaforuna yönlendirilmiş. Meğerse sinek örümcek ile
anlaşmış! Oyunda Gardiyan “ Kim ağıma düşerse iyi, akıllı, dinine ve devletine
bağlı bir insan olacak” diyor. Gardiyan’ın örümcek ile özdeşleştirilmesi mahkûmun
da sinekleştirilmesi anlamına geliyor. Mahkûm “Ben bir devrimciydim o(gardiyan)
da faşist bir işkenceci” dediğinde ise benim aklım karışıyor. “İşbirlikçi”
sinek ile örümceğin diyalogu anlaşılmaz bir labirent içinde kayboluyor. Sonuçta
“manyak” bir işkenceci ve “zavallı” bir mahkûm ile salondan ayrılıyoruz. Bu
mudur? İşkenceci ve mahkûmu nasıl anlayalım?
Sahnenin, müziğin ve
nesnelerin kullanımında bilinçli bir düzen yok gibi geldi bana. Yukardan sarkan
ipin köpek, kamçı, su hortumu olması fikrinin oyunun diğer ögeleri için de
kullanılabileceğini düşünüyorum. Oyun
fazla bir duygusal girdap içine düşüyor ve giderek düşünceye değil duygulara
seslenmeyi tercih ediyor ki bu yaşananların algısını zorlaştırıyor.
“Gösterme”, “anlatma”nın önüne geçmiş.
Oyun bitmiş gibi göründüğü anda yeniden başlıyor. Ben metnin
ve genel kurgusunun yeniden gözden
geçirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Oyundan çıktığımda aklımda Mîrza Metîn’in oyunculuğu kaldı.
Oyunun seyirci teveccühünü kazanmasında ve aldığı ödüllerde Mîrza Metîn’in başarılı oyunculuğunun rolü çok büyük.
Melih Anık
Notlar:
Oyun bu sezonda da
devam edecekmiş. Bence iyi bir karar.
DestAR “Theatre” neden “Tiyatro” değil anlamadım.
Sonradan 'tiyatro' yapmışlar..
Sonradan 'tiyatro' yapmışlar..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder