Anahtarcı, Dudu, Helga, Palyaço, Kibrit, Yusuf ve 40 kişi bir gece Beyoğlu’nda bir sokaktan
çıktı, bir caddeyi geçti, bir yokuştan aşağı indi, bir salona girdi. Sokak Gönül,
cadde İstiklâl, yokuş Kumbaracı, salon Kumbaracı50. Altıdan Sonra Tiyatro ve
Lokstoff “gerçek bir yolculuk” yaptırdı,
tiyatro oldu. Her kapı kapanırken bir replik düştü hayata. Anahtar oldu
replikler, hayat kapılarını açan. Anahtarı ellerinden alınanlar geçmiş
hayatlarını silinmez izlerle çaktı sokağa, caddeye, yokuşa, salona:
" Hikâyesini bilmediğim yemeği yapmam."
“Gidenlerin arkasından irmik helvası yapma ihtimalini bıraktınız
bana.”
“Sebzelerin milliyeti ile ilgilenmedim. Bir fincan kahveyi
bir masa etrafında içmeyi becerebildiğimiz gün her şey yoluna girecek.”
“Zaten ben hiç ağlamam.”
“Kendine kol olsun
diye benim gibi kolsuzu buldu.”
"Bi merdiven çizerim...Tırmanıp binaya girerim... Sonra
merdiveni silerim abi... Arkamdan giremezler..."
“Bu işte sabıka kaydı isteyen yok.”
“Sana olan sevgim bir kağıtçının yokuşlarda akıttığı ter
kadar kutsaldır”
“Çocuğum benim gibi görünmez olmasın”
Ya daha öncekiler?
Aslında yolculuğun bir önceki safhası var ki yolculuğun
sonuna doğru ortaya çıkıyor. Dudu’nun kapısının önüne gelindiğinde anahtar toplayan Anahtarcı’nın arkasına
takılmış 40 kişi “sokağa düşmüş” ve her biri bir replik olsun bırakmış geride zaten. Onlar daha önce hikâyelerini anlatmış, anlatılmış
hikâyeleri dinlemiş, yaşanan olayları “seyretmiş”, şimdi hâlâ, “ne olacak”
merakı ile takılmış gidiyorlar “bahtlarının rüzgârına”. Vardıklarında
görecekler ki zaman ileri gider gibi yapıp geriye sarmış; hepsi, bir gün,
onları hayatlarından koparmak üzere, hanelerine herhangi bir nedenle girecek
bir Anahtarcı’nın kapılarını ve
umarsızlıklarını umursamaz bir hiddetle çalması ve zorlamasına uyanacak. Buna
ister kentsel ister kişisel dönüşüm deyin aslında dönüşen hayatlardır.
Temelinde sahiplerine sormadan hayatlara
giren bir elin, toplumun iyiliği, refahı ve mutluluğu diye kişiyi ezip geçmesi
vardır. Birey, kendi gibi olan bireysellikleri toplayıp çoğalmayı
beceremeyince çoğunluğa teslim olur.
Saçın içinden ayıklanan bitler gibi her biri tek tek kırılıncaya kadar devam
edecektir bu! Peki ya yaşanmışlıklar? Onlar ne olacak? Kime emanet? “Yokuş aşağı”, umudun tükendiği bir
yuvarlanma gibi geliyor ve emanetinizin(ve de toplumu var eden tüm emanetlerin)
elinizden kayıp gittiğini düşünüyorsanız, korkunuzu yenecek, emanetleri
saklayacak ve geleceğe taşıyacak bir Kumbaracı50 vardır(var mıdır?) mutlaka her
yokuştan aşağı. Zaten tiyatro, kapımıza
kadar gelmiş o gürültüye ve korkumuza inat birlikte ortak şarkılarımızı
söylediğimiz “sığınağımız” da değil mi!
“Proje”
“Altıdan Sonra Tiyatro’nun Alman tiyatro topluluğu Lokstoff
ile birlikte TANDEM kapsamında gerçekleştirdiği oyun Yokuş Aşağı Emanetler’in
ilk gecesinde “ordaydım” . Projenin Almanya ayağı, Mayıs ayında Stuttgart Metro
İstasyonu’nda, Altıdan Sonra Tiyatro’dan oyuncuların da katılımı ile seyirci
ile buluşmuş. TANDEM – Kültür Yöneticileri Değişim Projesi, Mercator Vakfı
(Essen) ve Avrupa Kültür Vakfı’nın (Amsterdam) desteğiyle, MitOst (Berlin),
Anadolu Kültür (İstanbul) ve İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin başlattığı yeni
bir girişim. Nisan 2011’de başlayan proje, Türkiye ile Avrupa Birliği ülkeleri
arasında kültür yöneticilerine yönelik uzun vadeli işbirliğini teşvik etme ve
destekleme amacı taşıyor. Proje kapsamında toplam 33 kültür yöneticisi ve
kurumun, iki yıllık bir dönem için 16 kültürel işbirliği projesi geliştirmesi
ve katılımcıların ortak çalışmalar yapmaları, birbirlerini ziyaret etmeleri,
kültürel ve sanatsal deneyimlerini zenginleştirip ortak işler üretmeleri
hedefleniyor.”(Tanıtım yazısından)
Oyun
Oyun, farklı eserlerden derlenen hikâyelerden oluşturulmuş. Oyuncular
onları kendi algı ve düşüncelerine göre şekillendirmiş ve yorumlamış. Oyunu Yaman
Ömer Erzurumlu ve Wilhelm Schneck
birlikte yönetmiş. Oyunda Gülşah
Fırıncıoğlu(Dudu), İsmail Sağır(Yusuf), Kathrin Hildebrand(Helga), Selen Şeşen(Palyaço),
Sinem Öcalır(Kibrit), Yaman Ömer Erzurumlu(Anahtarcı) rol alıyor. Teknik sorumlu, İhsan Dehmen; teknik asistan, Onur Kiraz. Ses tasarımı Onur Kahraman’a,
fotoğraflar Erhan Yürük’ ait. Tüm oyuncuların çok iyi oynadıklarını; eşim ve
benim kullandığımız telsiz kulaklık sisteminin kusursuz işlediğini, oyunun
hassas noktası ses ile ilgili herhangi bir teknik sorun yaşamadığımızı; fotoğrafların
ise karakterleri yansıtmakta başarılı
olduğunu söylemeliyim.
Altıdan Sonra Tiyatro ve Lokstoff, oyunu metro istasyonunda
başlatmak istemiş ama izin alamamış. Bir yandan gerçek mekânlara bağlanmış
olmasını olumlu buluyorsam da oyunun kış şartlarında sınırlı sayıda oynanması
gerçeği de hoşuma gitmiyor. Öte yandan provalar sürerken oyunun içinden geçtiği
sokak, cadde ve yokuşun sakinleri kendi hayatlarına “değen” bu olayı öyle içselleştirmişler
ki seyrettiğim akşam onlar da “görünür olmak” için çabalıyorlardı. Ben sokak kedilerinin
bile olaya katıldığını gördüm sanki.
Oyunun ilk gecesi sokak, cadde ve yokuşun tanıkları ise önlerinden akan
kalabalığı merak edip duruyor, resim çekiyor ve anlamaya çalışıyordu. Bunların
tiyatro için ne kadar hayırlı olduğunu belirtmem gerek. Belki bu yolla, sokakta
tiyatro yaptı diye dayak yiyen tiyatrocu kalmaz.
Öneri..
Genelini çok olumlu
bulduğum oyunda birkaç hususu vurgulamak istiyorum. Oyunun en kuvvetli iki hikâyesi Dudu (Takuhi
Tovmasyan’dan) ve Yusuf (Katık Dergisi’nden), biri başta biri sonda. Diğer hikâyelerin
ağırlığı ise onlarla aynı düzeyde değil, daha çok kişisel oyunculuğa kalıyor
iş. Hikâyelerin aynı ağırlıkta olmaması ve karakterlerin oyunda aynı ağırlıkta hissedilmemesi ve de bir “şemsiye” altında
toplanmamış olması olayın algılanmasının yarım kalmasına sebep olacak diye
düşünüyorum. Her biri ayrı bir duygunuza
“dokunan” hikâyelerden tek satırlık bir mesajı seyirciye söyletmek lâzım. Bu
tür oyunlarda oyuncunun seyirci ile temasının önemi çok büyük. Oyuncuların
zamanla alışacaklarını umuyorum. Oyunda oyuncunun rolünün devam
etmesini bekledim. (Oysa rolü biten seyirci oluyor.) Dudu’nun baştaki rolünü
kısaltıp yokuş aşağı seyircilerin koluna girerek anlatması gibi meselâ. Kibrit’in sahnesi uzun ve fazla tekrarlı geldi . Onun payına düşen sahneler, trafiğin
yoğun olduğu mekâna denk geliyor ve
oyuncu mecburen rolü içinde seyircileri uyarmaya çalışıyor. Bence onun bu
görevini Anahtarcı yapmalı ve Kibrit kendi sözlerini tekrarlamalı. Oyunun başı için de bir önerim var.
Seyircilere dağıtılan telsiz alıcı ve kulaklıkları torba içinde Anahtarcı
versin ve verirken içindeki anahtarı “Anahtarını alıyorum” diye alsın. Tabi bu arada kimlikleri de toplasın.
Atıkçı Yusuf’un aydınlatılmış arabasının karanlığı delerek yokuş yukarı gelişi
ile başlayan sahneler çok başarılı. Yusuf’un geçen taksi, motor, yayalar ile
olan diyalogu oyuna başka bir boyut
katıyor, yeni yaratımlara gebe. Kumbaracı50 merdivenlerinde bekleme yerine
doğrudan salona geçilmesini öneririm. Birine “kol” olan Anahtarcı’nın kolsuz olması çok
anlamlı. Anahtarcı’nın anahtarı aldığı evin kapısına küçük bir siyah çelenk
bırakmasını öneririm. Hoşuma giden bir husus ise sesi algıladığınızda karakteri henüz görmemiş
olmanız. Bu bir anlık aramayı sağlıyor ve sanki siz o karakteri yaratmışsınız
gibi bir his uyandırıyor. Bir önerim de
oyunun çerçevesinin kentsel dönüşüm olarak sabitlenmesi üzerine. Oyun
tanıtımlarındaki bu kesin çerçevenin açık bırakılmasından yanayım. Böylelikle
seyirci kendi anlamını kendince yaratır diye düşünüyorum. Yokuş Aşağı
Emanetler’in ismiyle başlayan geniş ufkun oyun tanıtımı ile daraltılmış olduğu
kanaatini taşıyorum. Oyun sonunda sırtlarını birbirine verip daire yaparak
selama çıkan oyuncuların verdiği mesajın oyunun içine sindirilmesi gerekiyor
gibi geldi bana.
İŞBİRLİĞİ
Lokstoff’un projeleri youtube’da var. Ben çok beğendim.
Altıdan Sonra Tiyatro ile yapılan iş
birliğini de çok yararlı ve olumlu buluyorum. Her iki tarafı da
geliştirecektir. Bu tür çalışmaların tiyatronun toplum hayatına girmesi ve bu
tür tiyatronun kendi tarz oyuncusunu yetiştirmesi yolunda olumlu katkı sağlaması yanında farklı
kültürlerde yapılacak denemelerin yarattığı zenginlik ve ufuk da büyük olur.
“Konsantrasyon var,
katılım yok”
Betül Memiş’in röportajında ( http://www.haberturk.com/kultur-sanat/haber/777191-ben-gorunmezim-ve-gorunmek-istiyorum
) Helga rolündeki Kathrin Hildebrand “Oyunu ilgiyle ve yüksek konsantrasyonla
izliyorlar ama katılım yok. Aslında ilk başta, interaktif bir katılım biz de
beklemiyorduk açıkçası, çünkü buranın izleyicisi için de sokakla birlikte
yapılan ilk tiyatro deneyimlemesi. “ demiş. Ama örneğin balkondaki Dudu’nun,
caddedeki Palyaço’nun ve yokuştaki Yusuf’un,
Kibrit’in veAnahtarcı’nın ve de kendisinin sahnelerinde katılımı kaçırmış olmasını, Kathrin’in henüz “yabancılık” aşamasında olması ve de
rolünün mekânı ,ilk gecenin heyecanı nedeniyle çevreden gelen katılımları görememiş
,atılan lafları duymamış/algılayamamış olmasına bağlıyorum. Kathrin, sanırım 40
kişiden beklediği katılımı istediği gibi bulamadı ama asıl katılım “sokak”tan
geliyor, gelecek. Galiba bu oyun, bizler
için olduğundan daha da çok üç buçuk milyon yurttaşımızla birlikte yaşayan ve
müstakbel AB ortağımız(!) bir ülkeden
gelen Lokstoff için iyi ve yararlı bir deneme olacak! Biraz
daha çok kalırlarsa “Örovizyon” oylamasının ortaya koyduğundan çok daha farklı
bir resimle tanışacaklardır, eminim. Oyun boyunca yan yana düştüğüm Alman
yönetmen ve asistanının tuttuğu notların katkısı ve de Ömer Erzurumlu’nun
onlara anlatma çabasının sonuçları ilerdeki gösteri ve yeni oyunlara
yansıyacaktır mutlaka. Altıdan Sonra Tiyatro’nun Lokstoff’a,
Yokuş Aşağı Emanetler ismindeki çoklu
anlamın derinliğini anlatabildiği, Lokstoff’un anlayıp, o gözlerle çevreye
bakabildiği oranda ortaklık daha da verimli olacak.
Altıdan Sonra Tiyatro’nun
“Her Yer Tiyatro” anlayışının bir ürününü sergilemiş olmasından memnunum.
Onları kutluyorum. Dilerim bu slogana yeni örnekler ilâve ederler.
Size diyeceğim ise şudur: Çevrenize gören gözlerle bakın. Kapısı açık ve aydınlık bir balkon, bir kapı girişi, bir duvar önü, gereksiz gibi görünen bir
merdiven, bir karanlık iskele altı, bir tiyatro salonu, içinde bir hikâye
saklar ama o, siz “oku”mazsanız, hikâye olmaz.
Melih Anık
Not: Yazı Milliyet Blog'da yayımlanmıştır.
Not: Yazı Milliyet Blog'da yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder