Kumbaracı50 Üçlemesi’nin birincisi Gerçek Hayattan
Alınmıştır üçüncüsü Dertsiz Oyun
arasında Barzo ile Konserve bir geçiş oyunu. Bu “üçleme”nin sırası başka türlü
olabilir miydi? Artık değil. Zira üç oyunun bu sıralamada olması önceden
kararlaştırılmış. Göndermeler ile üçüncü
ikinciye, ikinci birinciye bağlanmış. Ama benim gördüğüm önemli bir matematik
var ki bu tiyatro ile ilgili. Birincisi klâsik bir oyun, üçüncüsü ise avangart;
arada geçişi sağlayan ise geleneksel. Sanki avangarda giden yol gelenekselden
geçer gibi bir mesaj var.(Benim hüsn-ü kuruntum da olabilir!)
Barzo ile Konserve pekâla “hanzo” ile “konservatuvar
öğrencisi” olarak alınabilir. Yani biri hayattan olduğu gibi çıkıp gelmiş,
yontulmak üzere masanın üstünde; diğeri ise “kıymıkları” üzerinde dolaşıyor,
henüz “olmamış”. Temelde ikisi de aynı kökten geliyorlar. Konserve’nin boynuna
asılı mantar “muska” gibi, telefonun çağrı müziği de Şehnaz Longa ki bu seyirciye tanıdık. Senaryosu Sadık Şendil’e ait filmleri hatırlatıyor. Şendil, geleneksel
tipleri salt günlük giysilerin içine sokarak değil, günün geçerli felsefesi ile
yoğurarak önümüze getirmişti. İster
istemez o kök içinizde “yeşeriyor”. Şehnaz Longa, Cumhuriyet dönemi
geleneksel tiyatromuzun müziği,
sesi, orta oyununda, gölge oyununda
kullanılmış. Bizim neslimiz için geçmiş sahurlarda(Ah o günler!), radyodan
gelen Karagöz oyunu ile mahmur çocukluğumuzun içine akıtılan sevinç, şefkat ve umudun müziği, doğunun enerjisi
sanki. İçimize ılık ılık bir şeyler atıyor olması, içine doldurduğumuz çocukluğumuz
ve samimiyetten kaynaklanıyor. Nostaljik bir ağırlığı var. Oyunun en gergin
anlarında insanın içine güller atıyor sanki. Yan yana durmak bir yana
kilometrelerce uzağınızda olsa “çekilmez” Barzo bile sempatikleşiyor bu ortamda.
Oyunda “ortada bir ölü” var. Ne olduğu seyredene bağlı,
nasıl anlıyorsa o. Bana göre tiyatro olabilir, her gün değişen gündem olabilir,
ülkenin ağır dertleri olabilir. “Filifu” yani, ne giydirirsen o! “Ölünün
ortadan kaldırılması” için ne yapmalı sorusunun maddeleşmiş hali sanki.
Oyunun bir güzelliği de şu: karakterlerden biri telâş içinde
diğeri son derece sakin hatta kımıltısız. Biri oradan oraya nefes nefese
koştururken diğeri insanı çıldırtacak kadar umursamaz ve kendi dünyasında.
Ortadaki ölüye ne olacağı ile ilgili bile değil. Oysa ortadaki ölüden o da
sorumlu. Biri, bilinçli olmasa da bir sorumluluk taşıdığını anlamış gibi
diğeri ise bencil. Bencil olması onu kurtarır sanıyor. Ağır bir bavulu ittiriyor, çekiyorlar. Telâş, ağırlık, durağanlık oyunun “havası”nı
oluşturuyor. Salt kelimeler değil bir duygu atmosferi yaratılarak seyirciye
aktarılıyor. Bir sonraki aşama, kokuyu geçirmek olacak herhalde.
Oyun çok eğlenceli. Zıtlıklardan besleniyor. Aynı olaya
farklı tepkiler veren onu farklı algılayan tipler seyirciyi de “koparıyor”.
Salt duruma değil, zekâ dolu havai fişeklere gülüyor insanlar.
Oyunun sonunda Barzo’nun bile merakı uyanıyor : “Tiyatro ne la?” Bu soru, iyiye
işaret. Zira Barzo gereksiz anlamında
kullanmıyor o repliği. Ağır bavulun üstüne oturarak belki de hayatında ilk defa anlamlı bir soru soruyor. “Ortada kalmış ölü” üzerine düşünce kırıntısı ya da hayatının ilk düşünce hücresi oluşuyor. Ortadaki ölünün kaldırılması için ilk “elektrik sinyali” beyninin ilk hareketini yaptırıyor. İçinden geçtiği tiyatro mekânı onu da adam etmeye başlıyor
sanki. O da “sahne tozu”nu yutuyor. “Odun”
yontulmaya hazır, değişim başlıyor. Zaten Barzo, üçüncü oyunda "seyirci" olacak.
Yiğit Sertdemir’in zekâ dolu tasarımını Gülhan Kadim çok iyi
yönetmiş. Mekânın çok iyi kullanıldığını düşünüyorum. Karakterlerdeki belirgin
zıtlıklar akıllıca ortaya çıkarılmış. Doğaçlamaya yatkın bir metin doğal bir
söylem ile sunuluyor. Seyircinin sempatisinin temelinde karakterlerin “sahici”
olmasının rolü çok büyük. Kadim’in
yönetimi, metnin çok iyi okunması sonucunu ortaya çıkarmış. Kostümlerin doğru seçilmiş olduğunu ve karakterlerin algılanmasına doğru katkı verdiğini düşünüyorum. Murat
Kapu ve İsmail Sağır’ın, sevdikleri ve içine girmekten keyif aldıkları
karakterlerden çok mutlu oldukları görünüyor. Bu da onların başarısını
parlatıyor. İkili oyunların başarısı, her iki oyuncunun durmaları gereken yeri
iyi bilmelerinden ve pasların isabetinden kaynaklanır. Kapu ve Sağır bunu
başarıyor. Ömer Erzurumlu’nun yarattığı
karakter ise ikiliye aynı mesafede duran bir dengede. Oyun içindeki konumunun
bilincinde Erzurumlu. Ve o sanki “geçmişi geleceğe taşıyacak olanın”
temsilcisi.
Oyun, tiyatroda düşünmek
isteyene de istemeyene de sesleniyor. Kahkaha da garanti. Daha ne olsun!
Yiğit Sertdemir, Kumbaracı50
Üçleme’si ile tiyatroyu düşünüyor, tartışma ve ufuk
açıyor. Görün. duyun ve katılın!
Melih Anık
Not: Yazı Milliyet Blog'da yayımlanmıştır.
Not: Yazı Milliyet Blog'da yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder