Üçlemenin ilk oyunu: “Gerçek Hayattan Alınmıştır”ı seyrettikten sonra “yüzünüze ve boğazınıza bir yumruk oturuyor” demiştim.( http://melihanik.blogspot.com/2012/03/yigit-sertdemirden-yuzunuze-ve-bogaznza.html ) O zaman daha Dertsiz Oyun’u seyretmediğim için gelecek olanı görememişim. Sertdemir, Dertsiz Oyun ile açık açık midenize vuruyor. Daha doğrusu beyinde yarattığı şok midenizin üstünde bir kasılma yaratıyor. “Arada kalan” Barzo ile Konserve’nin geçici bir “iyilik hâli”, bir iz bırakan “okşama” olduğunu ise yüzünüze bakan anlıyor.(Yüzünüzdeki kırmızılıktan…) Bu yazıyı üçlemenin ikincisini görmeden yazmaya başladım, gördükten sonra tamamladım. Sırayla yazabilirdim ama bana “geldiği” gibi böyle sırasız olmasını tercih ettim.
Dertsiz Oyun -yaratıcılarının ifadesi ile- “seyirci beklentilerinin ve seyrediş halinin
nereye evrildiğini, seyredilen ’şey’in nereye doğru gittiğini/götürüldüğünü
araştıran bir sözsüz oyun. Tiyatronun yüksek ve ideal amacı olan insanı
dönüştürmek hedefi nasıl gerçekleşebilir? Bir oyun seyrederken gerçekten bütün
seyirciler dönüşürse o oyun ne olur?”
Yâni bir yandan da biçimsel bir deneme var oyunda.
Seyircinin “yerini” değiştirmeden bir “yer değiştirme” söz konusu. Bunca yıllık
seyirci olarak ben bile bir ara yerimi şaşırdığımı ve seyredildiğim zahabına
kapılarak, “oyuncu oldum galiba” diye içimden geçirdiğimi itiraf ediyorum.
Tiyatro, insanı insana insanla anlatma sanatıdır. Altıdan
Sonra Tiyatro, kolonu sıkıştırmış araya. Bir oyunda “karakterleştirilen” bir
kolon da azdır hani. Başlangıçta muhtemelen dert olan kolon zamanla sevilen bir
nesneye dönüşmüş, çaresizlikten. Kumbaracı50’nin artık şöhretli bir oyuncu kadar tanınan kolonları
gözünüze batmıyor. Dertsiz Oyun, dert olan kolonun dert olmamasından başlıyor.
Dert gibi görünen dert olmayabilir ya,öyle. Herşey size bağlı. İşte o tiyatroda
oyuncu sahneye çıkar, örneğin yanan bir insanı oynar, onun çektiği acıları
“gösterir”. Seyirci görür, o acıyı hisseder, nedenlerini düşünür ve kendince
bir sonuca varır. Biri sahneden diğeri salondan yüz yüze bakarak bir ateşi
paylaşır. Oyuncu ile seyircinin en bilinen
iletişimi budur. Türkiye’de yaptıklarını merakla takip ettiğim ve son dönemin
en başarılı tiyatro yazarı olarak kabul ettiğim Yiğit Sertdemir, Dertsiz Oyun’da bu alışılmış
durumu ters yüz etmiş.
Dertsiz Oyun’da yanan insanı, doğrudan görmüyor, onu
tutuşturan alevi yüzlerdeki yansımasından anlıyorsunuz. Bu yansıma, nasıl insan
yüzlerine düşen ışığa bakarak onların sinema seyrettiğini ya da kendisi ortada
görünmese de insanları aydınlatan ışığından doğan(batan) güneşi hissediyorsak ona benziyor. Olayın kendisi değil ona yükledikleriniz, yarattığı
etki ve izdir anlamı ortaya çıkaran. Dertsiz Oyun farklı bir şekli deneyerek, yansıtarak
anlatmayı başarıyor. “Seyreden”den yansıyan ses, mimik ve jestlerle Dertsiz Oyun, ülkeyi,
insanı, dün, bugün ve yarını önünüze seriyor ve “seni çok iyi anlıyorum,
“DERTSİZ göründüğüme bakma dertlerini dert edindim” ve elini uzatılarak “tut
ellerimden” diyor. Bu arada “senin derdin benim kolonumdan daha mı büyük?”
diyerek gülümsüyor. Kime? Oyuncuya mı seyirciye mi? Dertsiz Oyun’da tutuşmuş
insanın alevi yüzlere vuruyor diye
algıladım ben. Zira "sahnedeki seyirciden"(?) yansıyan alev alev idi.
Biri “koltuk”ları hazır etmiş, geleni “yer”leştiriyor. Kendilerine eşlik eden müzikle(Onur Kahraman)
salona giren “kart postallar”(bu yazarın ifadesi) yerlerini almış “oyuncuların”
karşısına diziliyor. “yer”leri dağıtan “onlardan biri”, zira o da en sonunda onların
arasında kendine bir “yer” bulacak! Yer
gösteren, verdiği broşürleri kaybedene
yenisini veriyor. Broşürler açılınca her
birinin içinde bir harf ya da hece olduğunu; harfler/heceler bir araya gelince anlamlı
bir cümlenin ortaya çıktığını görüyoruz.
Bu da oyunun diğer “trük”leri gibi bir mesaj içeriyor: “Bir araya gelirseniz
anlamlı bir cümleniz olur ya da siz bir anlamın parçalarısınız, hiç kimse tek
başına var olmaz, farkına varın.” Daha da derinleştirirsek birlikte seyredilen
bir oyun tüm salonun nefesi, sesi ile bütünlenir. Sahne neresi? Bu sahnede
oyunun tümünde olduğu gibi oyuncu mu seyirci mi ikileminin git geli var. Bu arada Barzo beyaz çizmeleri, Konserve püsküllü yün şapkası ile karşınızda. Ben
tabii ki üçüncü oyunu ikinciden önce seyrettiğim için o an bu cümleyi
kuramıyorum. Beyaz çizmelerini parlatan Barzo’ya anlam da veremiyorum. Oysa
Barzo’nun çizmeleri onun için yeni bir hayatın başlangıcı gibi. Artık o da bir
tiyatro seyircisi, “Tiyatro ne la?” demiyor. (Aramıza hoş geldin Barzo!)
Sofitadaki barların kullanılışı ve akrobatik hareketlerle
seyircinin üstüne doğru “sızış” mükemmel Tebrikler İlyas Odman, hem koreografi hem de oyunculuk
için.
Bir ara , telefonların ışıkları yüzleri aydınlatmışken bizim
üstümüze bir ışık düşsün yani “sahne”
aydınlansın istedim, “oyun başladı” ya.
Oyuncuların(seyircilerin?) platformun altına girerek üstlerindeki yükü taşımaları, duydukları
sorumluluğun büyüklüğünü gösteriyor ve bu söylem, oyunun kurgusuna ve dolaylı
anlatım şekline çok uyuyor. Sandalyelerin seyirci önüne getirilip “oyuncuların”
platforma bakışları ve sonradan o sandalyelerin boş bırakılması da aynı
anlayışın başka bir şekli.
Dünyanın her tarafında sunulabilecek bir oyun Dertsiz Oyun
ve seçtiği anlatım biçimiyle dünyada ses getirecek bir çalışma. Sanıyorum “oyuncu ve seyirci” ikilemini bir
felsefe önerisi ile anlatan Dertsiz Oyun, tiyatro tarihinde de önemli bir yere konulacak.
Yazan, yöneten ve tasarlayan Yiğit Sertdemir’i kutluyorum.
Oyunun kuvvetli yanlarından biri müzik diğeri ise
koreografi. Geleneksel tiyatroyu
çağrıştıran kullanımı ile müziğin oyun için özel bestelenmiş olması ve oyunla
bütünleşmesi çok iyi. Koreografi ise oyunun etkisini arttıran en önemli
unsur. Işık(İsmail Sağır) olanaklar ile sınırlı
gibiydi. Ancak atmosferin yaratılmasındaki başarısını belirtmem gerek. Oyun fotoğraflarını(Ali Güler) da beğendiğimi söylemeliyim. Tüm "seyreden"lerden oluşturulan pano resim oyunun "ufku"nu çiziyor.
Özellikle vurgulamalıyım ki “SAHNE'deki 12 SEYİRCİ”,
oyun süresince başladıkları gibi oldular. Oyuncuların oyun süresince portedeki notalar gibi kendi seslerinde sabit kalabilmeleri de başka bir başarı. Onların notalar gibi zaman zaman yanlarına bir nokta yan yana geldiklerinde üstlerine bir çizgi alarak oyunun müziğini yarattıklarını söylemem çok da yanlış olmaz.Bu, farklı tonların zenginliğinden doğan bir orkestrasyonu da getirdi. Bu
nedenle oyuncuları(“Seyredenler” - Candan Seda Balaban, Gülhan Kadim, İlyas
Odman, İpek Taşdan, İsmail Sağır, Murat Kapu, Onur Tuna, Sabahattin Yakut, Seda
Yürük, Selen Şeşen, Sinem Öcalır, Şirin Keskin) tek tek başarılarından ortaya
çıkan “bütün”e yaptıkları katkı için alkışlıyorum.
Tiyatroya adanan bu “güzelleme” aslında acı bir burukluğu
içeriyor. Dertsiz Oyun, “Tiyatro bu
kadar güçlü ama neden bu halde?” sorusunu onurlu bir duruş ve yüksek bir tonda
soruyor, ülkeyi, sanatı, tiyatroyu “dert” edinerek. Son günlerde aşağılanan
tiyatronun ve tiyatrocunun cevabı bundan başka ne olabilir ki? Hele de
karşınızda tiyatro bilmez vicdansızlar varsa! Barzo bile adam olur da “siz” ne
zaman adam olacaksınız?
Dertsiz Oyun yeni sezonda seyredilmesi gerekli oyunların
başında gelir, tabii ki üçlemenin diğer oyunları ile birlikte.
Melih Anık
Not ve Özür:
Bu oyunda Kostüm ve Makyaj Tasarımı'nı yapan Candan Seda Balaban'dan bahsetmemiş olmam çok büyük bir hata. Zira bu oyuna renk, hayat, atmosfer katan, oyunun başarı çizgisini yükseklere taşıyan olmazsa olmazların başında kostümler ve makyajlar geliyor. Bunca zaman sonra bu düzeltme ne işe yarar bilmem ama bu yazının eksik kalan çok önemli bir tarafını tamamlamış olurum. Bu vesile ile Candan Seda Balaban'dan da özür dilerim. Bu konuda beni uyaran dostuma da çok teşekkür ederim.
Not ve Özür:
Bu oyunda Kostüm ve Makyaj Tasarımı'nı yapan Candan Seda Balaban'dan bahsetmemiş olmam çok büyük bir hata. Zira bu oyuna renk, hayat, atmosfer katan, oyunun başarı çizgisini yükseklere taşıyan olmazsa olmazların başında kostümler ve makyajlar geliyor. Bunca zaman sonra bu düzeltme ne işe yarar bilmem ama bu yazının eksik kalan çok önemli bir tarafını tamamlamış olurum. Bu vesile ile Candan Seda Balaban'dan da özür dilerim. Bu konuda beni uyaran dostuma da çok teşekkür ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder