Geçenlerde hafta sonumu çocuk oyunu seyrederek geçirdim. Zaten
ertesi gün Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı idi. İçim buruk, sevincim yarım, ülkemin
çocukları ne âlemde acaba? Her iki oyunu
da İBB Şehir Tiyatroları repertuarından seçtim. Biri Türk diğeri Yunan yazarın oyunu, önce Çiçek
Prenses ertesi gün İrmik Oğlan! Hiç değilse saf, temiz yüzler ve gülüşler görürüm
dedim kendime.
Şunu belirtmeliyim ki ebeveyn(anneler demek doğru) için oyun
seçmek çok zor bir çaba. Yazanı yok, tanıtanı yok. Oyuncular içinse “görünmeyen” bir çaba, göreni, yazanı ve takdir
edeni(ödülü) yok. Tiyatro ödülü verenler de çocuk oyununu yok sayıyor olmalı.
Oysa çocuk tiyatrosuz tiyatro mu olur!
Artık çok gerilerde kaldığı için unutmaya başladığım sabah
11 gösterileri bana geçmişimi hatırlattı, fuayede gördüğüm “resim”ler, salondan
yükselen kıpır kıpırlıklar ve bıcır bıcırlıklar içimi ferahlattı doğrusu. Kızımıza
tiyatro programları yapardık biz de. Şimdi gördüğüm ebeveynlerde kendimizi
gördüm, hatırladım.
Gelelim oyunlara.
ÇİÇEK PRENSES
Oyunun yazarı Prof.Dr. Hasan Erkek (1970), tiyatronun akademisyen
ve düşünürlerinden. Yetişkinler ve çocuklar için pek çok oyunu, tiyatro üzerine
araştırma, bildiri ve faaliyetleri var. Çiçek Prenses(2006) ödüllü bir oyun.
Oyunun konusu (İBBŞT’nin internet sayfasından alıp değiştirerek)
şöyle:
“Bir arada yaşayan mahalleliler birlikte bir hikâyeyi
canlandırır. Bu hikâyenin geçtiği, her yanı çiçek tarlalarıyla kaplı Çiçek
Ülkesi'nde, kadınların erkekler ile birlikte çalışmaları yasaklanınca, bütün
çiçekler birdenbire kurumaya başlamıştır. Tek çözüm Devler Ülkesi'nden yeni
tohumlar getirmektir. Çiçek Ülkesi'nin yaşlı kralı bunu yapacak bir oğlu
olmadığı için üzgündür. Bu zorlu görevi başarabileceğine inanan kızı Çiçek
Prenses, tohumları aramak için çıktığı yolculukta, pek çok macera yaşayacak ve
öğrendikleri hem Çiçek Ülkesi'nde hem de mahallede pek çok şeyi
değiştirecektir.”
Yönetmen Ece Okay özgün metnin atmosferini değiştirmiş, oyunu
metindekinden ( oyuncular masalı
anlatmak için sahneye gelir, roller sahnede dağıtılır) farklı (mahallelinin günlük yaşamı verilir, bir
sorunu çözme -küsleri barıştırma- amacı ile oyun oynanır) kurgulamış; oyunu sadelik
üzerine kurmuş “köy/kahve seyirlik” oyunu gibi sunmuş, sahne metnini de yeniden
oluşturmuş. Her şeyin günlük hayattan
alınmasına dikkat edilmiş. Çocukların
evcilik oyunlarında olduğu gibi, oyun,
hayâl gücü ile beslenen ve anlamlandırılan bir kurgu ile anlatılmak istenmiş. Oyun,
ortasından otoban geçen bir gecekondu
mahallesinde kurulmuş, mahalleli
de , hani davul ilk vurulduğunda oynayanlardan. Bu elbette ki rolleri
“renklendirme” için bol bol malzeme veriyor ama böyle bir ayrımı vurgulamak
gerekli mi diye de düşündüm. Dekoru tamamlayan, oluşturan aksesuarların
kullanılışı fikir olarak iyi ama daha iyi olabilirdi. Tencereden taç, kazanlardan saray,
önlükten giysi, perdeden dağ, orman, püskülden at yelesi ve kuyruğu gibi aksesuarlarla oyun sahnelenmiş, roller
çizilmiş. Kuzgun Acar’ı hatırladım oyun boyunca, o olsaydı neler bulur
çıkarırdı çöpten, atıktan.. Kral’ın
yeleği bana Acar’ın yaptıklarını hatırlattı ama ne yazık ki o tek örnek gibi
kalıyor. Evlerin pano üzerine çizilen
resimlerden olması ile üç boyutlu olması arasında çok da fark yok bence. Sahne kurmaya yönelik aksesuarların sahnede
var olması, “gösterilmesi” (yani sahne arkasından getirilmemesi) daha iyi
olurdu. Çiçeklerden bahsedilen bir oyunda -hele çiçekçi kızın çiçekleri
gösterilmiş iken- ezilmiş alüminyum parçalarından kurumuş çiçek bahçesi yapmayı
anlamadım. Fon perdesinin üstündeki resim, sahne tasarımının diğer parçalarına
göre farklı bir üslupta. “Çöl”ü anlatan
oyuncunun çöl sarısı giysileri ile ettiği dans “tek” kaldığı için göze batıyor.
Ormanı giyen oyuncu gibi o da pekalâ çölü “giyebilirdi”. Oyuna eklenen şair
karakterinin sönük kaldığını söylemem gerek. Hele “Baka kalırım giden geminin
ardından/ Atamam kendimi denize, dünya güzel/ Serde erkeklik var,
ağlayamam”(Orhan Veli) dizeleri oyuna
göre çok ayrıksı duruyor. Tüm salonu
1000 gözlü dev yapmak ve anlatıcıları
seyirci arasında sokmak güzel bir düşünce ama bu daha önceden başka bir sahne
ile hazırlanmış olsaydı keşke.
Ben çocuk oyunlarının yüksek bir enerji ile başlanmasından
yanayım. Çiçek Prenses “mırıldanır” gibi başlıyor, çocukların(galiba
oyuncuların da) oyuna ısınması çok zaman alıyor. Zaten bir saatlik bir oyunda
zamanın kıymetini bilmek gerek. Hızlı girmek, “yüksek” oynamak gerek. Zaman zaman tempo düşüyor. (Oyunculara da hak
veriyorum, bu günlerde akılları çok karışık.)
Işık aydınlatma olarak var, oyuna özel bir katkı yapmıyor. Sahne
ya aydınlık ya karanlık.
Çocuk oyunlarında müzik daha da önemli. Oyunun müziğinde bu
önemi ve özeni hissetmedim. Ama şairin(Ozan Gözel) boyacı kutusu ile yaptığı
müzik çok başarılı. Keşke tüm sahnelerde tüm oyuncular kazanlardan,
tencerelerden benzer müziği çıkarabilse.
Kostümleri ve tamamlayan parçaların daha zengin daha
yaratıcı olması iyi olurdu. Geyikler, akkartallar, tavşan vb daha ufuk açıcı
olsaydı keşke.
Metindeki çok kalabalık kadrolu oyun(20-30 oyuncu), sekiz
oyuncu ile oynanıyor.Tüm oyuncular samimi bir çaba içinde ama profesyonellere
çocuk oyunu oynatmak da kolay değil hani. Hepsinin çabası görünüyor ama
içlerinde daha çok çabalayanlar var. Elçin Atamgüç çok kıvrak ve öne çıkan bir
oyuncu.
Oyun, kadının toplum hayatındaki rolünü sade bir dille
anlatıyor. Çocuklar oyunun sonunda sahneden gelen sorulara pek güzel cevaplar
vererek oyunu çok iyi anladıklarını gösteriyor. “Kızıma izin vereyim mi?”
sorusuna “Veeerrrr” diye şakıyan; oyuncunun gösterdiği hayâli kapıyı görmek
için salonun arkasına aynı anda dönüp bakan
çocukların saflığı ve temizliği muhteşem. İçlerinden biri gördüğünü
kendi kelimeleri ile bağırarak anlattı: “Sevgisizlikten kurumuş çiçekler!” O, kadının(onun için anne herhalde) “sevgi”
demek olduğunu biliyordu.
Oyun mesajını “anlatma”yı başarıyor. Bu başarı yönetimin
“mesajı” ulaştırmayı odağa yerleştirmesinden ve samimi oyunculuktan kaynaklanıyor. Her şeye rağmen çocuklar içimde “çiçek” açtırdı.
İRMİK OĞLAN
Yazar Alexandros Adamopoulos, 1953 Atina doğumlu, komşu
yani. İrmik Oğlan’da da aynı coğrafyanın ortak masal, efsane, mitolojik
ayrıntılarını görmek mümkün. Türk okuyucu
yazarı, Oniki Artı Bir Yalan isimli kitabı ile de tanıyor. İrmik Oğlan, onun deneyimli bir yazar olduğunu gösteriyor.
İrmik Oğlan’ın felsefesi olan, çocukları
bilen bir yazarın elinden çıkmış olduğu belli.
İrmik Oğlan, elli değişik prodüksiyonda Yunanistan ve dünyada seyirci
ile buluşmuş. Türkiye’de de 2004 yılında ilk kez sahnelenmiş. Yazar “Bu kitaba
kadar masallarla, halk bilimi ile hiç ilgilenmemiştim, sözlü geleneğimizin
tiyatroya neler katacağını bilmiyordum. Üstelik daha önce uyakla yazmayı hiç
denememiştim. Tüm bunların geçmişte kaldığını düşünüyordum. Oysa öyle değilmiş.
Bazı şeyler her zaman orda, içimizdedir. Yeter ki onları görmek için eğilelim, onları
bulmak için uğraşalım” demiş.
Oyunun konusu şöyle: (İBBŞT internet sayfasından)
“Anadolu masallarından pek çok motifle süslü olan oyunda;
babasının gösterdiği eş adaylarından hiçbirini beğenmeyen Prenses, kendisine
irmikten bir eş yapmaya karar verir ve her istediğini kabul eden İrmik Oğlan'ı
yapar. Bunu duyan komşu ülkenin prensesi onu kıskanır ve babasının yardımıyla
İrmik Oğlan'ı kaçırtır. Gerçek sevginin değerini, ancak kaybettikten sonra
anlayan Prenses, İrmik Oğlan'a yeniden kavuşabilmek için güneşten, aydan ve
yıldızlardan yardım istediği bir yolculuğa çıkar.”
Ece Okay bu oyunda da metnin çağrıştırdığından farklı bir
yol izlemiş. Yine seyirlik ögelere dayanmayı, yalın bir anlatım dilini, oyunu yerel
algılarla beslemeyi tercih etmiş. Örneğin İrmik Oğlan’ı kazanda pişirerek
değil, bir çarşafın altında oluşturmuş. Kral-Kraliçe öykülerinin alışıldık
yapısını kırmaya çalışmış. Bu bir anlamda epik bir masal anlatım tercihini
ortaya koyuyor. Dekor tasarımında
kullanılan basamaklı 5 demir kule, bu seçimin bir sonucu. Kostümlerde de bu
algı anlaşılıyor. Ama üç peri ve masalın üçlemesinde (ceviz, badem ve fındık)
aynı oyuncuların oynadığını da göz önüne alırsak algılamayı belirginleştirmek
için giysilerle farklılıkların vurgulanmasında yarar var.
Dans zamanın geçişi için de kullanılmış. Bu nedenle meselâ
İrmik Oğlan’ın doğumundan sonra gelen dans, doğum sırasına alınmalı. İrmik Oğlan’ın
kaçırıldığı sahnede öndeki kule nedeniyle İrmik Oğlan gölge olarak bile
görülmüyor. Direklere yelken takmak güzel bir düşünce. Üçleme sahnelerinde 1.Prenses, sahnenin
çok gerisinde kalmış. Oyuncular geriye
bakarak konuşmak zorunda kalıyor. Bu bazı repliklerin anlaşılmamasına neden
oluyor.
Hamur tahtasından güneş yapılması güzel bir düşünce ama
tahta biraz eğimli olsa ve güneş görülebilse daha iyi olur. Sahnelerin bitiminde sahneye getirilen
aksesuarların çıkan oyuncu tarafından götürülmesini öneririm. (Onları sahne
dışına taşımak için başkaları geliyor) Ay’a şapka gerek, Yıldızlar ile Yıldız
Ana arasında bağlar olsa. Metinde var ama gene de İrmik Oğlan’ın iskambil
kağıtları ile meşgul olmasını sevmedim. Kahve destesi yerine büyük, renkli resimli çocuk oyunu şeklinde iskambil
kağıtları kullanılsa iyi olmaz mı?
Oyunda canlı müzik var ama sahnede coşku yeterli değil. Ancak
oyun müziklerinin Çiçek Prenses’in müziğinden
daha iyi olduğunu söylemem gerek. Büyücü sahnesinde fondan kayıt edilmiş
müzik kullanılıyor. Canlı müziğin olduğu bir oyunda tüm müzikler canlı olmalı,
hele rejide basit ve yalın olandan yola çıkılmışsa.
Işık ile uğraşılmış olduğu belli oluyor ama oyun
sahnelerinin etkisi daha iyi bir düzenle daha da artabilirdi. Kaçırılma sahnesi
karanlık.
Sahnedeki danslar ve giriş-çıkışlarda dansın kullanılması
ile tatmin olmadım.
Oyunun iki tarafının ve perilerin, yıldızların, güneşlerin canlandırılmasında kostümün eksik kaldığını
düşünüyorum. Ay’ı oynayan oyuncunun giysisi neden beyaz değil? Yıldızlar neden pırıl pırıl değil?
Tecrübeli oyuncular Metin Çoban, Samet
Hafızoğlu ciddiyetle oynuyorlar. Aslı Nimet
Altaylar, Nurseli Tırışkan ışıkları ile benim gözümü alan oyuncular. Anlatıcı, 1. Dadı, Güneş, Yıldız ve Mehtap
Ana olan Müge Çiçek, oynadığı farklı karakterlerde belki de kostümünde belirgin bir fark olmaması
nedeniyle oyunculuğunu renklendiremedi. Çocuklarda da umut verenler var ama
onları birbirinden ayırmayayım.
Her metin bir orkestra parçasına benzer. Her sahnenin bir
notası, temposu ve değeri var. Onu doğru hızda, tınıda, tempoda çalmak gerek ki
oyunun bütününde parça doğru anlaşılsın. İrmik Oğlan’da bir üçleme var, ceviz,
badem ve fındık ile anlatılıyor. Cevizli
olanı sahnede “oynar”,
diğerlerini hikâye gibi anlatırsanız parça eksik kalır. Orada diyelim ki
aynı adet birlik nota üç adet basılacak, öyle basmak ve ona göre mizansen
bulmak gerek.
İrmikoğlan elindeki kadehi içmeyip yere atınca salondan bir
ses yükseldi “İçmedi, içki döküldü yere” Yere dökülen(?) olmayan içkiyi gören o
çocuğu kucaklamak geldi içimden.
Oyunun, yazarın niyetine uygun sahnelendiğini düşünüyorum,
yani yüzeysel olmayan içten bir yorumla. Ancak metnin içindeki uyaklı söylemin ortaya
çıkmadığını düşünüyorum.
Ben oyunun Yunan versiyonundan parçalar gördüm youtube’da. Oyunların
çeşitli yorumlarını karşılaştırmak doğru değil biliyorum ama benim sahnede
seyrettiğim ile onun arasındaki fark, yapılan yatırımdan kaynaklanıyordu, tiyatroculardan
değil. Yani yeterli zamanı, kaynağı ve inisiyatifi verirsen bizde de olur.
Dar olanaklarla çocuk tiyatrosu gibi geniş dünyalara
seslenen bir işi yapmaya çalışıyor tiyatrocu. Şimdi tiyatro bir bilinmezliğin içinde. Bugün içine düşürüldüğümüz tartışmanın esası,
tiyatro ile ilgili gibi görünse de tiyatro değil. Gelecek neler gösterecek
bilmiyoruz. Her şeye rağmen şu gerçeği unutmamak gerek, çocuk
tiyatrosunu yetişkin tiyatrosu kadar ciddiye almak lâzım. Çocuk tiyatrosunun ayrı yönetimi, kadrosu,
salonu, oyuncusu vb olmalı. Zira
yarının yöneticileri bugünün çocukları arasından çıkacak. Onlar ya irmikten “oyuncak
çocuklar” yapacak ya da seyrettiğim oyunlar gibi sanatın diliyle sanatçının elinden İrmikoğlan’ı.
Melih Anık
Florence Nightingale Hastaneleri çalışanların çocuklarını
toplamış gelmişti oyuna.Onları kutluyorum.
Yönetime(?) bir not:
Lütfen çocukları salonun önünde toplayın. Yanyana
otursunlar, nefesleri birbirine değsin. Sahnede çocuğunun fotoğrafını çeken
anneleri ve çocukları da “korkutmayın”.
Oyunu seyrettiğim Kağıthane Sadabad Sahnesi’nde oyun program
dergilerini “saklamışlardı”. Çocuklar ortalığı “dağıtıyormuş”. Program
dergisine bakmak da bir eğitim unutmayın.
Çiçek Prenses oyununun kadrosu:
Yazan : Hasan Erkek
Yöneten: Ece Okay
Dramaturgi : Sinem Özlek
Koreografi : Senem Oluz
Müzik : Hakan Elbir
Sahne Tasarımı :
Gökçe Okay Delagrange
Işık Tasarımı : Kemal Yiğitcan
Kostüm Tasarımı : Nihal Kaplangı
Yönetmen Yardımcısı : Nurdan Gür
Oyuncular:
Elçin Atamgüç, Yalçın Avşar, Nevzat Çankara, Nazan Yatgın,
Ece Özdikici, Ozan Gözel, Ümit Daşdöğen, Senem Oluz
İrmik Oğlan oyunun kadrosu:
Yazan : Alexandros Adamopoulos
Çeviren :
Katerina Sarıoğlu
Yöneten: Ece Okay
Dramaturgi: Sinem Özlek
Koreografi: Çiğdem Erkaya Öztürk
Müzik: Ömer Göktay
Sahne ve Kostüm Tasarımı: Gökçe Okay Delagrange
Işık Tasarımı : Özcan Çelik
Efekt Tasarımı : Kadir Arlı
Yönetmen Yardımcısı : Zeynep Göktay Dilbaz
Oyuncular
Müge Çiçek, Aslı Nimet Altaylar, Samet Hafızoğlu, Can
Alibeyoğlu,Nurseli Tırışkan, Volkan Ayhan, Metin Çoban, Melisa Demirhan, Berk
Samur, Tuğçe Açıkgöz, Doğan Şirin, Ece Yıldız, Ceren Kaçar, İlyas Keleş, Birhan
Vardar, Asrın Gurur Kuyucak, Yağız Pala
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder