4 Mayıs 2012 Cuma

İBBŞT’dan İki Çocuk Oyunu : Çiçek Prenses ve İrmik Oğlan


Geçenlerde hafta sonumu çocuk oyunu seyrederek geçirdim. Zaten ertesi gün Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı idi. İçim buruk, sevincim yarım, ülkemin çocukları ne âlemde acaba?  Her iki oyunu da İBB Şehir Tiyatroları repertuarından seçtim. Biri  Türk diğeri Yunan yazarın oyunu, önce Çiçek Prenses ertesi gün İrmik Oğlan! Hiç değilse saf, temiz yüzler ve gülüşler görürüm dedim kendime.

Şunu belirtmeliyim ki ebeveyn(anneler demek doğru) için oyun seçmek çok zor bir çaba. Yazanı yok, tanıtanı yok. Oyuncular içinse  “görünmeyen” bir çaba, göreni, yazanı ve takdir edeni(ödülü) yok. Tiyatro ödülü verenler de çocuk oyununu yok sayıyor olmalı. Oysa çocuk tiyatrosuz tiyatro mu olur!

Artık çok gerilerde kaldığı için unutmaya başladığım sabah 11 gösterileri bana geçmişimi hatırlattı, fuayede gördüğüm “resim”ler, salondan yükselen kıpır kıpırlıklar ve bıcır bıcırlıklar içimi ferahlattı doğrusu. Kızımıza tiyatro programları yapardık biz de. Şimdi gördüğüm ebeveynlerde kendimizi gördüm, hatırladım.

Gelelim oyunlara.


ÇİÇEK PRENSES
Oyunun yazarı Prof.Dr. Hasan Erkek (1970), tiyatronun akademisyen ve düşünürlerinden. Yetişkinler ve çocuklar için pek çok oyunu, tiyatro üzerine araştırma, bildiri ve faaliyetleri var. Çiçek Prenses(2006) ödüllü bir oyun.

Oyunun konusu (İBBŞT’nin internet sayfasından alıp değiştirerek) şöyle:
“Bir arada yaşayan mahalleliler birlikte bir hikâyeyi canlandırır. Bu hikâyenin geçtiği, her yanı çiçek tarlalarıyla kaplı Çiçek Ülkesi'nde, kadınların erkekler ile birlikte çalışmaları yasaklanınca, bütün çiçekler birdenbire kurumaya başlamıştır. Tek çözüm Devler Ülkesi'nden yeni tohumlar getirmektir. Çiçek Ülkesi'nin yaşlı kralı bunu yapacak bir oğlu olmadığı için üzgündür. Bu zorlu görevi başarabileceğine inanan kızı Çiçek Prenses, tohumları aramak için çıktığı yolculukta, pek çok macera yaşayacak ve öğrendikleri hem Çiçek Ülkesi'nde hem de mahallede pek çok şeyi değiştirecektir.”

Yönetmen Ece Okay özgün metnin atmosferini değiştirmiş, oyunu metindekinden  ( oyuncular masalı anlatmak için sahneye gelir, roller sahnede dağıtılır) farklı  (mahallelinin günlük yaşamı verilir, bir sorunu çözme -küsleri barıştırma- amacı ile oyun oynanır) kurgulamış; oyunu sadelik üzerine kurmuş “köy/kahve seyirlik” oyunu gibi sunmuş, sahne metnini de yeniden oluşturmuş.  Her şeyin günlük hayattan alınmasına dikkat edilmiş.  Çocukların evcilik oyunlarında  olduğu gibi, oyun, hayâl gücü ile beslenen ve anlamlandırılan bir kurgu ile anlatılmak istenmiş. Oyun, ortasından otoban geçen bir gecekondu  mahallesinde kurulmuş,  mahalleli de , hani davul ilk vurulduğunda oynayanlardan. Bu elbette ki rolleri “renklendirme” için bol bol malzeme veriyor ama böyle bir ayrımı vurgulamak gerekli mi diye de düşündüm. Dekoru tamamlayan, oluşturan aksesuarların kullanılışı fikir olarak iyi ama daha iyi olabilirdi. Tencereden taç, kazanlardan saray, önlükten giysi, perdeden dağ, orman, püskülden at yelesi ve kuyruğu  gibi aksesuarlarla oyun sahnelenmiş, roller çizilmiş. Kuzgun Acar’ı hatırladım oyun boyunca, o olsaydı neler bulur çıkarırdı çöpten, atıktan..  Kral’ın yeleği bana Acar’ın yaptıklarını hatırlattı ama ne yazık ki o tek örnek gibi kalıyor.  Evlerin pano üzerine çizilen resimlerden olması ile üç boyutlu olması arasında çok da fark yok bence.  Sahne kurmaya yönelik aksesuarların sahnede var olması, “gösterilmesi” (yani sahne arkasından getirilmemesi) daha iyi olurdu. Çiçeklerden bahsedilen bir oyunda -hele çiçekçi kızın çiçekleri gösterilmiş iken- ezilmiş alüminyum parçalarından kurumuş çiçek bahçesi yapmayı anlamadım. Fon perdesinin üstündeki resim, sahne tasarımının diğer parçalarına göre farklı bir üslupta.  “Çöl”ü anlatan oyuncunun çöl sarısı giysileri ile ettiği dans “tek” kaldığı için göze batıyor. Ormanı giyen oyuncu gibi o da pekalâ çölü “giyebilirdi”. Oyuna eklenen şair karakterinin sönük kaldığını söylemem gerek. Hele “Baka kalırım giden geminin ardından/ Atamam kendimi denize, dünya güzel/ Serde erkeklik var, ağlayamam”(Orhan Veli) dizeleri  oyuna göre çok ayrıksı duruyor.  Tüm salonu 1000 gözlü dev yapmak  ve anlatıcıları seyirci arasında sokmak güzel bir düşünce ama bu daha önceden başka bir sahne ile hazırlanmış olsaydı keşke. 

Ben çocuk oyunlarının yüksek bir enerji ile başlanmasından yanayım. Çiçek Prenses “mırıldanır” gibi başlıyor, çocukların(galiba oyuncuların da) oyuna ısınması çok zaman alıyor. Zaten bir saatlik bir oyunda zamanın kıymetini bilmek gerek. Hızlı girmek, “yüksek” oynamak gerek.  Zaman zaman tempo düşüyor. (Oyunculara da hak veriyorum, bu günlerde akılları çok karışık.)

Işık aydınlatma olarak var, oyuna özel bir katkı yapmıyor. Sahne ya aydınlık ya karanlık.  

Çocuk oyunlarında müzik daha da önemli. Oyunun müziğinde bu önemi ve özeni hissetmedim. Ama şairin(Ozan Gözel) boyacı kutusu ile yaptığı müzik çok başarılı. Keşke tüm sahnelerde tüm oyuncular kazanlardan, tencerelerden benzer müziği çıkarabilse.

Kostümleri ve tamamlayan parçaların daha zengin daha yaratıcı olması iyi olurdu. Geyikler, akkartallar, tavşan vb daha ufuk açıcı olsaydı keşke.

Metindeki çok kalabalık kadrolu oyun(20-30 oyuncu), sekiz oyuncu ile oynanıyor.Tüm oyuncular samimi bir çaba içinde ama profesyonellere çocuk oyunu oynatmak da kolay değil hani. Hepsinin çabası görünüyor ama içlerinde daha çok çabalayanlar var. Elçin Atamgüç çok kıvrak ve öne çıkan bir oyuncu.

Oyun, kadının toplum hayatındaki rolünü sade bir dille anlatıyor. Çocuklar oyunun sonunda sahneden gelen sorulara pek güzel cevaplar vererek oyunu çok iyi anladıklarını gösteriyor. “Kızıma izin vereyim mi?” sorusuna “Veeerrrr” diye şakıyan; oyuncunun gösterdiği hayâli kapıyı görmek için salonun arkasına aynı anda dönüp bakan  çocukların saflığı ve temizliği muhteşem. İçlerinden biri gördüğünü kendi kelimeleri ile bağırarak anlattı: “Sevgisizlikten kurumuş çiçekler!”  O, kadının(onun için anne herhalde) “sevgi” demek olduğunu biliyordu.

Oyun mesajını “anlatma”yı başarıyor. Bu başarı yönetimin “mesajı” ulaştırmayı odağa yerleştirmesinden  ve samimi oyunculuktan kaynaklanıyor.  Her şeye rağmen çocuklar içimde “çiçek” açtırdı.

İRMİK OĞLAN
Yazar Alexandros Adamopoulos, 1953 Atina doğumlu, komşu yani. İrmik Oğlan’da da aynı coğrafyanın ortak masal, efsane, mitolojik ayrıntılarını görmek mümkün. Türk okuyucu  yazarı, Oniki Artı Bir Yalan isimli kitabı  ile de tanıyor. İrmik Oğlan, onun  deneyimli bir yazar olduğunu gösteriyor. İrmik Oğlan’ın  felsefesi olan, çocukları bilen bir yazarın elinden çıkmış olduğu belli.  İrmik Oğlan, elli değişik prodüksiyonda Yunanistan ve dünyada seyirci ile buluşmuş. Türkiye’de de 2004 yılında ilk kez sahnelenmiş. Yazar “Bu kitaba kadar masallarla, halk bilimi ile hiç ilgilenmemiştim, sözlü geleneğimizin tiyatroya neler katacağını bilmiyordum. Üstelik daha önce uyakla yazmayı hiç denememiştim. Tüm bunların geçmişte kaldığını düşünüyordum. Oysa öyle değilmiş. Bazı şeyler her zaman orda, içimizdedir. Yeter ki onları görmek için eğilelim, onları bulmak için uğraşalım” demiş.  

Oyunun konusu şöyle: (İBBŞT internet sayfasından)
“Anadolu masallarından pek çok motifle süslü olan oyunda; babasının gösterdiği eş adaylarından hiçbirini beğenmeyen Prenses, kendisine irmikten bir eş yapmaya karar verir ve her istediğini kabul eden İrmik Oğlan'ı yapar. Bunu duyan komşu ülkenin prensesi onu kıskanır ve babasının yardımıyla İrmik Oğlan'ı kaçırtır. Gerçek sevginin değerini, ancak kaybettikten sonra anlayan Prenses, İrmik Oğlan'a yeniden kavuşabilmek için güneşten, aydan ve yıldızlardan yardım istediği bir yolculuğa çıkar.”

Ece Okay bu oyunda da metnin çağrıştırdığından farklı bir yol izlemiş. Yine seyirlik ögelere dayanmayı, yalın bir anlatım dilini, oyunu yerel algılarla beslemeyi tercih etmiş. Örneğin İrmik Oğlan’ı kazanda pişirerek değil, bir çarşafın altında oluşturmuş. Kral-Kraliçe öykülerinin alışıldık yapısını kırmaya çalışmış. Bu bir anlamda epik bir masal anlatım tercihini ortaya koyuyor.  Dekor tasarımında kullanılan basamaklı 5 demir kule, bu seçimin bir sonucu. Kostümlerde de bu algı anlaşılıyor. Ama üç peri ve masalın üçlemesinde (ceviz, badem ve fındık) aynı oyuncuların oynadığını da göz önüne alırsak algılamayı belirginleştirmek için giysilerle farklılıkların vurgulanmasında yarar var.     

Dans zamanın geçişi için de kullanılmış. Bu nedenle meselâ İrmik Oğlan’ın doğumundan sonra gelen dans, doğum sırasına alınmalı. İrmik Oğlan’ın kaçırıldığı sahnede öndeki kule nedeniyle İrmik Oğlan gölge olarak bile görülmüyor. Direklere yelken takmak güzel bir düşünce.   Üçleme sahnelerinde 1.Prenses, sahnenin çok  gerisinde kalmış. Oyuncular geriye bakarak konuşmak zorunda kalıyor. Bu bazı repliklerin anlaşılmamasına neden oluyor.

Hamur tahtasından güneş yapılması güzel bir düşünce ama tahta biraz eğimli olsa ve güneş görülebilse daha iyi olur.  Sahnelerin bitiminde sahneye getirilen aksesuarların çıkan oyuncu tarafından götürülmesini öneririm. (Onları sahne dışına taşımak için başkaları geliyor) Ay’a şapka gerek, Yıldızlar ile Yıldız Ana arasında bağlar olsa. Metinde var ama gene de İrmik Oğlan’ın iskambil kağıtları ile meşgul olmasını sevmedim. Kahve destesi yerine  büyük, renkli resimli çocuk oyunu şeklinde iskambil kağıtları kullanılsa iyi olmaz mı?

Oyunda canlı müzik var ama sahnede coşku yeterli değil. Ancak oyun müziklerinin Çiçek Prenses’in müziğinden  daha iyi olduğunu söylemem gerek. Büyücü sahnesinde fondan kayıt edilmiş müzik kullanılıyor. Canlı müziğin olduğu bir oyunda tüm müzikler canlı olmalı, hele rejide basit ve yalın olandan yola çıkılmışsa.

Işık ile uğraşılmış olduğu belli oluyor ama oyun sahnelerinin etkisi daha iyi bir düzenle daha da artabilirdi. Kaçırılma sahnesi karanlık.  

Sahnedeki danslar ve giriş-çıkışlarda dansın kullanılması ile tatmin olmadım.

Oyunun iki tarafının  ve perilerin, yıldızların, güneşlerin  canlandırılmasında kostümün eksik kaldığını düşünüyorum. Ay’ı oynayan oyuncunun giysisi neden beyaz değil?  Yıldızlar neden pırıl pırıl değil? 

Tecrübeli oyuncular Metin Çoban, Samet Hafızoğlu ciddiyetle oynuyorlar. Aslı Nimet Altaylar, Nurseli Tırışkan ışıkları ile benim gözümü alan oyuncular.  Anlatıcı, 1. Dadı, Güneş, Yıldız ve Mehtap Ana olan Müge Çiçek, oynadığı farklı karakterlerde belki de  kostümünde belirgin bir fark olmaması nedeniyle oyunculuğunu renklendiremedi. Çocuklarda da umut verenler var ama onları birbirinden ayırmayayım.

Her metin bir orkestra parçasına benzer. Her sahnenin bir notası, temposu ve değeri var. Onu doğru hızda, tınıda, tempoda çalmak gerek ki oyunun bütününde parça doğru anlaşılsın. İrmik Oğlan’da bir üçleme var, ceviz, badem ve fındık ile anlatılıyor. Cevizli  olanı sahnede “oynar”,  diğerlerini hikâye gibi anlatırsanız parça eksik kalır. Orada diyelim ki aynı adet birlik nota üç adet basılacak, öyle basmak ve ona göre mizansen bulmak gerek.

İrmikoğlan elindeki kadehi içmeyip yere atınca salondan bir ses yükseldi “İçmedi, içki döküldü yere” Yere dökülen(?) olmayan içkiyi gören o çocuğu kucaklamak geldi içimden.

Oyunun, yazarın niyetine uygun sahnelendiğini düşünüyorum, yani yüzeysel olmayan içten bir yorumla.  Ancak metnin içindeki uyaklı söylemin ortaya çıkmadığını düşünüyorum.

Ben oyunun Yunan versiyonundan parçalar gördüm youtube’da. Oyunların çeşitli yorumlarını karşılaştırmak doğru değil biliyorum ama benim sahnede seyrettiğim ile onun arasındaki fark, yapılan yatırımdan kaynaklanıyordu, tiyatroculardan değil. Yani yeterli zamanı, kaynağı ve inisiyatifi verirsen bizde de olur.

Dar olanaklarla çocuk tiyatrosu gibi geniş dünyalara seslenen bir işi yapmaya çalışıyor tiyatrocu. Şimdi  tiyatro bir bilinmezliğin içinde.  Bugün içine düşürüldüğümüz tartışmanın esası, tiyatro ile ilgili gibi görünse de tiyatro değil. Gelecek neler gösterecek bilmiyoruz. Her şeye rağmen şu gerçeği unutmamak gerek, çocuk tiyatrosunu yetişkin tiyatrosu kadar ciddiye  almak lâzım. Çocuk tiyatrosunun ayrı yönetimi, kadrosu, salonu, oyuncusu vb  olmalı. Zira yarının yöneticileri bugünün çocukları arasından çıkacak. Onlar ya irmikten “oyuncak çocuklar” yapacak ya da seyrettiğim oyunlar gibi  sanatın diliyle sanatçının elinden İrmikoğlan’ı.

Melih Anık

Florence Nightingale  Hastaneleri çalışanların çocuklarını toplamış gelmişti oyuna.Onları kutluyorum.

Yönetime(?) bir not:
Lütfen çocukları salonun önünde toplayın. Yanyana otursunlar, nefesleri birbirine değsin. Sahnede çocuğunun fotoğrafını çeken anneleri ve çocukları da “korkutmayın”.
Oyunu seyrettiğim Kağıthane Sadabad Sahnesi’nde oyun program dergilerini “saklamışlardı”. Çocuklar ortalığı “dağıtıyormuş”. Program dergisine bakmak da bir eğitim unutmayın.

Çiçek Prenses oyununun kadrosu:
Yazan    : Hasan Erkek
Yöneten:  Ece Okay
Dramaturgi : Sinem Özlek
Koreografi : Senem Oluz
Müzik : Hakan Elbir
Sahne Tasarımı :  Gökçe Okay Delagrange
Işık Tasarımı : Kemal Yiğitcan
Kostüm Tasarımı : Nihal Kaplangı
Yönetmen Yardımcısı : Nurdan Gür
Oyuncular:
Elçin Atamgüç, Yalçın Avşar, Nevzat Çankara, Nazan Yatgın, Ece Özdikici, Ozan Gözel, Ümit Daşdöğen, Senem Oluz

İrmik Oğlan oyunun kadrosu:
Yazan : Alexandros Adamopoulos
Çeviren : Katerina Sarıoğlu
Yöneten: Ece Okay
Dramaturgi: Sinem Özlek
Koreografi: Çiğdem Erkaya Öztürk
Müzik: Ömer Göktay
Sahne ve Kostüm Tasarımı: Gökçe Okay Delagrange
Işık Tasarımı : Özcan Çelik
Efekt Tasarımı : Kadir Arlı
Yönetmen Yardımcısı : Zeynep Göktay Dilbaz
Oyuncular
Müge Çiçek, Aslı Nimet Altaylar, Samet Hafızoğlu, Can Alibeyoğlu,Nurseli Tırışkan, Volkan Ayhan, Metin Çoban, Melisa Demirhan, Berk Samur, Tuğçe Açıkgöz, Doğan Şirin, Ece Yıldız, Ceren Kaçar, İlyas Keleş, Birhan Vardar, Asrın Gurur Kuyucak, Yağız Pala 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder