29 Ocak 2010 Cuma

İstanbul Devlet Tiyatrosu - Profesyonel - “Parantez İçindeki Hayatlar”

Sırp Tiyatrosu
Bazı Sırp yazarlar, Sırplara ait tiyatro geleneğinin 8 asırlık bir geçmişi olduğunu belirtiyor ve Sırp tiyatrosunu 1838 yılında yapılan ilk gezici amatör tiyatro ile başlatıyor. Bu asırlık tarih içinde 500 yıl egemenliği altında kaldıkları Osmanlı İmparatorluğu'nu anmadan da edemiyorlar. Genellikle Türk egemenliğinin Sırpların kültürel gelişmesini engellediğini ; Vojvodina’daki özellikle 17.yy dan sonraki gelişmenin de Habsburg’lar sayesinde olduğunu not ediyorlar.
18 yy da Sırp tiyatrosunun babası diye anılan Joakim Vujic’in kurduğu tiyatro (1835-36) önemli bir dönüm noktası sayılıyor. Popoviç (1806-1856) ise büyük yazarların başında anılıyor.
Hatırlatmakta yarar var : Sırp tiyatrosu sırasıyla Alman , Fransız ve Moskova Sanat Tiyatrosu’nun etkisinde kalmış.
Geleneği bu kadar eski olan Sırp tiyatrosunda , 1973 den sonra başlayan milliyetçilik akımları yeni bir tiyatro dünyası yaratıyor elbette.
Duşan Kovaçeviç (1948- ) son döneme damgasını vuran yazarlardan biri. Profesyonel (1990) , Belgrad’da duyulmaya başlayan “yeni” politikanın ve de “özgür ifade” coşkusunun yaşandığı Miloseviç döneminin oyunu. Yani oyundaki yazarı (Teya ) görevine getiren Miloseviç .
Önce Tito sonra Miloseviç dönemlerini yaşayan yazarın oyunlarında bu dönemlerin izlerini görmek doğal bir sonuç kabul edilebilir.
Profesyonel 1992 yılında İngilizce’ye çevrilmiş ve Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere’de sahnelenmiş. 2003 yılında Kovacevic tarafından filme çekilmiş. Film, 2004 İstanbul Film Festivali Uluslararası Yarışmasında Jüri Özel Ödülü almıştı. Duşan Kovaçeviç, Kusturica'nın Yer altı filminin de senaryo yazarı .
Yazarın (Duşan Kovaçeviç) diğer bir oyunu (İntiharın Genel Provası) bu sezon İstanbul B.B. Şehir Tiyatroları tarafından sahneleniyor.
Profesyonel
Okuduğumda oyunu çok etkileyici buldum . Çıkış noktası zekice. Sosyalist rejimlerin ayrılmaz ikilisini (aydın ile polisi) karşı karşıya getiriyor. Yazıldığı dönemi düşündüğünüzde sanki çatışan iki taraf arasında bir “uzlaşma” aranıyor . Ya da çatışan taraflar , yazarın rahipliğinde “günah çıkarıyor”. Yan odadan gelen eski düzenin sesleri bu yeni düzen içinde duyuluyor hala ; odaya girip çıkan sekreter olanlara şaşkınlıkla , anlamaz bir şekilde bakıyor ; odaya dalan eski düşüncenin kalıntısı “kaçık” ( eskiyi aramak deliliktir!) karşısında polisi buluyor. Bu karşılaşma aslında polisin kimliğinin de onaylanması , yazar(ve de seyirci) gözünde. Polis hala eski düzendeki saygınlığını (?) korumakta. Aydın , sekreterinin gerçeğini bilmiyor . Oyun sonunda sekreter onu terk ediyor. Polisin oğlu şimdi babasının yıllarca hizmetkârı olduğu düzenin kurbanı . Polisin değişmesi belki de bu nedenden dolayı.
Gerek polis ve gerekse yazar “eski”den bütünüyle kurtulmuş değiller. Birbirlerini anlamak için çaba gösterecekler. İki taraf da bir enkaz içinde, kendi tarihlerini birbirleri üzerinden anlamlandıracak. Zira yaşadıkları geçmişte ortaklıkları (!) vardı bir türlü.

Geçmiş hayat hikayelerine sahip çıkamamışlar geleceklerine nasıl sahip çıkacak ? Esaretimizden ancak “Profesyonel”ce düşünerek (aklımızı kullanıp , duygularımıza yenilmeyerek, kendimizi farkederek) kurtulup geleceği yaratabiliriz.

Oyun, seyredenlere de politik olarak bu tabu olan konunun serbestçe konuşulduğunu gösterme; eski dönemle dalgasını geçerek halktaki (oyunun yazıldığı yıllarda) gerginliği de alma amacında sanki.

Parantez İçi Hayatlar
Parantezin bu oyunda önemli bir rolü var. Bir bakışla parantez içindeki hayatların hikayesidir Profesyonel . Yaşanmamış, takip edilen, başkasının bildiği, bilinmezse de olabilir, bilinirse iyi olur vb hayatların yani parantez içine alınmış hayatların, hayat bölümlerinin,anların vb..

Yazar parantez içlerini vurgularken bir yandan teatral bir söylem yaratmaktadır.
İlk İz-lenim
Her roman,hikaye,oyun ilk okuduğunuzda bir iz bırakır. Bir süre sonra aklınızda ve kalbinizde kalan bu izin yerini ve konumunu koruduğunu anlarsınız. Zaman içinde değişen, aklın egemenliği altına girmeye başlayan, ilk heyecanını yitiren duygularınızdır. “Profesosyonel”leşirsiniz.
“Ayni toplumda yaşayanlar -kurt ya da kuzu olmaları farketmez- benzer toplumsal kaderi paylaşırlar. Ayni toplumda yaşayan insanlar için iyi ya da kötü görecelidir. İçerden farklı olan dışardan bakıldığında hüzünlü bir şarkı gibidir . Bir gün gelir ki insan yaptığından anlamlı bir sonuç çıkarmaya çalışırken bir başkası hiç bilmediği bir hayatın sahibi olduğunu fark eder. İnsan hayatın kuklasıdır” gibi mesajlar elbette çıkarılabilir bu oyundan. Nasıl algıladığınıza bağlı. Bence kurt kurttur kuzu da kuzu.
Kovaçeviç , Profesyonel ile hoş bir masal kurgulamış ve anlatmış. Araya sıkıştırdığı önemli eleştirileri de estetik bir paketle sararak sunuyor seyirciye . Eser , tiyatro metni olarak da dengeli ve edebi.
İlk okunduğunda bıraktığı iz, her okuyanda (bendekinden de) çok farklı da değildir.
Sahnelenmiş Profesyonel ise seyirci dikkate alınarak yapılmış bir çalışma. Daha doğrusu yönetmenin varsaydığı seyirciyi sıkmamak , güldürmek için yaptığı bir deneme.
( Yönetmenlerimiz kafalarındaki bu seyirci profiline çok takılıyorlar. Devlet Tiyatrosu gibi gişe kaygısı olmayan bir tiyatroda neden yapılır bilmem.)

Zaman zaman kuşkuya düşsem de “Profesyonel” olan tiyatrocularımızın “mutlaka, elbette , kesinlikle” bir bildikleri vardır diye düşünüyorum. O zaman da sahnede ortaya çıkanın “taammüden” yani düşünülerek ,bilerek yapıldığını çıkarsamamız gerekiyor ki o daha da acı . Çünkü şu mesajı çıkarıyorum : “Bu seyirci gülmek ister. Biz de güldürelim.” “Böyle yaparsak onlara ulaşabiliriz” de var tabi. Ama metnin hakkının verildiğini söylemek zor.
Oyuna “Acıklı Komedi” denilmiş. Yönetmen, acıyı Teya (yazar) , komediyi de Luka(polis) ile bedenselleştirmiş. Ancak acı ve komedi birbirinden ayrılacak gibi ve de karakterler de bölünecek gibi değil. Oyunda anlatılan hikaye, acıklı ve komik.
Yönetmen bu oyundan orta oyunu, commedia dell’ Arte ; Efendi ve uşağı Abdi , Karagöz-Hacivat , Lorel-Hardy , Şarlo çıkarmayı denemiş . “Gıdıklayarak güldürmeye” indirilmesi , bu oyunu hafifletmiş ; repliklerdeki sözler ve durumlar güme gitmiş.
(Yıllar yıllar önce rahmetli Cevat Kurtuluş’un Ağlayan-Gülen Şarkı parodisini hatırladım. O da beni güldürmezdi.)
Oyun Başlarken

Oyunu okumuş oyunun kadrosuna bakmış da gelmişim. Işıl Kasapoğlu yönetmiş , Bülent Emin Yarar(polis) ve Yetkin Dikinciler(yazar) oynuyor. Hepsi “Profesyonel” ! Daha ne olsun !
Oyun başlamadan yakın çevremdekilere oyunu övdüm.
Oyun Başladı
Dikkat gerek diye not düştüğüm parantez içlerinin seslendirilmesi , bana daha ilk 5 dakikada nereye gittiğimizin sinyallerini vermeye başladı . Ve sonra Luka Yoldaş (Bülent Emin Yarar) girdi sahneye. İlk replikler… Oyundan çıktım (Kafaca tabii…Bedenen ordayım da…) Soluk alıp döneceğim(!)
Metinde “gülümsedi” diye geçen jesti, Yarar , geniş bir kahkahaya , genizden gelen kıkırdamaya , küçük çığlıklara , “geniş” ve yayvan gülüşlere vb dönüştürmüş. Benzerlerini Jerry Lewis , Jim Carrey , Lorel Hardy vb filmlerinin seslendirmelerinden ; Türk filmlerinin “aptal uşağı” Cevat Kurtuluş’dan ve Yarar’ın Çayhane’de canlandırdığı karakterden hatırlıyorum.
Hepsinde ortak olan, “komik” karakter “komik” konuşur anlayışı . 20 yıla yakın polis olmuş ve belki de gireceği ameliyattan çıkmayacak bir dedektif , Yarar’ın yorumu ile çağdaş bir “palyaço”ya (“Abdi” belki) dönmüş. Teya da (Dikinciler) da karşı karakteri oynuyor.
Luka , sahneye girer girmez gülmeye başladı ,oyun boyunca güldü. Oyunun sonunda da ağladı ve gitti. Başlangıçta uçlara taşınmış bir karakteri oyun boyunca “yönetmek” çok zor. Oyunun sonlarında ayakta duramayacak kadar sarhoş ve ne dediği anlaşılamayan bir zavallı çıkıyor Luka’dan.
Işıl Kasapoğlu’nun gelenekselden (orta oyunu, commedia dell'Arte) izler taşıyan bir sahneleme yaptığı ; aptal uşak Abdi’vari bir karakterin sahneye girişinde kullandığı müzikten , tercih ettiği oyunculuktan hissediliyor.
Bu yeni yorumu ile Yoldaş Luka’ya, geleneksel tiyatromuzdaki aptal uşak Abdi denebilir ama o bile abartılı konuşma biçimi dışında bu kadar “kurmalı kahkaha makinası” değildir.
Bu yorumun Profesyonel’e yakışmamış olduğunu düşünüyorum.Oyun boyunca ayni durum sürdüğü için de oyunun içindeki en anlamlı anlar yok oluyor.
Bülent Emin Yarar şu sıralarda FOX-Tv de çok tutulan Arka Sıradakiler dizisinde ciddi ve duygusal , örnek bir öğretmeni canlandırıyor. Bana öyle geliyor ki bu oyunda ciddi oynarsa dizide canlandırdığı Kemal öğretmeni hatırlatır korkusu ile bu yolu denedi . Bu aşırı ucun, oyuna zarar verdiğini umarım fark eder. Işıl Kasapoğlu’nun duruma müdahale etmeyeceğini düşünmediğim için, Yönetmen ile müştereken kararlaştırılan bir yorum bu.
Ama bir tv dizisinin oyuncuya verdiği zararı da bu vesile ile görmüş olduk . Bülent Emin Yarar gibi iyi bildiğimiz bir oyuncu bu yorum ile salt kendine değil oyuna da zarar vermiş.
AÇ PARANTEZ Aşağıdaki kısım oyunu okumuşlar ve seyretmişler içindir :
Yazar oyunun başlarında Luka’ya “Bir de dram(Acıklı Komedi) var çantamda” dedirtirken oynanan bu oyunu kasdediyor. Yönetmen oyun yazılmış gibi yorumlamış.(?) Ve parantez içlerini de oyuna dahil etmiş , oynatmış. Oysa bu oyun, parantez içleri eklenerek , oyun sonunda yazılmaya başlanacak. Luka “oyun çantamda” derken kayıt makinesinin çalışmakta olduğu ima ediyor . Gerçekten de kayıt makinası çantadan çıkıyor. Dolayısı ile zaten henüz yazılmamış bir oyun için yazarın parantez içlerini konuşması anlamsız. Oyunun temposunu da ve seyirciyi de aptal durumuna düşürüyor.
Örneğin “Yanıma yaklaştı, elini omzuma koydu , gülümseyerek yüzüme baktı” repliğinin aynisi hareketle tekrarlanacaksa oyuncuya söyletmenin anlamı ne?
Ama parantez içindeki “reddettiyse sözcüğünü özellikle vurguladım” , karakterin duygularını anlattığı için gerekli. ”Trenden inmiş bir yeğeni andırıyordu gerçekten” ise size kalmış.
Öte yandan oyundaki yazara söyletilen “Her insan sözcüklerin ardına saklar düşüncelerini. Bu sözleri kim söylemiş…” sözleri de parantez içinde verilmemiş. Oysa yukarıdaki örneğe göre parantez içinde olmalıydı. Yazarın(Kovaçeviç) da bu konuda tutarlı olduğunu söylemek zor.
Bu nedenle oyunun bu anlamda yeniden “okunması” , hareketle zaten belli olacak parantez içlerinin söylenmemesi ; hareket anlatan repliklerin çıkarılması ; hareketle ifade edilemeyecek duygu ve düşünce belirtilen repliklerin seslendirilmesi doğru bir yol olacaktır. Bazı sahneler, hareket seslendirmesi ile çok kesiliyor. (Kaçık sahnesi) Onlar da birleştirilebilir.
Şimdi “Bu oyunda parantezler ile yazar(Kovaçeviç) özel bir söylem denemiştir. Tiyatro, “gibi yapmaktır”” gibi itirazlar yükselir ;“Yazar, çapraşık bir anlatım ile yanılsamayı ortadan kaldırmaktadır” hükümleri ile dudak kenarları istihza ile hafifçe bükülür; “Oyun her akşam yeniden yazılmıyor ki !. Herkes bunun oyun olduğunu biliyor! ” denilebilir.
Bu sorun, oyuna dışarıdan bakan bir yönetmen ilavesi ile çözülebilirdi. Örneğin bir yönetmen dışarıdan hareket verse , oyuncular da onun direktifine göre hareket etseler daha anlamlı olurdu. ”Parantez”in hakkı da verilmiş olurdu. (Örneğin Kaçık rolüne çıkan oyuncu bu yönetmeni de oynayabilirdi) KAPA PARANTEZ

Oyun, ortasından itibaren düşmeye , temposuzlaşmaya başlıyor.Sonlara doğru bitse de gitsek havası hakim oluyor. İşte tam o sıralarda yanımda oturan hanım bana doğru eğildi ve “Ara var mı?” diye sordu. Ben “hayır yok” dedim. Yanında oturan ve oyun boyunca tepkisiz yerinde “çakılmış” adamı “Bitiyormuş” diye fısıldayarak "yatıştırdı".

Sekreter(Gülen Çehreli), Kaçık(Cenap Oğuz) , oyunculukları hakkında fikir beyan etmenin zor olacağı kısa rollerinde görevlerini yapıyorlar.
Dekor (Nurettin Özkönü), Giysi Tasarımı(Gülümser Erigür), Işık Tasarımı(İ.Önder Arık) oyuna emeği geçen diğer kişiler.
Müzik(Cenap Oğuz) -yönetmenin özel bir yönlendirmesi var mı bilmiyorum ama- gerek bir türlü ayarlanamayan ses yüksekliği gerekse oyun bütününü sarmalamayan seçimleri ile gelişigüzelmiş izlenimi veriyor. Örneğin “insanın serseme çeviren bir şarkı çınlıyordu bitişik odada” açıklaması sırasında okunan anne mektubuna duygusal bir fon koymak bu tercihin bir yansıması.
Metinde oyun boyunca yan odadaki müzik devam ediyor . Müzik , eski düzenin yenisi üzerindeki baskısını hissettirmeli.
Polisin sahneye girişindeki müzik geleneksel tiyatro izi taşıyor ama oyun içinde tutarlı bir seçim olduğu hissini vermiyor.

Gerçekten gülenler oldu. Hatta ayağa fırlayıp alkışlayanlar. (Oyunun ilk gecesinde hepsi de oyuncuların akrabası, arkadaşı, öğrencisi değildi ya. )
Daha perde kapanmamış alkışlar sürerken oyun başında oyunu övdüğüm kişilere uzaktan el sallayarak ve gözlerine bakmamaya çalışarak salondan kaçtım. Onlar da benim gibi “nezaket alkış”larını bırakmış, toparlanıyorlardı.

Melih Anık

Not : Herşeye rağmen oyunu hala görmek isteyecekler için konuyu ve sürprizlerini anlatmak istemedim.
Yazıyı yazarken basında çıkan söyleşi vb yazılardan okuduklarıma şaşırdım. Bana öyle geliyor ki söylemek istenenler “sabit” ve uysa uymasa da bu “sabit”i yinelemek hoşumuza gidiyor.

8 yorum:

  1. Bana mesaj olarak gelen Nedim Saban'ın aşağıdaki yorumunu ben yazımın altına koyuyorum.

    "Yılın tartışmasız en iyi oyunlarından Profesyoneldeki Bülent Emin Yarar'ı utanmadan televizyondaki rolüyle değerlendirerek hepimizin alay konusu olan sevgili Melih Anık, siz en fazla profesyonel bir televizyon izleyicisi olabilirsiniz."

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Nedim Saban utanmazlığı diye bir şey var. Ben onunla yarışamam.

      Sil
  2. Melih Bey ben de oyunu bu hafta gördüm ve Bülent Emin Yarar'ın gülmesi hakkındaki görüşlerinize katılıyorum.Biraz aşırı ve basit kaçıyordu yer yer.Dozunda eleştirerek emeğe saygısızlık yapılmaz ki,aksine hataların düzeltilmesine,eksiklerin giderilmesine yardımcı olunmuş olur bu yolla.Kaldı ki ben de bu sezonun en iyi oyunu olduğunu düşünüyorum Profosyonel'in.Ama bu eleştiremeyeceğimiz anlamına gelmez.(gelmemeli)
    Bu arada oyunda yan odadan sürekli müzik sesi geliyor demişsiniz.Sanırım düzeltmişler çünkü müzik arada bir geliyordu benim izlediğimde.
    Yorum için teşekkürler...

    YanıtlaSil
  3. TU (Ne garip bir isim)
    İmlâ kurallarını bilmiyorsun, yorumundan(?) bu çıkıyor. Galiba okuduğunu da,tiyatrodan da anlamıyorsun. Daha çok seyret ve oku.

    YanıtlaSil
  4. Yazınızı okudum, gayet ince çalışılmış bir eleştiri yazısı. Burada yazınıza yapılan başka eleştirileri de gördüm. Seyirci olarak tahmmülümüz ne kadar az. Bir oyunu biz beğendik diye herkes beğenmek zorundamı? Ayrıca yazınızdaki uslup oldukça ölçülü, kimseye hakaret içermiyor. Maalesef bu ülkede yaratılan starları beğenmeyen, sanattan anlamayan insan ilan ediliyor.

    YanıtlaSil
  5. Teşekkür ederim. Keşke isminizi de yazmış olsaydınız.

    YanıtlaSil
  6. Adsız
    Yorumunuzu aldım,okudum, teşekkür ederim. Keşke matematikten anlasaydım. Tiyatroyu daha iyi yazardım.

    YanıtlaSil
  7. Profesyonel'i dört kez izledim fakat tarih bilgimin ve tiyatro konusundaki birikimimin yetersiz oluşu nedeniyle hiç sizin baktığınız pencereden bakmamıştım oyuna. Yer yer sıkıldığım oldu, çok uzun bulduğum sahneler de oldu ama şimdiye kadar izlediğim yirmiye yakın oyun içerisinde en iyisiydi. Parantez içlerinin-didaskalilerin- fazlalığı da oyunu seyirciden uzaklaştırıyor adeta "Ey seyirci, Bu kadar da kaptırmakta kendini, bak işte bu bir oyun." diye uyarıyordu. Lafı çok uzatmadan, eleştirilerinizi yerinde buldum. Teşekkür ederim.

    YanıtlaSil