5 Ocak 2010 da törenle Genç Tiyatro’ya tahsis edilen Kerem Yılmazer Sahnesi’nde 6 Ocak 2010 günü matinede Bekleme Salonu’nu seyrettim.
Salonda -çoğunluğu kadın- yaklaşık 30 seyirci idik. Yaş ortalaması da 30’un üstünde. (Hanımlara “torpil yaptığım” için “30’un üstünde”) Zamanla “genç”leşir diyelim.
Salonun bu halde olacağı bilindiğine göre çevre okullardan 50 öğrenci son sabah daveti ile getirilemez miydi ? Ya da son 10 dakikada 50 öğrenciye bedava bilet uygulaması yapılamaz mı ?
Bir de bu tiyatronun günün her saatinde (Evet “GÜNÜN HER SAATİNDE”) açık tutulması sağlanamaz mı ?
Fuaye, gençlere uygun hale getirilemez mi ? Tiyatronun yönetimi gençlerle paylaşılamaz mı? Onların etkin katılımı sağlanamaz mı , düşünceleri alınamaz mı? Eminim ki onlardan daha “yaratıcı” fikirler çıkar.
Her ne kadar ben İBB Şehir Tiyatroları’nın Genç Tiyatro uygulamasına karşı isem de madem başladılar hiç değilse “gereken”i yapsınlar diye “düşüncelerimi” yazıyorum.
Bu sahnede , 1979 doğumlu yazar Yiğit Sertdemir’in Bekleme Salonu isimli oyununu 1978 doğumlu yönetmen Tolga Yeter’in rejisi ile ve 1969 doğumlu Ertuğrul Postoğlu , 1986 (internet bilgisi ile tahminim) doğumlu Zeynep Özyağcılar ve 70’li (özgeçmişine bakarak , tahminim) Cengiz Tangör’ün oyunculuklarından seyrettim.
Maalesef İBB Şehir Tiyatroları’nın internet sayfasında herkesin hayat hikayesi yok.Özellikle de teknik kadronun .. (Kadroda olmayanları yazmıyoruz mu diyorsunuz? Yoksa tamamlıyoruz mu?)
Okuyanlar, yaşlardan bahsettiğim için şaşırmışlardır belki ama “Genç Tiyatro” kapsamını tanımlarken nerede durduğumuza bakalım.
30 lu yaşlara ,elbette “yaşlı” denemez . Ama sizin Genç Tiyatro’nuz ne kadar “genç” olacak ?
Daha ziyade Erbulak’ın konuştuğu programda (TRT2-6 ocak), Arif Akkaya ve Sevinç Erbulak , Genç Tiyatro’da “oyunculuk ,dans,diksiyon dersi verilecek” demeye devam ediyorlar halâ, sanki oyunculuk dans ve diksiyonsuz olurmuş gibi.
İBB Şehir Tiyatroları internet sayfasında “İ.B.B. Şehir Tiyatroları “Genç Tiyatro” bünyesinde liseli gençlere ücretsiz tiyatro kursu veriyor. Çeşitli uygulama ve kuram dersleriyle zenginleştirilmiş kurs programlarıyla, 14-19 yaş arasındaki gençlerin tiyatro ve oyunculuk sanatı yolu ile kendilerini ifade edebilme becerilerini geliştirmek, birlikte gerçekleştirecekleri grup aktiviteleri ile de kişisel yaratıcılıklarının ve güven duygularının gelişmesine katkı sağlamak amaçlanıyor……kurs programında, Oyunculuk Uygulaması, Diksiyon, Ses Eğitimi, Beden ve Hareket gibi temel derslerin yanı sıra, Dans, Fonetik, Tiyatro Bilgisi, Sanat ve Kültür Sohbetleri yer alacak” denilmiş.
Yani “oyunculuk” değil “oyunculuk uygulaması”.. Kendi kendinizi düzeltin bari.
Bir başka husus da şu “sanat yoluyla kendini ifade, kişisel yaratıcılık ve güven duygularının geliştirilmesine katkı” amaçlanıyormuş. Bu konu akademik bir uzmanlık alanı değil mi ? Bir özel eğitim ve bilgi birikimi gerektirmiyor mu ? Açıklanan eğitim kadrosunda bu konuda kim/ler var? Hangi uzman ile hazırlandı program ?
Yaklaşık 100 yıllık bir kurum , eğitim gibi konuda ortaya atılıp “Ben yaptım oldu” diyebilir mi ?
Herkes de biliyor ki buraya başvuracaklar “oyuncu olmak” için gelecek. İBB Şehir Tiyatroları’nın ilk görevi bu konuda yeşeren umutları beslemek mi olmalıdır ? Tiyatronun gençler arasında yaygınlaştırılması için başka yol bulunamaz mı?
Bir de şuna “bayıldım” : “Çocukların cv’leri (özgeçmiş) ellerinde imiş”. Çocuklardan cv mi topladınız ? CV’ye bakarak mı seçim yapacaksınız ? “Pop-star” da bile girenlerin hepsini tek tek dinliyorlar canım ! Sizinkisi daha “akademik”(?) herhalde.. “İyi hal kâğıdı” ,”hamil-i kart yakinimdir kâğıdı” , “ilmühaber kâğıdı” isteseydiniz bari!
Bekleme Salonu
Yiğit Sertdemir bu ülkenin en ümit vaat eden oyun yazarlarından biri. O.B.E.B., 444, Öldün Duydun mu?, Bekleme Salonu isimli oyunları bu sezon yeniden (hem de ayni anda)seyirci ile buluşuyor.
Yiğit Sertdemir oyunlarının çıkış fikri mükemmel. Psikolojik temelleri olan meseleleri sahnede çok iyi kullanıyor. Daha önceki bir yazımda bahsettiğim için yinelemeyeceğim. (http://melihanik.blogspot.com/2009/01/444-iyi-geceler-nasl-yardmc-olabilirim.html)
Ancak konuların işlenişinde , oyunların gelişmelerinde “daha iyisi olabilirdi” dedirten bir şeyler var.
Bekleme Salonu’nda da benzer hususlara rastlanıyor. Oyunun giriş ve sonu iyi ama konunun açılımı, gelişimi , neden –sonuç bağlantıları üzerinde keşke daha çok çalışılmış olsa diyor insan. Belki buna “yeterli olgunlukta değil” demek daha doğru. Belki de çok “naif”.
Oyunda bazı sözlerin , kişiler arasında değiştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bazı sahne geçişlerinin sancılı olduğunu görüyorum. Oyunun gelişmesinde, bölümlerin süreleri dengeli gelmedi bana. Bir sonraki sahneyi beslemeyen konuşmalar, birdenbire ortaya çıkan bir durum , kelimeler üzerinden yapılan zorlama ilişkilendirme .
Yiğit Sertdemir oyunu 24 yaşında yazdığını belirtiyor. Yaşını ve de içinde yaşadığımız toplum koşullarını dikkate aldığınızda , hata diye sıralananlara “Bu kadar hata kadı kızında da olur” dersiniz. Ancak şu da bir gerçek ki dünya ölçeğinde yazarlar daha çabuk olgunlaşıyor.
Yukarda belirttiğim hususlar ile ilgili örnekleri vermek, içinde sürprizler barındırdığı için oyunu deşerek tadını kaçırmak olur.Ayrıca bu ayrıntıya inmezseniz oyundan çok zevk alırsınız.
Ben seyretmeden önce notlar çıkararak oyunu okudum. Tüm sürprizleri bilmeme rağmen oyunu izlerken çok da zevk aldım. Zira yönetmenin ve oyuncuların seyirciden gizledikleri “oyun gerçeğini” bilerek izlemenin tadı da çok ayrı .
Ülkemizde gösterilere genellikle konusu için gidiliyor. Seyircinin çoğunluğu , salonda ya da beyaz perdenin önünde geçirdiği zamanı “katarsis”e ulaşarak mutlu bitiremezse tatmin olmuyor.
Ben konuyu değil sahnelenişi önemserim. O nedenle farklı yorumlar nedeniyle pek çok kere seyrettiğim oyunlar vardır.
Seyirciye, bunları bilerek karar vermesini öneririm.
Bekleme Salonu’nun Meselesi
Yiğit Sertdemir Bekleme Salonu’nda iki temel meseleyi ele almış. Algı ve insanların üzerindeki otorite baskısı. Bekleme Salonu’nda her iki konu da “çoklu okumaya” uygun olarak ele alınmış. Her toplum için geçerli. İçinde yaşadığımız toplumda şu veya bu nedenle bize gösterilenleri nasıl algılıyoruz ? İçine düştüğümüz sıkışıklık bizi ne hallere getiriyor!
Bu bağlamda okuyanın başına (benim için tatlı) “bela”(?) olmuş bir kitaptan bahsedeceğim. “İyi İnsan İyi Vatandaş” . Yazarı F.W. Foerster. (Tavsiye ederim : Okuyun .Çocuklarınıza okutun. Bence kitap orta öğretim ders programına alınmalı .Genç Tiyatro kurs programında MUTLAKA okutulmalı. )
Yazar , hayata dair konuları anlattığı kitabının “Konuşma Ahlakı” bölümünde bir olaydan bahseder. Ünlü Alman Ceza Hukuku Profesörü Liszt , Berlin Üniversitesi Kriminoloji seminerinde bir deneme yapmıştır.
Seminerin yapıldığı odanın elbise askılıkları tıklım tıklım doludur. Geç kalmış bir öğrenci boş yer bulamayınca bulduğu iki şapkayı yere atar ve kendi şapkasını asar.Yere atılan şapkanın sahibi ile yere atan arasında önce ağız kavgası sonra dövüş başlar.
Profesör duruma müdahale eder.”Durum mahkemelik olacak galiba .O nedenle herkesin gördüğünü yazmasını istiyorum.Ama mahkemede yemin edip tekrarlayacağınız kısımların altını kırmızı kalemle çizin” der.
Bütün öğrencilerin yazdıkları okununca yazılanların birbirini tutmadığı görülür.
Profesör bu oyunu önceden hazırladıklarını ve herkesin yalan yere yemin edecek kadar gerçeği değiştirdiğini söyler.
Yani ayni olayı seyredenlerin algısı farklıdır.
Shakespeare Hamlet’e şunu söyletir : “Çünkü iyi yahut kötü diye bir şey yoktur , onu öyle yapan gösteren düşüncedir” ( Orhan Burian tercümesi)
Tiyatroda hep Çehov ile birlikte anılan bir başka husus da “Sahnede gösterilen tabancanın patlaması” dır. Yiğit Sertdemir oyun başında Siyahlı Adam’a söylettiği , oyunun sonunda da parantezi kapatır gibi Grili Adam’a tekrar ettirdiği 3 cümle “tabancanın patlaması” gibidir. Bu Yiğit Sertdemir’in yazarlığının ipuçlarına dair özel ve iyi bir örnektir.
Sahneleme
Bazı istisnalar dışında ,sahnedeki her şey yönetmenindir. Her ne kadar Bekleme Salonu yazarı ile Yönetmen iki yakın arkadaş olsa ve geçmişlerinde bu oyun ile ilgili verilmiş sözleri varsa da sahnedeki oyuna eklenmiş dialoglar ve kişilerin başarısını Yönetmen’e veriyorum.
Oyunun metninde ayrıntılı bir tanımlama yok ama okuma sırasında hayalinizde bir mekan canlanıyor. Sahnede gördüğüm sahne tasarımı ile oyunun çok daha anlamlı olduğunu söylemeliyim.
Yazılı metnin sessizliklerin değerini vererek bu kadar iyi yorumlanmasının onurunu yönetmen ve oyuncular birlikte paylaşmalıdır. Ama benim için Cengiz Tangör , bir adım ilerdedir.Zira Tangör metinden gelen dezavantajı oyunculukla dengeleyip , değiştirerek çok iyi veriyor. Onun bedensel ve tonlama olarak değişimini çok etkili buldum.
Oyunda “Siyahlı Adam” ve “Grili Adam” diye geçen karakterler rol dağılımında “Adam” olarak verilmiş. Nedenini tahmin edebiliyorum ama doğru bulmadım.
Yiğit Sertdemir’e Öneri
Yiğit Sertdemir gündemi ve günceli takip ediyor , içinde yaşadığı toplumun sorununu, sahneye sorumlulukla ve de son derece zeki bir bakışla getiriyor. Ben onu Shakespeare’in yürüdüğü yolda görüyorum.
Önerim , Yiğit Sertdemir’in öncelikle yazmaya sonra da yönetmeye daha çok önem vermesidir. Bekleme Salonu’nu bugünkü tecrübesi ile yeniden yazmalıdır. Bu oyun, bu kurgusu ve vurgusu ile yeniden yazılırsa dünyada ses getirir. Yiğit Sertdemir’in bunu yapabilecek yetenekte olduğunu düşünüyorum.
Bakarsınız , ayni oyunun farklı tarihlerdeki yazılışından da başka bir sahneleme çıkar.
Melih Anık
Not: Bu yazıyı tamamlama sürecinde Avatar’ı seyrettim. Avatar gibi filmlerle görsel zenginliğe alıştırılan nesillerin tiyatro ile avutulabilmesi çok çaba gerektiriyor. Ama bence tiyatronun onunla rekabet etmesine gerek de yok. Zira görselliğe anlam katan değerler , tiyatronun akıttığı çağlayandan geliyor . Tiyatro insanlık durumları ve dil ile var oluyor. Zeka ve akıl ile örülmüş metinlerin sahnelenmesi sırasında insanın duyabileceği zevk ve keyfin yerini Avatar’lar alamaz. Tiyatro olmasa Avatar olmaz. Tiyatro , bu gerçeği vurgulayacak örnekleri verebildiğinde , yakaladığı seyirci ondan bir daha kopamayacaktır. İnanıyorum ki Yiğit Sertdemir ve benzer yazarlar bu konuda katkı yapacaklardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder