31 Ocak 2016 Pazar

Ekip Tiyatrosu'nun 'Avrupa'sından Avrupa'ya ve 'Alternatif'e Bakmak

Hiç kuşkusuz  Ekip Tiyatrosu tarafından sahnelenmiş olan Avrupa bu sezonun kâğıt üzerinde en önemli oyunlarından biri. Önemi, yazarından geliyor. David Greig iyi bir tiyatro yazarı. 'Avrupa' Greig'in ismini pekiştiren oyunlardan biri. Türkiye'de sahnelenmesi o yüzden önemli idi benim için.  Tiyatro sezonu başladığında açıklanan oyunlar içinde 'seyredilecekler' listemin en başında yer alan bir oyundu Avrupa. Ben de bu merakla oyunu seyrettim.


Daha önce seyrettiğim bir oyunu bende olumlu izler bırakmıştı ama gene de ben 'Avrupa'nın Ekip Tiyatrosu tarafından değil ödenekli bir tiyatro tarafından sahnelenmesini tercih ederdim. Bu nedenle seyretmeden önce içimde bir takım kuşkular vardı. Korktuğum başıma geldi. Ekip Tiyatrosu için bu oyun bir kaç gömlek büyük gelmiş. Bu durum ülkemizde  'alternatif' çatısı altında olan tüm topluluklarla ilgili sorunu da ortaya koyuyor. Bu yazıda anlatmaya çalışacağım.

Önce David Geig'in 'Avrupa'da yapmak istediğinden bahsetmek gerek.
David Greig son yılllarda ülkemizde 'keşfedilen' bir yazar. Önce 'Sarı Ay'(2006) sonra ' Uzak Adalar'(2002) sahnelendi. 'Sarı Ay'ı okudum, 'Uzak Adalar'ı okudum ve seyrettim. Son zamanlarda 'İki Kişilik Yaz'(2008) sahnelendi ama henüz seyretmedim.  David Greig tiyatrosuna merakım 'Uzak Adalar' ile başladı. 'Uzak Adalar' genç bir ekip tarafından sahnelenmişti. Aynı 'Avrupa' için hissettiğim gibi Greig'i anlamadıklarını düşünmüştüm. Onu daha iyi anlamak için 'The Theatre of David Greig' isimli kitabı getirttim. Kitabı okuduktan sonra Ekip Tiyatrosu tarafından 'Avrupa'nın sahneleneceğini öğrenmem de şans oldu.   

David Greig 1969 doğumlu. Edinburg'da doğmuş, ailesi ile birlikte 1970'li yıllarda Nijerya'da yaşamış. 1980'de İskoçya'ya  geri dönmüşler. Greig 1990'da 'Suspect Culture Theatre Company'nin ortaklarından olmuş. İsimden de anlaşılacağı gibi kültür meseleleri kafasını meşgul etmiş. Aidiyet duygusu, kimlik meseleleri, Greig'in üzerinde ısrarla durduğu hususlar.  Greig Doğu'yu merak eden bir yazar. Doğulu yazarlarla ortak çalışmalar da yapmış. Kültürel ortaklıklar konusunda çalışmış.

'Avrupa', Greig'in basılı ilk eseri. 1994 tarihli. Oyun ile ilgili araştırmalarda İskoçya'nın milli ve kültürel kimliğine göndermeler içerdiği yazılmış.  İskoçya'nın Avrupa'daki yeri dikkate alındığında oyundan bizim durumumuza uyan bir şeyler bulunabileceği  düşünülebilir. Ancak bunun ne kadar olacağı oyuna değil oyunu 'okuyacak' olan topluluğun ortak aklına ve dünyayı algılamasına bağlıdır.

'Avrupa'yı tiyatral açıdan 'okumak' için tarihsel genel çerçeveye bakmak gerekir. 1980'lerin sonlarından itibaren Avrupa'da ve Sovyetler Birliği'nde değişiklikler hissedildi. Doğu Avrupa halkları başkaldırmaya başladı. Sovyetler Birliği'nin dağılma çatırtıları duyulmakta idi. Polonya, Macaristan, Doğu Almanya, Çekoslavakya, Bulgaristan, Romanya Sovyetlerden ayrıldı. Berlin Duvarı yıkıldı. Varşova Paktı çöktü. Soğuk savaşın sonuna gelindi. Avrupa ve Sovyetler Birliği'nde politik bir transformasyon yaşandı. Avrupa'da politik, milli ve kültürel kimlikler yeniden üretilmeye başlanıldı. Greig'in tanımıyla  'Yeni Avrupa' doğuyordu. Pek doğaldır ki Avrupa'da yaşanan değişiklikler İskoçya'yı  da etkilemektedir. 10 yıla yakın yurt dışında yaşamış bir çocuğun gözünden İskoçya Greig'e başka görünür. 

Greig 1992'de 'Stalinland'i yazmış. Oyunda komünizm yıkıldıktan sonra isimsiz bir kasabada bir araya gelen bir aileyi anlatıyor. 'Avrupa' oyununda da  'sınırdaki kasaba' var. Bilinmeyen bir kasabada hiç bir trenin durmadığı bu istasyon Avrupa'ya geçişin son durağı. Avrupa'ya gitme hayâlleri içinde, geçip giden trenlere özlemle bakan kız, artık işlevsizleşen istasyonda tren şefi olan babası, istasyonda Avrupa'ya gitmek için bekleyen bir başka baba ve kız, kasabanın bir dala tutunmaya çalışan gençleri ve ortamdan kendine iş çıkarmış bir başka genç, oyunun karakterleri. Oyun süresince karakterlerin yeni bir dünyada kendilerine yer  bulamaya çalışmalarını izliyoruz.  Greig 'Avrupalı olmak?' sorusuna cevap arıyor denilebilir. Ancak 2015 yılında yâni oyunun yazılmasının üzerinden 21 yıl geçmişken ve Avrupa'nın gelişimi ve projeksiyonu yeni dünya düzeninin izini belli etmişken 'Avrupa' oyununun gündem ile ilişkilendirilmesi ve de bizim gibi Avrupa'nın sınırında bekletilen bir ülke vizyonu ile değerlendirilmesi zorluklar içeriyor. Bu büyük bir iş ve büyük vizyon istiyor.

'Avrupa' tekstinin başında Derrida'dan alınmış bir söz var : "Eşsiz bir şey Avrupa'nın önünde duruyor ama biz  bu isim altında(Avrupa) neyi ve kimleri  toplayacağımızı bilmiyoruz " Oyun bu sözler üzerine kurulmuş gibi sanki. Bu anlamda 'Avrupa', pek çok metaforik göndermelere gebe. Ayrıca bunu yapmak, gerekli de. Belki de içinde yaşadığımız gündeme bağlamanın ip uçlarından birini veriyor. 

Tiyatral açıdan baktığımızda, Greig, genel olarak Brechtvari bir yöntem, sinematografik bir anlatımı tercih ediyor. 'Avrupa'da da bu özellikleri görmek mümkün. Oyun karakterleri kendilerini formüle etmeye çalışıyor gibidirler , kimliklerini tartışırlar. Bu kimlikler iç içe geçer, çarpışır, birbirini etkiler. Karakterlerin kapana sıkışmışlığını ya da kopuşlarını izleriz. Oyun 2 perde 20 sahnedir. İlk sahne kısa bir 'üvertür' gibidir. Morocco, mekân, ait olma ve seyahat fikrini özetler sanki. Oyunun ana iki mekânından biri hiç bir trenin durmadığı bir tren istasyonudur. Greig istasyonu şöyle tarif eder: 'İstasyonun mimarisi geçtiğimiz yüzyıl devlet mantığına şahitlik etmektedir. Habsburg, Nazi ve Stalinist formlar melez bir durum yaratmış ancak bu ne romantik ne de modernizmin sahte dış görünüşüne uymuştur. Hâkim olan atmosfer unutulmuş bir yer hissidir.' Bu yapı Arupa tarihinin bir özeti gibidir. Unutulmuş, eskimişlik hissi yeni bir durumun beklendiğine, gerekliliğine dair bir işarettir.  Her iki perdenin başındaki koro toplumun durumunu özetler. Oyun, gittikçe artan inanılmaz bir gürültü ile geçen tren sesiyle başlar. Oyundaki 15 sahne geçen bir trenin sesiyle sonlanır. İki sahne sonunda ise otobüs gider ya da gelir. Bu sesler makinalaşan Avrupa'nın gücünü temsil eder. Tren, aynı zamanda kıta içinde faşistlerce sürüklenen, kamplara taşınan kurbanları hatırlatmak içindir.      
Oyunda iki baba-kız var. Sava ve Katia ile Fret ve Adele. Bu iki çiftin babaları, oyun sonunda bombalanan tren istasyonuna gömülür, gençleri ise Avrupa'ya giderler. İstasyonun kapatılmasına karşı çıkmak için eylem yapanlar iki yaşlıdır. Yaşlı Fret ve Sava'nın şahıslarında simgeleşen ortak değerler, ilerlemeye olan inanç, hümanist bir bakış açısı, Berlin ve Horse'un kaybolmuş kasabayı haritadaki yerine oturtmak için buldukları yöntem olan istasyonu bombalamakla tarihe gömülür. Ama kasabanın ismini dünyaya duyurur, artık 'Onlar da kendi çapında Avrupadır'. Avrupa'da baş veren faşizmin temsilcileridir onlar. Avrupa modernden post-moderne, soğuk savaştan 'global'e(küresel olana) evrilirken onlar da yeniden doğmaktadır. Bu yeni dünyada demir, ray, makina vardır. Taşıma ağı, insan bedenindeki kas, kan ve damarları anımsatır. Aynı dili konuşanların aynı şeyi düşüneceği fikri bir tür millileşme fikrinin yansımasıdır.
Elbette toplulukların ele aldıkları metni kendi görüşlerine göre 'okuma' hakkı var. Ben Ekip Tiyatrosu'nun 'Avrupa'sına onların gözüyle bakmaya ve onları anlamaya çalıştım.


 Oyun başlamadan önce dekor tasarımı oyunun sahnelenişi hakkında bazı ip uçlarını veriyordu. Ekip Tiyatrosu, demir çerçevelerden içi boş bir mekân yaratmış. Bir tarafta demir bir kafes, diğer tarafta ise daha ziyade çocuk parkına benzeyen bir mekân. Teksti bildiğim için hiç benzemese de ilkinin istasyon ikincisinin de bar olduğunu düşündüm. Yerde tren rayı niyetine kurulmuş iki hat; hattın üstünde iterek çekerek gidip gelen bir araba var. İçi boş bu formların benim için daha oyun başında bir hayâl kırıklığı olduğunu söylemem gerekiyor.  Oyunun içi, çerçeve dekor tasarımı ile birlikte boşaltılmıştı. Bu, anladığım kadarıyla sahneleme yöntemi olarak seçilen epik olmanın(?) bir gereği idi Ekip Tiyatrosu'na göre. Oyun başlayınca rejinin gereği olduğu çok belli sahne isimlerinin okunması, duygusu yok edilmiş tonlamalar ekibin 'epik'den anladığını ortaya koyuyordu.  Ancak bu, eğlencesi olmayan, fikri kafalara vurmaya, sanki hınç almaya yönelik eskimiş bir epik. Benim yaşımda olanlar '70'li yıllarda 'epik' ve 'yabancılaşma'nın gündemimize düştüğünde tiyatronun nasıl bir 'kuruluğa' mahkûm edildiğini hatırlar sanırım. Aradan geçen bunca yıldan sonra günümüz gençlerinin geriye dönüşünü anlayamadım doğrusu. Zira sahne üzerinde bir mahkeme kurulmuş ve karar da önceden verilmiş gibiydi. Seyirciye 'tarafını seç' denmiyor 'tarafımı tut' deniyor sanki. Oyundaki 'baba kız', 'ağabey ve kız kardeş' olmuş. İki yaşlının istasyon kapanmasın diye yaptıkları eylem, oyunda  açılan bir 'Diren Tren' pankartı ile amacından sapmış. İki kız arasında tutuşan cinsel alev, tekstteki anlamını kaybetmiş gereksiz bir sahne cesareti olarak duruyor. Paralel gelişen sahnelerde sözü olmayan ikili  'açıkta' kalıyor. Söz tekrar onlara gelene kadar  tedirgin bekliyorlar. Işıkla mekân yaratma hiç yok. Sahnenin arka duvarında sarkıtılmış arada bir  aydınlatması çoğalan ve azalan ampullerin anlamı meçhul.  Yangın sahnesinde demir iskelenin üstüne kırmızı spotlardan düşen ışık hiç bir efekt yaratmıyor.  Elden ele geçen yanmayan ama yanmış gibi yapılan molotofun istasyonu yakması seyircinin hayâline bırakılmış bir epik(?) anlatım. Ağızdan, bedenden, ellerden çıkarılan ya da bir yerlere vurarak çıkarılan seslerle anlatmaya ; yerde zıplatılan yer fırçasından ses yaratmaya çalışmış. (Gençler '70'li yıllarda Ferhat ile Şirin'de çekiç  ve murç ile yapılan müziği hatırlamıyor tabii.) Ekip Tiyatrosu, tiyatronun en basit halini kullanmak istemiş. Yâni çok şey isteyen en zoru seçmiş. Ortaya çıkan ise yanımda oturan seyircilerin dediği gibi 'amatör'lerin oynadığı bir 'müsamere'  olmuş.      
'Bazı oyunlar  bekler bazı yaşları' diyeceğim Behçet Necatigil'i anarak. Ekip Tiyatrosu'nun 'Avrupa'sı, meselelere tam da hâkim olmayan bir topluluğun 'ben yaptım oldu'su. "Baba yaşında oyuncumuz yok, bulduğumuz genç oyuncu 'ağabey' olsun" değişikliği  böyle bir anlayışın ürünü. "İstasyon binasını soyut yapalım bize de uysun. Hatta astığımız pankarta 'Diren Tren' yazalım 'Gezi'ye de -uysa da uymasa da-selam çakalım." Bence Ekip Tiyatrosu'nun 'Avrupa'sı, sahnede dolaşılarak icra edilen, ezberlenmiş bir okuma tiyatrosu. Oyunun özgün hâline hâkim değilseniz ondan yapacağınız uyarlama da sırıtır, sırıtıyor da.


Oyunculuklar ise  'amatör' düzeyde kalmış. Sahnedeki sekiz oyuncu da her rolü oynayamayacaklarının farkına varmalı. 'Avrupa' onlara göre bir oyun değil. Bazısı için de tiyatro uygun bir meslek değil. Yol yakınken başka iş bulmalılar.     

Ekip Tiyatrosu'nun 'Avrupa'sı  'alternatif' mekânlarda yapılan tiyatroların ortak kusur ve hatalarının aynası olmuş. Öncelikle iyi bir metin incelemesi yok. Ekip olarak çalışılıyor ama ekipte gereken parçalar eksik. Buna katılım ve birikim eksikliği dersem çok yanlış yapmış olmam. 'Olması gereken' değil  'olduğu kadar'la idare etmek, genel bir yol olmaya başladı. Kadrolar yeterli değil. Örneğin bu oyunda 'baba' olacak yaşta oyuncu yerine, eldeki oyuncuya göre tekstteki karakteri değiştirmek bir çözüm diye seçilebiliyor.  Elbette maddi olanaksızlıklar, sabit sahne olmayışı vb pek çok neden sınırları belirliyor. Ancak kadroların sadece gençlerden oluşması ya oyun seçimlerini kısıtlıyor ya da 'Avrupa'da gördüğümüz gibi anlamsız değişikliklere neden oluyor. Gençler tecrübeli tiyatrocularla birlikte çalışmalı ki hem doğru kadrolar kurulabilsin hem de nesillerden nesillere 'tiyatro geçsin'. Salona gelen seyirciyi hayâl kırıklığına uğratmak tiyatroya zarar veriyor. Seyrettiğim akşam salonu çoğunluğu öğrenciden oluşan bir seyirci doldurmuştu. Öğrencilerden öğrendiğim kadarıyla üniversitede aldıkları bir dersin 'ödev'i imiş bu oyunu seyretmek. 'Avrupa' bundan ötesini hak eden bir metin. İyi anlatılabilse içinden geçtiğimiz çöl içinde serap olur(du).     

Şunu da düşünmeden edemiyorum. David Greig 'Avrupa'yı yazdığında 25 yaşındaymış. Böyle bir oyunu yazabilecek o yaşta yerli oyun yazarı bizde yok. Tiyatro yoluyla bir meseleyi tartışmaya açmak, 'gideni ve geleni görmek'  iyi bir birikim istiyor.  Bunun nedenleri bizi başka bir tartışmaya götürür. Yazar, ülkenin kültürel havasının, eğitim sisteminin, demokratik ikliminin bir ürünü değil mi?  Tiyatroyu sevmeseniz bile bu soru üzerinde düşünmeniz gerekir. Tiyatro ile ilgilenirseniz eminim ki tiyatronun açtığı ufuk, ülke ile ilgili gerçekleri görmenize yardımcı olur. 

David Greig'in simgelerle ördüğü 'kazağı' Ekip Tiyatrosu 'alternatif denen' makasla kesmiş. Keşke kazakta bir ip ucu bulup sardığı yünden bir yumak yapmış olsaydı. Ya da yumak yapabilecekleri bir kazağı seçmiş olsaydı. 'Avrupa' metaforu bizim için olağanüstü bir ufuk veriyor çünkü.  'İyi o halde, peki şimdi ne yapacağız?' dedikten sonra bu oyunu bu hâle getirmemek gerekirdi.

Melih Anık 

Yazımda yararlandığım eserler:

'The Theatre of David Greig' Clare Wallace- Bloomsbury
Avrupa oyun teksti

Oyunun Künyesi:


YAZAN: David Greig ÇEVİREN: Hakan Silahsızoğlu YÖNETEN: Cem Uslu SAHNE ve KOSTÜM TASARIMI: Başak Özdoğan IŞIK TASARIMI: İsmail Sağır ASİSTANLAR: Birnil Sarıkaş, Yaprak Yılmaz, Uğur Ulusoy GÖRSEL: Onat Esenman FOTOĞRAFLAR: Burak Bulut Yıldırım © Burak Bulut Fotoğraf Atölyesi

OYNAYANLAR: Simel Aksünger, Ömer Fırat Köker, Bora Pak, İsmail Sağır, Mehmet Solmaz, Cihat Süvarioğlu, Ayşegül Uraz, Hakan Emre Ünal.

1 yorum: