Hiç kuşkusuz Ekip
Tiyatrosu tarafından sahnelenmiş olan Avrupa bu sezonun kâğıt üzerinde en
önemli oyunlarından biri. Önemi, yazarından geliyor. David Greig iyi bir
tiyatro yazarı. 'Avrupa' Greig'in ismini pekiştiren oyunlardan biri. Türkiye'de
sahnelenmesi o yüzden önemli idi benim için. Tiyatro sezonu başladığında açıklanan oyunlar
içinde 'seyredilecekler' listemin en başında yer alan bir oyundu Avrupa. Ben de
bu merakla oyunu seyrettim.
Önce David Geig'in 'Avrupa'da yapmak istediğinden
bahsetmek gerek.
David Greig son yılllarda ülkemizde 'keşfedilen' bir
yazar. Önce 'Sarı Ay'(2006) sonra ' Uzak Adalar'(2002) sahnelendi. 'Sarı Ay'ı
okudum, 'Uzak Adalar'ı okudum ve seyrettim. Son zamanlarda 'İki Kişilik Yaz'(2008)
sahnelendi ama henüz seyretmedim. David
Greig tiyatrosuna merakım 'Uzak Adalar' ile başladı. 'Uzak Adalar' genç bir
ekip tarafından sahnelenmişti. Aynı 'Avrupa' için hissettiğim gibi Greig'i
anlamadıklarını düşünmüştüm. Onu daha iyi anlamak için 'The Theatre of David
Greig' isimli kitabı getirttim. Kitabı okuduktan sonra Ekip Tiyatrosu
tarafından 'Avrupa'nın sahneleneceğini öğrenmem de şans oldu.
David Greig 1969 doğumlu. Edinburg'da doğmuş, ailesi ile
birlikte 1970'li yıllarda Nijerya'da yaşamış. 1980'de İskoçya'ya geri dönmüşler. Greig 1990'da 'Suspect Culture Theatre Company'nin
ortaklarından olmuş. İsimden de anlaşılacağı gibi kültür meseleleri kafasını
meşgul etmiş. Aidiyet duygusu, kimlik meseleleri, Greig'in üzerinde ısrarla
durduğu hususlar. Greig Doğu'yu merak
eden bir yazar. Doğulu yazarlarla ortak çalışmalar da yapmış. Kültürel
ortaklıklar konusunda çalışmış.
'Avrupa', Greig'in basılı ilk eseri. 1994 tarihli. Oyun
ile ilgili araştırmalarda İskoçya'nın milli ve kültürel kimliğine göndermeler
içerdiği yazılmış. İskoçya'nın
Avrupa'daki yeri dikkate alındığında oyundan bizim durumumuza uyan bir şeyler
bulunabileceği düşünülebilir. Ancak
bunun ne kadar olacağı oyuna değil oyunu 'okuyacak' olan topluluğun ortak
aklına ve dünyayı algılamasına bağlıdır.
'Avrupa'yı tiyatral açıdan 'okumak' için tarihsel genel
çerçeveye bakmak gerekir. 1980'lerin sonlarından itibaren Avrupa'da ve
Sovyetler Birliği'nde değişiklikler hissedildi. Doğu Avrupa halkları
başkaldırmaya başladı. Sovyetler Birliği'nin dağılma çatırtıları duyulmakta
idi. Polonya, Macaristan, Doğu Almanya, Çekoslavakya, Bulgaristan, Romanya
Sovyetlerden ayrıldı. Berlin Duvarı yıkıldı. Varşova Paktı çöktü. Soğuk savaşın
sonuna gelindi. Avrupa ve Sovyetler Birliği'nde politik bir transformasyon yaşandı.
Avrupa'da politik, milli ve kültürel kimlikler yeniden üretilmeye başlanıldı.
Greig'in tanımıyla 'Yeni Avrupa'
doğuyordu. Pek doğaldır ki Avrupa'da yaşanan değişiklikler İskoçya'yı da etkilemektedir. 10 yıla yakın yurt dışında
yaşamış bir çocuğun gözünden İskoçya Greig'e başka görünür.
Greig 1992'de 'Stalinland'i yazmış. Oyunda komünizm
yıkıldıktan sonra isimsiz bir kasabada bir araya gelen bir aileyi anlatıyor. 'Avrupa'
oyununda da 'sınırdaki kasaba' var. Bilinmeyen
bir kasabada hiç bir trenin durmadığı bu istasyon Avrupa'ya geçişin son durağı.
Avrupa'ya gitme hayâlleri içinde, geçip giden trenlere özlemle bakan kız, artık
işlevsizleşen istasyonda tren şefi olan babası, istasyonda Avrupa'ya gitmek
için bekleyen bir başka baba ve kız, kasabanın bir dala tutunmaya çalışan
gençleri ve ortamdan kendine iş çıkarmış bir başka genç, oyunun karakterleri.
Oyun süresince karakterlerin yeni bir dünyada kendilerine yer bulamaya çalışmalarını izliyoruz. Greig 'Avrupalı olmak?' sorusuna cevap arıyor
denilebilir. Ancak 2015 yılında yâni oyunun yazılmasının üzerinden 21 yıl
geçmişken ve Avrupa'nın gelişimi ve projeksiyonu yeni dünya düzeninin izini
belli etmişken 'Avrupa' oyununun gündem ile ilişkilendirilmesi ve de bizim gibi
Avrupa'nın sınırında bekletilen bir ülke vizyonu ile değerlendirilmesi
zorluklar içeriyor. Bu büyük bir iş ve büyük vizyon istiyor.
'Avrupa' tekstinin başında Derrida'dan alınmış bir söz
var : "Eşsiz bir şey Avrupa'nın önünde duruyor ama biz bu isim altında(Avrupa) neyi ve kimleri toplayacağımızı bilmiyoruz " Oyun bu
sözler üzerine kurulmuş gibi sanki. Bu anlamda 'Avrupa', pek çok metaforik
göndermelere gebe. Ayrıca bunu yapmak, gerekli de. Belki de içinde yaşadığımız
gündeme bağlamanın ip uçlarından birini veriyor.
Tiyatral açıdan baktığımızda, Greig, genel olarak Brechtvari
bir yöntem, sinematografik bir anlatımı tercih ediyor. 'Avrupa'da da bu
özellikleri görmek mümkün. Oyun karakterleri kendilerini formüle etmeye
çalışıyor gibidirler , kimliklerini tartışırlar. Bu kimlikler iç içe geçer,
çarpışır, birbirini etkiler. Karakterlerin kapana sıkışmışlığını ya da
kopuşlarını izleriz. Oyun 2 perde 20 sahnedir. İlk sahne kısa bir 'üvertür'
gibidir. Morocco, mekân, ait olma ve seyahat fikrini özetler sanki. Oyunun ana
iki mekânından biri hiç bir trenin durmadığı bir tren istasyonudur. Greig
istasyonu şöyle tarif eder: 'İstasyonun
mimarisi geçtiğimiz yüzyıl devlet mantığına şahitlik etmektedir. Habsburg, Nazi
ve Stalinist formlar melez bir durum yaratmış ancak bu ne romantik ne de
modernizmin sahte dış görünüşüne uymuştur. Hâkim olan atmosfer unutulmuş bir
yer hissidir.' Bu yapı Arupa tarihinin bir özeti gibidir. Unutulmuş,
eskimişlik hissi yeni bir durumun beklendiğine, gerekliliğine dair bir
işarettir. Her iki perdenin başındaki
koro toplumun durumunu özetler. Oyun, gittikçe artan inanılmaz bir gürültü ile
geçen tren sesiyle başlar. Oyundaki 15 sahne geçen bir trenin sesiyle sonlanır.
İki sahne sonunda ise otobüs gider ya da gelir. Bu sesler makinalaşan
Avrupa'nın gücünü temsil eder. Tren, aynı zamanda kıta içinde faşistlerce
sürüklenen, kamplara taşınan kurbanları hatırlatmak içindir.
Oyunda iki baba-kız var. Sava ve Katia ile Fret ve Adele.
Bu iki çiftin babaları, oyun sonunda bombalanan tren istasyonuna gömülür,
gençleri ise Avrupa'ya giderler. İstasyonun kapatılmasına karşı çıkmak için
eylem yapanlar iki yaşlıdır. Yaşlı Fret ve Sava'nın şahıslarında simgeleşen
ortak değerler, ilerlemeye olan inanç, hümanist bir bakış açısı, Berlin ve
Horse'un kaybolmuş kasabayı haritadaki yerine oturtmak için buldukları yöntem
olan istasyonu bombalamakla tarihe gömülür. Ama kasabanın ismini dünyaya
duyurur, artık 'Onlar da kendi çapında Avrupadır'. Avrupa'da baş veren faşizmin
temsilcileridir onlar. Avrupa modernden post-moderne, soğuk savaştan
'global'e(küresel olana) evrilirken onlar da yeniden doğmaktadır. Bu yeni
dünyada demir, ray, makina vardır. Taşıma ağı, insan bedenindeki kas, kan ve
damarları anımsatır. Aynı dili konuşanların aynı şeyi düşüneceği fikri bir tür
millileşme fikrinin yansımasıdır.
Elbette toplulukların ele aldıkları metni kendi
görüşlerine göre 'okuma' hakkı var. Ben Ekip Tiyatrosu'nun 'Avrupa'sına onların
gözüyle bakmaya ve onları anlamaya çalıştım.
Oyun başlamadan
önce dekor tasarımı oyunun sahnelenişi hakkında bazı ip uçlarını veriyordu. Ekip
Tiyatrosu, demir çerçevelerden içi boş bir mekân yaratmış. Bir tarafta demir
bir kafes, diğer tarafta ise daha ziyade çocuk parkına benzeyen bir mekân. Teksti
bildiğim için hiç benzemese de ilkinin istasyon ikincisinin de bar olduğunu
düşündüm. Yerde tren rayı niyetine kurulmuş iki hat; hattın üstünde iterek
çekerek gidip gelen bir araba var. İçi boş bu formların benim için daha oyun
başında bir hayâl kırıklığı olduğunu söylemem gerekiyor. Oyunun içi, çerçeve dekor tasarımı ile
birlikte boşaltılmıştı. Bu, anladığım kadarıyla sahneleme yöntemi olarak seçilen
epik olmanın(?) bir gereği idi Ekip Tiyatrosu'na göre. Oyun başlayınca rejinin
gereği olduğu çok belli sahne isimlerinin okunması, duygusu yok edilmiş
tonlamalar ekibin 'epik'den anladığını ortaya koyuyordu. Ancak bu, eğlencesi olmayan, fikri kafalara
vurmaya, sanki hınç almaya yönelik eskimiş bir epik. Benim yaşımda olanlar
'70'li yıllarda 'epik' ve 'yabancılaşma'nın gündemimize düştüğünde tiyatronun
nasıl bir 'kuruluğa' mahkûm edildiğini hatırlar sanırım. Aradan geçen bunca
yıldan sonra günümüz gençlerinin geriye dönüşünü anlayamadım doğrusu. Zira sahne
üzerinde bir mahkeme kurulmuş ve karar da önceden verilmiş gibiydi. Seyirciye
'tarafını seç' denmiyor 'tarafımı tut' deniyor sanki. Oyundaki 'baba kız', 'ağabey
ve kız kardeş' olmuş. İki yaşlının istasyon kapanmasın diye yaptıkları eylem,
oyunda açılan bir 'Diren Tren' pankartı
ile amacından sapmış. İki kız arasında tutuşan cinsel alev, tekstteki anlamını
kaybetmiş gereksiz bir sahne cesareti olarak duruyor. Paralel gelişen sahnelerde
sözü olmayan ikili 'açıkta' kalıyor. Söz
tekrar onlara gelene kadar tedirgin
bekliyorlar. Işıkla mekân yaratma hiç yok. Sahnenin arka duvarında sarkıtılmış
arada bir aydınlatması çoğalan ve azalan
ampullerin anlamı meçhul. Yangın sahnesinde
demir iskelenin üstüne kırmızı spotlardan düşen ışık hiç bir efekt yaratmıyor. Elden ele geçen yanmayan ama yanmış gibi
yapılan molotofun istasyonu yakması seyircinin hayâline bırakılmış bir epik(?)
anlatım. Ağızdan, bedenden, ellerden çıkarılan ya da bir yerlere vurarak
çıkarılan seslerle anlatmaya ; yerde zıplatılan yer fırçasından ses yaratmaya
çalışmış. (Gençler '70'li yıllarda Ferhat ile Şirin'de çekiç ve murç ile yapılan müziği hatırlamıyor
tabii.) Ekip Tiyatrosu, tiyatronun en basit halini kullanmak istemiş. Yâni çok
şey isteyen en zoru seçmiş. Ortaya çıkan ise yanımda oturan seyircilerin dediği
gibi 'amatör'lerin oynadığı bir 'müsamere'
olmuş.
'Bazı oyunlar bekler bazı yaşları' diyeceğim Behçet
Necatigil'i anarak. Ekip Tiyatrosu'nun 'Avrupa'sı, meselelere tam da hâkim
olmayan bir topluluğun 'ben yaptım oldu'su. "Baba yaşında oyuncumuz yok,
bulduğumuz genç oyuncu 'ağabey' olsun" değişikliği böyle bir anlayışın ürünü. "İstasyon
binasını soyut yapalım bize de uysun. Hatta astığımız pankarta 'Diren Tren'
yazalım 'Gezi'ye de -uysa da uymasa da-selam çakalım." Bence Ekip
Tiyatrosu'nun 'Avrupa'sı, sahnede dolaşılarak icra edilen, ezberlenmiş bir
okuma tiyatrosu. Oyunun özgün hâline hâkim değilseniz ondan yapacağınız
uyarlama da sırıtır, sırıtıyor da.
Oyunculuklar ise 'amatör'
düzeyde kalmış. Sahnedeki sekiz oyuncu da her rolü oynayamayacaklarının farkına
varmalı. 'Avrupa' onlara göre bir oyun değil. Bazısı için de tiyatro uygun bir
meslek değil. Yol yakınken başka iş bulmalılar.
Ekip Tiyatrosu'nun 'Avrupa'sı 'alternatif' mekânlarda yapılan tiyatroların ortak
kusur ve hatalarının aynası olmuş. Öncelikle iyi bir metin incelemesi yok. Ekip
olarak çalışılıyor ama ekipte gereken parçalar eksik. Buna katılım ve birikim
eksikliği dersem çok yanlış yapmış olmam. 'Olması gereken' değil 'olduğu kadar'la idare etmek, genel bir yol
olmaya başladı. Kadrolar yeterli değil. Örneğin bu oyunda 'baba' olacak yaşta
oyuncu yerine, eldeki oyuncuya göre tekstteki karakteri değiştirmek bir çözüm
diye seçilebiliyor. Elbette maddi
olanaksızlıklar, sabit sahne olmayışı vb pek çok neden sınırları belirliyor. Ancak
kadroların sadece gençlerden oluşması ya oyun seçimlerini kısıtlıyor ya da
'Avrupa'da gördüğümüz gibi anlamsız değişikliklere neden oluyor. Gençler
tecrübeli tiyatrocularla birlikte çalışmalı ki hem doğru kadrolar kurulabilsin
hem de nesillerden nesillere 'tiyatro geçsin'. Salona gelen seyirciyi hayâl
kırıklığına uğratmak tiyatroya zarar veriyor. Seyrettiğim akşam salonu
çoğunluğu öğrenciden oluşan bir seyirci doldurmuştu. Öğrencilerden öğrendiğim
kadarıyla üniversitede aldıkları bir dersin 'ödev'i imiş bu oyunu seyretmek.
'Avrupa' bundan ötesini hak eden bir metin. İyi anlatılabilse içinden
geçtiğimiz çöl içinde serap olur(du).
Şunu da düşünmeden edemiyorum. David Greig 'Avrupa'yı
yazdığında 25 yaşındaymış. Böyle bir oyunu yazabilecek o yaşta yerli oyun
yazarı bizde yok. Tiyatro yoluyla bir meseleyi tartışmaya açmak, 'gideni ve
geleni görmek' iyi bir birikim istiyor. Bunun nedenleri bizi başka bir tartışmaya
götürür. Yazar, ülkenin kültürel havasının, eğitim sisteminin, demokratik
ikliminin bir ürünü değil mi? Tiyatroyu
sevmeseniz bile bu soru üzerinde düşünmeniz gerekir. Tiyatro ile ilgilenirseniz
eminim ki tiyatronun açtığı ufuk, ülke ile ilgili gerçekleri görmenize yardımcı
olur.
David Greig'in simgelerle ördüğü 'kazağı' Ekip Tiyatrosu 'alternatif
denen' makasla kesmiş. Keşke kazakta bir ip ucu bulup sardığı yünden bir yumak yapmış
olsaydı. Ya da yumak yapabilecekleri bir kazağı seçmiş olsaydı. 'Avrupa'
metaforu bizim için olağanüstü bir ufuk veriyor çünkü. 'İyi o halde, peki şimdi ne yapacağız?' dedikten sonra bu oyunu bu
hâle getirmemek gerekirdi.
Melih Anık
Yazımda yararlandığım eserler:
'The Theatre of David Greig' Clare Wallace-
Bloomsbury
Avrupa oyun teksti
Oyunun Künyesi:
YAZAN: David Greig ÇEVİREN: Hakan Silahsızoğlu YÖNETEN: Cem Uslu SAHNE ve KOSTÜM TASARIMI: Başak Özdoğan IŞIK TASARIMI: İsmail Sağır ASİSTANLAR: Birnil Sarıkaş, Yaprak Yılmaz, Uğur Ulusoy GÖRSEL: Onat Esenman FOTOĞRAFLAR: Burak Bulut Yıldırım © Burak Bulut Fotoğraf Atölyesi
OYNAYANLAR: Simel Aksünger, Ömer Fırat Köker, Bora Pak, İsmail Sağır, Mehmet Solmaz, Cihat Süvarioğlu, Ayşegül Uraz, Hakan Emre Ünal.
en azından birşey yapmayı denemişler. bu da birşey.
YanıtlaSil