Çandarlı’da olmanın güzelliklerinden biri İzmir’e yakın
olmak. Diğer bir güzelliği ise İzmir’den Çandarlı’ya sığınabilmek. Kış
aylarında hafta sonları İzmir plakalı araçların Çandarlı’da çoğalmasından
anlıyordum bunu. Sanırım İzmirliler ne İzmir’siz ne de İzmir’le yapabiliyor.
Biz de Ali Poyrazoğlu’nun yöneteceği Carmen’i izlemek için aldığımız daveti,
İzmir’e yakın olmamızın bir şans olduğunu düşünerek heyecanla kabul ettik.
İzmir’de çok güzel iki gün geçirdik. Çok güzel bir gösteri izledik. Ama bir
süredir inzivada yaşamamızdan olacak Çandarlı’ya dönüş yolunda kalabalıktan
kaçmanın keyfini yaşadık. İzmir’e giderken de dönerken de keyifliydik yâni. Çandarlı’ya
yanımızda Ali Poyrazoğlu’nun yönettiği Carmen’den anıları taşımanın zenginliği
ile döndük. Bu yazı Ali Poyrazoğlu ve Olten Filarmoni Orkestrası üzerine.
Her şeyden önce İzmir’de Olten Filarmoni Orkestrası ile
Olten Quartet’i kuran ayrıca bir de sanat okulu açan ve sanatçı gençlere istihdam
sağlayıp onlara kendilerini ifade edebilecekleri bir platform oluşturan Fatma
ve Ceyhan Olten’e sanatsever olarak teşekkür borçluyuz. Ben Carmen
kitapçığından aldığım şu satırlarda Ceyhan Olten’in ifadelerine aynen
katılıyorum:
‘Bu günlerde en çok ihtiyacımız olan şeyin zerafet olduğu düşüncesi ile çıkmıştık yola. Zerafetin aklın ve duyguların birlikteliğinden doğduğu ve en önemli kaynağının da sanatçı olduğu bilinci ile. Sanat ile ilgilenmek ve onun evrensel dilini anlamaya çalışmak nesne olmak ile kendimiz olmak arasında bir seçimi zorunlu kılar. Ve ancak kendisi olmayı seçenler, düşünebilir. Düşünebilenler sorgulayabilir. Sorgulayabilenler farkına varabilirler. Farkına varabilenler kavrayabilirler. Kavrayabilenler kendi bireyselliğini evrendeki doğru yerine koyabilirler.’
Ceyhan Olten’in ifadelerinde anlamını bulan bu düşüncelerin ışığında Ali Poyrazoğlu’nu izlemek de çok yerinde bir buluşma oldu. Carmen’i yeni bir zarf içinde sunan ve -salonu dolduran 1200 kişinin coşkulu alkışlarından hissettiğimiz- seyircisine büyük bir keyf yaşatan Ali Poyrazoğlu,
Ceyhan Olten’in ifade ettiği ‘kendisi olmayı’ becerebilmiş pek az sanatçıdan biri.
Ali Poyrazoğlu ile sohbet etme ve sokakta kısa bir mesafeyi birlikte yürüme fırsatı bulduğum için yazımın içinde sadece sahnede gördüklerim, duyduklarım değil onunla yaptığım sohbetten ve sokaktan edindiğim izlenimler olacak.
Ali Poyrazoğlu’nun pek çok apoleti var : Devlet Sanatçısı, Unicef İyiniyet Elçisi, Tiyatro Yapımcıları Derneği Başkanı, oyuncu, üniversite hocası, yönetim koçu, yazar ve yönetmen ve de orkestra şefi. Ayrıca 12 yıl Gölgede Muhabbet isimli bir radyo ‘talkshow’ yaptı. (Ben dinledim. Programda yaptığı bazı yemek tariflerini evde denedik.) TV dizilerinde, sinema filmlerinde oynadı. Pek çok oyuncu yetiştirdi. İki yabancı dil konuşuyor, daha da önemlisi iki yabancı dilde oyun oynayabiliyor. Bunun ne demek olduğunu tiyatrocular anlar umarım. Ben yabancı bir dilde oyun oynamanın güçlüğünden bahsedince bana dedi ki ‘Rolün iç sesini o yabancı dilde içselleştiremezsen dilinden çıkan replik yaşamaz. Onun için önce onu çözeceksin.’ Anladım ki Ali Poyrazoğlu sadece tiyatroda değil sigortacılara sigorta, finansçılara finans konusunda eğitim verirken de aynı yöntemi kullanıyor. Önce o konuları içselleştiriyor, iç sesini eğitiyor. Onu dinleyenlerin onun peşine takılmasının sırrı bunda sanırım. Tiyatrocu Ali Poyrazoğlu’nu tiyatroculardan ayıran (ve belki de bazılarının damarına dokunan) tüm bu özellikleri. Bu kadar farklı alanda başarılı işler yapması, Ali Poyrazoğlu’nun kendi içinden çıkabilecek ne varsa yapma arzusundan; gösteride Hz.Muhammed’in bir hadisini (‘İki günü aynı olan ziyandadır’) tekrarlayarak belirttiği gibi iki günü birbirinden farklı yapmak için ve onun ifadesini aynen kullanıyorum , ‘meşk eder gibi’ yaşamaktan kaynaklanıyor.
Günümüzde
‘meşk etmek’ birlikte şarkı söylemek, nostaljiye bulanmış eğlence olarak
anlaşılıyor. Aslında ‘meşk’ özel olarak
bir sanatın eğitimi anlamına geliyor; esas olarak tekrar-taklit ve usta-çırak
ilişkisi üzerine kurulu. Genellikle müzik eğitimine yönelik olarak kullanılmış.
Ancak temelinde ortak bir aidiyet duygusu yaratması ve estetik ve de toplumsal
bir harç görevi, ‘meşk etme’nin anlamını derinleştiriyor. ‘Meşk’in etkisi
öğrencinin şevkine, sebatına, inadına, feragatine yâni ‘aşk’ına bağlı. ‘Aşk
olmadan meşk olmaz’ oradan geliyor.
Ali
Poyrazoğlu’nun ‘var’ olmasının(kendini var etmesinin) nedeni bir öğrenci gibi
sarıldığı şevk, sebat, inat, feragat duygularında yatıyor. Yoksa birbirinden
farklı işleri nasıl başarabilirdi ki! Seyirci de ondaki bu özelliklere -adını
koyamadan- değer veriyor olmalı ki sokakta karşılaştığımız herkes onu görünce
sevgi ve saygı ile selamlıyor, laf atıyor, konuşmak, birlikte fotoğraf
çektirmek istiyor. Ali Poyrazoğlu gösterilerinin biletleri hemen tükeniyor.
Ali
Poyrazoğlu’nun Olten Filarmoni Orkestrası’nı yönetirken sunduğu Carmen
gösterisi(Asi Kuş isimli tek kişilik gösterisinden izler taşıyor)
Poyrazoğlu’nun Carmen operasındaki Habanera- “L'amour est un oiseau
rebelle” isimli aryada ‘yakaladığı’ bir ifadeden doğmuş. O da şu:
‘Aşk vahşi(asi) bir kuşa benzer
Ehlileştirmeyi deneyen
Pişman olur
Çağırman boşuna
Eğer istemiyorsa
Gelmez
Ehlileştirmeyi deneyen
Pişman olur
Çağırman boşuna
Eğer istemiyorsa
Gelmez
Bir şey istenemez tehdit veya ricayla
Ne tatlı sözler yardım eder,ne de hışım
Kalan her şey boştur
O sussa bile
Ben iyiyim
Ne tatlı sözler yardım eder,ne de hışım
Kalan her şey boştur
O sussa bile
Ben iyiyim
Evet,iyi
Evet,iyi’
Evet,iyi’
Herkes bu aryayı dinlemiştir. Ama bu aryadan anlamlı bir gösteri
yaratmak herkesin harcı değildir. Bu edebiyat, müzik, tiyatro, şiir, bilim,
yönetim bilgisinden, mitolojiden, felsefeden beslenmeyi gerektiriyor. Ali
Poyrazoğlu, gösterisine yağmur tanrısının oğlunun yüzünü güldüren sanatın
doğuşunu anlatarak başladı; Carmen’den seçtiği altı parçayı, Bizet ve Carmen’in hikâyesi ile harman ederek, seyirci ile edindiği bunca
yıllık tecrübeden kaynaklanan bir ustalıkla eğlenceli, sıcak ve samimi bir
gösteri oluşturdu; seyircinin kendi içine bakmasını, kendini iyi hissetmesini; ‘iki
kişilik devrimin’ devrimcilerinden biri olma heyecanı ile Kongo’dan habaneraya geçen geniş bir yelpazenin kanatlarında salondan çıkmasını sağladı.
Ali Poyrazoğlu’nun anlatımıyla Carmen’in kuklasına âşık olmuş Vartan’ın
hikâyesi geleneksel tiyatromuzun özelliklerini taşıyan modern meddah tadındaydı.
Carmen’in melodilerine tutunarak kendimizi bıraktığımız engin maviliklerde son
zamanlarda içimizde korkuyla
yaşattığımız ‘sanat paraşütünün iplerinin kesilme tehditlerine’ karşı, Ali
Poyrazoğlu’nun anlattığı Mustafa Kemal Paşa ile Muhlis Sabahattin’e ait bir
anekdottan umut ve güç alarak kendimizi bulutların yumuşak yatağına bıraktık.
Ali Poyrazoğlu’nu
seyrederken arada bir orkestra elemanlarını izledim. Onlar da hayranlıkla
ustayı izliyorlardı. Eminim sadece seyirciler değil onlar da kendilerini iyi
hissettiler. Aryalara koro olarak eşlik ederken bu anlaşılıyordu. Konserlerde
alışıldığı gibi sadece mezzo soprano Tuğçe Oğuzülgen, bariton Serhat Konukman
ve tenor Emrah Sözer orkestra önüne gelmedi, Ali Poyrazoğlu, Öncü Uçar(flüt),
Arın Nehir Özcan(obua), Özgecan Çetin(def)Gizem Akarsoy(arp)’un da kendi partisyonlarını
orkestra önünde icra etmelerini sağladı, genç bir müzisyene( Mehmet Birgen )
orkestrayı bir parçada yönetme şansı verdi; tüm solistleri ve başkemancı Elif
Nihal Akın’ın şahsında orkestrayı çok özel sözlerle yüreklendirdi. Sanırım onlar
da Ali Poyrazoğlu’nu unutmayacaklardır. Biz de bu ‘genç’ orkestrayı ve
solistleri tanımış olmaktan çok memnun kaldık.
Gösteri sonunda Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi’nden
çıktığımız serin bir Kasım akşamında, tek kalmış kanatlarını birbirine
sarılarak çift kanat yapmış bedenlerin uçuşan
gölgelerini gördüm sanki. Belki de biz
eşimle öyleydik o yüzden etrafımızı da öyle gördüm ya da hayâl ettim kim
bilir?
Melih Anık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder