Ben bir Mrozek-severim. Sevgim, 1973 yılında Boğaziçi
Üniversitesi Oyuncuları’nda(büo) oynadığım
Açık Denizde isimli oyundaki Ortanca rolü ile başlıyor. O yıllarda büo,
Mrozek’in Tango’sunu da sahnelemişti. ’60’lı
yıllarda yazılmış iki oyunun ‘70’li yıllarda büo tarafından sahnelenmiş olmasını önemli buluyorum.
Bu yıl İstanbul’da Mrozek’in iki oyunu sahnelendi, Terzi ve
Parti. İkisini de seyrettim. Bu yazı Parti üzerine ama Mrozek ile ilgili
düşüncelerimden Terzi ile ilgili de ne düşündüğüm ortaya çıkacaktır.
Mrozek oyunları ‘absurd’ türü içine dahil edilmiş. Beckett,
Ionesco da ‘absurd’ ama Mrozek farklı. Parti’yi yazmadan önce araştırırken bir
makale buldum. Mrozek’in tiyatrosunu o makaleden yararlanarak özetliyorum.
Mrozek’in diğerlerinden farkını anlamak için şu üç başlığa
bakmak gerektiğini söylüyor makale.
1.Oyun karakter(ler)inin ‘global’ ve ulusal
nitelikleri.
2.Yazarların kullandıkları avangart ve
geleneksel araçlar.
3.Sosyo-politik eleştiri ve dünya vizyonunun
ortaya konulması için ‘absurd’un kullanılışı.
Mrozek Polonyaya ait mitleri ve tarihi kullanır, mirası öne
çıkarır. Mrozek tiyatrosu ulusal kültür ve edebî miras üzerine kuruludur. Hem
biçim hem de motiflere bağlılığı açıkça görülür. Kendinden önceki yazarlardan
alıntılar yapar onları değiştirir sunar. Kahramanın ülkenin özgürlüğü ve
iyiliği için kendini feda etmesi grotesk bir biçimde en çok kullandığı
motiflerden biridir. Genel olarak Mrozek tiyatrosunun gelenek ile avangartın
karışımı olduğu söylenebilir. Karakterleri
size uzak gelmez. Sanki her şey
olabilirmiş gibidir. Mrozek’in ‘absurd’lüğü mantıksal yapılarla oynamasından ve
fasit daireler içinde gezinmesinden gelir; dışavurumcudur ve içinde ‘sürrealizm’i
bulursunuz. Açık metaforlar kullanır. Soyutlamalar, entelektüel ve komik
unsurlar vurgulanır. Mrozek seyircisi sahnede kendini, sosyal ve politik
yapısını bulur ve anlar. Fars trajedinin
yerini almıştır artık. Mrozek’in kötümserliği diğerlerininkine benzemez. Umut
ışığı sızar bir yerlerden. Onun insanı her şeye rağmen hayata ve yaşamaya
bağlıdır. Kuşku duyar ama ilerlemenin mümkün olduğundan da vazgeçmez. Mrozek,
sosyal ve politik oldu bittilere karşıdır. Kurumlara, bürokrasiye, dogmalara
sataşır. İnsanlığın önündeki insan eliyle konulmuş sınırları reddeder. Ionesco
demiş ki: ’İdeoloji ile gerçek arasındaki
fark ‘absurd’un nedenidir’ Makalenin
son cümlesi şu: ‘Mrozek pratik saçmalık
ile uğraştı, ulusal mirasına inandı ve hep rasyonel oldu.’ Bu son cümlenin açılması
gerektiğini düşünüyorum.
Bilindiği gibi ‘rasyonel- rational’ ‘akla uygun olan’
demek. Mrozek’in oyunlarında ben hep bu
özelliğe dikkat ettim, önem verdim. ‘Akla uygun olan’dan ‘absurd’ nasıl doğuyor
diye de merak ettim. Okuduğum bir kitap bu konuda bana yardım etti. Kitabı
yazan, insan davranışları üzerinde dünya çapında bir profesör, Dan Ariely.
Türkçeye çevrilmiş olan kitabının ismi ‘Akıldışı Ama Öngörülebilir’ Ariely kitabında, yaptığı pek çok deneyden
bahseder ve insan hayatında alınan kararların çok da akla uygun olmadığını
kanıtlar. Kararlarımızı nasıl aldığımız ‘akıldışı’ görünür ama ‘öngörülmesi’ tuhaf gelmez. Hatta giderek ‘akıldışılığın’ akla
uygun kabul edilmeye başlandığı iddia
edilebilir. Bu konuda en belirgin örnek ‘plasebo’lardır. İnandırarak tedavi yöntemi de diyebiliriz.
Tedavi gücü olmayan bir ilacı inandırdığınız hastaları tedavi etmekte kullanmak
yâni. Yada bir liralık ilacın 1 kuruşluk
olana göre daha iyi tedavi etmesi inancı. Beklentileri kullanarak insanların
yönlendirilmesi ve daha pek çok örnekle Ariely ‘kararlarımızı biçimlendiren gizli kuvvetlerden’ bahseder. Meselâ işini iyi yaptığı için bir yöneticiye
çok yüksek ücret verilmesi onun işini kötü yapması ile sonuçlanır. Dışarıdan bakan için aptalca görünen o fasit daire yada içine girenlerin
çıkamadığı girdap bence ‘absurd’un annesidir. Matthijs van Boxsel ‘Aptallık
Ansiklopedisi’ isimli kitabında şöyle diyor:
‘Aptallık varoluşumuzun mistik
temelini oluşturmaktadır. Aptallık insanı, zekâsını geliştirmeye zorlar’ ‘Gerekçeler bizi kuralların akıllılığı veya
aptallığı konusunda ikna edebilir. Aptallık otomatik bir tepki meselesidir
.’ Boétie’den bir alıntı paylaşır: ‘Halk
sonradan inanacağı saçmalıkları kendi uydurur’ Bence işin özü ise şudur ‘Kimse kendi aptallığını anlayacak kadar
akıllı değildir’ ‘Aptal kişi teori
ile pratik arasında bağlantı kuramaz’ Aptallığın komik biçimi farstır. Fars
ise zamanımızın trajedisidir ki bizi ‘absurd’e götürür.
Ben ‘absurd’u
‘yaratıcı aptallığın’, ‘akıllı akıldışılığın’ meyvası olarak görüyorum. Bu
hususta Mrozek aklıma en yatan yazarlardan biridir. Oyunlarında da her şeyin akla uygun olmasını
seyircinin akıldışılığı(nı) kendinin ayıklamasını isterim. Ne kadar doğal
oynarsanız Mrozek’in ‘absurd’lüğü o kadar ortaya çıkar.
Parti oyunu, metinde seslerini dışarıdan duyduğumuz üç
kişinin mekânın kapısını devirerek içeri girmesi ile başlar. Başlarında farklı
renklerde peruklar vardır. Bu onların eğlenti anlayışlarını yansıtır. Dışarıda
bırakıldıklarını düşündükleri bir eğlentiye katılmak istemişlerdir. İçeride kimse yoktur. Ortada on iki kişilik bir masa vardır. Bir
süre sonra tereddüte düşerler bu bir parti mi yoksa cenaze töreni midir?
Dolaplardan kilise tiyatrosuna ait olduğunu sandıkları nesnelerle
‘eğlenirler’. Biri kendini asmak ister.
Üç kişiden ikisi üçüncüye karşı birleşir. Uzaklardan bir müzik sesi duyarak
oraya doğru yönlenirken oyun sona erer. Oyunda Mrozek tiyatrosunun temellerini
hatta tekrarlarını görürüz.
Entropi, oyunu kendine göre yorumlarken Mrozek’in ama esas
olarak metnin özellikleri de kaybolmuş. Bu durumda Mrozek’ten yola çıkan
sahnelemenin ne demek istediğine bakmamız gerekir. Ben metni bilen bir seyirci
olarak kayboldum. Aklım hep esas metne gitti yapılanları anlamlandırmaya
çalıştım ama sahne metnini maalesef anlamayı beceremedim. Oyunun seyircileri
biz üç kişi hariç 30 yaş altı gençlerden oluşuyordu. Oyunun bir müzik barda sahneleniyor olmasını
ilginç buldum ama Mrozek’i ve metni hiç bilmeyen biri ‘üç komik adam sahneye
çıktı, oyun sonunda da güzel bir konser
vardı’dan(Luxus) öte ne söyleyebilirdi? Oyun sonunun başı ile bağlanarak bir
fasit daire çizdiği, oyundaki on iki
kişilik masanın Hz.İsa’nın son yemek masası olduğu anlaşılmış mıdır acaba? 12
kişilik masanın bar masa ve sandalyelerinden oluşturulmasının anlamı neydi? Hristiyanlıkta düğün ve cenaze törenlerinin
birbirine benziyor olmasından anlaşılması gereken nedir? Başta nasıl da güzel
müzik icra eden üç genç daha sonra ellerine kırık gitarı alıp neden müzik
yapamadı, hem de sahnede daha önce çaldıkları enstrümanlar sapasağlam dururken?
Kilise tiyatrosu ile anlatılmak istenen neydi?
Üç oyuncu yüzlerine fener
tuttukları insanların orada olmadıklarını söyledikleri halde neden hep seyirci karşısında dizilip ve seyirciye
bir şey anlatmaya çalışır gibi oynadı? Oyun saati 20:30 olduğu halde oyun 21’de
başlayana kadar dinlediğimiz müzik bizi neye hazırladı? Ben öncelikle ‘içerisi
ve dışarısı’ konusuna takıldım. Seyirci olarak ben neredeyim? Böyle bir mekânda oyun sahnelenirken ister
istemez düzene de bakıyorsunuz. Öndeki beyaz protokol sandalyelerinin bir
anlamı varsa ne? Oyuncular giymiş olsalar onların başındaki peruk ile sonradan
çıkan peruk arasında bir ilgi olacaktı. Ama oyuncular peruklu değil. Oyun sonunda orkestra sahneye girip ilk şarkısını
söyleyene kadar oyuncular sahnenin bir kenarında neden poz verdi? Ben evirip
çevirip sözü Mrozek tiyatrosu çerçevesinde anlamlandırmaya çalışıyorum.
Benim Mrozek tiyatrosunda önemli bulduğum bir husus da yerelden 'global'e doğru gidiştir. Polonya'dan çıkan bir oyun yazarı, kendi kültür ve geleneklerinden dünya tiyatrosuna eklemlenen bir 'özel' bir tiyatroyu kurmuştur. Mrozek'i konuşurken bu hususun unutulmamasını; bizim genç yazarlarımıza örnek ve öncü olması gerektiğini dikkatlere sunuyorum. Enropi'nin Parti'sini seyrederken sahne metninde Mrozek'in yerelliğinin karşılıklarını bulunsun, yerel dokunuşlar yapılsın istedim.
Üç oyuncuyu (Burak Acar, Erkan Baylav, Korhan Karabal) daha önce
tv dizilerinde görmüş gibiyim. Oyun boyunca seyirci arasında birilerini
aradılar. Yorum mu bunu gerektirdi anlamadım. Bana ‘yaptığımız beğeniliyor mu?’ izlenimi bıraktı. Oyuncu olarak kumaşları
iyi.
Maskların(Elif Tandoğan) daha yerel hatırlatmalar yapması ve daha büyük olması iyi olurdu. Dekor tasarımlarını beğendiğim Başak Özdoğan’ın
bu oyundaki kostüm tasarımları bana ‘olduğu
kadar’ geldi. İllüstrasyon(Furkan Nuka Birgün) önündeki engeller nedeniyle pek
anlaşılamadı. Olmasaydı da olurdu. Karikatüre(Cihan Ceylan) bir daha bir daha
baktım , düşüncem, 'olması gerekli mi?' oldu. Çağatay Kadı’nın ismi ‘Kompozitör’
diye yazılmış. Ben bir ‘kompozisyon’ görmedim.
‘Ben Feuerbach’ rejisini beğendiğim ve zaplarken tv’de oyunculuğuna
takılı kaldığım Yurdaer Okur’un Parti
rejisi biraz aceleye gelmiş gibi geldi bana. Belki de ben bu sahneleme için fazla yaşlıyım. Ben bu oyunu genç bir
yazardan okumak isterim.
Melih Anık
Not: Oyun sonunda her
gösteri gecesi farklı bir orkestra konser veriyor. Benim seyrettiğim gece Luxus
isimli topluluk vardı. Ben bu tür yüksek sesli mekânların insanı olmadığım için
ilk şarkının sonunda salondan çıktım. Ama tiyatro oyununun bir konser ile
bağlanmasını gençler için olumlu
bulduğumu söylemeliyim. Konser için gelen gençler, tiyatroyu sever bakarsınız.
İlgi:
‘Slawomir Mrozek’s Theatre of The Absurd’ Regina Grol-Prokopczyk- The Polish Review
‘Akıldışı Ama Öngörülebilir’ Dan Ariely - Optimist Yayım Dağıtım
‘Aptallık Ansiklopedisi’ Matthijs Van Boxsel – Ayrıntı Yayınları
Merhaba,
YanıtlaSilNe Melih Anık tiyatromuzu, ne tiyatromuz Melih Anık'ı hak ediyor. Tiyatromuz, gerçek anlamda bir tiyatro sanatı olursa, işte o zaman, Melih Anık'ın hakkı Melih Anık'a verilecektir!...
Bulunmaz