İBBŞT’nun yeni Genel Sanat Yönetmeni Erhan Bey(İBBŞT) repertuarının eserlerinden
biri Ali Berktay’ın Kerbelâ isimli eseri oldu.
Ali Berktay bu oyunu ile Bakırköy Belediyesi tarafından düzenlenen 1996
yılı II.Yunus Emre Özgün ve Uyarlama Oyun Yazma Yarışması’nda ‘Özgün Oyun Büyük
Ödülü’nü almış. Kerbelâ 2009 yılında Ayşe Emel Mesci rejisiyle Ankara Devlet
Tiyatrosu tarafından sahnelenmiş yaklaşık beş yıldır sahnede. Oyun 2009 yılından bu yana çeşitli yıllarda
değişik kategorilerde Sanat Kurumu, Sadri Alışık, İsmet Küntay, Lions ve
Türkiye Yazarlar Birliği tarafından ödüllendirilmiş.
Oyunun geçirdiği evreleri hatırlatmak isterim.
Emel Mesci şöyle anlatmış: ‘1994’te sevgili derviş dostlarım Mustafa ve Kemal’in önüme Fuzuli’nin
Hadikatü’s-Süeda (“Saadete Ermişlerin Bahçesi”) adlı dev eserini koymalarıyla
başladı her şey. Beni Kocamustafapaşa’daki Sümbül Efendi Camii’nde bulunduğu
söylenen Fatma ve Sakine’nin, yani Hz.Hüseyin’in kızlarının mezarına
götürmeleriyle devam etti. Mustafa ile Kemal nasıl bana gelip ‘Sen Kerbelâ’yı
yapmalısın’ dedilerse, ben de Ali Berktay’a ‘Sen Kerbelâ’yı yazmalısın’ dedim.”
Bu noktada bir parantez açıyorum. Emel Mesci ve Ali Berktay
siyasal duruşları bilinen ve siyasi görüşleri nedeniyle iktidarların gadrine
uğramış kişiler. Bu aileden gelen bir duruş ve kendilerinden sonraki nesillere
de geçmiş. Onların kişiliğinde üstünde yaşadığımız topraklarda, sol siyasetin din ile ilişkileri ile ilgili bir tespit
yapmak mümkün. Kerbelâ’ya duyarlık göstererek sahneye getirenlerin ‘muhafazakâr’
olmadığı kesin. (Bu sözüm ‘muhafazakârlara’)
Oyun 2009 yılında Ankara Devlet Tiyatrosu’nda Emel Mesci
rejisiyle sahnelendiğinde dönemin iktidar tarafı, oyundan çok etkilenmiş. Bu
etkilenmenin temelinde dini duyarlılık olduğu belli. O dönem ‘Alevi Açılımı’ndan
bahsediliyor. Döneme de uygun bir oyun. ‘Muhafazakâr’
olmayanların ‘muhafazakârları’ etkileyebildiği de bir gerçek olarak ortaya
çıkmış. Ya da ‘muhafazakâr’ ile ‘muhafazakâr olmayan’ aynı noktada buluşur
denilebilir(mi?)
Oyun beş yıl Ankara DT repertuarında kalmış. Çok beğenilmiş. Ben seyirci yorumlarını
okudum. Beğeninin temelinde görsel etkiyi buldum.
İBBŞT’da yeni GSY, oyunu yönetmeni ile birlikte kendi
sahnesine taşımış. Ben oyunu seyrettim. Oyun dergisinde Emel Mesci ‘Kerbelâ olayının en önemli yanlarından biri
zulme, haksızlığa, sosyal adaletsizliğe karşı her koşulda başkaldırmayı
simgelediğinden’ bahsetmiş. ’ Hatta bunu simgeleştirmek için Muaviye’ye ‘çöl
fareleri’ yerine ‘çapulcular’ dedirtmiş. Zira bu arada Gezi olayları olmuş.
1996’da yazılmış bir oyunun 20 yıllık bir süreçte farklı algılara açık olması o oyunun gücünü gösterir elbette. Bu oyun için kaydedilmesi gereken olumlu bir puan. Benin anlamadığım, aynı yönetmen aynı mizanseni kullanarak aynı oyunu neden farklı bir algıya göre düzenler? Kerbelâ yıllarca önce İBBŞT tarafından sahnelenen Evita müzikalini hatırlattı bana. Yabancılar kendi oyunlarını ihraç ettiklerinde oyunu sabitleyen belli kurallar koyuyor. Ankara’da oynanan Kerbelâ İstanbul’da şöhretini bulduğu yorumla sahnelenmeliydi, hele hele aynı yönetmen, aynı koreografi, müzik ve kostümü taşımışsa. Yönetmenin öncelikleri değişmiş mi dediniz?
2009 yılında sahneye çıkan bir oyun, açılım konusunda
görevini tamamlamış zaten. Aradan geçen beş yıl sonra bu oyunun öyle bir etki
yapmasını ben beklemiyorum. Öte yandan oyunu seyrettiğimde Ayşe Emel Mesci’nin
de açılımla çok da ilgili olmadığını
gördüm. Mesci, rejisi ile –kusura
bakmasın- ‘büyük hareketler’ yapmaya yönelik bir sahne atraksiyonu peşinde.
Maalesef ki Mesci’nin her yaptığını övme görevi olanlar ve onların etkisi ile
oyun sonunda ayağa kalkıp alkışlayanlar ile aynı fikirde değilim. Tiyatronun
‘göz boyacılığı’ yapmasından da hoşlanmıyorum.
Oyunu nasıl
yorumlamalı? Tarihi bir olayı anlatması yönünden mi, Ehl-i Beyt yönünden mi,
Sünni ve Alevi ayrımının yapaylığından dolayı mı, Alevi açılımı yönünden mi, muktedire karşı çıkan herhangi bir kahramanın
hikâyesi gibi mi, halkına ‘çapulcu’
diyen Muaviye’ye bakarak mı? Tüm bunların aynı anda yorumlanmasının mümkün olduğunu söyleyenler olacaktır elbette. Ben bu noktada ayrılıyorum.
Dokunup geçmek istediğim husus ise Aleviliğin kökenlerini
Mazda dini ile ilişkileyen anlayıştır. Ali Berktay’ın toplum algısına daha
yakın gelen bir tercihi dillendirmesini de bir not olarak belirtmek isterim.
Kerbelâ’nın ‘maktel’ türünden yola çıktığı belli. Hz.Hüseyin’in Kerbelâ’da katledilişi yeni bir edebî türün doğuşuna da kaynaklık etmiş, bu üzücü hadisenin tesiri ‘maktel’i ortaya çıkarmış. Maktel, ‘katletmek’den geliyor. Maktel 10-12 kısımdan ibaret bir edebi tür. Kerbelâ bir ön oyun,11 bölüm ve bir son sözden oluşuyor. Değişik yazarlar tarafından yazılmış pek çok Maktel-i Hüseyin var. 14.yy’da Kastamonulu Hacı Şâzi de bir Maktel-i Hüseyin yazmış. Bu eserinde mahlası Meddah’tır. Metin And, ta’ziyenin gelişmesinde meddahların büyük katkısı olduğunu söylemiş.
Kerbelâ, Turan Oflazoğlu, Shakespeare, Orhan Asena, Nâzım
Hikmet şiirselliğinden etkiler taşıyan bir metin. Metin And’ın kitabını
okuduğunuzda göreceksiniz ki yazar, oyunun tretmanında And’ın yazdıklarının
etkisi altında. Yönetmen de aynı
kaynaktan beslenmiş gibi duruyor. Mayıs 2010’da düzenlenen Kerbelâ
Sempozyumu’ndaki bildirileri okursanız Metin And’ın
bir bilim adamı titizliğinde konuyu araştırdığını anlarsınız. Zaten o bildirilerde de Metin And’ın eserine
atıf yapılmaktadır.
Ali Berktay oyunun ta’ziye biçiminin sahne düzeni
öngörülerek yazıldığını belirtiyor. Ta’ziye oyunlarının bir özelliği olan ‘tac-nüma’
yı da ayrıca tarif ediyor: ‘Bir podesten
oluşan sahnenin gerisinde ayrı bir yükselti. Tacnüma’nın hem altı hem üstü ayrı
sahneler açacak şekilde kullanılmalıdır’ Metin And ‘Tac-nüma denilen kapalı bir yerde oyuncular hazırlıklarını yapardı’
demiş. Emel Mesci, podesti sahne
gerisinde devamlı görünür yapmak yerine yanılsamacı tiyatro gereği inen çıkan perdelerle gösterip saklamış. Bu kullanılışta tac-nüma ne
Metin And’ın ne de Ali Berktay’ın tanımlarına uyuyor. Emel Mesci, oyunu hazırlarken Metin And’dan
belge ve bilgi aldığını söylemiş. Ali Berktay’ın metninde de Metin And’ın
tesiri olduğu çok açık. Ancak sahnede Metin And’ı çok da dinlememişler gibi
görünüyor. Zira And’ın tarif ettiği ta’ziye göstermeci olan bir oyun türü. Emel
Mesci ise oyunu dramatik hatta arabesk hâle getirerek büyük hareketlerle, seyirciyi
duygusal olarak etkilemeyi tercih etmiş.
Oyundaki en belirgin göstermeci nitelikli öğe, üç oyuncunun oluşturduğu ağaç. Ama
o da çöldeki ağaç kadar yalnız(bence komik) kalıyor sahnede.
Yönetmen, her zaman yaptığı
gibi sahneye onlarca hareket koymuş. Metinden sahneye geçerken
koronun anlattıkları görselleştirilmeye çalışılmış. Bu oyunun
akışını kesiyor, tempoyu ağırlaştırıyor.
Örneğin İbni Mülcem’in bir kadına tutulmuş olması nedeniyle Hz.Ali’yi
öldürmesi koro tarafından anlatılıyorken sahnede o kadın ile Mülcem arasındaki ilişki
gösteriliyor. Koro söylese ‘tevatür’
olacakken, gösterildiği için ‘olay’ oluyor. Hz.Ali’nin cenazesinin sahneye
getirilmesi, o sırada sahne gerisinde bir gölgenin belirmesi, Hasan ile Hüseyin’in cenaze başındaki
konuşmaları ve lazer ışıklı sahne de Mesci’nin bir atraksiyonu. Sandukayı dört
kişiyle sahneye getirip iki kişiyle çıkarması da arada fikir değiştirdiğini gösteriyor. Gölge
ile yansıtılan ‘meçhul yabancı ‘ Mesci trüklerinden biri. Aynı zihniyet
savaş sahnelerinde de yaşanmış. Mesci
illa göstermek istemiş. Önden geriye
giden 'kahraman', üç-beş kişilik ordunun(?) içine dalıyor iki kılıç
sallayıp yaralanıyor, düşüp de ölmek için bir kadın kucağı arıyor. Koroyu bir meddah gibi görmek yerine Mesci geleneksel olan meddah ile Yunan tragedya korosu arasında sıkışmış kalmış sonunda koroyu bir tragedya korosu gibi kullanmak istemiş. Kiliselerdeki heykeller
genellikle bireysel ayrıntıları ile dikkatinizi çeker. Minyatürlerde ise toplu
görünüşler vardır. Mesci’nin korosu, verdikleri pozlarla kiliselerdeki heykelleri hatırlatıyor. Mesci bence bu oyuna
çok uyacak minyatürlerin naifliği ile kilise heykelleri arasında kalmış. Sanki madrigal korolarının ihtişamı sahneye
taşınmak istenmiş. Müzik de madrigal koro ile saz arasında kalmış. Bir tarafta
semah diğer tarafta Batı müziği görünümlü Türk Sanat Müziği makam tınısını çağrıştıran bir kakofoni. Arya ile
ağıt arasında kalmış bir müzik.
Sanıyorum Metin And’dan alınan bilgiye dayanarak Fuzuli’ye
mal edilen ‘Hadîkatü’s-Süedâ’ İran yazarı Hüseyin Vaiz Kâşifî’nin Ravzatü’ş-Şüheda’sının
Fuzuli tarafından yapılmış Türkçeye çevirisidir.
(FUZÛLÎ’NİN HADİKATÜ’S-SÜEDA ADLI ESERİNDEKİ MANZUM KISIMLAR ÜZERİNE-Ataemi
MİRZAYEV) Böyle bir eser dururken Emel Mesci’nin oyuna, Fuzuli’nin bir başka
Gazeli’ni yerleştirmesi de Mesci’nin ‘etkileme’ gayretinden kaynaklanıyor. (‘Beni
candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı-Felekler yandı âhımdan murâdım şem'i
yanmaz mı ‘)
Muaviye’nin ölümü sahnesinde Yezid ve devlet adamlarının
oyunculuğu ile Ömer, Şimr, Abdullah’lı sahnelerdeki
oyunculuklar bana Malkoçoğlu
filmlerindeki saray sahnelerini hatırlattı. Güleyim mi ağlayayım mı bilemedim.
Şunu açıkça söylemeliyim ki Kerbelâ, seyircinin duygularını sömüren ağdalandırılmış bir oyun. Oyunda ne
yaptığını yazmak kolay da asıl maharet sahnede
yapabilmek. Yazıyı okuyup sahnede her gördüğüne bir temel yaratmak kolay. Ben
sahneye bakıyorum.
Kostüm tasarımını beğendim. Yazılı rolü olan ve çoğunu
tanıdığım oyuncuların ise Emel Mesci tarafından belli bir şekilde oynamaya ikna
edildiğini(!) düşünüyorum. Ben o
oyuncuların rahat bırakıldıkları takdirde daha iyi rol analizi yapacaklarını
düşünüyorum.
İslam tarihinin
olduğu kadar insanlık tarihinin de en elim hadiselerinden biri olan Kerbelâ Hadisesi’ni yazımda anlatmadım. Eminim
ki bu coğrafyanın insanları konuyu çok iyi biliyor. Oyunun amacı tarihi bir hadiseyi
anlatmaktan ibaret değildir herhalde. Belli bir disiplin ve de iyi niyet ile
yazılmış bence fazla uzun bir oyunun sahnelenmesine, tiyatro gözlüğü ile bakmaya
çalıştım. Gördüğüm bana oportünist geldi.
Ayaklara fırlayan ve coşkun alkışlarını esirgemeyen seyirci
ile bugüne kadar aldığı ödüllerle çok beğenildiği kanıtlanmış bir oyundan benim mahzun çıkmam bir
şeyi göstermez. Jüriler Kerbelâ’yı gene
listelere sokacaktır. Ben jürilerle
çoğunlukla aynı fikirde olamıyorum zaten. Ödüller benim fikrimi değiştirmeyecektir.
Melih Anık
KERBELÂ Künye (İBBŞT
internet sayfasından)
Yazan : ALİ BERKTAY
Yöneten : AYŞE EMEL MESCİ
Sahne Tasarımı : CEM YILMAZER
Kostüm Tasarımı :
HALE EREN
Işık Tasarımı : CEM YILMAZER
Müzik : TAHSIN İNCİRCİ
Efekt - SES DÜZENİ :
METİN KÜÇÜKYILMAZ
Yönetmen Yardımcısı :
CEM BAZA, CEREN HACIMURATOĞLU, GÖKSEL ARSLAN, UĞUR DİLBAZ, MEHMET SONER DİNÇ
Süre : 2 SAAT 45
DK.
OYUNCULAR
ALİZE ERTEM, ASLI MENAS, ASLI ÖNGÖREN, AYBAR TAŞTEKİN, BARIŞ
ÇAĞATAY ÇAKIROĞLU, BERFU AYDOĞAN, BORA SEÇKİN, BUĞRA CAN ILDIRIŞIK, BURAK
DAVUTOĞLU, CAN ALİBEYOĞLU, CEM BAZA, CEYSU AYGEN, ÇAĞLAR OZAN AKSU, DAMLA
CANGÜL, EMRAH CAN YAYLI, EMRE ÇAĞRI AKBABA, EMRE NARCI, ERCAN DEMİRHAN, ESEN
KOÇER, FAHRİ KINCIR, FATMA İNAN, GİZEM AKKUŞ, GÜLŞAH BAYAR, HASİP TUZ, HÜSNÜ
DEMİRALAY, İBRAHİM CAN, İREM ERKAYA, İSKENDER BAĞCILAR, LALE KABUL, MERİÇ
BENLİOĞLU, MERT AYKUL, NAZİF UĞUR TAN, NİLAY BAĞ, NUR SAÇBÜKER OTAN, ÖZGÜR
ATKIN, PERVIN BAĞDAT, SAVAŞ BARUTÇU, SEDA ÇAVDAR, SERAP DOĞAN, ŞENAY BAĞ, ŞİRİN
KILAVUZ, ÜMİT BÜLENT DİNÇER, VOLKAN ÖZTÜRK, ZEYNEP GÖKTAY DİLBAZ
Not:
İBBŞT, yeni GSY ile yeni bir oyun dergisi formatı
belirlemiş. Bu İBBŞT’da GSY değişikliğini gösteren en önemli husus.
Değişiklikleri sahnede görmek nasip olur inşallah.
Sormak istediğim bir şey var: Enstrümanları karşılığında
isimleri yazılan orkestra elemanlarını tanımak mümkün iken oyuncuların isimlerine
göre alfabetik sıra ile verilmesinden amaç nedir? Fuayede asılı oyuncu fotoğraflarının altına da roller belirtilmemiş. Bir oyuncunun,
bir orkestra elemanı kadar tanınma hakkı
yok mu? Şarkı ve türküleri seslendiren o güzel sesler kime ait bilmeyelim mi?
İBBŞT Perşembe günleri ve Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde
üst yazı uygulaması yapıyormuş. Neden bir sahne ve neden Perşembe? Yetmez. Uygulama
her sahne ve seansta olmalı, İBBŞT üst
yazı ile oyunların İngilizcesini de vermeli.
Kaynak:
Ritüelden Drama-
Kerbelâ- Muharrem- Ta’ziye / Metin And- YKY.
Kerbelâ- Ali Berktay- Mitos Boyut
HADÎKATÜ’S-SÜ’EDÂ
(ERENLER BAHÇESİ)- FUZÛLÎ
FUZÛLÎ’NİN HADİKATÜ’S-SÜEDA ADLI ESERİNDEKİ MANZUM KISIMLAR
ÜZERİNE- Ataemi MİRZAYEV
Başbakanlık Tanıtma Fonu ile Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla
20-22 Mayıs 2010 tarihinde Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi tarafından
düzenlenen Uluslararası Kerbelâ Sempozyumu bildirileri
Bir gazete haberi:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder