Lavean, Lavean Tiyatro’nun ilk oyunu. Lavean, Lavean
Tiyatro’nun kurucusu Berat Beyoğlu’nun yazdığı ilk oyun. Ben, oyunla tiyatronun
ismi arasında zihinsel bir karmaşa yaşadığım için yazıya öyle girdim.
“ Lavean kelimesi
benim türettiğim bir kelimedir. Arapçadan aldığım 'La' yani olmamak anlamı ve
dilimizde kullandığımız 'an' zaman kavramıyla bir kolaj yaptım. Kelime anlamı
olarak 'Olmayan Zaman' anlamına gelmektedir...” Keşke oyun ile ilişkisi daha sağlam olsaydı.
Oyunu da oyunun ve topluluğun ismi kadar karmaşık. Bu
karmaşıklık yazarın hem kuvveti hem de zayıflığı. Oyunun derin meselesi yazarın yaşı
ile karşılaşıp bir labirente giriyor. Yazarın niyetini ve çabasını takdir ediyorum ama bu piyesi beğenmeme yetmiyor.
Doğrusunu isterseniz bu yazıyı oyunun sırlarını açık etmeden
nasıl yazmam gerektiği hususunda çok düşündüm. Zira yazar piyes kurgusunda bazı hususları oyunun başlarında özellikle
gizlemeyi tercih etmiş. Onun bu tercihine saygı duymak zorundayım. Ben
oyun tanıtımlarında verilen açıklamalarla sınırlı kalacağım.
Oyunda vicdan, şeytan, kader gibi inancın derin kuyuları var. Özellikle kader konusu
tartışmaya çok açık. Vicdan her şeydir benim için. Şeytan için şu sözü
beğenirim: ‘Şeytan kendi gelmez insan
şeytanı çağırır’ Bence, şeytan da
inancın parçasıdır aslında.
Oyunda bir cümle sık
sık tekrar edilmiş. Bu cümle oyun tanıtımlarında da kullanılıyor: ‘Amaçsız
ölmek en büyük günahtır.’ İlk
duyuşta akla kutsal bir amaç(şehit olma gibi) uğruna ölmeyi getiriyor.
Düşündükçe bu ifadenin genişlediğini anlıyorsunuz. İfade oksimoron gibi gelmeye başlıyor. Aslında
ölmekten değil yaşamaktan bahsediyor. Ama 'günah' olması ile dinsel bir temele
dayandırıldığını anlıyorsunuz: ‘Hayatın
sonu ölüm bir yok oluş değildir; ebedî ahiret hayatının başlangıcıdır’ O
zaman ‘amaç’ı nasıl tanımlarsınız?
Kutsal kitaplar ‘insanın, Allah’a,
topluma ve kendisine karşı görev ve sorumlulukları olduğunu söyler. İnsanın
Allah katındaki değeri, taşıdığı sorumluluğun gereklerine uygun davranması,
güzel iş ve davranışlar sergilemesine bağlıdır. Yüce Yaratıcı’ya ve çevresine
karşı yaratılış amaçlarına uygun bir şekilde davranışlar sergilemelidir.’ Yâni
amaç böyle bir hayat yaşayarak ölmektir.
“Hayat amaçsız ve boşuna olmadığı gibi ölüm de anlamdan yoksun değildir.
Kur’an, yüce amaçlar uğruna ölmenin ya da bu amaçlar uğruna çalışırken ölümün
gelip çatmasının boş yere ölmek şeklinde değerlendirilmesini doğru bulmaz.
“Allah yolunda öldürülenlere, ‘(onlar) ölüdürler’ demeyin, hayır, onlar (ölü
değil) diridirler ve fakat siz sezmezsiniz.” (Bakara süresi, 154. ayet.)”
Bir de yaşam hakkı vardır. Tüm kutsal kitaplar tüm canlılar için yaşam hakkını kutsal
sayar. İnsan yaşamalı(intihar yasaklanmıştır), yaşatmalıdır.
Yazar oyununda böyle derin bir vahaya dalıyor. Ancak oyundan
çıkan seyircilerin zihninde somut bir iz bırakamıyor. Ne dediği müphem kalıyor.
Zira fazla
bilindiği düşünülen bir hikâyeye dalıyor. Bilinen imgeler tekrarlanıyor. Oyun iddialı
bir tartışma içeriyor. Belki yazarın şu
soruya içi dolu bir cevap vermesi gerek: Benim bu oyunu yazmaktaki amacım ne?
Son sözü Kırmızılı Kadın söylüyor. Akılda kalacak olan da o.. Ama doğru mu? Oyun
fazla söz ağırlıklı. Durağan..
Yukarıda üç paragrafta değindiğim ama oyunu bozmamak adına
yarım bıraktığım hususlar üzerinde genel
bir tartışma yaptırmak yerine tamamen acı yaşamış bir insanın tekil hikâyesine
odaklanmak ve o tartışmanın (belli belirsiz yâni yoruma açık) onun kafası içinde geçtiğini göstermek daha doğru
olabilir. Aslında Beyoğlu da öyle
yaparmış gibi ama oyun genellemeye çok açık, tüm insanlar için aynıymış gibi
bir söylem içeriyor. Adam ile Ayyaş arasındaki ilişkinin sunuluşu oyuna farklı
bir derinlik getirebilir. ‘Acının dışa
vurumu Ayyaş, içe vurumu Adam mı?’ sorusu karşılığını bulabilir. Bu arada şunu
belirtmeliyim ki oyundaki ‘Kırmızılı Kadın’ın yol açacağı çağırışım ile ilgili dikkatli olmak gerekiyor.
Oyunu seyretmeden önce metni okuduğum için ben oyunu ne
olduğunu bilerek seyrettim ve bilmeyen seyircinin içine düşeceği karanlığı
hayâl ettim. Ben olsam ikinci perde ile birinci perdenin yerlerini
değiştirirdim. Ayyaş girer konuşur ve uyur. Adam ile Kırmızılı
Kadın girer.. Ayyaş yer yer uyanır bağırır tartışmayı keser
vs.. Bu, sözün monotonluğuna da bir çözüm olabilir. Gizemli olmak yerine içinde
sırları olmayan bir kurgu ile meselemi anlatırdım. Belki öylelikle esas mesele
kaybolmazdı. Oyun iki perde yerine tek perde oynanır.
Oyunun iyi bir dış gözden geçirilmediğini düşünüyorum. Metin
ne yazıyorsa o sahnelenmiş. Özel bir reji katkısı görmedim. Dikkatimi çeken
ayrıntı şarap şişesinin oyun başında ve sonundaki yeri idi. Bu içinde bir mesaj içeriyor ama o kadar.
Sahne çok geride kurulmuş. Bu nedenle
oyuncular öne gelip arkaya giderken sık sık seyirciye arkalarını dönmek ve o
halde konuşmak zorunda kalıyorlar. Bu
arada, ışık düzeninde gölgeler,
maskelemeler ortaya çıkıyor. Üzerinde
Şişli Belediyesi yazan bank ve çöp kutusu kapı önünden sahneye alınmış gibi duruyor.(Gerçekte Şişli Belediyesi oyuna
yardım etmiş.) Ancak sokak fenerinin içerdiği fantazya ile bank ve çöp
kutusunun somutluğu çelişki yaratıyor. Duvara
gölgesi aksettirilmiş sokak feneri diğer iki ögenin yanında oyuncak gibi.
Dekorun fantastik elemanı gibi duruyor ama
oyundaki fantazyaya bile yabancı kalıyor. Cem Karaca şarkısı ve Cem
Karaca şarkısına bağlanmayı çok
yadırgadım. Müzikler bir bütünün parçaları değil, sahneye göre seçilmiş gibi
ama dağınık. Dans sahnesinin çok
çalışılması gerekiyor.
Seyrettiğim gece Berat Beyoğlu ve Bilge Bilge’nin
oyunculukları ilk gece heyecanını dikkate
alsam da maalesef istenen düzeyde değildi. Mehmet Sabri Arafatoğlu tecrübeli bir oyuncu. Ancak duvardaki oyuncak çocuğa mı seyirciye mi
konuşması gerektiği arasında karar veremedi. Seyirciden sigara istedi. Bir
seyirci bir paket attı. İlk sigarayı paketten çıkarıp yaktı sonra çöpten
izmarit buldu içti. Ben ne yapmak istediğini anlamadım.
Herkes kendi oyununu kendi tiyatrosunda oynamak istiyor
anlıyorum. Bu arzuyu takdir ediyorum. Ancak bazı şeylerin olgunlaşmadan ortaya
atılması yarar sağlamıyor. Berat
Beyoğlu’nun bu oyunu üstünde biraz daha çalışılarak bir başka tiyatroda
oynanamaz mıydı diye düşünüyorum. Metinden hissettiğim kıvılcımlar belki büyük
bir ateşe dönme şansını bulurdu. Demek ki böyle bir şans yok ki Berat Beyoğlu
kendi göbeğini kesmeye kalkıştı. Benim hissettiğim ve tiyatroda mısır
patlakları gibi çoğalan küçük tiyatroların, genç yazarların, genç
yönetmenlerin, genç oyuncu adaylarının ortaya çıkış nedeni bu. Düzen, herkesi kendini kurtarmaya zorluyor. Lavean Tiyatro ve Berat Beyoğlu bu konuda yalnız
değil. Bu yöntem, yapana da tiyatroya da yarar sağlamaz. Ben buna üzülüyorum.
Melih Anık
LAVEAN / Lavean
YAZAN: Berat BEYOĞLU
YÖNETEN: Başak ÖZEL
OYUNCULAR: Berat BEYOĞLU – Bilge BİLGE – Mehmet Sabri
ARAFATOĞLU
REJİ ASİSTANI: Pınar ÖZBEK
SAHNE ASİSTANI: Deniz KÖNÜLŞÖK
OYUN MÜZİKLERİ: Kaan Sitem KARACA
FRAGMAN VE FOTOĞRAF: Rahan Akın AYKOÇ
DANIŞMAN: Ömer ÇINAR
AFİŞ TASARIM: Mustafa Tali AYDOĞDU
KOSTÜM TASARIM: Vesile DEMİREZEN-Yusuf BUYRUK
DANS KOREOGRAFİ: Şoreş YÜRÜK
DEKOR UYGULAMA: Berat BEYOĞLU
Yazımda yararlandığım kaynak:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder