Bir oyun eleştirisi, yazarı tanıtan bir paragrafla başlamalı, ikinci
paragraf oyunun konusuna ayrılmalı, üçüncü paragrafta yönetmenin yorumu,
dördüncü paragrafta ise oyunculuklar ve oyunun tekniğine değinilmeli. Eleştiri
özellikle bizde ‘Mutlaka görün, sezonun kaçırılmayacak oyunlarından biri vb’
gibi bir cümleyle bitirilmeli.Bu 'format'a uyma hedefi ile yazıya başlıyorum....Ama...
‘Koskoca’ Devlet Tiyatroları’nın tiyatrosunda vestiyer de yok.
Kış ayında ıslak şemsiyeniz, paltonuz vs ile salona girip yerleşmeye
çalışıyorsunuz. (Vestiyeri olan İBBŞT da ıslak şemsiye kabul etmiyor.) Artık
nereye koyacaksanız koyacaksınız! (Bütün AVM sizin!) Vestiyeri olmayan tiyatro mu olur?
Biliyorum yoldan çıktım ‘format’ı bozdum. ‘Eleştiri formatı’na
geri döneyim.
Çehov Kronolojisi
Çehov’u zaten herkes bilir gibi geliyor bana. Ne
söyleyebilirim onun hayatı hakkında! Zaten
oyunda görevli olanlar ve tiyatroya meraklı olan insanlar eleştiri okuyor.
Onlar da zaten Çehov’u biliyor. Ben farklı bir şey yapayım ve Doktor “Anton
Pavlovich Chekhov” (1860- 1904)’u anlatmak yerine bir Çehov kronolojisi vereyim(Biliyorsunuz
ben mühendisim, tiyatrodan daha çok kronolojiden anlarım(!))
Oyunları : Platonov (1881), Dağ Yolunda(1884), Tütünün
Zararları (1886, 1902) Kuğunun Şarkısı (1887) Ivanov (1887) Ayı (1888) , Evlilik
(1889) Orman Cini (1889) Bir Evlilik Teklifi (1890), Jübile(1891) Martı (1896) Vanya
Dayı (1897) Üç Kız Kardeş (1901) Vişne Bahçesi (1904)
Roman: Av Partisi
(1884)
Küçük Romanlar: Step (1888) Düello (1891) Bilinmeyen Adamın Hikâyesi
(1893) Üç Yıl (1895) Hayatım (1896)
Kısa Hikâyeler: Bahis
(1889) Kara Rahip (1894) Rothschild'in Kemanı (1894) Sevgili (1899) Köpekli
Kadın (1899)
(Viki’den tercüme)
Hepsi bu kadar değil tabii. “Çehov'un bütün yapıtları ölümünden 40 yıl sonra 20 cilt halinde
yayımlandı. Bu yayının 8. cildinde Çehov'un sayısı birkaç bine ulaşan
mektupları yer alır.”(Viki) Türkçeye çevrilmiş pek çok kitabı var. Türk
okuyucu Çehov sever.
Kronoljinin yararı şu: Görüldüğü gibi Üç Kız Kardeş, yazarın
sondan bir önceki oyunu. Çehov, ölümünden üç yıl önce yazmış. Bunun önemi
şuradan geliyor, Üç Kız Kardeş’te daha önceki oyunlarındaki bazı karakterler
başka isimlerle yer alıyor(sanki).
Aslına bakarsanız Çehov’un oyunlarında birbirine yakın oyun kişilerini
bulmak mümkün. Tam benzemese de siz onları bir başka oyunundan hatırlar gibi
olursunuz. Bu sadece karakterlerde değil onların hareketlerinde de görülür.
Mesela Mâşa’nın ıslığı bir başka piyesteki
Astrov’un ıslığını hatırlatır. “Çünkü
o insanlara yaşama duyduğu inancı,onlara karşı geliştirdiği kuşkuculuğu derin
ve acı bir alaycılığa dönüştürecek ölçüde yitirmiştir.İnsanların hiçbir
hareketi onu kıramaz artık” Çehov
kendisi de bir doktordur ve oyunlarında bir doktor karakteri vardır. İçinde
doktor olmayan oyunu ise en son oyunu Vişne Bahçesi’dir. Nasıl bir tesadüfse.. Ben ilk defa
bu sahnelemede Doktor’un, Çehov
olduğu hissine kapıldım. Bu hususta
Mehmet Birkiye’yi ve Kubilay Karslıoğlu’nu tebrik ediyorum. Ancak Doktor’un
söylediği “Yaşlanıp uçamayan göçebe kuş
gibi geride kaldım”, “Biz yokuz
sadece görüntü olarak varız” ve oyunu bitiren repliğin kaybolup
gitmemesi lâzım.
Çehov Denince…
Çehov söz konusu olunca birkaç husus konuşulur:
Çehov’un oyunları dram değil komedidir. Bu Çehov’un
ifadelerine bağlanır. Gerçekten de Üç Kız Kardeş ve Vişne Bahçesi için “Ama ben taşlamalı bir güldürü yazdım”
demiştir. Bu hususu abartan pek çok oyun
seyrettim. Ben Çehov’u öyle anlamıyorum.
Çehov, insanlar arasındaki iletişimsizlik ile çok ilgilidir.
Komik gibi duran iletişimsizlik diyalogları benim içimi acıtır.
“Bilinç akışı”
tekniğini ilk kullananlardan biridir. “Zihinden
geçen duygu ve düşünceleri konuşma olarak verir.” (Bu teknik 1890’da filozof
ve psikolog William James tarafından ortaya konulmuştur.)(Kaynak : Viki)
Çehov bir terzi gibi oyuncuya has rol yazmıştır.
Vişnevski’ye yazdığı mektubunda “ Sizin
için bir lise müfettişi rolünü hazırlıyorum, kız kardeşlerden birinin eşi
olacak bu” diye yazar. Oyundaki Kuligin böyle doğmuştur. Öte yandan Çehov’un
oyun karakterlerini billûrlaştırmak için hikâye yazdığını düşünürüm. Sanki
yazdığı onlarca hikâyede anlattığı karakterlerden oyun karakterleri
süzülmüştür. Çehov aslında hikâyeleri o oyun karakterlerini oluşturmak için
yazmıştır. Bir anlamda oyunların ilk
çalışmaları gibi. Bu benim yorumum, doğru da olmayabilir.
Üç Kız Kardeş ve Mehmet Birkiye
Oyun, içinde
yaşadıkları ortamdan sıkılarak büyük şehir(Moskova) hayâli kuran üç kız kardeşi
anlatır. Bu bir anlamda anne ve babaları hayatta iken yaşadıkları ve hayâllerinde
kurdukları şaşa’alı dönemlere geri dönme arzusudur. Hakkari’nin en ücra
kasabasında tv’den gördüğü İstanbul’a kavuşmayı hayâl eden birinin arzuları ile
karşılaştırdım, arada büyük farklar buldum. Öte yandan yaklaşık 100 yılda
dünyanın yaşadığı değişim Çehov’a da farklı bakmamıza neden oluyor. Çehov’u yeniden sahneleyen yönetmenler de muhtemelen
bunun farkında. Mehmet Birkiye’nin yorumunda ben bunu gördüm. Ama çoğu zaman bu
değişim Çehov’u seyirciye aktarmaktan çıkarak yönetmenin aklındakilere daha çok
ağırlık vermesine neden olabiliyor. Gündemden de etkilenen yönetmen ‘farklı
olma’ adına yeni yeni şeyler deniyor. Aynen Mehmet Birkiye’nin yaptığı gibi. Örneğin
metinde “Nataşa ve Andrey öpüşürken iki subay
girer. Öpüşen çifti görünce şaşkınlık içinde duraklarlar” şeklinde
açıklanmış sahneyi Birkiye, fotoğraf çekimi ve tüm kadronun şarkısı ile
bitiriyor. Bu bir anlamda kişisel hayata “müdahale” demek; ‘yalnızlık’ın
bitmesi demek. Bu aynı zamanda Çehov ile Birkiye’nin yaşadıkları yıllar
arasındaki değişimi de gösteriyor.
Birkiye’den Cimri’yi, Macbeth’i seyretmiş olanlar ve de
Birkiye’nin Kenter ekolünden geldiğini bilenler
oyunda pek çok şeyin bir arada olduğunu görecekler. Oyunculuklar Kenter
ekolüne çok benziyor ama sahne düzeni ve mizanseni Birkiye’nin son oyunlarında
rastlanan post-modern bir arayış içinde olduğunu gösteriyor.
Oyunun ilk
oynandığı yıllara gidersek seyirci bir karşılaştırma yapabilir belki.
Üç Kız Kardeş’in Metni
Perdeler
Alekseyev 1901 yılında Çehov’a yazdığı mektupta oyunun
provalarından haber verir:
“Oyundaki tempo şöyle:
1.Perde- Neşeli,
hareketli
2.Perde- Çehov havası
3.Perde- Fazla
heyecanlı, hızlı, sinir bozucu, sona doğru gerginlik doğra ulaşacak, bunun
üzerine hız düşecek.
4.Perde Henüz
kesinleşmedi”
“Çehov havası”na
dikkat edin lütfen.
Stanislavski’nin Reji Defteri’nde yazanlar ise şunlar:
“1.Perde: Çehov’da
her zaman olduğu gibi pırıl pırıl sevinçli bir giriştir.
2.Perde: Gerçeğin
yani kahramanların içinde bulundukları önemsiz gündelik yaşamın onların
düşlerinden ne kadar farklı olduğunu ortaya çıkarır.
3.Perde:
Olabildiğince telaş ve tedirginlik yansıtılmalı. Aralar iyi kullanılmalı. Hareketler
,yer değiştirmeler hızlı, dikkatsiz olacak”
4. Perde : Yönetmen
,veda sahnesinin şaşkın havasını oyuna birçok kişinin eylemlerini katarak
yaratır. Maşa mutsuzluğu beklemektedir. En önemli nokta acının aşılmasıdır.
Çehov’daki insanların neşe, kahkaha, canlılık aradıklarını, sürünmek yerine
yaşamak istediklerini yansıtmaktadır.”
Çehov, “Sen benim
aklı başında sevgilimsin” dediği
Knipper’e “3.Perde tabii ki
durgun geçmeli, insanların bitkin düştüğü uyumak istedikleri hissedilmeli”
diye yazar.
Ben inşaat mühendisiyim ya size anladığımı mühendisçe
anlatayım. Çehov dört katlı bir apartman dikmiştir. Apartmanın tüm hesapları da buna göre
yapılmıştır. ‘Çağımızın yönetmeni’ ‘kaçak kat’ çıkmaya çalışır. Mühendis doğru
ve ‘kitabına göre’ yapamazsa apartman
yıkılır, yıktırılır. Tiyatroda yıkım yok, ‘yorum’(?) var! Zira yönetmen ‘özgür’(!)
Yanlış da yapsa ‘ödül’ bile alır.
İnsanlar
Stanislavski “Bu
kişilerin hiç de omuzlarında acılarının yüküyle dolaşmadıklarını, tam tersine
neşe, kahkaha ve canlılık arayışı içinde olduklarını anlamıştım artık, yaşamak
istiyorlardı” diye not düşer.
“Stanislavski, Rus
aydınları arasında iki düşman gücün çatışması olarak yorumlar. Bayağılığın yani
dar görüşlü burjuva öğesinin görünürde kazanmasına karşın, ahlâk açısından
zafer,dar görüşlülüğe karşı cephe oluşturan burjuva karşıtı öğenin, yani iç
dünyalarında gündelik yaşamlarının boyunduruğundan kurtulmuş olan üç kız
kardeşindir. Bu anlamda oyun Çehov kahramanlarının başkalarının kölesi olmaya
karşı bir başkaldırısı olacak, toplumu karşı çıkmaya yönlendirecektir.”
Mehmet Birkiye’nin rejisine bakarak bu sonuca varmamış olmam
eminim benim hatamdır. Ödül jürileri ‘iyisini’ bilir. Kimbilir 'Birkiye sever' eleştirmenler neler yazacak! Yanlış anlaşılmasın ben 'Birkiye izler' bir yazarım.
Yöntem
“Stanislavski’nin Üç
Kız Kardeş için yaptığı reji çalışmasında ortaya attığı kavramını (“Kesintsiz eylem çizgisi”) uygulamada
gerçekleştirmeye çok yaklaştığı görülür.”
“Nemiroviç-Dançenko :
İnsanların eyleme geçmesi daha çok rastlantıların etkisiyle olur, yaşamlarını
biçimlendiren kendileri değildir. Çehov’a yazdığı mektupta ‘Olay örgüsü bir
epik yapıtta olduğu gibi gelişir’ der”
“Kesintsiz eylem
çizgisi”nin dikkate alındığını gördüm. Hatta o kadar ki iki perde arasında
da ‘kesinti’ yoktu, oyun devam etti. Oyunda epik olduğu hissini veren hususlar, koronun açıklamaları, yaprakları serpmesi ve kısmen dekor
tasarımı idi. Kostüm, oyunculuk, müzik ‘dramatik’ olma özellikleri ile bir kopukluk
yaratıyordu.
Mehmet Birkiye’nin yorumu hakkında en iyi kararı elbette seyirci
verecektir. Birkaç seyirci yorumunu da okudum, dinledim. Bir sıkıntı olduğunu hissediyorum. Ama ‘birkaç’
ile olmaz. ‘Ödül’ verilir, durum ortaya çıkar. Jüri bilir! İzninizle ben kendi
gözlemlerini paylaşayım. Birkiye, bu oyunda dekor tasarımına(Behlüldane Tor) ‘yüklenmiş’
sanki. Dekor tasarımı bu oyunda çok önemli o nedenle oradan başlamak ve
üzerinde durmak gerekiyor.
Benim Gözlemim
Dekor
Oyuna hâkim olan, arka fondaki beze boyanmış renkli bir köy
resmi. Önünden ara sıra bir oyuncak tren bir sağa bir sola geçiyor. Bu tabloyu
tamamlayan sofitadan sarkan ve bir yöne(sola) doğru uçan kuşlar. Burada duralım ve “kuşlar”a bakalım.
Kuşlar
Göçmen kuş leyleğe benziyor ama oyun içindeki bir replik
onların turna olduğunu söylüyor. (Mâşa: “Turnaların
neden uçtuğunu bilmemek”) Kuşlarla
ilgili iki replik daha var. Verşinin: “Hapishane
penceresinden gördüğü, daha önce farkında bile olmadığı kuşlardan nasıl hayranlıkla,
coşkuyla söz ediyor” Çebutikin: “Yaşlanıp uçamayan göçebe bir kuş gibi
gerilerde kaldım” diyor. Bir de genel konuşmalarımızda geçen ‘zihnimizin kuşları’ var. Sahnede gördüğümüz kuşlar neyin, hangi
repliğin karşılığı? Bir merak, bir sevinç, bir hüzün? Sembol , metni bilmeyen
bir seyirciye ne söyler? Sofitadan
sarkan kuşlar hem içte hem de dışta. Seyirci üzerinde de devam etmemesi
olanaksızlıktan belki de.. Piyese göre üç kız kardeşi birleştiren hayâl Moskova’ya gitmek. O halde kuşlar onların göç
hayâlinin sembolü.(?) (Verşinin ve askerler de “göç ediyor” ama o husus işi
daha karıştırır. Zira askerler işgale gidiyor. 15.8.1900’da Stanislavski’ye
göre Çehov, “Asker ve subayların
yaşamını konu eden bir oyun yazıyor”)
Sofitadan sarkan kuşlar sola doğru uçuyor(duruyor?). Oyunun
bir yerinde istasyonun 20 km ötede ve
solda olduğu yâni kuşların uçtuğu yönde olduğu işaret ediliyor. Kuşların
yönüne bakarsak Moskova sol tarafta. Bu
açıdan baktığınızda kuşlar bir göç hayâlini simgelediği için kuşların tek yöne
uçması doğal. Ancak evin içinde başka hayâlleri olan insanlar da var. O kuşlar
onların hayâllerini de temsil edebilir. Ancak hepsinin hayâli farklı olduğu
için de kuşları serbest bırakmak gerek. Yoksa bu kişi Çebutikin mi? Turnaların tek eşli olduğu ve Hindistan’a göç
ettikleri biliniyor. Göç açısından oyunun konusuna uyan bir hayvan. Tek eşli olan Kuligin var oyunda.
Yoksa turnalar ona yapılan bir gönderme mi?
Kuş sembolü dert açtı başıma. Ama oyunda kuşların benim
düşündüğüm kadar dallandırılarak işlendiğini görmedim. O kadar didiklense kuşlar olmazdı. (Hata
bende!) Ben kuşları, göç sembolü olarak düşüneyim bari. Kuşlara, treni de
dikkate alarak bakarsam treni iki yönde hareket ettirmez sadece sola yani
Moskova’ya hareket ettirirdim. Ama bence daha doğru olanı mâdem treni bir simge
olarak kullandım, tren oyun başında sağda harekete başlar oyun sonunda soldan
çıkarak ‘tren kaçmış’ gibi yapardım.(Basit mi oldu?)
Dekor, evin içinin karanlık dışının ise aydınlık olduğunu
gösteriyor ki bu, âdeta bir komün hayatı
yaşayan insanların ‘dışarı’ya çıkarlarsa ‘nefes alacakları’ hissini veriyor ama
oyuncak gibi olması ise hayatın/hayâlin
bir ‘(zihinsel) oyun’ olduğunu
hatırlatıyor. Ancak bir hususu da
belirmeden geçmek istemiyorum. Arka fondaki boyalı köy ve tren hattı daha yukarıda ve önünde duranlardan daha yüksekte olmalı.
Bu hâliyle o bir uzak hayâlden ziyade gerçek algısı veriyor.
Metindeki birinci ve ikinci perdede(oyundaki birinci
yarı) bir iç bir dış mekân var. İç mekân
boyalı köy resminden perdelerle ayrılmış ki biz orasının camlı bir bölme
olduğunu anlıyoruz. Ancak kar yağdığı sahnede kar, evin içine düşüyor ve oyun
sonuna kadar sahnede kalıyor. Bu muhtemelen bir tercih. Evin içinin “soğuması”na
bir gönderme ama ben karın, evin dışında ve bol olmasını tercih ederdim. Zaten
o sıralarda “sobadan da rüzgarın uğultusu duyuluyor”, (bence) soba yanıyor. O sahnelerde evin içindeki sıcaklık hâlâ devam
ediyor.
Oyunun ikinci yarısının ilk sahnesinde mekân öne doğru
geliyor ve küçülüyor. Bu sıkışmışlık
duygusu uyandırıyor ki doğru. Bana kalırsa bu mekânın dışındaki kuşların
kaldırılması gerekiyor. Aynen son sahnede
bahçe olarak kullanılan tüm mekânın üstündeki kuşlar da olmamalı. (Oyun
süresince kuşların kırılarak düşmesi fikri bana fena gelmedi. Hatta düşen ve kırılan kuşlar bahçedeki yapraklar olsa?)
Ben ön sıradan seyrettiğim için mekân bahçe haline
geldiğinde iki yan duvardaki baba ve
anne resimlerini görüyordum. Her ne kadar önü perde ile kapatılmışsa da o
resimlerin görünmemesi gerekir.
Sahne önü ve geride parçalı perdeler kullanılmış. En
arkadakilerin ipleri sarkıyor bence sarkmamalı.
Yukardan inen Moskova (ışıklı Kremlin Meydanı ) silüeti
oyunun içinde birkaç sahnede sanki bir
düş gibi iniyor ve mekânı, kavuşulmak istenen Moskova’ya dönüştürüyor. Ben o sahnelere bakarak Birkiye’nin yorumunu
“kötümser” buldum. Işıklı Kremlin
silüeti indiği zaman gösterilen Moskova hayâl edildiği gibi huzurlu bir yer
değil. Oyundaki birinci perde ile ikinci perde arasında devam eden ara oyundaki
barikatın, bir araya gelip şarkı ve marşlar söyleyen gençlerin askerlerce
dağıtılmasında Gezi’ye bir gönderme var sanki. Ancak bir önceki sahnede talan
yapanlar ile eylemcileri aynı kefeye koymak da doğru/tutarlı gelmedi bana. Ayrıca bu sahnede havaya
vurulan dipçiklerin sahnenin öte yanında öğrencileri(?) yere yıkması da bir
anlatım biçimi ama düşündüm oyunun genelinde başka var mı diye, yok.
Olga’nın öğrenci
defterlerinin tahta kasa üzerinde iki büyük balya gibi sahnede olması da gerçek
üstü bir algıya götürüyor bizi. Gerekli mi?
Arkadaki eğimli platform neden var ?
Tren yolu üzerine
konulan meşalelerin gizli bir anlamı olmalı. Ben çıkaramadım.(Belki yangın? Moskova'dan(sahneden) iç çamaşırları ile çıkarılan gençler ellerinde meşalelerle yangından zarar gören kasabanın halkı mı? Öyleyse bu konu da algıda karışıklık yaratıyor.)
Rollere Dair
Bir başka husus da şu
sıralarda üzerinde çalıştığım Polonya yazılarımla ilgili yaptığım
araştırmalardan kaynaklanıyor. Üç Kız Kardeş’in
yazıldığı yıllarda Polonya, Rus işgali altındadır. Oyunda Verşinin , askerleri
ile Polonya’ya hareket eder. Yâni, Üç Kız Kardeş’de Mâşa’nın
sevdiği adam, Verşinin, bir işgalcidir. Böyle düşündüğünüzde Çehov’un oyun
boyunca gelecekteki güzel günlerin hayâlini kurdurduğu Verşinin çok da sevilesi
bir iş yapmamaktadır. Bizde ise Verşinin sempati duyulan bir karakterdir. Verşinin’i
bir de Polonyalılara sormalı. Çehov’un bazı insanları, başka yerlerde başka insanların hayatlarını karartmakla meşguldür.
Bunu bilmek bu oyunun yorumuna bir şey katar sanırım.
Oyundaki Fedotik ve Rode isimli iki teğmen rolünü Çehov neden yazmış bir
türlü çözemem. Bana onların olması, yemek sahnesinde 13 sayısının uğursuzluğuna
yapılan gönderme için gerekli gibi gelir. Mehmet Birkiye bu iki teğmen rolünü
birleştirebilir, kaldırabilir ya da “koro”dan yararlanabilirdi diye
düşünüyorum. Ama Mehmet Birkiye, ‘kalabalıklar içinde’ bu iki
adamı Tenten’in polislerine benzetmiş, özellikle 3.perdede. Metinde Fedotik’in girip her şeyinin
yandığını söylediği sahnede onun yanına Rode’yi eklemiş aynı dans hareketlerini
ona da yaptırmış. Bundan komiklik çıksın beklemiş olabilir. Bana komik gelmedi.
Yukarda ayrıntılarıyla anlatmaya çalıştığım metaforları ince
ince düşünülmüş ve biraz fantastik olarak tasarlanmış dekor önünde çağın kıyafetlerine uyan pek güzel
tasarlanmış kostümleri(Şirin Dağtekin Yenen) içinde gerçek insanlar var. Bu uyuşmazlığın kostümlere
eklenecek ya da çıkarılacak aksesuarlarla giderilmesini bekledim. Sofitadan yağan siyah tüllerin tüm mekâna
farklı parçalarla düşmesi, düşen parçaların elbiselere iliştirilmesi ya da
yakalara takılacak turnalar olabilir miydi acaba? Ve de uzaklaşan bir tren
çığlığı ile sonlanan bir oyun?
‘Reniksa’
Bu oyunda çok önem verdiğim husus ise “reniksa” ve
Çebutikin’in repliği ile ilgili.
Oyunun bir yerinde Kuligin: “Meslek okullarından birinde öğretmen, bir öğrencinin kompozisyon
kağıdının üstüne ‘Çepuha’“saçma” (абсурд)
diye yazmış. Öğrenci Latin harfleriyle yazıldığını sanıp,’Renyxa’
”reniksa” diye okumuş bunu” der.
Çevirenin(Ataol Behramoğlu) notu şöyle: “Rusçada ‘saçma’ sözü Latin harflerine göre
okunduğunda ‘reniksa’ oluyor.” İnternette bulduğum daha iyi anlatım ise
şöyle:
Öğretmen öğrencinin kağıdı üzerine "чепуха" (chepukha, "nonsense" “saçma” ) yazmış. Öğrenci bu kelimeyi Latince sanarak "renyxa" diye okumuş. O zamandan beri “реникса (reniksa)” Rus kültüründe kullanılır olmuş.
Bu husus üzerinde duruşumun nedeni ise şu:
Çebutikin(Doktor) bu
söze takılı kalır ve iki sayfa sonra “Reniksa…
Ne saçma…Trâl-lâ-lâ- Trâl-lâ-lâ … Oturmuşum şapa” der.
Üç Kız Kardeş oyunu şöyle biter:
“Olga: Öyle geliyor
ki bana,neden yaşadığımızı bu acıları neden çektiğimizi öğreneceğiz çok
geçmeden. Ah,bir bilsek,bir bilsek..
Çebutikin:
Trâl-lâ-lâ- Trâl-lâ-lâ … Oturmuşum şapa… Ne fark eder ki…
Olga: Ah,bir
bilsek,bir bilsek..”
Çehov sahnede gösterdiği silahı patlatmıştır gene. “Reniksa”
yerel anlamı olan bir göndermedir ama oyun içindeki yeri çok önemlidir. Doktor(Çehov?) ‘ben ne diyorum sen ne
anlıyorsun’ diyerek hem Olga’ya hem de oyunun bütününe bir gönderme yapmakta.
İster seyirci ister oyuncular anlasın. Çebutikin’i sahnedeki Çehov olarak
görürseniz anlam daha da derinleşir. Zira o zaman Çehov, tüm yazdıkları için bu
sözü söylemektedir ki o zaman bir tür hayıflanma durumu ortaya çıkar. Birkiye’nin
sahnelemesinde böyle bir yorum yok(anlaşılmıyor). Öte yandan Birkiye, çevirenin dip notlarını da oyuna katmış. Koro,
zaman zaman karakterlerin kullandıkları Lehçe, Latince, Fransızca ifadeleri
tercüme ediyor. Hem de bazen “yanlış bir Fransızca ile” diyerek. Bu yerinde bir
düşünce ama “Reniksa”nın üzerinde durmamış. Kullandıkları tercümede “20 kilometre” deniyor ama Çehov “20 Verst” demiş. Özgün olana sadakât
bir bütün olmalı diye düşünüyorum. Oyuncunun
“20 Verts”, koronun “Bir Verst 1066 metre” demesini bekledim
doğrusu. Metinde atlanan başka dip
notlar da var, Birkiye tümünü almamış. Rusça söylenen şarkılara aynı yöntemi
uygulamamış olmasını anlıyorum ama şarkıları da türkçeleştirmek belki daha
doğru(olurdu).
Yönetmen Yardımcısı ve Dramaturg
Yukarıdaki hususlarla ilgili olarak yönetmen yardımcısı(Kubilay
Karslıoğlu) ve dramaturgun (M.Melih
Korukçu) benden daha çok bildiklerini ama bahsettiğim hususları önemsemediklerini
düşünüyorum. Önemli bulsalardı yönetmeni uyarırlardı mutlaka.
Müzik
Oyunun müzikleri için bilgilenmek amacıyla facebook’da
bulduğum ona ait olabileceğini düşündüm bir hesaba (Çağrı Beklen’e) mesaj attım, geri dönmedi. Beklen’in ismi ‘besteci’
olarak geçiyor. Demek ki tüm müzik beste. Ben özellikle orkestral parçaları çok sevdim. Oyun süresinde
kullanılan canlı müziklerin ise niteliği
değil yeri ve zamanlaması ve de süresi dikkat edilerek müziğin atmosfere daha çok katkısı olmasını bekledim.
“Uzaktan gelen
akerdeon sesi, sarhoşların naraları, Verşinin’in ancak çok uzaktaki bir
gelecekten söz ettiğini vurgular gibidir”(Stanislavski)
Işık
Oyunun ışık tasarımı İ.Önder Arık’a ait. 1. Perdede yanan
mumlara bağlı olarak sahnede belirgin bir değişim görmedim. 2.Perdede sahnede
ışık kaynağı yok. Arkaya vuran kuş gölgeleri ile insan gölgelerinin bilinçli
bir düzen olduğu konusunda kuşkudayım. Işıklı Kremlin silüeti indiğinde
sahnedeki ışık farklı(renk) olabilirdi.
Koreografi
Sessizlik ve Kızılırmak oyunlarında içime sinmeyen
koreografilerin sorumlusu Alpaslan Karaduman’ın bu oyundaki koreografisini
beğendim.
Mehmet Birkiye bir önceki sezonun “ses getiren” oyunu Sessizlik’teki sahne arkası ekibiyle çalışmış. Bunun avantaj ve rejisörler için bir hak olduğunu düşünüyorum. Ama oyuna baktığımda bu avantaj göze çarpmıyor.
Oyunculuk
Sıra geldi oyunculara. Oyunun bütünü ile uyumunu kafaya
takmayarak sadece oyunculuğa baktım. Ben oyunun oyunculuk düzeyini çok
beğendim. Rol dağılımını verecek kitapçık henüz çıkmadığı için seyirciye
yardımcı olmak üzere rol dağılımını -çıkarabildiğim kadarıyla- vermek isterim.
Ayşe Lebriz Berkem(Olga),
Veda Yurtsever İpek(Mâşa), İmer Özgün(irina),
Kubilay Karslıoğlu(Çebutikin), Güray Görkem(Baron), Onur Dikmen(Solyoniy), Kaya Akarsu(Ferapont), Seval Gökçe(Anfisa), Kürşat Alnıaçık(Verşinin), Okday Korunan(Andrey), Turan Günay(Kuligin), Gümeç Alpay Aslan(Natalya),
Hüseyin Sevimli(Fedotik) ve Hasan Demirci(Rode)
Olga, Maşa ve İrina’yı oynayan oyuncuların rolü
yorumlayışları ile ortaya çıkan, üç kız
kardeş arasında bulunan denge çok iyi. Üç kız kardeş üç ayrı duygunun sembolü
gibi. Bir ruhun üç ayrı hâli sanki. Ayşe
Lebriz Berkem, Veda Yurtsever İpek ve İmer
Özgün’ün birbirlerini duyduğunu ve hissettiğini düşünüyorum. Ancak
iyi oyuncular başarabilir bunu.
Gümeç Alpay Aslan’ın değişimi çok başarılı. İmer Özgün ile
birlikte oyunun atmosferinin oluşmasında doğrudan etkililer ama yönetmenin genel yorumu nedeniyle oyun içindeki tesirleri azalıyor. Her şeye
rağmen seyirci bu oyundan ilk önce onları hatırlayacaktır. İmer Özgün ve Gümeç
Alpay Aslan’ın, rollerinin de onlara verdiği olanağı çok güzel kullandıklarını
belirtmek isterim. Bu iki genç oyuncuya dikkat çekmek istiyorum.
Okday Korunan bana Şükran Güngör’ü hatırlattı. Andrey, kader
fırtınasının sürüklediği yaprak gibi. Birazcık ‘sert’ olsa mı? Son zamanlarda
duyduğum en iyi ses tonu ve diksiyonu ile Okday Korunan, yeni tanıdığım bir oyuncu oldu.
Bana Çehov’u düşündürten yorumun, Kubilay Karslıoğlu’nun olgun oyunculuğundan
kaynaklandığını düşünüyorum.
Güray Görkem’in başlangıçtaki epik yorumundan vazgeçmesi
biraz da ekip oyunculuğu içinde aykırı olmama düşüncesinden geliyor herhalde.
Kürşat Alnıaçık’ı yeniden sahnede görmekten memnunum.
Verşinin hakkında düşüncelerimi yukarda yazdım ama bu yönetmenin vereceği bir
karar, onunla ilgisi yok.
Onur Dikmen’i fazla sert buldum, onun oynadığı karakteri beceriksizliğinin(“clumsy”)
farkında olmayan biri gibi düşünüyorum. Baron ile aralarında bir denge olmalı ve
seyirci fark etmeli. Turan Günay,
repliklerini doğru yansıtan yumuşak bir ton
bulmuş. O ile Andrey arasında da bir denge olmalı. Bence bu “damat”lar arasında,
ebeveynler seçim yapabilir(!) ama
yönetmen onları bugüne getirirse..
Hüseyin Sevimli ve Hasan Demirci metnin onlara verdiği
kadarını içten oynuyor.
Kaya Akarsu ve Seval
Gökçe tipik Çehov karakterlerini ‘Çehov havası’na uyan bir başarıyla
oynuyor.
Koronun oyuna katılma
enerjisini hissettim. Bence 'en epik' olan onların açıklamaları idi.
Ayça Sancakzade ve Ari Aris oyunda icra edilen canlı müziğin müzisyenleri.
Dekor tasarımından başlayan ‘epik’ öğeler oyunculukta da karşılığını bulsaydı desem
yanlış mı olur? Oyuncu karakteri ‘giyiyor’. Bir ara Baron’da ‘role uzaklaşma’
sezdim ama o da çok uzatmadı, gruba katıldı.
Yazı Sonu
Yorumu ile ilgili katılmadığım noktalar olsa da oyun
üzerinde ince ince düşündüğünü hissettiğim
ve bana bu yazıyı yazma isteği
veren Mehmet Birkiye’ye teşekkür ederim.
Çehov’u çok sevdiğim için ve de çok beğendiğim oyunculuklar nedeniyle bu
oyunu yeniden seyrederim. Ama oyun Cevahir’de ise, en önden!
Melih Anık
Not ve Kaynak:
1. Şans eseri oyunu birinci sıradan sahneyle iç içe seyrettim.
Hissettiğim duygularda bunun etkili olduğunu düşünüyorum. Üst sıralarda oturan
seyircinin alacağı keyifte çok eksiklik olacağını düşünüyorum. Cevahir Salonları’nda oyun seyretmek azap gibi.
2.Bu yazıyı hazırlarken “Çehov Moskova Sanat Tiyatrosu”
isimli kitaptan yararlandım. (Mitos Boyut Tiyatro Kültür Dizisi 14)
3.Başka kaynaklardan aldığım cümleleri tırnak(“ “) içinde ve
koyu yazdım.
4. Anton Çehov-Büyük Oyunlar- Çeviren: Ataol Behramoğlu- Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları
5.Çehov-Oyunlar- Sosyal Yayınlar
Sayın Anık; Emeklerinize yüreğinize sağlık...Çok benzeşen görüş içindeyim Esenlik dileklerimle
YanıtlaSilGılman Kahyaoğlu Peremeci
Sizden duymaktan memnun oldum. Teşekkür ederim.
Sil