CNNTürk’de Enver Aysever ile İskender Pala söyleşti. (16
Temmuz 2012)
İskender Pala ne dedi?
"'Muhafazakârların doğru dürüst bir sanat anlayışı ve
gelişmiş bir estetik seviyeleri yoktur' yavesi, bir şeyleri yok saymak
adına uydurulmuş ucuz ve haksız bir kasıt eseridir."
İBBŞT muhafazakârlara kapalı. Aslında bu dışlanmışlık
toplumun her alanında var.
İBBŞT’da muhafazakârları
utandıracak oyunlar oynanıyor. Muhafazakâr seyirci o oyunlarda utancından
sahneye bakamıyor, tavana bakıyor. Repertuvar bu oyunlardan oluşuyor. Çünkü
tiyatroyu solcular işgal etti. Solcular “manevi değerlere önem vermiyor, “Milli” değil, aralarına muhafazakâr
sanatçıları almıyor.
Vergilerle ayakta duran bir kurum her istediği oyunu
oynayamaz.
İskender Pala
özelleştirilmeyi savunurken soruyor:
Dünyada hangi Türk yazarlarının
oyunları oynandı? İBBŞT yurt dışında ses mi getirdi? Son yıllarda çıkan beş
yerli oyun yazarı yok. Öyle bir ifade kullanıyor ki sanki özelleştirme olursa
Türk Tiyatrosu patlama yaşayacak!
Ne güzel bir tablo değil mi? Özgür tiyatronun önü açılıyor,
seyirci sayısı artıyor, tiyatromuz
dünyada aranan marka haline geliyor. Halkın vergileri boşa gitmemiş oluyor. Tiyatrolar hasılâtları
ile ayakta kalıyor. Kim istemez? Hayâli bile güzel.
Ama şu “yave” bana çok batıyor. "Muhafazakârların doğru dürüst bir sanat
anlayışı ve gelişmiş bir estetik seviyeleri yoktur" diyen kim?
İskender Pala’nın eserlerinin gördüğü rağbet bunun yanlış olduğunun bir kanıtı değil mi?
Ama söze bu saptamayla başlamak “mağdur” söylemini gündeme getiriyor. Ardından
söylenenlerin hepsi de nesnel bir tartışmayı imkânsız kılıyor. Zira “mağduriyeti”
gidereceğim diye “yaşanan çağın hakkını verememe” tehlikesi çok büyüktür. Kendisi
benden daha iyi bilir “Hemme âlem, âza-yı yekdigerend”!
Toplumun kanaat önderleri kardeşliği teşvik etmelidir. “Geçmişe aşırı
bağlılık gösterme ve âdeta geçmişe kapanma, yaşanan çağı ister istemez ihmal
ettirir” Hocayı tenzih ederim ama dikkat edilmezse “yeni akımlar çok dar bilgi
dağarcığı ve slogan fakirliği içinde” onun söylediklerini bambaşka noktalara
çeker. “Gerçekte, bu iddiacılar da solculara karşı bir aşağılık duygusu
içindedir”(Tırnak içleri Sezai Karakoç’a aittir)
Benim aklıma ilk önce
şu soru geliyor. Madem ki tiyatroların özelleştirilmesi doğru çözümdür, bugüne
kadar muhafazakâr(?) sanatçılar kendi özel tiyatrolarını kurup neden muhafazakâr seyircilerin utanmayacağı oyunlar
oynamadı? Mevcut özel tiyatroların sorunları çözülememişken yeni özel
tiyatroları nasıl bir gelecek bekliyor? Kaldı ki muhafazakârlıklarını son
tartışmalarla birlikte anladığım tiyatrocular da muhafazakâr sanat (tiyatro)
olmaz diyor, özelleştirmeye de karşı. Onlar da biliyor ki bugünün koşullarında
özel tiyatroyu yaşatmak zor, hem de pek zor. O zaman İskender Pala kimin için yazdı
“manifesto”yu?
“Manifesto”lar bir aşama gösterir, toplumun geldiği
durumun dile getirilmesidir, yani bir
anlamda çocuğa isim koymaktır. İskender Pala’nın manifestosu ise doğmamış
çocuğa zıbın biçmeye benziyor, muhafazakârın yaşam kuralı gibi bir şey. Esas
itibariyle icracıyı hedef alıyor ama sonuçları itibariyle seyirciye de yön
veriyor. Sanat, önceden yapılan tanıma uyarak mı yönünü bulur ve gelişir?
Sanatçı önce yapacağını tanımlar sonra yaptığını hedeflediği ile mi karşılaştırır?
Sanat fabrika üretimi midir? Yoksa sanatçı içinde yaşadığı ortamdan etkilenerek yaratır
ona bakanlar isim mi bulur? Aksi olursa
biz buna “dayatma“ desek yanlış mı yapmış oluruz? Rönesansın manifestosunu kim yazmış merak
ettim şimdi.
İskender Pala Avrupa’dan örnek veriyor, orta çağda devlet
sanatı desteklemezdi diye. Varlıklı kişiler sanata destek oldular diyor.
Haklı.. Ama o varlıklı kişilerin, kurdukları “şehir devletlerin” sahibi olduklarını bildiğimizde resim
değişmiyor mu? Osmanlıda da İstanbul’un
bazı bölgeleri kişi isimleri ile anılırmış. O kişiler kendi bölgelerinde sanata, sanatçıya destek vermişler. Kendisi şair, besteci, ressam olan Padişahları düşünürsek
nasıl bir resim ortaya çıkar acaba?
İskender Pala “dernek” statüsü ile özel tiyatro
yapılamayacağını bilmiyor olabilir mi? Yapılırsa bunun okul kulüplerine
benzeyeceğini düşünmüyor mu? Dünyada
başlı başına bir endüstri olan tiyatro işletmeciliğini bu kadar sığ bir çerçeve
ile dünya arenasına çıkarabilmek kolay mı? Zira İskender Pala’nın özelleştirme sonrası
çizdiği dünyada Türk Tiyatrosu, yazarı,
oyunları ile ses getirecek.
Peki bu tiyatrolar özelleşirse bilet fiyatı ne olacak?
Seyircinin gücü neye nereye kadar yetecek? İskender Pala da küçük de olsa bir değişim sezdim. Şimdi
bir tiyatro kalsın demeye başlamış. (“Kalacak” o tiyatro nasıl “kadrolaşacak”
söylemiyor. ) "O tiyatroya devlet sahip çıksın ve milli ve manevi değerlere önem
veren tiyatroyu yapsın" diyor. Devlet güdümünde sanat yapılsın diyor yani. Zira o da farkında ki bugünün Türkiye’sinin
koşullarında ödenekli tiyatrolar
özelleştirilirse seyircinin tiyatroya ulaşması zorlaşacak ve onun
“manifesto”sunu kimse dinlemeyecek. Oysa
ödenekli tiyatrolar halkın, tiyatro seyretme alışkanlığını arttırmak için de
zorunlu.
İskender Pala’ya göre , muhafazakâr seyirci oyuna bilet alırken neyi seyredeceğini bilmiyor. Oyun oynanırken
şaşırıyor, utanıyor ve tavana bakıyor. Bu
muhafazakâr seyirciyi küçümsemek
anlamına gelmiyor mu? Benim seyrettiğim her oyun doluydu geçen sezon. O koltukları kim dolduruyor? Onlar “makbûl”
seyirci değil mi? Koltukları dolduranları kategorize etmek doğru mu? Öte yandan
gitgide artan türbanlı seyirci var. Türbansız muhafazakârlarla, muhafazakâr
erkekleri tanıyamıyoruz tabii. (Aslına bakarsanız Türk toplumu
muhafazakâr zaten! Ben bile içimdeki muhafazakârı yakalıyorum bazen!)
İskender Pala ile söyleşirken Enver Aysever’in de tiyatroda
olup bitenlerden habersiz olduğu ortaya çıktı.
Zira yüzde kırk doluluk hesabı doğru değil, muhafazakârların tavana
baktığı doğru değil, repertuvarın “o” oyunlardan oluştuğu doğru değil. Tehlikeli
İlişkiler’i muhtemelen ikisi de seyretmemiş ki salonun havasını görmemiş. Her ikisi de örneğin son yıllarda yetişen en
iyi tiyatro yazarı Yiğit Sertdemir’in Sûrname’sinin İBBŞT’da nasıl bir yüz akı
olduğunu bilmiyor, oyunun Almanya’da nasıl beğenildiğinden habersiz. Tarık Günersel’in Zırhlı Kurt isimli oyunu,
Türk Tiyatro edebiyatına nasıl bir armağandır farkında değiller. Saymakla ve
övmekle bitmeyecek yazar, yönetmen,
oyuncu, oyunculuk ve teknik sahne başarılarını kim anlatacak bu ikiliye?
İBBŞT’nın çocuk oyunlarında çocuğunun elinden
tutup tiyatroya getiren türbanlı anneleri görmemişler. Peki özelleştirme olursa çocuk tiyatrosu ne
olacak sorusuna kim cevap vermek ister?
Bu ikili arasındaki söyleşide oyunları görmemiş olmak bir
sıkıntı yaratmıyor. İskender Pala Günlük Müstehcen Sırları seyretmemiş ama iki
defa okumuş. Oyunu müstehcen bulmuş. (Ben hem okudum hem seyrettim hem de
yazdım. Oyun, sahnede -İskender Pala’ya
göre dahi- müstehcen değildi.)
Tiyatro sahnede tamamlanan bir şeydir. Bunu her ikisi de bilmiyor. Enver
Aysever tiyatrocu sayılmıyor mu? Ama o da oyunu seyretmemiş…(herhalde)
Aslında sorunun salt
Türkiye’nin sorunu olmadığı, sanatın pahalı bir iş olduğu ve devlet
desteklemezse yapılamayacağından bahseden yok. Tiyatronun nitelik ile değerlendirilmesi
gerektiği niceliğin ikinci planda
geldiği de konuşulmuyor. Ayrıca muhafazakâr bir tiyatro edebiyatının nasıl
oluşturulacağı, olursa kimin seyredeceği, ihaleli oyunların maliyetinden habersiz
her ikisi de.(Sahi ne oldu o oyunlara?) Çağdaş tiyatro konsepti, dünya
repertuvarı, bugünün dünyasındaki tiyatronun yeri, yeni neslin dünyasına gelmedik daha . Sanatın elit bir iş
olduğu(tabii ki tiyatronun da) bunu yapabilmek, seyredebilmek için belli bir
düzeyde olmak gerektiğinden bahseden de yok. Sanatın ve tiyatronun ülkenin
eğitim politikalarından ayrılamayacağı, tiyatro ile turizm arasındaki ilişki vb
konular bizim için henüz “yüksek” konular! Buradaki “elit”liğin üstencilik
anlamında kullanılmadığı, eski tiyatro formlarının ve söylemlerinin tekrar edilmesinin “milli” olmaya yetmeyeceği
çok açık. İskender Pala sadece İBBŞT’dan bahsediyor DT’na girmiyor. Oysa ki ödenekli
tiyatrolar aracılığı ile ülkeler arası
ilişkilerin, festivallerin işlevine kim dokunacak? İngiltere’de War Horse’un arkasında nasıl bir
teknoloji olduğu, hangi seyirci
tarafından ve kaça izlendiği de söyleşinin konusu değil. Aslında “milli”
olmanın “manevi” değerlerin de değişmekte olduğunun üstünde kim duracak? Sahi
Kürt Tiyatrosu’nu nasıl şekillendirip nereye koyacağız? Unutulmuş ya da
unutulmaya yüz tutmuş kültürlerin tiyatrosunu kim ayakta tutacak? Ermeni,
Yahudi, Rum yani ülkenin kültürel zenginliğinin tiyatrosu hakkında ne
düşünüyorsunuz? Daha neler neler… Tutturmuşuz muhafazakâr sanat diye…
İki lafın birinde de "ödediğimiz vergiler" çıkıyor ortaya. Ben ödediğim vergilerle insan ölmesin istiyorum, şehirlerimizin sokakları tertemiz olsun, denizlerimiz kirlenmesin, antik sanat eserleri sular altında kalmasın, ormanlarımız kesilip zevksiz binalar yapılmasın, doğa katledilmesin istiyorum. İBBŞT'na benim ödediğim vergi harcanmışsa helâl ediyorum.
Ama benim zoruma giden ne oldu biliyor musunuz? Söyleşi
bitti, birden beynimden vurulmuşa döndüm. İskender Pala diyor ki “Halkın
vergileri” ile ayakta duran İBBŞT’daki oyunlar müstehcen repertuvar hep o oyunlardan oluşuyor. Bunu
öyle tekrar ediyor ki sanki İBBŞT
“fuhuş yuvası” haline gelmiş. Nerdeyse
İBBŞT’nın tüm oyunlarını seyreden ben ve benim gibiler de “fuhuşa meraklı” durumuna düşüyoruz. Aslına bakarsanız söyleşenlerin geçen sezon İBBŞT’nın hangi
oyunlarını seyrettikleri programın hemen başında ekrana yazılmış olsa 60
dakikalık ızdıraba da gerek kalmayacaktı, “zap”lar geçerdik.
Siz Enver Aysever’den ne beklediniz? Ben bir şey beklemedim. Zaten o da söyledi, İskender
Pala’nın kendisini anlatmasını amaçlamış! Amaçlamayabilir miydi? İskender
Pala’ya kızmayın! O inandığını yapıyor. Ya Enver Aysever?
Ama söyleşinin en sonunda
İskender Pala muhafazakâr kesimin jiplere, giysilere, gayrimenkule
gösterdiği ilgiyi sanata, tiyatroya göstermediğinden bahsetti ya işte o zaman
yıkıldım(!)
Alın buradan yakın!
Melih Anık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder