Devlet Tiyatrosu 60.yılını , Türk yazarlarının kaleminden çıkan 60 eserin dünya prömiyeri ile “kutluyor”.
Genel Müdür Lemi Bilgin’in ifadesiyle “ Tiyatro sanatını ülkemizin en uzak köşesine ulaştırmak,Türk tiyatrosunun hak ettiği yerlere gelmesini sağlamak ve kültürümüzü yüceltmek adına” “Büyüyor”lar!
“Açtıkları yeni sahnelerle , sahneledikleri yeni oyunlarla,katıldıkları ve düzenledikleri ulusal ve uluslararası festivallerle,kadroya dahil olan genç sanatçılarla ,her geçen gün artan izleyici sayısıyla..”
Genel Müdür , önce hedef sonra strateji belirtmiş.
Ama her şeyden önce şunu düzeltmek lazım: “Türk tiyatrosunun” değil “Türk Tiyatrosu’nun”.
Aradaki farkı önemsiz bulmayın. Bu bir “Türkçe” yazım kuralı. “Türk” Tiyatrosu’nun en önemli mevkiinde bulunan ve “Türk” Tiyatrosu’nun hak ettiği yere gelmesini hedefleyen bir Genel Müdür ve kurumu bu “Türkçe” yazım kuralına da dikkat etmeli.
Sanatçı da olsa bürokratik gelenek içindeki yetkililerin söylemlerine alışkınız. Ama soralım bakalım ayni cümle içinde yapılan “ülkemizin en uzak köşesi” , “hak edilen yer”, “kültürün yüceltilmesi” gibi 3 vurgu ne demeye geliyor ?
Ülkemizin “en uzak köşesi” neresi ? Neye uzak? Genel Müdür’ün oturduğu merkeze mi ? Yoksa “tiyatroya en uzak seyirci”ye ulaşmak mı önemli ?
Türk Tiyatrosu’nun “hak ettiği yer” neresi ? Ben 60 yıllık Devlet Tiyatrosu’nun 40 yılında varım. Hak edilen yer için daha ne kadar zaman geçmesi lazım ? Geçilen zaman umut veriyor mu?
“Kültürün yüceltilmesi” ne demek ? Tiyatro kültür taşıyıcısıdır , kültür “boyacısı” değil ! ( “Somut Olmayan Kültürel Miras Taşıyıcılarının Tespit ve Kayıt İşlemleri Hakkında Yönerge”- http://www.rizekulturturizm.gov.tr/Genel/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFF92C077108DECE19DA35405BFDD9C147A okumanızı öneririm.)
3 vurgu da “statik” bir algının sonucudur. Devlet Tiyatroları’nın en tepesindeki yetkiliden duymaktan da üzüntü duydum.
Genel Müdür stratejisini de sayısal “büyüme” üzerine kurmuş. Ancak tiyatro sanatı nicelik ile değil nitelikle “büyür”. Bu anlamda Devlet Tiyatrosu’nun sunduğu niteliğin düzeyine bakmak lazım. Benim görüşüm maalesef olumsuzdur.
Devlet Tiyatrosu özel tiyatroların yapamadığını yapmak zorundadır. DT, gelmeyeni getirmek, seyretme alışkanlığı olmayanda seyir zevki ve isteği yaratmak zorundadır. En önemlisi nitelik olarak çıtayı yukarı çekerek “tiyatronun kutbu” olmak zorundadır. Bu konuda konulacak kriterler de seyirci sayısı, yerli yazara bağlı prömiyer sayısı kadar ölçülebilirliği kolay olan değerler değildir. 5 TL’lik bilet fiyatı ile toplam seyirci sayısı sabit kalan(hatta azalan) piyasada seyirci sayınızın artması bir “yer değiştirme”dir olsa olsa,o kadar.
DT, 5 TL’ye bilet satarsa özel tiyatronun 20 TL si pahalı gelir. Zira yapılan işin değeri düşürülmüş, rekabet şartları bozulmuştur. Kamu eliyle sanata yön verenler “Ufku” açmak, genişletmek ile yükümlüdür. Onlar ise “Pazar” ile ilgileniyorlar!
DT, bulundukları illerde çevreye nasıl ulaşıyor acaba? Okullara nasıl giriyor? Bunun için bir stratejisi var mı? Geçen sene ne yaptı ? Ülkemiz tiyatrosu için nasıl bir strateji belirledi ? Farklı kültürler nasıl “sahnelendi” ? Gelenekselden nasıl yararlanıldı? vb. yığınlarca soru…
Vahşet Tanrısı ile ilgili bir yazıdaki yukarıdaki giriş oyuna haksızlık oldu galiba.
Vahşet Tanrısı
Vahşet Tanrısı iyi yazılmış, iyi oynanan bir oyun, rejisi “sit-kom” koksa da. Yönetmen Celal Kadri Kınoğlu’nun televizyondaki “sit-kom” deneyimini sahneye taşınmış gibime geldi . En azından oyunculukta bu tarz gözüküyor. Oyunun metni de bu olanağı veriyor.
Oyun yazarını(Yasmina Reza) başarılı buldum. İki çocuğun kavgasından çıkan bir konunun sürükleyici diyaloglarla açılımı ve kimi zaman eğlendirmek ama çoğunlukla “iğnelemek” üzerine oturtulmuş bir söylemin başarısında tercüme edenin(Zeynep Avcı) rolü, yazar kadar önemli. Tercümede “Mal bulmuş mağribi gibi” ve “Akım derken b… demek” dışında kulağıma takılan olmadı.
“Taammüden” gibi ,bir avukatın içindeki “kod”ları tetikleyebilecek ,bir avukatın yüzüne söylenmemesi gereken “kışkırtıcı” bir söz ile diyalogun yönünü değiştirmek hem yazarın hem çevirmenin başarısı.
Darfur uzmanı , yatırım danışmanı,avukat ve satıcı kimlikleri ile iddiasız gibi görünen ama kendini toplumun etik koyucusu ve entelektüelliğin son temsilcisi sayanların , kontrollerini kaybettikleri anda nasıl birer şiddet nesnesine dönüştüklerini görmeyi yadırgamamanız gerek. Onlar hemen yanı başınızda. Belki de aynada, karşınızda duruyor.
Düşünce inceliklerini(?) gösterirken nasıl da nazik(?)ve “müşfik”ler(?). Ama kendilerini tehlikede hissettiklerinde baş gösteren saldırganlıkları ve çocuklarına biraktıkları miras , ortaya dökülen kirli çamaşırların kokusu gibi “dumansız hava sahası”nı kirletmekte.
Zorlama ve taktiksel “alt perde”den konuşmalar giderek günlük ve toplumsal hayatın bize öğrettiği klişe cümlelere dönüştükçe sırça köşklerin nasıl dağıldığını , bastırılmış ses tonları içindeki uygar(?) söyleşilerin yoldan çıkarak nasıl vahşileştiğini görmek öğretici ve eğlendirici. Kimi zaman alttan(kapalı) kimi zaman üstten(açıkça) “faullü” el-enselerle kişilerin birbirlerini tartmasını , gidişatı dengelemek için yapılan ustalıklı çalımları ve giderek fiskelerin yumruğa dönüşmesini görmek şaşırtıcı değil. Diyalog bu anlamda karşılıklı bir alış veriş, çözüm yolu değil haklı çıkmanın aracı olarak kullanılıyor.
“Konuşmanın tonu,seviyesizlik,ispiyonculuk, savunmasız kalmak ,ölüme terk etmek,vicdan azabı,uygarlık için savaşmak,dengeli olmak,yalnız olmak,hafife almamak,ayıp etmek, ,Afrika’nın acılarını bilmek,barış sağlama , dünya vatandaşlığı, kurbanlar ve cellatları” gibi konuşmanın yolunu değiştiren söylemler ile “iyiniyet yaramıyor”,”dürüstlük insanı zayıflatıyor”, ”her şey yorucu” , ”ahlaki değerler olmadan insan olmanın ne değeri var” ,“dünyanın bekçileri gibi davranan kadın yerine sezgileri ile kullanan kadınlar olmalı”, “güç kimdeyse haklı odur” gibi kendi haklılığını doğrulamak ve de son sözü söyleyerek karşısındakini köşeye sıkıştırma hedefli klişeler, aslında insanın kendisinden yana olan doğasının gereği olarak oyunda yerli yerince ve başarıyla kullanılmış.
Oyunda özellikle Zerrin Tekindor’u çok başarılı bulduğumu belirteyim. Eminim ki bu yılın “En İyi Komedi Kadın Oyuncu” ödüllerinin en kuvvetli adayı olacaktır. (Bence alacaktır)
Zafer Algöz ise “En İyi Komedi Erkek Oyuncu” adayı olursa şaşırmam.
Ülkü Duru ve İşdar Gökseven’in çok başarılı oyunculukları , Tekindor ve Algöz’ün yorumlarını parlatmalarını ve karakterlerin metinden gelen renkliliğinin öne çıkmasını sağlıyor.
Dekor ve giysi tasarımı(Serpil Tezcan) oyunun yorumuna destek oluyor ve başarılı.
Dolu bir salonda dolu dolu yankılanan alkışlardan daha büyük ödül ne olabilir!
Sahnedeki sanatçıları kıskananlar çok olur eminim.
Seyredin! Hem de 5 TL ! Evde oturduğunuz kabahat.
Melih Anık
Not: Ocak 2010 dan itibaren bilet fiyatı 10 TL olacakmış, öğrenci bileti de 4 TL. Öğrencilerin taşıdıkları telefonlara bir bakın. En iddiasızı 500 TL. İçtikleri sigaralar kaç TL ?
Ben gene de İstanbul için 10 ve 4 TL’nin haksız rekabeti önlemeyeceği düşüncesindeyim.
DT, haksız rekabeti önleyecek ve meslek değerini koruyacak şekilde şehre göre tarife belirlemeli. Bakarsınız bu şekilde bütçenin gelir kaleminde sağladığı artış özel tiyatrolara yapılan komik yardımların artmasını ; tiyatroya “çok uzak” şehirlerimize ve yurttaşlarımıza tiyatronun daha çok ulaşmasına neden olur.
Yazınızda ısrarla üzerinde durduğunuz DT'nin bilet fiyatları konusunda ben de bir öğrenci olarak(profilinizde gördüm, ben de Boğaziçi'nde İnşaat okuyorum) özellikle son satırlarınızı da okuduktan sonra, birşeyler karalamak istedim.
YanıtlaSilŞüphesiz ki, yazınızda üzerinde durduğunuz bilet fiyatı politikasını, emeğin karşılığını bulmadığı argümanıyla ya da özel tiyatrolarla haksız rekabet oluştuğu düşüncesiyle eleştirmek mümkün. (Daha önce de Şehir Tiyatroları'yla alakalı böyle bir tartışma olmuştu zaten) Bir noktaya kadar da katılıyorum, ben de insanın katılmak istediği bir etkinlik için belli miktarları gözden çıkarması gerektiği düşüncesindeyim. Tıpkı, hayatta zaman zaman yapmak zorunda kaldığımız fedakarlıklar gibi.
Öte yandan, memur anne-babanın şehir dışında okuyan öğrenci çocuğu olarak, DT oyunlarının bu fiyat politikası sayesinde daha fazla oyun izleyebildiğimi de belirtmek isterim. Ne yazık ki, herkes benim kadar da şanslı değil, özel tiyatroları maddi sebeplerden takip edemeyen öğrenci arkadaşlar da mutlaka vardır. Sizce de Şehir ve Devlet Tiyatroları'nın fiyat politikası bahsettiğim tarzda maddi sıkıntıları olan insanlar için önemli bir şans değil midir?
Son paragraftaki kısma gelince, yazının başında da belirttiğim gibi, öğrenciyim. Kendi çevremden örnekler verip, özeleştiri yapmak da istiyorum. Sizin mezun olduğunuz dönemle bir karşılaştırma yapamam, (muhtemelen okul Robert College döneminden sıyrılmamıştır sizin döneminizde); fakat okulda hala hatırı sayılır sayıda maddi durumu belli bir seviyenin üzerinde öğrenci var. Belki de üstü kapalı bir şekilde yaptığınız eleştiriyi de doğrulayacak şekilde, birçok öğrenci durumları olmasına rağmen tiyatroya gitmiyor, okumuyor vs. Yine de, bu durum maddi durumu zayıf; fakat kültürel aktiviteleri takip etmek isteyen öğrencilerin varlığını yadsımaya yol açmamalı. Bu yüzden DT'nin fiyat politikasının bu şekilde devam etmesi gerektiği kanısındayım.
Elbette, sizin kadar fazla oyun takip edemiyorum; ancak gittiğim özel tiyatrolarda da seyirci sayısı hep tatmin edici seviyedeydi. Elbette istisnalar oluyordur; fakat ortaya iyi işler konduğunda, bunun hakkını verebilecek tiyatro seyircisinin mevcut olduğu düşüncesine sahibim.
Saygılar.
Bu arada google hesabıyla yorum yollanamıyor. Eklemek istedim.
Sarp,
YanıtlaSilBana düşüncelerimi açma fırsatı veren yorumun için teşekkür ederim.
Senin gibi azınlıkta kalan merak edenler, ilgi duyanlar da genellemeyi değiştirmiyor maalesef. Gençliğin büyük bir kısmı , zenginliğin, harçlığı ile oynadığı iddiadan geleceğine inanmış. Başka türlü zenginliği bilmiyor.
Sanatla ilgilenmenin fiyat ile ilişkili olduğunu düşünmüyorum. Bedava galeriler, müzeler, kütüphaneler, sergi salonları ziyaret ediliyor mu ? İnternetten okunmuyor. Ucuz kitap var , bedava müzik dinlenecek salonlar var. Kanım odur ki gençlik gündemi takip etmiyor.
Öğrenciler için bir numaralı sorun olan staj yeri için dünyanın öteki ucuna gitmeyi araştıran kaç öğrenci var dersin ? Kaç öğrenci dünyayı hedefleyerek kendisini ve özgeçmişini hazırlıyor? Mesajlaşmayı çok iyi bilen gençler, beğenisini (beğendim-beğenmedim) ifade edecek mesajı çekmiyor. Aslında kabahat bizim neslin.
Konu çok geniş ama biz tiyatrodan söz edelim.
İstanbul’da, öğrenci için kamu tiyatrolarında 3-4 TL olan bilet fiyatı özel tiyatrolarda 10-15 TL civarında. Sinema bilet fiyatı, eğer bir telefon aboneliği üzerinden alınmıyorsa 7-10 TL arasında değişiyor. (Özel tiyatroların kapıda pazarlıkla daha aşağıya düştüğüne tanık oldum.) Statta “maç keyfi” 20 TL’den başlıyor. Kahvede seyredersen 5TL . Takım forması 50 TL.
Gündem oluşturan kitaplar 20 TL nin üzerinde . 3 günlük hafta sonu kayak tatili 200 TL. “Cafe”de içilen kahve 5 TL den başlıyor.
(Örnekler İstanbul’a ait. Ülkenin geri kalanı ile fark büyük.)
Recep İvedik’e de Vahşet Tanrısı’na da hasılat yaptıran ayni gençlik. Statları dolduran da o gençler. Yani tiyatroda sıkıntı yaşayan gençlik, sinemada , statta o kadar da sıkıntıda değil.
Yukarıdaki resmin tüm gençliği ve de tüm ülkeyi anlattığını söyleyemem elbette. Ben de biliyorum ki zor durumda olan genç sayısı çok , pek çok. Merak eden , araştıran, öğrenmek isteyen genç de çok.
Kamu ile ilgili politikalar tüm ülke düşünülerek yapılmalı diye düşünürüm. Kaynaklar da sınırlı ise İstanbul’da ve Hakkari’deki bilet fiyatı ayni olmamalıdır.
Kar-zarar hesabı yapmayan , kurumu “kamu” oyuncuları “özel” olan kurumlardaki bilet fiyatının bedeli de o ölçüde farklı olmalıdır. Kamunun ucuza sattığı biletin yükü değişik isimlerde vergi olarak önce halka sonra özel tiyatrolara yansır . Örneğin kamu tiyatrolarının bilet fiyatı normale getirilse ve bilet fiyatının yarısı vergi olan özel tiyatroların bilet fiyatı düşürülse iyi olmaz mı ? Bu şekilde seyirci de kamu tiyatrosuna gittiği kolaylıkta özel tiyatroya gitse ?
Ayrıca Devlet Tiyatrosu ülkenin tümüne ulaşmalıdır , Şehir Tiyatroları da çevrelerine..Bunu yapabilmek için refahtan daha çok pay alanlar az alanlara hizmetin ulaştırılması için katkıda bulunmalıdır. O nedenle göreceli olarak büyük şehirler ile küçükler; şehirler ile kasabalar arasında bilet fiyatları farklı olmalıdır.
Ama İstanbul’da zor durumda olanlar için özel çözümler üretilmelidir . Abonelik , son dakika bileti, okul tiyatro kulüpleri ile iş birliği vb gibi.. Sponsor desteği de iyi yönetilebilirse yararlı olur.
Boş olduğu bilinen matineler için o gün sabahı çevre okullar ile temasa geçilebilir , öğrenciler için davetiye verilebilir. Öğrenciler için özel seanslar yapılabilir. Tiyatro , öğrencinin ayağına(okuluna) götürülebilir. Fakir semtlere davetiye verilebilir. Yeter ki kamu istesin merak eden seyirci bulunsun.
Yazılarımı okuyorsan konu üzerinde başka hususlara da değiniyorum.
Kamu tiyatro kurumu yaptığı hasılat ile övünemez. (Hasılatın/seyircinin bölgelere göre dağılımı nasıl acaba?) Özel tiyatronun yapamayacağını (ülke çapında yayılım, kalite , repertuvar, uluslar arası ilişki vb) yapmak zorundadır.
Seninle tanışmak ve bir meslektaşın olarak seni dinlemek isterim. İstersen Facebook’daki hesabımdan mesaj atabilirsin.
Saygı ve Sevgi ile.