Bu yıla(2010) damgasını vuracak bir oyundan bahsedeceğim.
Bu sezon her dalda ödüle aday gösterilecek ve muhtemelen pek çoğunu alacak bir oyun hakkında düşüncelerimi paylaşacağım .
Mefisto ile ilk izlenimim şu :
Üzerinde çalışılmış , amacı saptanmış , uğraşılmış..
Çok iyi bir oyuncu kadrosu tarafından ciddiyetle oynanıyor.
Dekor ,kostüm ve ışık tasarımları iyi.
Tarihi bir gerçek üzerine yazılmış bir romana ve bu romandan usta bir yazar tarafından yapılmış uyarlamaya sahip.
İyi bir yönetmeni var.
Süzgeçler
Mefisto 1936 da yayımlanmış(Klaus Mann). 1979 yılında oyunlaştırılmış.(Ariane Mnouchkine)2010 yılında İstanbul'da sahneleniyor(Ragıp Yavuz)
T.S.Eliot demiş ki : “ Shakespeare eleştirileri , yazıldığı dönem ve yer bilgisinden soyutlanarak anlaşılamaz. Farklı kişiler tarafından farklı yerler ve farklı zamanlarda ortaya atılan görüşler son 300 yıllık Avrupa uygarlığındaki gelişme ve değişimlerin ayrılmaz bir parçasıdır.”
Bu görüşün roman ve romandan yapılan uyarlamalar için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle yukarıdaki tarihlere dikkat etmek gerekiyor.
Bir anı-roman yürekteki izlerin tazeliği ile yakından ilgilidir. Anı-roman yazan, anlattıkları yanında dışarıda bıraktıkları ile de bir tercih yapmış olur.
Uyarlayan da anı-romandan yaptığı sahne seçimleri ile içinde yaşadığı dönemin tarihe bakışı ve kendi duruşu ile bir tercihler sıralaması yapar.
Yönetmen de yıllar sonra, içinde yaşadığı zamanın tarih bilinci ve sanatçı duyarlılığı ile olayı kendi süzgecinden geçirir.
İşte bu yüzden sahnedeki Mefisto ard arda üç öznel süzgeçten geçirilmiş.
Tarihin Sarmalı ve Mefisto’nun Yarası
Amin Maalouf, “Çivisi Çıkmış Dünya”da “Bütün tarih kuramları kendi zamanının ürünüdür.Şimdiyi anlamak için son derece öğreticidir.Geçmişe uyarlandığında tahmini ve yanlı bir hal alır.Geleceğe yöneltildiğindeyse tehlikeli hatta kimi zaman yıkıcı sonuçlar doğurur” diyor.
Mefisto’da ,tarih kuramı , geçmişe uyarlanmakta ve geleceğe yöneltilerek çözüm üretmeye çalışılıyor. Tarihin tekerrür edeceği izlenimi yaratıyor. Uyarısını bu “tekrar”a endekslemiş.
Hitler’i iktidar yapan düzen ele alınarak geçmişte yaşananlara benzetme yapılmakta ve bundan yola çıkarak gelecek üretilmekte.
Oysa tarih tekerrür ederse ilkinde trajedi olan tekrarında komedi olur.
Mefisto , bu yüzden yaralı (!)
Yapılması Gereken
Yapılması gereken romandan başlayarak yeni bir uyarlama yapmak olmalıydı.
Belki o zaman oyunun içinde ağırlığını hissettiğimiz duvar , oyuna paralel giden kabare , komünizm , eş cinsellik , sanatçının toplumsal sorumluluğu , demokrasi vb kavram ve durumlara içinde yaşadığımız toplum gerçekleri ışığında daha anlaşılabilir anlamlar yüklememiz kolay olurdu.
Belki de o zaman neyi dışarıda bırakmamız gerektiğine kendimiz karar vererek oyunda görülen ve hikaye örgüsünü yaralayan uzunluğu törpüleyerek ,atmaya kıyamadığımız her şeyden kurtulabilirdik.
Sondan Başa Doğru
Oyunun en son repliği “Sıradan bir oyuncuyum ben”
Böyle bakılınca oyunun bir oyuncunun savunması/hayatı/eleştirisi gibi anlaşılması olanaklı.
Ama Yönetmen’in (Ragıp Yavuz) söylediği “Sosyal ve siyasal ilişkilerin sonuçları değil nedenleri daha çok ilgimi çekti” sözü nerdeyse oyuna damga vuran bu finalle, doğrulanmıyor. Kaldı ki bugünün “sonuç”ları, bilinen nedenlerin formülleştirilebilecek sonuçları da değil.
Bugünün dünyasını anlatabilecek bir “formül” yok.Maalouf ‘un dediği gibi “Tarih genellemelere uymaz pek” , ”Tarihi açacak bir maymuncuk yok”.
Tiyatro , bunun bilincinde olarak zor olanı seçmek zorunda, çözümü bulmuş gibi davranmak yerine. Tiyatro Höfgen’i de anlamak zorundadır mahkum etmek yerine.
“Bir tarikat yapılanması olan “Thule” örgütünün arkasına bir finans desteği alarak partileşmesi ve aşırı enflasyona yanıt vermesi sonucu “sandık”tan gelmiştir”de ifadesini bulan görüş ; ya da 1929 ekonomik krizinden sonra Avrupa’da radikal söylemini bulan akım ile 2001 krizinden sonra Avrupa’daki radikalleşme arasındaki benzerliğin yorumu da yukarda anlatılan bilinçle ele alınmalıydı.
Bilindiği gibi 1930’ların sosyal demokratları da tarihsel sürece bakarak Hitler’in gelişini ıskalamışlardı.
Mefisto’nun Dikkat Çeken Noktaları
Oyun yaklaşık 3 saat.
Oyun bir “geri dönüş” ile başlıyor. Ama başta açılan parantez sonda kapanmıyor. Bu da ucu açık bir kurguya neden oluyor.
Genel olarak oyun, enerjisini gittikçe yitiriyor. Sona doğru Höfgen’in(Yiğit Sertdemir) feryatlarına rağmen silik ve soluk bitiyor. Güzel anlar , sahneler var. Ama “sahne dili” yok. Roman dili de yok. Okuma tiyatrosu olarak da ilginç değil. Önemli şeyleri bir öğretmen edası ile vermeye kalkmış.
Birinci saatin sonunda birinci perde , Çehov’un Vişne Bahçesi’nden okunan pasajlar ile bitiyor. O ana kadar “Komünist” Höfgen’in kişisel gelişmesini görüyoruz.
İkinci perdede giderek düzen ağırlığını hissettiriyor ve Höfgen’in birden “nasyonel sosyalistleşmesi”ni başkasının ağzından bir cümlede duyuyoruz. Hatta Höfgen ,final dışında son üçte birlik bölümde sahnede “yok”.
O zaman birinci perde finalini yapan ve Höfgen’in bir anlamda aileye kabulünü ve de Mann ailesinin ortamını gösteren Vişne Bahçesi’nin, oyunun genelindeki yerini sorguluyoruz.
Benzer şekilde Höfgen ile Miklas(Murat Coşkuner) arasında geçen prova sahnesinin oyunun hangi çizgisi için oyunda tutulduğunu anlamak da güçleşiyor.
Roman söyleminde karakterlerin yaşam hikayelerini sonuna kadar görmek gerekli olabilir. Ama sahne dilinde bir tercih yapmak ve sınırları çizerek bütünün hatırı için bazı ayıklamalara katlanmak ve yalın bir anlatımı seçerek pek çok karakterin yaşamlarını anlatmak yerine yan karakterleri ana karakterin ve de oyunun ana çizgisinin ihtiyacı kadar işlemek gerekir.
Oyunun genelinde Höfgen’in feryatları ile sonlanan oyunda sahneye sokulan her karakteri atlamadan anlatma gayreti var.Bu nedenle oyunun ana çizgisi slalom yapıyor.
Genel olarak sahnelerin her birinin tek cümlelik mesajının özetlendiğini ve yönetmen(ve de dramaturg- Sibel Aslan Yeşilay) tarafından birbirine bağlandığını düşünmekle birlikte bu sıralama ve ilişkilendirmenin bir bütünlük yaratmadığını belirtmek istiyorum. Bu, tek tek güzel ve anlamlı gelenleri budayacak kadar acımasız olamamaktan kaynaklandı herhalde.
Kabare sahnelerinin araya konulması oyuna renk ve hareket katıyor. Ama Höfgen’in ve de düzenin çizgisi ile ilgisi çok açık değil.Kabare oyun içinde bir “iç ayna” görevini de yapamıyor.Kabaredeki tiplerin hatırlattıkları ise daha geniş, doğrudan ve güncel olabilirdi.
Sahnenin ön duvarı iki kez açılıyor .O sahnelerde seyirciye broşürler atılıyor.Bu iki sahne dışında oyun içine kapalı ve geride kurulmuş.Ve mizansen olarak sahne gerisine doğru kaçma eğiliminde.
Höfgen’in Elizabet ile veda buluşmasında oyun içi sahnenin seyirciye dönüklüğü mizansen gereği ama oyun içindeki sahne hep seyirciye ters yönde açılıyor. Veda sahnesinin ,sahne arkasında geçmesi gerekmiyor. Ama illa sahne arkası diyor ve de sahnenin yönünü değiştirecekseniz bunun oyun içinde bir anlamı olması gerek. Ayrıca aynalar ve üzerindeki yansımalar yeterince kullanılamamış diye düşünüyorum.
Belki de Mnouchkine’nin metnini esas alıp romandan yeni sahnelerin ilave edilmesi,bazılarının çıkarılması ile söylemi daha “yerel” ve “doğrudan” olan bir uyarlama yapılabilirdi.
Dekor Tasarımı
Önemli oyunların güvenilir Sahne Tasarımcı’sı Barış Dinçel’in eserine ayrıca bakmak gerekiyor.Zira sahne tasarımı kendi başına var olmuş sahnede. Oyunun “görkem”ini veren de o,sahne gerisine doğru yönlendiren de. Kendi başına çok özenli , mantığı olan bir tasarım ortaya koymuş Dinçel . Göz alıcı.. Ama ağır ve tek başına ! Duvar metaforu ise tartışmalı. Bu “yıkılan” duvar mı ? Bir toplumun halkları arasındaki “duvar” mı ? Bir “labirent” mi ? Bir tabut mu? Bir mezar mı ? Bir idam mangasının karşısındaki “duvar” mı? Devamlı açıp kapanması ile tarihin “körüğü” mü?
Yönetmen de bu “güzelliğe” kıyamamış olmalı ki uzun sahne değişimlerinde düzenin baskısını hissettiren siyah paltolu subayları çıkarmış sahneye.
Bu çerçevede zaten ağır diyalogların geçtiği sahneleri hafifletmek yerine ağırlaştıran bir kurguya neden oluyor dekor.
Oyunculuk
Mefisto’daki oyunculukta birlik yok. Kimi oyuncular dramatik kimisi epik oyunculuğu seçmiş.Bu belki kabare sahneleri ile diğer sahneler arasında bilinçli bir ayrım olsaydı o da kabulümdü. Böyle bir ayrım söz konusu değil. Hatta tarzlar arasındaki değişim ve geçiş de bir anlatım biçimi olarak kullanılabilirdi. Belki de iyi de olurdu.
Oyunun genel havası dramatik ama içinde yer yer epik var.Bu da bütünlüğün önünde bir engel.
Oyunun Yakamozları
Çağlar Yiğitoğulları ve Selim Can Yalçın. Bu iki isme dikkat etmek yetmez bu iki isme destek vermek lazım. Çağlar Yiğitoğulları’nı bir performanstan, Selim Can Yalçın’ı Öfke’den hatırlıyorum. Bu iki tiyatrocunun enerjisini ve de yeteneklerini göz ardı etmemeliyiz , yüreklerindeki ateşi söndürmemeliyiz diye düşünüyorum.(Onlara sözüm ise şudur : Ufkunuzu geniş tutun!)
Bir başka ışıltı ise Buket Yanmaz Kubilay’dan geliyor. Zor sayılabilecek sahnelerde rahatlığı ve sempatisi ile parlıyor. Mert Tanık da ışık verenlerden. Gerek fiziği gerekse oyunculuğu dikkat çekici.
Söz Etmesem Olmazlar
Kostüm(Tomris Kuzu), müzik(Selim Can Yalçın-Çağrı Ö.Hun), ışık(Murat Özdemir) ve kareografi (Yasemin Gezgin) çok başarılı.
Son Söz
Mefisto sezonun “hit”lerinden biri.
Seyretmezseniz “kaçırmış” seyrederseniz “sıkılmış” olabilirsiniz.
Melih Anık
Not : Oyun sonunda henüz yerimde defterimi ve kalemimi toplarken önümden geçen biri “Siz uyumamış olsaydınız ben de uyumayacaktım “ dedi. Herhalde çok derin uyumuş ki dünyası ve görüş alanı buğulanmış . Ben “herhalde yanlış görmüşsünüz” demekle yetindim. Oyun boyunca tuttuğum notlar için başımı önüme eğmiş görünce uyuyorum sanmış olmalı . Ama bana güvenerek(?) uyumasına ne demeli ! Onun ne dediği önemli değil ama uyuyanlar olacak bu oyunda, benden söylemesi.
Bir ipucu : Ben uyuyacak gibi olunca salondan çıkıyorum.
Çok güzel yorun :)
YanıtlaSil