22 Mayıs 2025 Perşembe

Okunmak İçin Yazılmış Bir Oyun : Cehennem(Nether) (Tatbikat Sahnesi)

 

Bilgisayar  Oyunları Tarihçesi

 İnternet ortamında oynanan sanal oyunların geçmişi çok da eski değil. 1989 yılında çıkan Simcity, 2011 tarihli Minecraft oyunu 2013 tarihli Nether binlercesi olan oyunlardan üçü.  Oyuna isim olan ‘Nether’,  Minecraft’da geçen ateş, lav denizleri, düşman yaratıklar , biyomlar(bitki ve hayvan toplulukları) ve yapılar barındıran cehennem benzeri bir boyuttur(realm).  Nether 2013’de çıkan hayatta kalma oyununun da ismidir. Bu tür oyunlar keşfetmek, kişilik yaratmak, yapı yapmak ve eğlenmek  amacı taşır. Minecraft 2011 de çıkmış 2009 dan 2011 e kadar test edilmiş. Oyuncular ham madde keşfedebilir alet ve eşya üretebilir, toprak işleri makineler yapılar yapabilir, düşman çetelerle savaşabilir, diğer oyuncularla işbirliği yapabilir. Onlarla rekabet edebilir. Hayatta kalma ve yaratma  modları vardır.  Oyun2023 de 300 milyon adet satılmış. Türünün ilk örneklerinden biri olan Simcity viral âlemde inşaat oyunudur. Kendi kentini kurma ve yönetme oyunudur.

Bu âlem ilk çıkıştan itibaren çocukların ve gençlerin hayatına girdi. Hatta bazıları için tutku oldu. Zaman içinde teknolojik gelişmelere paralel olarak bu tür oyunlar büyük aşama kaydetti. Tiyatronun rakibi olacak bir seviyeye geldi. Bu tip interaktif  oyunlara  dadanan çocukları, gençleri tiyatroya  alıştırmak giderek zorlaşacak. Kendi hikâyesini yazan mekân tasarlayan karakter yaratan/olan  gençler tiyatro ile ne kadar  ilgilenir kuşkudayım. Oyunlar onların eğlence anlayışını değiştirdi. Bence bu oyunlar tiyatro için bir tehlike ama aynı zamanda bir fırsat olabilir. Gençliğimde önüme çıkan bu oyunlar  ilgimi çekmedi hâlâ da çekmiyor. Bu nedenle  Cehennem oyunu bana biraz uzak. Ben anlamaya çalıştım. Bu nedenle bu yazım bir tiyatro eleştirisinden daha çok bir anlama çabasıdır.

Oyun hakkında yazılan eleştirileri seyirci yorumlarını okuduğumda  oyun hakkında yazılanların  ‘anlama’ya mı dayanıyor  diye sordum kendime. Ben oyundan  çıkmadığını ama seyircilerin başkalarından / birbirlerinden duyarak görmüş gibi yaptıklarını  ya da gördüklerini öyle anlamlandırdıklarını  düşünüyorum. Ben onlara da yardımcı olmak istedim.  Oyunu seyredenlere/seyredeceklere yardımcı olursa sevinirim.

 Tiyatroda Nether(Cehennem)

 Jennifer Haley bilgisayar oyunlarından aldığı ilham ile The Nether oyununu yazmış. Bilgisayar oyununun bir benzerini tiyatro sahnesinde yaratmaya çalışmış. Oyunun taslağını(draft) 2011 yılında yazmış. Oyun 2013’de Los Angeles’ta 2014’de Londra’da seyirci ile buluşmuş  2015’de kitap olmuş. Taslak ile kitap arasında farklar onun da anlattığı âleme çok da hâkim olmadığını gösteriyor.  İyi yönden bakarsak  bu tür yazma denemelerinin  tiyatro ufkunu geliştirdiğini söyleyebiliriz. Ancak zihinde tasarlanan  sanal âlemin fiziksel gösterilmesi sıkıntılı bir çaba.

Oyundan bahsedeyim:

Nether denilen yerde Morris isimli bir detektif Papa isimli bir kişiyi arıyor. Papa pedofiliyi bilgisayar oyunu haline getirmiş biri. Dedektif onu bulursa oyunun terminalini  ve giriş kodunu bulacak ve oyunun yasaklanmasını sağlayacak. Oyunda kullandığı isimler özel olarak seçilmiş. Bilgisayar oyununu yazan Sims bize Simcity oyununu hatırlatıyor. Doyle oyunda bir bilim öğretmeni.  Oyundaki bilimsel açıklamaları yapan karakter. ‘Slang’(argo)  olarak ‘idiot’(budala) demek. Dubhgall ‘dubh black dark gall stranger foreigner’ ın(karanlık yabancı) karışımı. Gizemli bir karakter.  Evdeki dört çocuk: Barnaby İncil’den geliyor İbranice. Rahatlık teselli demek. Donald dünya hükümdarı.  Antonia paha biçilmez. İris klitoris.

Pedofili hadisesini araştıran dedektif  Morris bize Gateaway Kilisesi papazı Robert Morris’i hatırlatıyor. Morris 12 yaşındaki bir kıza sarkıntılık  etmiş. Ve sıkı durun Trump’ın ruhsal danışmanı olmuş. Hideaway oyundaki gizemli mekânın ismi. Getaway’e çok benziyor.

Bunlara Sims’in Papa olduğunu da ekleyince resim tamamlanıyor. Yazar dinsel bir atmosfer çiziyor. Tabii ki bu noktaları Türk seyircinin anlaması mümkün değil.

Oyunda Sims kişisel özgürlükten bahsediyor. Zira bu oyunda herkes başka bir kişiliğe bürünebiliyor.  Toplumda var olan yozlukların oyunlar vasıtasıyla sokağa dökülmesinin önlendiğini  iddia ediyor. Ona göre sadece yetişkinler oynayabiliyor bu oyunu ve oyuna şifreyle girilebiliyor.  Zaten sokaklarda çocukları bulmak da mümkün değil. Yetişkinler de onları sanal ortamda buluyor.  Morris ise toplumun sağlığını korumak adına  bu oyuna son vermek istiyor.  Çocuk tacizinden suçlanmış Morris’i hatırlatan  karakterin detektif olarak  canlandırılması tuhaf geldi bana.

 Hideaway ismi verilmiş bir ev var. Bu eve titiz bir incelemeden sonra ‘login’ ediyorsunuz. İçeri girerken önceden hazır edilmiş karakterlerden birini seçiyorsunuz o oluyorsunuz.  Ev bahçe içinde Victorian stili yapılmış. Evde dört çocuk var. O çocuklarla ‘eğleniyorsunuz’. Ama birden anlıyorsunuz ki çocukların arkasında yetişkin insanlar varmış. Onlar çocuk değil.  Evdeki  9 yaşında İris  60 yaşlarında bilim öğretmeni Doyle’muş meğerse. Doyle o bedeni seçmiş ve o bedene girmiş. Olayı araştırmak isteyen müfettiş de Woodnut ismiyle eve girmiş.  Dedektif Morris de çocukken  yaşamış o tecrübeyi.  Sims ve Morris (sanal) baba kızmış meğerse. Eve giren misafirler çocukları balta ile doğrayabiliyor. Hatta Papa onları teşvik ediyor.  Woodnut İris’i doğruyor. Ama bu zihinden yapılan bir cinayet. İris tekrar diriliyor. Taslakta eve giren Woodnut  Morris’in kendisi. Kitapta yazar Woodnut isimli bir müfettiş yerleştirmiş oyuna. Cokeberry o isimle login ediyor. Taslakta dört kişi varken kitapta rol sayısı beş.

Draft ile kitap arasında farklar var. Yazar gündem olan bilgisayar oyunlarından aldığı ilhamla oyunu yazmış ama sonra üzerinde değişiklikler yapmış. Taslakta ‘her’ ile anlatılan kitapta ‘Iris’ olarak netleştirilmiş. İlkinde muğlak olan ifadeleri netleştirmiş. ‘Virtual’ dünya ile ilgili tez, taslakta Morris’e aitken kitapta Sims’e verilmiş. Her iki versiyonu okuduktan sonra yazarın oyun kurgusundan çok da emin olmadığını anlarsınız. O da arayışta.

 Bir de teknik özellikler var ki bunları sahnede canlandırmak çok zor. Yazar kendisiyle yapılan bir röportajda rejiyi serbest bıraktım diyor. İsteyen istediğini yapsın. Ama sorgulama yapılan masadan ve Manila dosyadan vaz geçmemiş. Oysa bir yerde Morris  Sims’i bahçesinden alıp soruşturma odasına getiriyor.  Döşemedeki bir ışık içinde karakterler kayboluyor. Teknolojinin başkasının bedenine girmeyi mümkün kıldığı  bir ortamda Morris raporu  manila dosyadan okuyor  ve çantada taşıyor.  Öte yandan enerji akışı önemli deniyor.  Yani bir taraftan ileri bir teknoloji var ama diğer yanda da ilkel iletişim. Bu reji yapacak olana da güçlük yaratıyor.

 Oyun Türkiye’de İstanbul Devlet Tiyatrosu tarafından 2016’da oynanmış.  Tatbikat Sahnesi oyunu 2020 yılında repertuvarına almış ancak pandemi nedeniyle kesintiye uğrayan oyun 2022’de tekrar gündeme gelmiş.  Dekor ve kadro yenilenmiş. Her zaman yaptığı gibi Tatbikat Sahnesi oyuna ekler yapmış. İris’in ayaklarındaki zincir buna örnek verilebilir. Zaten zihinde tasarlanan bir karaktere zincir vurulması da tuhaf. Bence zihindeki oyunu fizikselleştiriyor. Yazar kendisiyle yapılan röportajlarda mekân tarifini serbest bıraktığını söylüyor. Tatbikat Sahnesi versiyonunda oyuncak at zihinsel bir hayâl. Üstünde geçen sahne ise tatmin duygusunu  veriyor ama bu yeterli mi? Yazar İris’i 9 yaşında bir oyuncu için yazdığını ama ergenlik öncesi 13-14 yaşlarında bir kız çocuğunun da oynayabileceğini söylüyor. Aslına bakarsanız oyun hayâl edilebilir ama özellikle bizim ülkemizdeki teknik  imkânlarla sahnelenemez. Ama bu koşul sadece bizim ülkemizle de sınırlı değil. Ekran karşısında oynanan bir oyun sahneye aktarıldığında seyircinin imge gücüne emanet edilmiş demektir. Yani seyirci işin içine dahil edilmeli ya da içinde olmalıdır. Bu seyircinin ilgisi ve deneyimi ile ilgilidir. Bizde sanal dünyadan bahseden yazılar röportajlar seyirciyi yönlendiriyor. Seyirci de onun ışığında öyle görüyor  ya da gördüğünü zannediyor. Asıl sorun hiçbir şey bilmeyen seyirciye oyun ne kadar geçiyor ulaşıyor onu anlamak lâzım.  Ben oyundan çıkarken kulak misafiri olduğum sözlerden seyircinin aklının karışık olduğunu hissettim.   Cehennem oyununun sorunu o noktada başlıyor.  Hele benim gibi internet oyunu özürlü iseniz kabul etmeniz zor olabilir.

 Evet ben gençken benzer oyunlarla tanıştım ama kafam kabul etmedi öyle bir dünyayı. Oyunlarla haşır neşir ol(a)madım.  Örneğin 60 yaşlarında bir insanın zihninde 9 yaşında çocuk gibi olması anlaşılabilir ama bu tiyatro sahnesinde  anlatılması imkansız gibi bir şey. Hele bu fiziksel olursa yani bedenin başka bir bedene girmesi oyun bile olsa bence hayâl değil saçmalık. Yazar o 60 yaşlarında bir bilim öğretmenini  İris yapıyor, detektif Morris başka bir kimlikle eve(Hideaway) giriyor. Yazar basılı kitabında Morris’in Woodnut olmasından vaz geçmiş onu beşinci karakter  yapmış.  Zihinsel denen şeyler fiziksel gösterilince  saçmalık başlıyor.  Öldürülen İris yeniden diriliyor. Bunlar bir bilgisayar oyununda yapılabilir ama sahnede?   Tarif edilen mekân hem var hem yok. Bence sap samana karışık. Virtual(sanal) , tiyatro sahnesinde anlatılması son derece güç bir boyut.

  Tatbikat Sahnesi iyi niyetli elinden geleni yapmış. İlk dekorunu  geliştirmiş. 9 yaşında bir kız çocuğunu 39 yaşında  Selin Tekman’ın oynaması çok doğru bir düşünce. Sims’i oynayan oyuncu(Ünsal Coşar) çok yerinde bir seçim. Morris’i oynayan Elvin Beşikçioğlu  role çok yakışmış. Üç oyuncu da iyi oynuyor ama oyun sıkıntılı. Adem Aydil canlandırdığı karakter(Doyle) için fazla içine kapalı geldi bana. Eda Eğilmez'in(düzeltmeZeynep Ekin'in) rolünün gereğini yaptığını söyleyebilirim. Dekorda kullanılan bilgisayar efektleri(Can Akyürek) başarılı. Dekora epey para harcanmış. O dekoru turne dolaştırmak da para. İçimden bu oyun için bu kadar fedakârlığa değer mi diye soruyorum. 

 Oyunun ana damarı pedofili( çocuk sapkınlığı). Her pedofili vakası aynı değil. Yazarın anlattığı ve tartışmaya açtığı husus ülkemizdeki pedofili vakaları ile aynı değil. İnsanların hayal güçlerini engelleyemezsiniz, bu oyunları  sokaklardaki kötülüğü odalarda ekran başında tatmin ediyoruz savları anlamsız hatta tehlikeli tartışmalara yol açar.  İnsan istediğini olur hayallerine sınır koyamazsınız tartışmaları abes. Bu eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmek gibi bir şey.

 Tiyatroya önem verdiğine inandığım Tatbikat Sahnesi’nin bu oyunu neden seçtiğini ve oyunu oynamak için yaptığı fedakârlıkları takdir ediyorum ama anlamıyorum kabul edemiyorum. Türk Tiyatrosu Tatbikat Sahnesi’den kendine özgü ve özel, gündeme dokunan, kulağı tersten göstermeyen daha iyi oyunlar bekliyor. Bence bu Tatbikat Sahnesi’nin topluma sorumluluğu.

 Melih Anık

 

 

Yazan: Jennifer Haley

Çevirmen: Gülay Gür

Yönetmen: Elvin Beşikçioğlu, Erdal Beşikçioğlu

Dekor Tasarım Barış Dinçel

Video Mapping Can Akyürek

Afiş Tasarım Hande Şiri

Oynayanlar: Ünsal Coşar, Elvin Beşikçioğlu, Zeynep Ekin Öner(Seyrettiğim gösteride Eda Eğilmez vardı) , Selin Tekman, Adem Aydil

Not: O akşam Zeynep Ekin Öner oynamış. Ben Eda Eğilmez sanmışım. Özel nedenlerim var ama anlatmam zor.

13 Mayıs 2025 Salı

SHC Stüdio'da Tanıdık Bir Mesele ,Tipler ve Farklı Bir Bakış : Seyirci

Shyqyri Caushaj (Sukuri Çavuşay) ile ilk tanışmam Teras’taki oyun(Hadi Sevişelim) ile oldu. Gerçekten mekân Osmanbey’de bir teras katında kurulmuştu. Oyunu çok beğendiğim için Fügen’i de aldım ikinci kez gittim Teras’a. Caushaj’ın  açtığı kurslarda eğitim almış gençlerden oluşan kadro başarılı idi ama reji dikkati çekiyordu ve başarıda yönetmenin büyük katkısı vardı. Oyundan sonra kısa bir nezaket konuşması yaptık. Ben yönetmeni takip listeme almıştım zaten. Teras’ta geçen günler uzun sürmedi. Özenle oluşturdukları mekânı terk etmek zorunda kaldılar. Teras bodruma taşındı. Bu kez Beşiktaş’ta bir apartmanın  bodrum katında yeni bir mekân yaratıldı. Ben takibe aldığım yönetmenin peşinden o salona da gittim. Besiktaş’taki salonda klasik bir oyunu (Yanlışlıklar Komedyası) Türk toplumuna uyarladı.  O salondan da çıktı Cevahir Sahnesi’nde tiyatro yapmaya devam etti ama o girişim de kısa sürdü. Bir ara ondan haber almadım. Merak ediyordum ki bu oyun Seyirci  ortaya çıktı bir aradan sonra. Oyun Jeton Neziraj'a  ait. Neziraj’ı bizim tiyatro camiamıza tanıtan Mitos ve Senem Cevher’dir. Pek çok oyunu tercüme edildi kitap oldu ve oynandı. Yazar sanki bizden biri ve anlattıkları bize çok yakın. Seyirci o oyunlardan biri.  Shyqyri Caushaj oyunu bize daha da yakınlaştırmış âdeta bizden yapmış. Gündeme dokunuşlar yapıyor. Caushaj ile bakış açılarımız birbirine çok yakın. Tiyatronun eğitim ve uyarı yönünü önde tutuyor ama eğlendirici yönünü de unutmuyor. Saldırgan değil alçak gönüllü, bağırıp çağırmıyor slogan atmıyor ama ince ince gündeme dokunuyor oyunu canlı tutuyor. Bu oyunu Arnavutluk’ta o topluma seslenmek üzere sahnelediğini söyledi bana. Bu kez Türk toplumuna seslenmiş.





Shyqyri Caushaj’ın  ülkesi Arnavutluk ama  o bizden biri.  Arnavutluk Güzel Sanatlar Akademisi rejisörlük bölümünden mezun olmuş. Bahçeşehir Üniversitesi’nde oyunculuk yüksek lisansını tamamlamış. Marmara Üniversitesi Sinema bölümünde Nuri Bilge Ceylan sinemasında oyunculuk konusunda doktorasını tamamladı. 
Tezini okuyanlardan biri de bendim. Oyun sonu sohbetlerimiz uzadı. Birbirimizi daha çok tanımaya başladık. Onu tanıdıkça Arnavutluk’ta iyi bir tiyatro olduğunu anlamaya başladım. Ona bakarak Arnavutluk tiyatrosunun bizden ileri olduğunu da düşünmeye başlamıştım bile. 
Caushaj bazı ünlü oyunculara oyuncu koçluğu  yaptı. Onun Türk Tiyatrosu’na katkısı çok olacak. 

Seyirci, bir şikayet üzerine tahkikat yapmak ve yönetmeni sorgulamak, savunma almak için tiyatro kulisine gelen Müfettiş ile Yönetmen arasında geçiyor. Müfettiş ile Yönetmen arasındaki ilişki bir metafor . Sanatın devlet tarafından algılanışındaki bozukluk ve  sanat ile uğraşanların içine düştüğü açmazı anlatıyor. Oyunun sonu ile başı arasındaki farka dikkat edin ve düşünün. Bir öneri mi yoksa bir çözüm mü ortaya konan? 

Oyunu Kats Sahne’de seyrettim. Oyunun ortada seyirci içinde sahnelenmesi doğru bir seçim. Oyunun iki oyuncusu da inandırıcı tipler yaratmış. Özellikle Müfettiş rolündeki oyuncu(Sedat Bilenler) sanki rolü giyinmiş. Karakterindeki dalgalanmaları çok iyi veriyor. Kostümü de karakteri başarıyla çizmesine yardım ediyor. Yönetmen Shyqyri Caushaj gerçek hayatta yönetmen zaten. Ama insanın kendisini oynaması zor bir iş. O da zor işi basarıyor. Baskıcı yönetimlerde sanatçının içine düştüğü durumu iyi yansıtıyor. Oyun boyunca birbirini tartan iki karakterin ilişkisi iyi kurulmuş.  Oyunun iki kişisi size pek çok kişiyi hatırlatacak.

Şarkıyı ve söyleyeni beğendiğimi not edeyim.

Abur cubur pek çok şeyin tiyatro diye sunulduğu bir ortamda Seyirci tiyatronun görevini yerine getiriyor. Yönetmenin oyunlarında mizah var('güldürüyor') ama tiyatroyu ciddiye alması onun öne çıkan yönü. Yaz boyunca turne yapsa diye içimden geiyor ama Seyirci gelecek sezon da devam etsin ve çok seyirciye ulaşsın. 

Melih Anık

Yazar : Jeton Neziraj

Tercüme: Senem Cevher

Yönetmen: Shyqyri Caushaj

Dramaturg : Mustafa Ergüven

Dekor ve Işık Tasarımı: Shyqyri Caushaj

Kostüm : Yasemin Erakalın Atlı

Müzik : Hikmet İplikçi

 Afiş :  Aykut Temel

Oyun Asistanı : Hazal Tokgöz

Şarkı : Zilan Küçükbalaban

Daha önce yazdığım Teras Tyatro oyunları:

https://www.blogger.com/blog/post/edit/3121769681834561867/3021453987251920917

https://www.blogger.com/blog/post/edit/3121769681834561867/7375198729875222295

1 Mart 2025 Cumartesi

A.H.E.N.K.'den İsmi Ağır Gelmiş Bir Oyun: Şairler Mezarlığı (Ersin Doğan)

 Şairler Mezarlığı’nı 30’lu yaşlarda bir yazar(Ersin Doğan) yazmış. Yazarın amacının öteki âlemi anlatmak olmadığını düşünüyorum. (Oyun sonrası kısa konuşmamızda yazar olarak ne yapmak istediğini ondan öğrendim.) Bu oyunda da  yaşadığımız dünyaya ait dokunuşları var. Ama bir gencin öteki âlemde geçen bir oyun yazmasını garipsediğimi söylemek durumundayım.  Hele benim gibi çok yakın bir zamanda ölümü görmüş birinin öteki âlem ve ölüm duyguları yanında  bir gencin kafasında hayâl ettiği öteki dünya fazla ütopik (fantezi) kalıyor.  Soğurken bir eli çok ince bir eli tutup ısıttınız mı?  diye sorar şair ve der ki ‘Çünkü asıl şiirler bekler bazı yaşları’(B.Necatigil-Açık) Şiirler gibi ölüm de beklesin bazı yaşları. Gençler size hayat gülsün. Yaşamayı yazın. Bizler gençlere onları güldürecek bir ülkede hayat sunamadık.  Onun için yazarın Şairlerin kitabı olmaz mezarlığı olur. Onda da tek kişi olur’ sözlerinin suçlusu bizleriz.

Oyunu birkaç yönden ele almak istedim. Öncelikle tarif(hayâl)edilen nasıl bir ‘âlem’?

O âlemde girişte mesleğin soruluyor ve seni  mesleğine göre bir bölüme koyuyorlar. Orada da yaş alıyor insanlar. Dünya zamanı geçerli.  Zaman zaman ‘Ölüler Divanı’ toplanır. Her mezarlıktan bir temsilci katılır ve dünyada olan biten değerlendirilir. Yaşamadan ölmüş Mısra şair anne Piraye kadar felsefi cümleler ediyor. Öteki âlemde eğitim görülüyor demek ki. Online eğitim yapılıyor herhalde. Divandan laf taşıyanlar var. Öteki dünya sanki burası.   

Bu noktada bana ‘Bu bir oyun. Gerçekleri farklı olacak tabii ki. Fantastik filmler izlemedin mi hiç? Hayâl de mi edemiyorsun?’ diyenlerin olacağını biliyorum.  Haklılar. Ancak benim öteki dünya hayâlim yok.  Ama başka hayâllerim var. Yazımda anlatacağım.   

Seyirci sahnede iki kişi görüyor: Biri dünyada 7 ay 20 gün 6 saat sonunda doğmuş ama sekiz saat yaşamış Mısra, diğeri bir kazada ölmüş bir anne  Piraye. Mezarlıkta karşılaşıyorlar.  Piraye’nin iki çocuğu var: Sezen ve Nâzım. Kocası Ali.  Kendi isminden başlayarak diğer isimler bizi şiir dünyasına sokuyor.  Mısra 25 yıldır orada. Annesinin karnında Mısra ismi konulan bir kız.  Baba şiir sever. O daha karında iken ‘Benim kızım şair olacak’ diyorlar ama babanın başı belada. (Ne olduğunu bilmiyoruz.)   Ancak babanın tekmesi ile annenin erken doğum yapmış olduğunu anlıyoruz. Karında varlığını hissettirmek isteyen bir bebeğe tekmeyle karşılık veren bir adam o tekmeden sonra çocuğunu bir kez bile doktora götürmeyi dillendirmeyen bir kadın anne ve baba olmayı hak etmiyor. Anne baba sevgisi şefkati yaşamamış olduğu için Mısra onlardan bahsederken annem kadın, babam adam diyor.  Oyun Piraye oraya geldikten sonraki 50 saatte geçiyor.   Piraye geldiği dünyayı biliyor tecrübeli. Mısra ise o dünyaya uzaktan bakmış ama her şeyin farkında ve hazır.

Oyun yoksul ailelere doğan çocuklara, kadına şiddet ve kadının ezilmesine, Uğur Mumcu ve Hrant  Dink üzerinden toplumsal cinayetlere, Artin Amca ile çocuk istismarına, dünyadaki baskıya eşitsizliklere, kıskançlığa dokunuyor ki yazının başında bahsettiğim yazarın amacını ortaya koyuyor. Ancak oyunun yayıldığını odaklanma sorunu yaşadığını düşünüyorum.  Oysa oyunda Mısra’nın repliğinden çıkan bir söz var ki bence oyunun omurgası olabilirdi: ‘Zâhir ile bâtin ile baş edememiş bir fani’ Eylemler zâhirdir, kalpteki niyet bâtindir. Zâhir bedenler dünyasıdır bâtin ruhlar dünyasıdır.  Sufilikte zâhir sağlamak için manevi rehberleri tarafından  bâtinin arındırılması beklenir.  Zâhir berrak açık , bâtin ise gizli olmak sırlara vakıf olmak demek. Replik güzel de hakkı verilmemiş diye düşünüyorum.

İçinde şiirsel söylem olmasına karşın oyunun isminin ‘Şairler Mezarlığı’ olmasına ısınamadım. Oyunda geçen isimlerin şiir bağlantılı olmasının oyun isminden(ya da oyun isminin şahıs isimlerinden) gelen bir zorlama olduğunu düşündüm.  Olmasa oyun ne kaybederdi? Şiir sever ve ‘benim kızım şair olacak’ denen bir evde bir babanın kızının ölümüne sebep olmasını da gerçekçi bulmadım. Baba ‘kırıp döküyor’. Şiir sevene yakışır mı? Gene aynı sesler kulaklarıma geliyor: ‘Dünyada manyak sanatçılar yok mu?’ Var tabii ama fantastik olarak şiire güzel söz söylemeye değer veren bir oyunda olmasın. Kaldı ki onların eleştirisi değil bu oyun.

Oyunda bana batan diğer husus Piraye’nin ‘İlk sesin bir insanın gaz çıkarmasından ya da karnın guruldamasından ortaya çıkmış olamaz mı?’ ve “Nâzım’ın(oyundaki Piraye’nin oğlu) gaz çıkarma örneklerini gösterirdim ki bunu duyan uzun hava yanına yaklaşamazdı” ve de Mısra’nın ‘O zaman Tanrısı sen olurdun bir ses çıkardın ya da kalçanı salladın diye’ replikleri. Şiirselliğe önem veren bir oyunda bu replikleri anlayamadım ya da anlamsız buldum. Ayrıca Piraye’nin “Ali’nin yeni sevgilisi olma” ile Mısra’nın ‘Tipim değil’ repliklerinin basit bir espri olduğunu düşünüyorum.  

 Şimdi gelelim benim hayâlime. Ben Mısra’nın şairin mısraları olmasını hayâl ettim. Acımasız dünya şiirleri öldürdü mısralar yer altına kaçtı. Şair kaçan mısralarının ardından yer altına(hades) gelir.  Kaçan sadece mısralar değil dünyanın tadıdır. Şiir metaforik olarak dünyanın tadı tuzu olur keyfi, yaşama sevincini temsil ederdi. Biz insanlar yaşadığımız dünyada şiirin estetiğini direncini inadını bozduk yaşama sevincini mahvettik.  O zaman mısra fetus değil beyinde bir kıvrım olurdu. Şair mısralardan özür dilerdi. Yer üstüne çıkmaya ikna etmeye çalışırdı.

Şimdi de reji hakkındaki görüşlerim.

Oyunda iki karakterin ağzından başka kişileri duyuyoruz. Onlar için akla ilk gelen kukla ama gölge oyunu da olur. Sanıyorum reji de onu düşünmüş ama ben iyi bir gölge oyunu uygulaması hissetmedim. Benim hatam değilse vurgu gerekiyor.  Onlar için perdelere düşürülen gölge imajlar da olabilirdi. Ya da perdeler o imajlardan oluşabilirdi.  Uterus benzeri salıncak görsel olarak cazip fikir olarak iyi ama daha işlevsel(sığınak) kullanılmasını bekledim. Piraye  mezar izlenimi verilmiş bir  tümsekten dönüşerek kalkacak yerde fantastik ortamda yürüyerek sahneye girse? Dünyaya benzetilmiş âlemde kefen tarzı kostümlere ve ölü makyajına gerek olmadığını düşünüyorum. Aynen sis dumanına gerek olmadığı gibi.  Sis ışığı da bulanıklaştırıyor. Belli ki ışık tasarımı da çalışılmış ama siste kayboluyor. Müzik tasarımı silik kalıyor. Etkili olabilirdi. Oyunun ismindeki ‘mezarlık’, tasarımları çok (ve iyi olmayan şekilde) etkilemiş. Kurgu mezarlık üstüne.




Oyuna emek verildiğini özen gösterildiğini düşünüyorum. Severek bir iş yapılmış.. Kendini oyuna adamış oyunculuklar etkileyici. Mezarlık gibi sıkıntılı bir atmosferde oyunu seyrettik. Başta yazdığımı tekrar ederek yazımı sonlandırmak istiyorum. Bir gencin öteki âlemde geçen bir oyun yazmasını garipsediğimi söylemek durumundayım.  Hele benim gibi çok yakın bir zamanda ölümü görmüş birinin öteki âlem ve ölüm duyguları yanında  bir gencin kafasında hayâl ettiği öteki dünya fazla ütopik (fantezi) kalıyor.  Soğurken bir eli çok ince bir eli tutup ısıttınız mı?  diye sorar şair ve der ki ‘Çünkü asıl şiirler bekler bazı yaşları’(B.Necatigil-Açık) Şiirler gibi ölüm de beklesin bazı yaşları. Zamanını bilsin çabuk gelmesin. Gençler size hayat gülsün. Yaşamayı yazın. Bizler gençlere onları güldürecek bir ülkede hayat sunamadık.  Kabahat bizim. Özür dilerim çocuklar.

Melih Anık

 

“Şairler Mezarlığı” ,
“A.H.E.N.K” ile sahnede!

Yazar: Ersin Doğan
Yönetmen: Selena Demirli
Oyuncular: Dilek Uluer & Selena Demirli
Yardımcı Yönetmen: Kübra Karatepe
Dekor&Işık Tasarımı: Zafer Metin
Kostüm Tasarımı: Sefa Eraslan
Afiş&Görsel Tasarımlar&AI Müzik Tasarımları:
Coşkun Yaşar
Yapım Asistanı&Ses-Işık Operatörü: Akif Fentçi
Reji Asistanı: Cemre Naz Gözütok&İrem Buldu
Ses&Işık Operatörü: Eren Süloğlu
Özel Teşekkür: Muharrem Uğurlu, Asmalı Sahne, Eylül Sahnesi, Manitu Sanat

19 Şubat 2025 Çarşamba

Bir Ütopya'dan Çıkan Önemli Bir Oyun : Lorem Ipsum(Peri Peti - Efe Yeşilay)

 Yazıma bir yazarımızdan bir cümleyi tornistan ederek başlayayım: Bir oyun seyrettim gündemim değişti.  Oyun Peri Peti’den seyrettiğim Lorem Ipsum. Bir cümle içindeki iki yabancı ifade kafa karıştırıyor. Benim gibi kafayı takmaz  sıradan bir seyirci gibi ‘aman ne güldük eğlendik çok keyif aldık’ diye oyundan çıkarsanız oyun hedefine varmış dersiniz. Evet oyun güldürüyor eğlendiriyor keyifli ama benim için oyunun önemi bunlardan çok daha başka. Bazı oyunlara eleştiri şarttır. Bazı oyunlar için eleştiri doktorun yazdığı reçeteye benzer. (Eleştirmen de tiyatro doktoru oluyor bu durumda :))) Seyirci merak eder okursa oyundan aldığı ufku açar. Jüri üyesi ise ezbere ahbap dost işi seçim yapmaz bilerek oyun seçer ve  seçiminin gerekçesini iyi yazar. Muhtemelen oyunu yapanlar belli etmez ama yazımı  okur. Onlara da faydam olursa ne mutlu bana.



Grubun ismiyle başlayayım. Peri Peti ne? Aristoteles’e mal edilen anlamı karakterin alın yazısında ortaya çıkan ‘baht dönüşü’. Özellikle tiyatroda ‘öngörülmeyen olay, kaza’
  anlamında kullanılıyor. ‘Âni, tam dönüş, tersine dönüş’  Ben yeni kurulan topluluğa çıktıkları yolda açık ve şanslı kazasız belasız bir baht diyorum.

İkinci ifade oyunu ismi: Lorem Ipsum.  Google’da tam bir karşılık bulamayacaksınız. Yayıncılık hayatında kullanılan bir ifade. Örneğin sayfa mizanpajı yaparken  boş kalan yere ‘buraya içerik gelecek’ anlamında genellikle anlamı olmayan sözcüklerin belirlenen harf fontlarıyla yazılmasına başka bir ifade ile boşluk dolduran parçaya Lorem Ipsum deniyor.  Taklit yazı bloğu da denebilir. Bu tanımlardan yola çıktığınızda oyunun anlamı netleşmeye başlıyor.  Oyun tiyatro dünyamızdaki boşluğa bir gönderme ve doldurma amacı taşıyor.

İçerik oyunun en can alıcı yeri. Oyun afişinde ‘Yazan Efe Yeşilay’ı görüyorsunuz.  Oyun tekstinin başında ve afişte  Edward Bellamy’nin 1888 tarihli ‘Looking Backward 2000-1887’ adlı romanından esinlenilerek yeniden yazılmıştır” yazılı. “Geriye Bakış 2000’den 1887’e”Fadime Kahya tarafından tercüme edilmiş ve Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından basılmış

Edward Bellamy 1850-1898 yılları arasında yaşamış Amerikalı bir yazar. Hukuk okumuş. Gazetecilik yapmış. 1888’de yayımlanan Geriye Bakış romanı bir milyondan fazla kopya satmış ve ekonomik kriz pençesindeki bir halktan alıcı bulmuş bir modern ütopyadır. Yazdıkları çeşitli siyasi oluşumlara ve onun ideallerini savunan ulusalcı bir partinin kurulmasına ilham vermiş. Geriye Bakış’ın devamı olan Equity adlı eseri 1891’de yayımlanmış.(Kitap arkasından) İşte Peri Peti’nin Lorem Ipsum’unun önemi bu eserden geliyor. Efe Yeşilay’ın böyle bir romandan yola çıkarak bir oyun yazmasını çok zekice buluyorum. Beni de bu konuda ayrıntılı okumaya ve araştırmaya yönlendiren bir oyun oldu. Gündem yaratması ufuk açması tiyatro sanatının hem keyfinin hem de gücünün göstergesi. Ben bu tür oyunları seviyorum beğeniyorum. Bu yazıyı yazmak da bana keyif veriyor.

Modern ütopyalar, on dokuzuncu yüzyılın sadece toplumsal değil, aynı zamanda siyasal koşullarının da bir yansıması olan hayal âleminin birer tasviridirler. Bu açıdan bakıldığında on dokuzuncu yüzyıl ütopyacılarının hem benzer hem de farklı birçok yönü bulunmaktadır



 Ancak hepsinde bulunan ortak yön, on dokuzuncu yüzyılın değişime ve devrime açık, umut yüklü bir çağ olduğuna beslenen inançtır. Bazılarında rüyadan uyanma teması etrafında şekillenen geçmiş duygusundan yoğun olarak beslenir. Bu kurgulardan biri de Edward Bellamy’nin Geriye/Geçmişe Bakış (Looking Backward) adlı eseridir. On dokuzuncu yüzyılın sorunları, örnekleri, araçları, çözümleri, açmazları, çelişkileri, diğer eserlerde olduğu gibi bu eserde de hep ön plandadır. Geriye/Geçmişe Bakış’ta ana karakter Julian West, yaşadığı Boston kentinde 1887 yılında bir manyetizma profesörü tarafından uyutulduktan sonra gözlerini 2000 yılının Boston’unda açar yüz on üç yıl sonra (yüz on üç yıl üç ay on bir gün) aynı kentte uyanır. Uyandığında dünyanın bambaşka bir yer olduğunu görür. Daha kestirmeden söyleyecek olursak, Bellamy’de uyanış teması aslında, umudu çağıran, eşitlikçi, yeni bir düzen hayalidir. Bellamy, pek çok yazarda olduğu gibi kendi düşüncelerini anlatmak için roman kurgusunu araç olarak kullanır. Geçmişe bakarak inşa edilen gelecek beklentileri, Bellamy’de, umutlu ve güçlü bir dünya tasarımı yaratır.

Elektriğin kömürün yerini aldığı, endüstri ve ticaretin çıkarcı özel tekellerden kurtarılıp ortak çıkara ve herkesin yararına hareket eden tek bir tröstün elinde toplandığı, tasarrufların ve kârın tüm yurttaşlar arasında eşitçe pay edildiği, devrimin şiddet değil ikna yoluyla gerçekleştiği, ordunun ortadan kalktığı, yurttaşların isme çıkarılan kredi kartlarıyla kamu mağazalarından ihtiyaçlarını giderdiği yeni bir dünyadır burası. Ulusun hizmetine adanmış bir “sanayi ordusu” fikrini ütopyasının omurgasına yerleştiren Bellamy öyle isabetli öngörülerde bulunmuştur ki.

 Amerika’da şu güne kadar yayınlanmış en dikkat çekici kitapların başından gelen bu sanayi ütopyasının inanılmaz başarısını ve yoğun etkisini anlamak için Krishan Kumar’ın yaptığı uzun döküme kısaca göz atmak bile kafi.“1888’de Geriye Bakış sadece Birleşik Devletler’de çeyrek milyon kopya sattı… On dokuzuncu yüzyıl Amerika’sında Tom Amcanın Kulübesi’nden sonra en çok satan roman ve Amerikan edebiyatında bir milyon kopya satan ikinci romandı. Yayımlandığından bu yana Birleşik Devletler’de baskısı hiç tükenmedi… yayınlanışını takip eden bir iki yıl içinde dünyadaki tüm büyük dillere çevrildi… Amerikalı felsefeci John Dewey ‘Tom Amcanın Kulübe’si kölecilik karşıtı hareket için neyse, Bellamy’nin kitabı da pekâlâ yeni bir toplumsal düzene yönelik yaygın kanının şekillenmesi için o olabilir’ diye yazıyordu…. Birçokları için Bellamy’nin gücünün en etkileyici ispatı Leo Tolstoy gibi bir kişinin Geriye Bakış’ın ilk Rusça çevirisinden sorumlu olması gerçeğinde yatar

Her şeye rağmen ütopyalar başka bir yaşamın mümkün olduğuna dair içimizdeki umudun ateşin alevini canlı tutmaya devam ederler. Yine Mumford’un sözleriye: “Bugün, ileri endüstriyel uluslar Bellamy’nin işaret ettiği çukurların bir çoğuna düşmüşlerdir. Öyle ki, bugün teknolojinin bize sunduğu gerçek avantajları kuşatacak başka bir yaşam tarzı tasarlamak pek çok insana güç gelmektedir. Gerçekte teklif edilen gelir, görev, özveri ve fırsat eşitlikleri o kadar adil ve ‘demokratik’ o kadar zararsız ve faydalı gözüküyorlar ki bu şemada eksik kalan bir unsur –‘Sistemin kendisine karşı hiçbir alternatif yok’- gözümüzden kaçmaktadır. Çünkü bizler onu kaybetmeye dünden razıyız 

Böyle kapsamlı bir romanı didaktik olmadan ve seyirciyi sıkmadan yazmak ve sahnelemek için romandan belli bir fedakarlık etmek gerekiyor. Efe Yeşilay ‘Kendi yükümüzü başkalarına yükleyerek yaşama kuralının çok iyi bir uygulayıcısı oldum’ diyen dededen zengin West’in  (Bellamy) ağzından,  esinlendiği romandan çok belirgin olarak at arabası metaforunu almış. Bellamy özet olarak 1887’deki sosyal durumu özetlemiş ve 2000’deki hayal(ütopik) topluma gelmiş. Metaforun tablosal ifadesi şöyle:

Efe Yeşilay’ın romandan aldığı bu arabayı şöyle replik yapmış:

Arabanın sürücüsü yoksulluk ve açlıktı… Kemikleri sayılacak kadar zayıf, bitap bir sürücü düşünün. (Yönetmen imayı fark eder, hızlıca Asistanla yer değiştirir.) Dikenli, yokuşlu, tozlu, çamurlu bu yolda arabayı çekmekten başka bir çaresi yok. Arabanın tepesinde de bir yığın insan 4 olurdu. Yolun tozundan, çamurundan uzak, manzaranın ve güzel havanın tadını çıkarıyorlar. (İşçiler) Arabayı terk edip bize başkaldırarak adalet isteyecek bir eylemi akıl edemiyorlar henüz. Arabanın tepesindeki nihai amacımız, yerimizi çocuklarımıza veya istediğimiz birine bırakabilmekti. Bunu başarana kadar yerimizi sımsıkı tutmak ve başkasına kaptırmamak için elimizden geleni yapmamız gerekiyordu. Çünkü yoldaki bir engebede arabadan düşebilir, yerimizi kaybedebilirdik. Böyle talihsiz kazalar yaşamamak için dualar ederek diken üstünde yolculuk yapıyoruz diyebilirim. Bunun stresini yaşamak hiç de kolay değil! Nihayetinde işin ucunda arabanın üstünde temiz havanın keyfini çıkarırken bir anda sürücülük için rekabet etme ihtimaliniz vardır.

2000 yılındaki düzen ütopyasında Bellamy şöyle diyor ki seyircinin repliklere dikkat etmesini öneririrm. Doktor doktorluk yapmadığı için ceza yemiş. Şu an ev hapsinde… Eğer mesleğini yapabiliyorken yapmıyorsan hapse giriyormuşsun. Herkes devlet için çalışıyor.

Efe Yeşilay’ın oyuna eklediği Dümbüldekoğluuu Turşuları, stres çarkı,’Bas gaza’şarkısı ve alternatif tiyatroya yaptığı gönderme ve özellikle ‘Doktor Rolü’ çok zekice dokundurma ve buluşlar.

Yeşilay esinlendim diyor yâni oyun bir uyarlama değil. Bu nedenle romandaki hacmi aynen sahnede beklemiyor(d)um. Gölge oyununun kullanılması oyuncuların oynama biçimleri tulûat tarzını öne çıkarıyor. Sanki eski Direklerarası’ndayız. Oyunun 2025'e dokunması güzel. Tek beklentim bir ütopya ile bitmesi.

 Acemi oyunculuk oynamak zor bir iş. Beceremezseniz çiğ kaçabilir ama dört genç oyuncu çok iyi oynuyor. Enerjileri, aralarındaki uyum ve biçim birliği oyunun seyrini daha da keyifli hâle getiriyor. Bir perde üzerine çizilmiş kapı pencere  dekor elemanlarının oklarla gösterilişi  Lorem Ipsum. Oyunun ismiyle uyumlu.  Fikir oyunun dekorunda da kullanılmış. Tiyatro ‘mış gibi yapmak’ değil mi zaten. Kostümlerin ve müzik seçimlerinin de acemi tiyatro konseptine çok uygun olduğunu düşünüyorum. Afiş tasarımını sevdim. Işıklar da iyi çalıştı. Her mekanda aynı olmasını dilerim. 

Seyircinin oyunun şen şakrak atmosferinde oyuna hak ettiği kıymeti vermesi için bu yazıyı yazdım. (Yazımı okuyan var mıdır? :)))

Oyun romanı okutacaktır diye düşünüyorum ve diliyorum. Seyircinin ve jürilerin oyunun hakkını vermesini dilerim.

Melih Anık



Künye:

Yapım: Peripeti Yapım
Yazan-Yöneten: Efe Yeşilay
Oyuncular: Burcu Akyürek, Gökhan Dost, Kübra Yeşilay, Efe Yeşilay
Özgün Müzik: Önder Helvacıoğlu
Işık Tasarım: Arman Serkizyan
Dekor Tasarım: İlhan Topaloğlu
Kostüm Tasarım: Meltem Yeşiltaş
Görsel Tasarım: Zeynel Öney

Yazıda italik olan bölümler aşağıdaki belgelerden alınmıştır:

Lorem Ipsum oyun metni

Roman:  Geriye Bakış: 2000’den 1887’ye-  İş Bankası Kültür Yayınları -Edward Bellamy

Bellamy Geçmişten Günümüze Bakış (https://www.academia.edu/34975349/BELLAMY_GE%C3%87M%C4%B0%C5%9ETEN_G%C3%9CN%C3%9CM%C3%9CZE_B%C4%B0R_BAKI%C5%9E)

Rüyada Kalkınma: Bellamy’de Yönetim Düşüncesi (https://dergipark.org.tr/tr/pub/fsecon/article/982637)

7 Şubat 2025 Cuma

Selam olsun Yaşar Kemal'e ve Dengbejlere: Ağrı Dağı Efsanesi(İBBŞT- Yiğit Sertdemir)

 

Yiğit Sertdemir’i tanımam 444 ile başladı. Beyoğlu Oyuncular Kahvesi’nin küçük bir odasında seyrettim oyunu. Sertdemir Türk Tiyatrosu’nda yeni bir soluktu. Bakış açılarımız uyuşmuştu. Bence bir matematiği vardı oyunun.  Sertdemir’in zeka ve ironisi gülümsetirken düşündürüyordu. Ülkenin meseleleri hakkında düşüncelerini farklı bir söylem ile anlatıyordu. Sonra onu takip etmeye başladım. Altıdan Sonra Tiyatro neredeyse ben oradaydım. Oyunlarını en çok yazdığım yazarlardan biridir Sertdemir. Hiçbir tiyatroya güvenmeyen ben onun tiyatrosuna sezonluk üyeliğe para yatırdım. Bu arada bir taraftan Altıdan Sonra Tiyatro ile Kumbaracı’da sürdüğü tiyatro hayatına  İBBŞT’da yönetmen-oyuncu titrini ekledi.  444’ü takip eden oyunlar ve heyecan  Sertdemir’in bence çok çalışma ile gelen rahatsızlığı ile durakladı ve düşüşe geçti. Ben korkarak gittim düşüşteki oyunlarına ve çok da memnun olmadım seyrettiklerimden. 444’de gördüğüm ışık sönükleşmişti. Sanıyorum o  bir arayış dönemi içinde  idi.  Benim tonumdaki değişiklik onun ile aramızdaki sıcak ilişkiyi de soğuttu. Oyun sonlarındaki fuaye sohbetleri de yara aldı ister istemez. Ama bu arada hikâyenin başını bilmeyenler Sertdemir’i beğeniyordu. Aksine ben  yönettiği Tartuffe’de ve Cadı Kazanı’nda  onu bulamadım. Ağrı Dağı Efsanesi çıkınca içimde aldım verdim. Oyun hakkında duyduklarım genellikle oyunun çok uzun olduğu yolunda idi. Hazırlıklı  olarak oyuna gittim. Oyun 15’de başladı 17:35’de bitti. Arayla birlikte 2 saat 35 dakika. Bana uzun gelmedi.


Yaşar Kemal ülkenin efsane  yazarı. Eserleri Türk Edebiyatı’nın gururu yüz akı ama Nobel’ciler başkasına,Türk halkı Yaşar Kemal’e ödül verdi. Eserlerini Türkçe yazan ve dünya dillerine çevrilen Yaşar Kemal Ağrı Dağı Efsanesi ile diğer eserlerine oranla hacmen küçük  ama ellerini ayaklarını Anadolu’ya basan, kültür ve inanç farklarını bir potada eriten bir kitaptır. Gülbahar ve Ahmet’in aşkını anlatırken ülke bütünlüğünü dile getiren destansı bir öyküdür. Bazı özellikleri ile kolaylıkla ayrımcılık yaratabilir. Baharatını ve ateşini  iyi ve doğru vermeniz gereken bir yemektir.



Daha önceleri Ağrı Dağı Efsanesi’nin filmi oyunu yapıldı. Ben seyrettim. İyi örneklerdi. Sertdemir’e ilave bir sorumluluk yüklemiş olduğunu düşünüyorum.  Eseri uyarlayan ve oyunu yöneten Sertdemir akılda kalacak bir oyun çıkarmış. Ben oyunları seyrederken not tutarım. Gözüme batan hususları kaydederim. Bu oyun sonunda o kadar az  not almışım ki onlar da keyfe keder. Dengbej söylemi çok doğru. Dengbej bir çeşit meddahtır. Sertdemir dengbeji birden fazla oyuncuya dağıtmış. Ahmet Gülbahar ve Mahmut Han dengbej değil. Oysa onların da dengbej olması ana felsefeye uyacak. Hikayeyi tek bir dengbej anlatsa dengbej tüm karakterleri oynayacak değil mi? Onlara Ahmet, Gülbahar ve Mahmut Han da dahil olsa bir bütünlük olacak.  Gözüme batan ikinci husus bazı sahnelerde at geriyi maskeliyor. Yerini değiştirmek gerek. Yönetmen seyircinin solundan sahneye baksın derim. Attan bahsetmişken Seda Balaban’ın ismini vurgulamak lazım. Balaban çok başarılı bir kuklacı. Onu Surname’den hatırlıyorum. Bu oyunda kostüm tasarımları da çok işlevli ve başarılı. At’ı canlandıran Özge Midilli’ye ayrı bir satır açmak gerek. Kukla güzel de canlandıran da güzel oynuyor. Aynı şekilde oyunun müzik direktörü Burak Çöllü’yü de alkışlıyorum. Bir oyuna canlı müzik yapmak bu zamanda maddi olanakları zorlayan bir iş. Her tiyatronun harcı değil. Her ne kadar playback ile desteklenmiş bile olsa müzik Ağrı Dağı Efsanesi’nin soluğu. (Yazımı okuyan orkestradan müzikte playback desteği olmadığına ilişkin bir mesaj aldım. Tüm müzik canlı icra imiş. Ben de bu hususu düzeltiyorum. ) Dedim de aklıma geldi. Bir eseri(roman hikaye) sahneye uyarlamak kolay gibi görünen zor bir iştir. Sahnede ruhunu kaybetmiş romanlar hikâyeler seyrettim. Sertdemir ve tabii ki dramaturg kağıt üzerindeki ruhu sahnede öldürmemiş. Bu yazara saygının bir ifadesi.    

Oyun bazılarının çok kullandığı gibi bir ‘ansamble’ başarısı Uyumlu tutarlı sade ama görkemli bir gösteri. Yıllar önce Surname için yaptığım öneriyi bir daha yazıyorum.  İstanbul’da yaşayan bir yabancı tiyatro özlemini  nasıl giderir? Mesela Macaristan’da dünyaya onların tanıttığı ‘black theatre’  yapan mekânlar vardır.  Turistler mutlaka gider.   Bizde neresi var? Muhsin Ertuğrul Sahnesi’ni bize özgü oyunlara tahsis edin. Ve Sûrname, Ağrı Dağı Efsanesi gibi oyunları ‘İngilizce surtitle-üst yazı’ ile orada oynatın. Türk Tiyatrosu’na ve turizme de katkınız olur.  Aslında bu girişim başka oyunları tetikler ve maddi fon da getirir. Bence dua da alırsınız. J)

Özet olarak Ağrı Dağı Efsanesi seyredilmesi keyifli ve yararlı bir oyun. Gençleri teşvik edin çocukları yanınıza alın gidin seyredin. Ama önceden onlarla konuşun Yaşar Kemal’i ve efsaneyi anlatın. Oyundan sonra çocuklarınızla konuşacak bir konunuz olur.

 Selam olsun Yaşar Kemal'e ve dengbejlere. Oyunun ömrü çok olsun.

Melih Anık


Künye

Yazan: Yaşar KEMAL

Uyarlayan / Yöneten: Yiğit SERTDEMİR

Müzik: Oğuzhan BALCI

Dramaturg: Sinem ÖZLEK

Dekor Tasarım: Barış DİNÇEL

Kostüm ve Kukla Tasarım: Candan Seda BALABAN

Işık Tasarım: Osman AKTAN

Koreografi: Senem OLUZ, Özge MİDİLLİ

Oyun Müzik Direktörü: Burçak ÇÖLLÜ

Ses Tasarım: Gökhan SUNA

“Gül Diyem Bahar Diyem” Şarkı Sözü: Yiğit SERTDEMİR

“Gül Diyem Bahar Diyem” Gazeli: Cihan KURTARAN

Oyuncular:

Arda ALPKIRAY: Kervan Şeyhi-Musa Bey-Rüstem Paşa-Halife İbrahim-Dengbej-Dağlı- Kürt

Beyi Mahmut Han Ases-Çoban

Ayşe GÜNYÜZ DEMİRCİ: Baş Dengbej-Gülriz-Dağlı

Besim DEMİRKIRAN: Memo-Dengbej-Dağlı-Çoban-Mahmut Han Ases-Hoşap Beyi Ases

Can TARAKÇI: İsmail Ağa-Dengbej-Dağlı-Çoban

Cian KURTARAN: Ahmet-Çoban

Emrah Can YAYLI: Yusuf-Dengbej-Kürt Beyi-Çoban-Dağlı-Mahmut Han Ases

Emre YILMAZ: Baş Dengbej-Hoşap Beyi-Dağlı

Ertan KILIÇ: Demirci Hüso-Dengbej-Çoban-Dağlı-Kürt BeyiMahmut Han Ases

Hakan ÖRGE: Mahmut Han-Çoban

Murat ÜZEN: Dengbej-Zilan Beyi-Molla Kerim-Dağlı-Cellat-Mahmut Han Ases

Özge MİDİLLİ: At-Dengbej-Çoban-Anne-Dağlı

Serkan BACAK: Dengbej-Kürt Beyi-Mahmut Han Ases-Molla Muhammed-Cellat-Dağlı

Uğur DİLBAZ: Sofi-Dengbej-Çoban-Dağlı-Hoşap Beyi Ases

Yeliz ŞATIROĞLU: Gülbahar-Çoban

Zeynep Ceren GEDİKALİ: Baş Dengbej-Gülistan-Dağlı

AĞRI DAĞI EFSANESİ

 Orkestra:

Şef: Burçak ÇÖLLÜ

1.Keman: Ayla ÖZKAN, Seçil IŞIKSOY 2. Keman: Buse EFSEN,Kerim BALKAN

Viyola: Eylül Sade KARAŞİN, Ceren YILMAZ Çello: Orcan KOÇ, Emre ÖZER

Kontrbas: Utku AKINCI Obua: Buğra ÖZGÜN Klarnet: İnci Gonca BEKER

Flüt: Ekinsu EMİNAĞAOĞLU Fagot: Defne BAYRAK Kaval: Baran ASLAN

Perküsyon: Murat GÜREÇ, Ali Furkan YARGICI Piyano: Güliz TEKELİOĞLU

Yönetmen Yardımcıları: Arda ALPKIRAY, Irmak ÖRNEK, İrem ARSLAN, Oya PALAY,

Yunus Erman ÇAĞLAR

Dekor Uygulama: Sırrı TOPRAKTEPE, Batuhan BOZCAADA

Kostüm Uygulama: SİBEL USANMAZ

Butafor Asistanı: Beyza TOSUNOĞLU

Işık Uygulama: Gökhan DAVULCU, Uğur AKSU, Burak KAPLANOĞLU

Orkestrasyon ve Mikrofon Uygulama: Gülsüm MUTLU, Yiğitcan EFE

Sahne Terzileri: Mehmet SOYLU, Nezahat TUNA, Nedim GÜNEŞ

Aksesuar Sorumluları: Bilal Zafer KURUOĞLU, Yasin KAYA, Üzeyir YILDIRIM, Mehmet

ASLAN, Uğurcan BOZKURT, Ömer ÖZGÜVEN

 Sahne Teknisyenleri: Seyit KIRDI, Recep KAYALAR, Mustafa AKGÜN, Kazım KAY-

ALAR,Koray SATIR, Burak YILMAZ ,Mehmet ATAY, Dursun SARIAHMET ,Devran

 DEMİR, Emirhan GÜNGÖR, Taner KIRANOĞLU, Ömer PARLAKKILIÇ

Saç- Makyaj Uygulama: Oya SELİM

Kuaförler: İbrahim AYDEMİR, Adil UPRAK

Tanıtım Videosu: Enes Altuğ AVŞAR

Fotoğraflar: Sadi AYAN

 

İlk oyun: 1 Ekim 2024 Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi

Süre: 2 Perde 165 Dk.

 

Kostüm ve kukla tasarımında kıymetli desteği için Efe Arslan’a; müzik ve orkestra provalarındaki kıymetli katkılarından dolayı Oğuz Kabakuşak’a; danışmanlık ve bilgilendirme için bize değerli vakitlerini ayıran Mesut Alp ve Sultan Bingül’e; atölye çalışması için Ayşegül Uraz’a çok teşekkür ederiz.