Avangard 1830'lardan itibaren önce siyaset sonra sanatın
diline giriyor. Aslında askeri bir terimdir ve "birliğin öncü kolu"
için kullanılır. Bu yolda yürüyen sanatçıların amacı "insanlığın
hülyalarını, tarihin menzillerini canlandırıp, modernliğin fikir hayatını
kurmaktır"("avangard kuramı" İletişim yayınları)
"İlericilik" olarak anlaşılan avangard, "yabancılaşma"yı
getirir. "Avangardın şok, skandal, şaşırtma gibi teknikleri medyanın ve
eğlence dünyasının standart trükleri
arasına girer."(a.g.e.) "Trük"ler ortaya çıktıkça avangard da
yoldan sapma eğilimi gösterir. "Öncü" olmaktan daha çok
"şaşırtıcı olma, şok etme" öne
çıkmaya başlar. Türkiye sanatı da avangard akımlardan etkilenir. Bizdeki
avangard dünyadaki gibi felsefi bir nitelikte değildir. Gerekçeleri, nedenleri
de çok tartışmalıdır. Genellikle dünya ile iletişimi olan sanatçılar tarafından
"ithal" edilir. Bir anlamda taklittir. Farklı sanatçıların algısına
göre biz de avangardı kendimize göre algılamaya başlarız. Dünyada çıkışı ve
gelişimi olayların dönemlerin felsefi değerlendirmelerine bağlıyken bizim
avangardımız sonuçla ilgilenir ve şekilsel denemeler olarak ortaya çıkar.
Meselâ "in-yr-face" böyle gelir yerleşir bizim sahnelerimize. Giderek
"taklidin taklidi" olacak kadar da "derinleşiriz"(!) bu
konuda.
Dot, avangardın öncüsü(öncünün öncüsü) olarak "moda" olur
kendi seyircisini yaratır. Türkiye'de avangard denilince akla gelen ilk isim
olan Stüdyo Oyuncuları'nın tiyatro dünyamıza etkisi çoktur zira oradan yetişen
oyuncular şimdi tiyatro dünyamızda o "ekol"ü(!) sürdürmekte. Bizde
çaresizlikten doğan "alternatif tiyatro" avangard sayılır. O alanda
Kumbaracı bir başka "ekol"dür(!). "Ekol"ün tırnak içinde
olması ve sonunda (!) olmasının anlamı açıktır. "Ekol" olamamış ekol.
Ekol gibi bizim avangardımız da bize özgüdür. Benim tiyatromuzda yaşama
bahtiyarlığına ulaştığım dönem, Tepebaşı Deneme Sahnesi dönemidir ki onda da
Genç Oyuncular'ın kokusu vardır. Bizim topraklarımızdan çıkan ama değerini
Fransa'da bulan Ulusoy tiyatrosu bizden sayabileceğim avangard bir örnektir.
Sınırlarımız içinde tiyatromuzda gene de deneme ile deneysel arasında kalan
oyunlarımız var. Ben tiyatroda deneme kavramını sevmiyorum deneyseli tercih
ediyorum. Zira denemede ne çıkacağı belli olmaz oysa deneyselde önceden
varılmak istenen sonuç bellidir. Bu sezon bana avangard kavramına yakın gelen
oyunlardan ikisini yazdım.
Merkezden uzak ama bir sanat merkezi olan Kuzguncuk'da
Kuzguncuk Sanat Tiyatrosu Ariel Dorfman'ın Araf isimli oyununu sahneliyor. Her
gösterisinde on ile sınırlandırılmış seyirci sayısı aslında mekânın getirdiği
bir zorunluluk. Bir evin üç küçük odası, o kadarına izin veriyor çünkü. Oturma
odanızda sadece size oynanan bir oyunu seyrediyormuşcasına sıcacık bir duygu hissediyorsunuz.
Çok akıllıca yazılmış bir oyun Araf.
Yunan kahramanı Medea'nın öyküsünden yola çıkmış.( Medea'yı bilin de
öyle gidin) Hesaplaşma içinde olan bir kadınla bir erkek var oyunda. Dorfman
"kurbandan saldırgana, saldırgandan
kurbana geçmenin ne kadar kolay olduğunu ortaya koyar" demiş bu oyun
için. Bilinçaltının seslendirilmesi ancak bu kadar güzel yapılırdı. Oyundaki
sıralamada ikinci odanın birinci odadan önce gelmesi bence daha doğru olur. Oyunda
dışardan gelen seslerin net olmayışını, bir hüküm belirten kırık vazoyu, tripod
ile dolaştırılan kamerayı ve ne olduğu anlaşılmayan videoyu sevmedim. Oyunu A.Feyzi
Korur Türkçeleştirmiş(Mitos Boyut). Doğuş Elden yönetmiş. Ses ve efekt tasarımı
Burak Yalçın'a ait. Yönetmen yardımcısı Merve Atabek koordinatör Gizem Duman.
Nuri Görsev ve Özlem Uslu oynuyor. Oyuncuların oyuna şevkle, samimiyetle
sarılmalarını beğendim.
Diğer oyun İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir
Tiyatroları'nda sahnelenen Son. Özgür Kaymak
yazmış yönetmiş. Sahnelerimizde ilk bilim-kurgu oyunu. Fütüristik bir
atmosferde geçiyor oyun. Fütüristik de avangarta dahil. Zira fütüristik,
geleceğe bakan ilerici çizgiler taşıyan demek. Özgür Kaymak gelecekteki
insanlığın durumuna bakmış. Distopik bir bakış açısı var. Gelecekte insan
kalanlar digital dünyanın kurbanları olmuş. İnsanlar geçmişi saklamak(korumak),
geleceğe bağlamak için uğraşıyor. Gerçek nedir? Son belki yeni bir
başlangıçtır. Atmosfer iyi oluşturulmuş. Ortam net ama yazarın dili karmaşık ve oyun uzun. Sahne tasarımı(Rıfkı
Demirelli), kostüm tasarımı(Duygu Türkekul), ışık tasarımı(Mustafa Türkoğlu)
müzik(Akın Sevgör) İBBŞT'da az rastlanır güzellikte. Oyuncuların(Aslı Menaz,
Aslı Şahin, Can Alibeyoğlu, Ahhan Şener, Emre Çağrı Akbaba, Ercan Demirhan,
Neslihan Ayşe Öztürk, Onur Demircan, Özgür Atkın, Tarık Köksal, Volkan öztürk,
Yağmur Ulusoy, Zeki Yıldırım) tek tek başarısından daha ziyade ekip
anlayışındaki uyumdan bahsedebiliriz.
Her iki oyun da ülkemizin şartları içinde avangardın gerçek
anlamına yakın denemeler. Bize özgü olanı yaratabilmek için düşünce ikliminin açık
olması ve bu iklimde bir kaç neslin yetişmesi gerekiyor. Avangard, tiyatronun
ve ülkelerin durumunu gösteren bir ölçüt, turnusol. Avangard özgür ortam ister ki fikirler kanatlansın.
Çabaları alkışlıyorum ama hava loş, yolumuz çamurlu. Ufuktaki aydınlık, doğan
güneşe mi yoksa batana mı ait kestirmek zor. Ama her şeye rağmen umudumuzu
sağlam tutmak zorundayız. Belki de bizim avangard çamura düşen ufak bir yıldız
ışımasından doğacak, kimbilir?
Melih Anık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder