Yazar, yönetmen oyuncu Wajdi Mouawad(1968)iç savaş
nedeniyle ailesi ile Lübnan'dan önce Fransa'ya(1978), orada beş yıl yaşadıktan
sonra Kanada'ya göç etmiş. Şimdi(2018)
Fransa'da Théâtre National de la Colline'in
yöneticisi.
Kıyı(Littoral)(1997) Vaatlerin Kanı(The Blood of The
Promises) dörtlemesinin ilk oyunu.
(Diğerleri 'Fires', 'Forests' ve 'Skies')
Yanık(Yangınlar) ülkemizde sahnelenen ilk Mouawad oyunu. Mouawad 2017 İstanbul Tiyatro Festivali'ne kendi oynadığı Yalnız isimli tek kişilik oyunu ile geldi. Kıyı(Littoral) Mouawad'ın ülkemizdeki üçüncü oyunu. Filmi de yapılmış. Moda Sahnesi oyunu Kemal Aydoğan rejisi ile sahneledi. Oyunun yabancı versiyonu ile ilgili YouTube'da bazı videolar var. Tavsiye ederim.
Wajdi Mouawad yalnızca
kültürlerarası alışverişin bir ürünü değil, aynı zamanda içinde yaşadıkları
kültürlerarası ikilemlerin sonuçlarıyla yüz yüze kalan ergen karakterlerin
yazarıdır. Ütopik bir bakışla tiyatro nehirlerin buluştuğu noktadır dersek
Mouawad'ın oyunlarında bu özelliği görmek mümkün.
Yazar kurgusal bir
dünya yaratırken yaşadığı ruhsal serüveni tanımlamak için 'tavanların
şeffaflığı' ifadesini kullanır. Bu tavan
metafizik, eğlence, trajedi ve transendental olanın buluştuğu filozofik ve ruhsal yolculuğun kapısıdır. Bu
yolculukta sürgündeki çocuklar kendileri ile barışır ve ait olmayı ve kendini
tamamlamayı öğrenir. Mouawad'ın metinlerinde geçmiş travmaların içinden geçerken
dünü ve bugünü anlatan anılar, tarihsel
olaylar ve hayatta kalma konuları vardır.
Kıyı'nın kahramanı
Wilfrid bir seks ilişkisi hâlindeyken gelen bir telefondan babasının ölüm
haberini alır. Uzak olduğu ve hakkında çok az şey bildiği babasını onun doğduğu
topraklara gömmek için gerekli izinleri alır ve yolculuk başlar. Teyzeler ve
dayılar babanın ne kötü bir insan olduğunu anlatır ona. Zira onlara göre doğum
yaparken ölen annenin ölümünden onun zayıf bedenine rağmen hamile kalmasına
neden olan baba sorumludur. Wilfrid babanın topraklarına geldiğinde onu Wazaan
isminde bir kör karşılar. Wazaan'ın katılımıyla oyun kültürlerarasılığa şahane
bir atmosfer sunuyor. Ve Orta Doğu'ya antik ve mitolojik bir anlam katıyor. O
toprakları savaş yakıp yıkmıştır. Wazaan sanki
Antik Yunandan fırlamış bir hikâye anlatıcısıdır. Wazaan Wilfrid'in bu
topraklara geldiğinden beri işittiği sesin Simone'a ait olduğunu söyler. Kadın
kocasının ölümünden beri acı çığlıklar atmaktadır. Bu çığlıklar Orta Doğu'nun
çığlıklarıdır belki. Ardından Ame, Sabbe, Massi ve Josephine çıkar karşısına. Hepsi toplumun 'kenarları'ndan
gelmişlerdir, hayatlarına bir anlam vermek için yaşar gibidirler. Josephine
savaşta ailesini kaybettikten sonra kaybolanların isimlerini topladığı
rehberler yapmaktadır. İsimler yaşarsa hatıralar da yaşayacaktır. Tarih
canlanacaktır. (Moda Sahnesi bu isimler arasına Türkiye'den bazı isimleri
eklemiş. Mustafa Kemal var mıydı? Ben mi kaçırdım yoksa? )
Wilfrid insanlarla
konuştukça kendini ve hayatın anlamını keşfeder. Yolda karşılaştığı herkes ona
kendi hikâyesini anlatır. Babayı karada gömecek bir yer bulunamaz . Onlar da
babayı kıyıya gömmeye karar verirler.
Oyundaki karakterler mezarlardan, mezarlıklardan
geçerek kıyıya ulaşır. Aslında kıyı bir kurtuluş demek, babanın âsude bir
sessizliğe gömülmesi ile ruhunun dinlenmesi ve bir türlü geçmişle uzlaşma ve de
yeni bir başlangıç demek. Onu doğduğu
topraklara emanet etmek için taşıyan oğlu göçmen Wilfrid'in ve yolda karşılaştığı savaştan yaralı bedenleri
ve ruhları ve de geçmişleri ile uzlaşma arayan arkadaşlarının temiz hava
soludukları yerdir kıyı. Umutlu bir başlangıcın 'kıyı'sıdır da aynı zamanda.
Mouwad bu oyunu
yazmak için Oepidus, Hamlet ve Budala'dan
esinlendiğini söyler. Biri babasını
yanlışlıkla öldürmüştür(Ame). Biri babasının
ölümüne şahit olmuş onun kesik başını ellerinde tutmuştur. Babasının ölümünün intikamını almak
peşindedir(Sabbe). Üçüncüsü (Wilfrid) babasını hiç tanımamıştır. Mouawad'a
göre bu üç kişi aynı hikâyeyi nöbetleşe anlatmaktadır. (Mouawad'ın tarihe
bakışında bu geniş ufuk -tarihsel, edebi olarak- etkileyici.) Aralarındaki esas mevzu baba oğul
ilişkisi ve ölümdür. Ölümden korkulur mu? Ölüm bir şeyin sonu mudur?
Başlangıçta sadece Wilfrid'in babası olan hayalet baba(Hamlet'in hayalet babasına gönderme!) oyun
sonuna doğru hepsinin babası olur. Hepsi ölü babaya sahip çıkarlar.
Oyundaki ikinci esrarengiz
karakter şövalyedir. O da baba gibi bir
hayal(et)dir, Wilfrid'in en iyi dostudur,
kuvvetidir, beyninin yarısıdır. Wilfrid 'Çocukken babam Guiromelon adındaki bir
şövalyenin öyküsünü anlatırdı bana. Şövalye her gece düşmanlarıyla savaştıktan
sonra gelir kendini denize bırakır orada uyurmuş ve her gecenin sabahında
dalgalar şövalyeyi tekrar kıyıya getirirmiş onu yaşama geri verirmiş.' der. Mouawad bu hikâye ile baba ve şövalyeyi
'kıyı'da birleştirir.
Kıyı açık denizlere açılır. Baba 'Bedenimin sürüklenip gitmesini istemiyorum. Beni
uzaklara atmayın beni dalgaların insafına bırakmayın. Dalgalara kapılıp meçhule
karışmak istemiyorum' der. Onlar da Josephine'in rehberlerini babayı kıyıda
tutmak için çıpa olarak kullanmaya karar verirler. Böylelikle
baba ülkesinin topraklarına bağlı kalacak ve hafıza olarak gelecek
nesillere yaşananları hatırlatacaktır. Bir bakıma Mouawad 'çoban ve sürü'ye de
gönderme yapmaktadır.
Oyunun ilginç
özelliklerinden biri yazarın uydurduğu 'mise
en abyme' dir. 'Mizanabim'
Türkçede "erken anlatım" olarak geçer. Rüyada rüya görmek ve bunun
sonsuza kadar iç içe sürmesi mizanabime örnektir Yabancılaşma ögesi
sayılabilir. Oyundaki film ekibi ve çekilen film mizanabim örneğidir. Wilfrid filmde kendini oynar. Ama filmde bir
aktördür ve aktör kendini oynarken aynı zamanda da Wilfrid rolünü oynamaktadır.
Wilfrid kendini rol olarak oynar. Bu bizi çok katmanlı bir yapıya sokar. Bu
bizi hayatın bir kurgu olduğu fikrine getirir. Bize 'Hayat kurmacadır' der ve
bir bakıma epik anlatım katar oyuna. Aslında filmin direktörü, Wilfrid'in kendi
acısını azaltmak için yarattığı bir karakterdir. Wilfrid hayatın bir kurgu
olduğuna inanarak acısını hafifletir. Direktör 'Ben mevcut değilim ama acaba sen var mısın?' diye sorar Wilfrid'e.
Wilfrid 'sanki bir film içinde yaşıyorum'
derken hayatın aslında bir rüya olduğunu vurgular. Yazar bu noktada 'Theatrum Mundi'(dünya bir sahnedir) nosyonu ile tanıştırır bizi. 'Dünya bir sahnedir hepimiz bize verilen rolleri
yaparız' diyen Shakespeare'i anmamak ne mümkün! Bir başka açıdan Wifrid'in
yolculuğunu filme alan film ekibi yolculuğa Batı gözüyle bakıyor. Onların
olayları baktıkları pencere Wilfrid'in yaşadıklarının bulanıklaştırılmış ve
bozulmuş bir kopyası gibidir.
Wilfrid oyunun sonunda 'Elimden tutan bir hayalet olmadan kendi başıma yürümem lazım karanlıkta
yüreğimde bir ruhla. O ruh olmanı istiyorum. Sana inanmam için seni görmeme
gerek yok artık. Çocukluk bitti şövalye.' der. Şövalye görünmez olacaktır
artık. Bu 'babalar öldüğünde büyür çocuklar'
dizesini akla getirir sanki.
Oyunun metni gerçek ile fantazyanın iç içe geçtiği
bir atmosfer öneriyor. Hayalet baba, şövalye ve yönetmen ve de film ekibi
Wilfrid'in kafasının içindedir. Başlangıçta hayalet baba ile iletişim kuran
sadece Wilfrid. Bu iletişimin de fantastik olduğunu söylemek gerekiyor. Babanın
topraklarında karşılaşılan kişiler gerçek ama oyun sonunda hepsi aynı
fantazyanın içine giriyor. Fantazyadan umut doğuyor. Bu nedenle reji, gerçek ile fantazya, zihinde olan
ve konuşturulan ile gerçek arasındaki ayrımı iyi verebildiği oranda başarılı
olur. Mouawad'ın metninde karakterler sözcüklerde anlaşılan mekân değiştirirler. Bu bir türlü zihin oyunudur. Metin içerisinde bu tür trükler yönetmene değişik renkler sunar ve sahneyi boyaması için ipuçları verir.
Kemal Aydoğan'ın rejisi yukarıda belirttiğim
fantastik olan ile gerçeği birlikte verebilecek nitelikte değil. Fantazya ile
gerçeğin birbirleri arasında geçişleri net ve akıcı değil. Oyuncuların müzisyen
olup sahneye atlamaları, kıyıya ulaşınca sahneye çekilen perde, seçilen
müzikler güzel ayrıntılar ama oyuna katkıları güzellik olmaktan ileri gitmiyor,
'eklektik' kalıyor. Mouawad'ın Yalnız isimli oyunda yaptıkları henüz
hatırlarımızda canlı iken Kıyı'nın rejisi son derece basit kalmış. Meselâ baba
beyaz elbiseler içinde. Bunun cesede en yakışan renk olduğu akla gelebilir ama
bu gerçek hayatta öyledir. Baba figürü geçmişten çıkıp gelen, zihnin
derinlikliklerinde aydınlanan, anılarda yaşayan, ölü olduğu kesin ama oğlunun
zihninde konuştuğu da dikkate alındığında metaforik bir karakterdir. Bu
karaktere beyaz giydirerek dolaylı kefen çağrışımı yaptırmak(ki bence çok düz ve basit) yerine
gri/siyahlar giydirerek dumanlı sisli bir atmosferden çıkarmış gibi yapmak ve
bazı sahnelerde babayı sadece sesiyle
duyurmak oyunun gri/siyah
atmosferine çok şey katacaktır. Hatta babanın kıyıya varmadan fiziken ortaya
çıkmaması sadece bir ses olarak kalması da bir çözüm olabilirdi.
Wifrid'i oynayan oyuncunun babayı oynayan oyuncuyu
sırtında taşır gibi yaparken babanın da kendi ayakları üzerinde yürüyerek
oğluna asılması estetik değil. Oğulun üzerindeki yükün illa fiziksel olarak
gösterilmesi gerekmiyor. Ayrıca zihinsel olanı cismani bir zarfa sokuyor ki
reji anlayışını sorgulamamıza neden oluyor.
Oyunda verilen aranın da yanlış yerde olduğunu
düşünüyorum. Bence Wazaan ile başlamalı ikinci perde. Bu iki ayrı dünya(âlem)
arasındaki ayrışmayı ortaya koyacaktır. Rejinin bu farkı belirtme amacını
görmedim.
Moda Sahnesi'ndeki Kıyı'nın esas sorununun maddi
olanaklar ile ilgili olduğunu bu nedenle de metnin istediği görselliğin ve teknik altyapının
sağlanamadığı düşüncesindeyim. Ben sahnelemeyi bu nedenle iki boyutlu, düz ve
seyirci açısından yorucu buldum. Modern dönem oyunları teknolojiyi dikkate
alınarak yazılıyor. Mouawad gibi yazarlar teksti kendi kafalarındaki
görsellikle sahneledikleri, yazılı metinlerde yönlendirici parantez işlerini
kullanmadıkları ve eksikliğin doldurulmasını yönetene ve de 'okuyan'a bıraktıkları için yöneten ve
okuyanı kendi hayalleri ve ufukları ile sınıyor gibiler. Bu tür metinlerin
derinliğine ulaşmak biraz zor oluyor.
Kıyı 'büyük reji' istiyor, 'büyük' oyunculuklar
istemiyor. Oyunda rol alan oyuncuların başarısı tek tek olmaktan ziyade
birlikte yapılan işten kaynaklanıyor. Kıyı'da öne çıkan bir oyunculuk yok.
Dekor, kostüm, müzik ve ışığın belirgin bir katkısından da bahsedemiyorum.
Oyun İmge Kitapevi tarafından kitap haline geldi.
İmge Kitapevi'nin 'Çağdaş Tiyatro Kitaplığı'nın yöneticisi Ayberk Erkay
tiyatroya pek çok eser kazandırmış bir çevirmen. Eser seçimlerini beğeniyorum. Tiyatromuza ve ufkumuza katkısı büyük. Eğitiminin tiyatro üzerine
olması ve hocalığı da çevirdiği eserlere ayrı bir tat katıyor. Çağdaş Tiyatro
Kitaplığı'nı takip etmenizi öneririm.
Kıyı
seçimiyle çok doğru ama sahnelemesi ile başarılı bulmadığım bir oyun. İllaki
seyretmek istiyorsanız oyunun kitabını okuyun önce. Benim yazımı okursanız iyi
olur. O zaman sahnede gördüklerinizi daha bir anlayarak bakarsınız.
Melih Anık
Kaynaklar:
Kıyı (İmge Kitapevi - Çeviren:Ayberk Erkay)
On the
Intracultural Encounters in Wajdi Mouawad’s Theatre - Yana
Meerzon - University of Ottawa
Bharucha, Rustom. Theatre and the
World: Essays on Performance and Politics of Culture. Columbia, MO: South
Asia, 1990.
http://littexpress.over-blog.net/article-wajdi-mouawad-littoral-70282156.html
İlgili wikipedi sayfaları
Yanık oyunu yazım: https://melihanik.blogspot.com/2012/03/skntl-bir-oyun-yank-istanbul-dt.html
Yalnız oyunu yazım:
https://melihanik.blogspot.com/2018/08/2017-18-tiyatro-sezonunun-zirvesi-yalnz_2.html
Kıyı ile ilgili bir video
https://www.youtube.com/watch?v=_usXHXDrETU
Oyunun Künyesi:
Yazan: Wajdi
Mouawad
Çeviren: Ayberk
Erkay
Yöneten: Kemal Aydoğan
Sahne Tasarımı: Bengi Günay
Müzik Direktörü: Ulaş Özdemir
Işık Tasarımı: İrfan Varlı
Kondüsyoner: Yeşim Coşkun
Yöneten: Kemal Aydoğan
Sahne Tasarımı: Bengi Günay
Müzik Direktörü: Ulaş Özdemir
Işık Tasarımı: İrfan Varlı
Kondüsyoner: Yeşim Coşkun
Oynayanlar
Onur Ünsal, Uluç
Esen, Caner Erdem, Mert
Şişmanlar, Melek Ceylan, Barış
Yurtsever, Çağla Buldak, Talha
Kaya
Asistanlar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder