10 Ekim 2016 Pazartesi

Heisenberg (Manhattan Theatre Club-Broadway)

Ülke olarak Broadway'e çok yakın olmadığımız bu nedenle de oraya yolumuz düştüğünde bir göz atıp geldiğimiz yada "oralar" medyada karşımıza çıkan bir haber başlığından fazlası olmadığı için Broadway'de seyrettiğim bir oyun hakkında yazacağım yazının da bizim gözümüzden anlamlı olabilecek özellikleri anlatmasına çalıştım.  


Programımı yaparken Heisenberg, oyuncuları ile dikketimi çeken bir oyun oldu. Özgeçmişlerine bakınca bir yetmişlerinde diğeri ellilerinde iki iyi oyuncunun bir araya geldiği bir oyundu benim için. Kadın(Mary Louise Parker) erkekten(Denis Arndt) daha çok âşina olduğum bir isimdi. Her iki oyuncu da gerek tv dizilerinden gerek tiyatrodan ve de sinemadan çok iyi tanınan oyunculardı. Oyunun yazarını(Simon Stephens), yönetmenini(Mark Brokaw) tanımıyordum. Araştırırken ikisinin de oralara göre "dağlar devirmiş" olduğunu anladım. Oyunun konusu aralarında yaş ve dünya farkı olan bir erkek ile kadının rastlantısal "çarpışması" idi.  Oyun kırklarında bir kadının(Georgie)  bir tren istasyonunda yetmişlerinde bir erkeği(Alex Priest) yanağından öpmesiyle başlıyor. Buna "çarpışma" diyemeyiz.   Oyun karakterlerinin isimleri ile oyunun ismi(Heisenberg) arasında da bir ilişki yok. Heisenberg nereden çıktı o halde? Heisenberg "quantum" teorisinin "babalarından" biri. Bizde kedisi çok meşhur olan Schrödinger'in de arkadaşı. Ortak oldukları konu, "uncertainty". Moment ile mekânı içeren belirsizlik. Elektronların çarpışmasındaki belirsizlik yâni. Gördünüz mü neden "çarpışma" dediğimi? Bir kadın erkek bir tren istasyonunda "çarpışıyor" iki elektron gibi. Oyun boyunca da bu iki "elektron" belirsizi belirli kılmak için belli belirsiz bir yolda ilerliyor. (Bu anlatımı ben beğendim. Aferin bana.) Bilimsel tiyatro bu! Daha önce de "paralel evrenleri" içeren Tavşan Deliği'ni(YanEtki) seyretmiştim. Ben doğrusunu isterseniz bu tür arayışları çok seviyorum. Öte yandan oyunu seyretmeden bazı şeyleri bilirseniz oyunu seyretmek daha keyifli olabiliyor. Meselâ o zaman oyundaki sahnelere daha yukarıdan bakma ve onları farklı algılama şansınız da oluyor. Tekst yetmişlerindeki duygusal kasap ile kırklarında feleğin çemberinden geçmiş gibi duran kadının arasındaki ilişkinin gelgitleri üzerine kurulmuş elektronların gelişigüzel hareketleri gibi. Sahne düzeni(Mark Wendland) iki sandalye iki masadan oluşmuş. Oyuncular onları sahneye göre düzenliyor. Hızlı bir akış var. Doğrusu bir saat yirmi dakika sonra "happy end" doyurucu bir tekst için yetmiyor. Bence Broadway'in sorunu  dizi toplumuna uygun konu bulmakta. Programlarına baktığımda bu "off" ve "off off" Broadway için de geçerli.   Piyes yazarlığı bence bizimki gibi sancılı ama konu ile tatmin olmasam da  şunu söylemem mümkün: Heisenberg, "piyes gibi piyes".


Lalin biletlerimizi önceden aldı. Yerimiz "stage"de. İlginç. Salona girdiğimizde perde açık. Sahnenin ön tarafının oyun alanı olduğunu anlıyoruz.  Sahnenin geri kalan kısmı da basamaklı seyirci yeri olarak düzenlenmiş.  Bizim yerimiz oyun alanına bir metre mesafede.  Tiyatronun salon ve balkonu  normal düzeninde  oralarda da seyirci var. Yâni oyun, farklı yükseltiler arasında ortada oynanıyor. Seyirci oyunu seyrederken diğer seyircileri de görüyor. Bu sanki salonun kapasitesini arttırmak için yapılmış gibi duruyor. Oyunu seyrettikten sonra bu oturma düzeninin rejiye ilave bir katkı sağladığını söyleyemem ama biz oyuncularla neredeyse kucak kucağa olduğumuz için çok memnunuz. (Amerika'da sahneye çıktım dersem yalan olmaz.)   Zira özellikle Mary Louise Parker'ın oyunculuğunu bu kadar yakından görmek bir şanstı. Parker planlı bir oyunculuk gösterdi bize. Bedenine hükmediyordu. Duyguların peşine takılmamıştı, rolü kesmiş biçmiş, harekete dönüştürmüştü. Oyunculuğunda tesadüfi duygu yoktu. Gözlerinin içindeki ışık, elinin üstündeki damar bile kontrol altındaydı sanki. Oyunculuğun mekaniği disiplin hâline gelmişti. Bu mekanik düzen içinde duygu yok olmamıştı. Ben onda her türlü duyguyu verebilen bir makina düzeni gördüm. Denis Arndt'ı  da yabana atmamak lâzım. Yetmiş yedi yaşında çok oyunlar devirmiş bir oyuncu sahnede en çok altmış gibi duruyordu. Durgun, içe kapanık ve duygusal kasaptaki değişimi çok iyi anlattı. İyi oyunculuk kolay bir şey değil. Bizde bu rolleri kim oynar diye düşündüm. Kırklarında  Yıldız Kenter ile yetmişlerinde  Müşfik Kenter geldi aklıma hemen. Bizde de iyi oyuncular var ama ne yazık ki kaybolmakta birer birer. Yerleri kolay kolay dolmayacak sanırım. Yeni gelen oyuncu adayları ve de oyuncu kursları/üniversiteler ise işin kolayına kaçmakta.

Gecenin sonunda iyi oyunculukların başımızda estirdiği sarhoşlukla tiyatrodan çıktık. Fügen ile coşkularımızı paylaşarak otele döndük.       

Melih Anık


Merak edenler için:

Uncertainty Theory:
https://www.aip.org/history/exhibits/heisenberg/p08.htm

Denis Arndt:
http://www.filmreference.com/film/42/Denis-Arndt.html

Mary Louise Parker:
http://www.filmreference.com/film/8/Mary-Louise-Parker.html

https://en.wikipedia.org/wiki/Mary-Louise_Parker

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder