Bu Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları(BÜO), beni çok uğraştırdı ne yalan söyleyeyim. O kadar da konuştuk Volkan Mantu (ve biraz da Bilal Akar) ile. Ama ben elimle tutmadan olaya tam vakıf olduğuma kendimi inandırmadan olmuyor. Oyunu seyredeli nerdeyse 2 ay oldu, bu araya seyahat girdi, Aristophanes’i yeniden okumak gerekti , ancak toparlayabildim yazıyı.
Bu arada Fırat Güllü bir yazı yazdı. (http://mimesis-dergi.org/2011/05/iki-egitim-produksiyonu-ts%E2%80%99nin-antigonesi-ve-buo%E2%80%99nun-kadinlar-meclisi / “İki Eğitim Prodüksiyonu: TS’nin Antigone’si ve BÜO’nun Kadınlar Meclisi”) Fırat Güllü, yazısında iki prodüksiyonu da sanatsal anlamda ele alıp değerleme fırsatını bir sonraki yazıya bıraktığı ve şu ana kadar bir yazı yayımlamadığı için onun oyunlar üzerine neler düşündüğünü bilmiyorum. Eleştirisini merakla bekliyorum. Zira bence işin esas noktası da orada düğümleniyor(ya da çözülüyor). Üniversite tiyatrolarının nasıl eleştirilmesi gerektiği, onların ne yapması konusundaki beklentileri ortaya koyar ve gerektiğinin de çerçevesini çizer. “Eğitim prodüksiyonu” tanımında bir yandan da ortaya çıkarılana “hoşgörü” ile bakma çağrısı/önerisi yok mu? Öyle ya bu süreç, oyunu gerçekleştirenlerin eğitimine yarıyor. Seyirciye oynamaları da eğitimin bir parçası, toplum karşısında durma vb alışkanlıkları edinmelerini sağlıyor. Oyunun mesajı da bu eğitimin parçası, neyin nasıl söylenmesi gerektiğini öğretiyor. Alkışı almak, yorumlamak ve taşımak da eğitim. Bu koşullarda ne “eğitim”inden bahsedilmeli ve nasıl eleştirilmeli? Onların seyircilerinin eğitimine nasıl bakmalı? (Seyircileri kim?) Üniversite tiyatrolarının ait oldukları üniversite içinde tiyatro bölümleri olup olmadığı ve varsa çalışmaların uygulama sahnesi olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceği de akılda tutulmalı. Bu nedenle üniversitelerin tümünü tiyatro bağlamında aynı sepete koymak da doğru olmayabilir. Harvard Üniversitesi tiyatro topluluğu Sarah Kane’nin bir oyununu oynadı. Bu bağlamda bizim bir üniversite tiyatromuzun aynı serbestlikle ve “eğitim amaçlı” olarak Sarah Kane oynayıp oynayamayacağı da konunun içinde “diken” gibi duruyor. Yani oyun seçimleri de bir kıstas oluşturuyor ve konuya bir yerden dokunuyor.
BÜO, bir süredir üzerinde çalışılan bir yazar ile ilgili biriktirdiğini sahneledi. büo’ya da bu yakışır. Al bir oyunu çalış ve çık oyna değil mi? Hayır illa bir şeyler yapacaklar. (Galiba “geleneklerinde” var bu!)
Aristophanes’in Kadınlar Meclisi’ni almışlar, çevirisi yok onlar oturup çevirmişler. Bununla da kalmayıp Kömürcüler ve Kuşlar’ı da araya katmışlar. Ama nasıl..
Seyrettiğiniz ne tam Kadınlar Meclisi, ne Kömürcüler ne Kuşlar. Biraz Kadınlar Meclisi biraz Kömürcüler biraz Kuşlar biraz Lysistrata ve hatta biraz Barış. Tam bir Aristophanes harmanı.
Kömürcüler MÖ 425, Barış MÖ 421, Kuşlar MÖ 414, Lysistrata MÖ 411, Kadınlar Meclisi MÖ 392’ye tarihleniyor. Geçen bu 33 sene içinde gittikçe ustalaşmasına rağmen yaşadığı dünya ile birlikte Aristophanes de değişmiş. Azra Erhat’ın, Kuşlar’ın ön sözünde yazdığı gibi “… taşkın hayal gücünü bir zamanlar yalnız gerçeğin açığa vurulması daha doğrusu gerçeğin değiştirilmesi uğruna kullanan şair artık savaştan bıkmış, yapıcılıktan yorulmuş gibidir. Kendi hayalinde yaşattığı bir ülküyü öyle alacalı renklerle canlandırır ki yurttaşları buna imrensin ve onu gerçekleştirmek isteğini duysunlar”
Erhat, Kömürcüler’in önsözünde de “Atina Şehir Devleti, rastgele yurttaşlarını Hermes suikastına katılmış olmakla suçlandırdı. Aristophanes (artık)Atina Devletiyle ve Atina’nın genel politikası ile alay etmez, tek tek kişilere saldırır. Lysistrata’da barışı elde etmek için son çabası da boşa çıkınca hayal ve fantezi dünyasına sığınır” der.
“… ilk komedyalarının genç atılgan coşkun gözüpek ve taşı gediğine koymasını bilen” , “Kleon’a karşı cesurca savaşmaktan çekinmemiş” Aristaphones artık geride kalmıştır.
Aristophanes’in son oyunlarından biri olan Kadınlar Meclisi, ilk oyunlarından biri Kömürcüler ile barış umutlarını yitirdiği Kuşlar ile bir araya getirilmiş. Esas sorun bu “kaynaşamama”dan kaynaklanıyor. Derleme yapmak böyle bir risk taşıyor. Oyunlardan yaptığınız derlemede farklı dönem oyunları arasında ortak payda sağlayamazsanız kuruluş sancılı olmaya başlıyor. BÜO’nun Kadınlar Meclisi’nde bu değişimin dikkate alındığını görmedim.
Metni okumayan biri (rol dağılımında da belirtilmediği için) Kömürcüler’den “ödünç” alınmış olan Dikaiopolis’i fark etmeyecektir. Kendi “özel barışını” yapan Dikaiopolis BÜO’nun oyununda anlamını kaybetmiş, “sıradanlaşmış”. Azra Erhat’ın Kömürcüler’in önsözünde belirttiği gibi “Aristophanes, insanı vatandaş olarak faaliyetinde devletle olan alışverişinde gösterir, onun dışındaki hayatı ile pek ilgilenmez. Komedyalarındaki asıl komiklik olayın kuruluşundan gelmektedir. ” Yani “taş yerinde ağırdır”. Dikaiopolis gibi çok önemli bir karakterin Kömürcüler’deki olayın kuruluşu dışına çıkarılıp “bu hale” getirilmesinin nasıl bir seçim olduğunu da anlamış değilim.
Bir diğer örnek de Kömürcüler’deki Dikaiopolis ile Tanrıgil arasında geçen şaraplı barış sözleşmesinin, BÜO’nun kendi oyununda Praksagora ile Elçi arasında geçirmiş olması ki bu diğerine oranla daha “sineye çekilebilir” ama anlam çarpıtması nedeniyle benim sineme pek giremiyor!
Bu tür tasarrufların ne yarar sağladığını anlamıyorum ve derleme yapılan bir yazarı tam ve doğru yansıtma sorumluluğu ile ilgisinin daha derinlemesine tartışılmasını öneriyorum.
Oyun Kadınlar Meclisi ile açılıyor ama o da özgün metnin açılışı değil. Bir sözsüz ön oyun eklemişler. Kömürcüler’den bir karakteri oyuna sokmuşlar, Kuşlar’dan esinlenip sahneler yazmışlar, meclise sızmaya çalışanları eklemişler. Lysistrata, Barış oyunları derinden derine duyuluyor.
Kadınlar erkek kılığında mecliste çoğunluk olup yönetim yetkisini alırlar. İlk icraatları da bıktıkları savaşı bitirip Spartalı’lar ile barış yapmaktır. Gönderdikleri elçinin dönmesini merakla beklemeye başlarlar. Erkekler şaşkın, yetki gitti bari akıl verelim kadınlara derler. Elçi ve barış geri döner. Silah tüccarı satın alır tüm silahları, gelecekte gene savaş var galiba.
Ben olsam Kadınların Barışı derdim oyuna. Zira oyun başından sonuna kadın ve barış üstüne. Ayrıca oyun, Aristophanes’in Kadınlar Meclisi ile uzaktan akraba(!) Ama bu sözde kinaye yok asla. Erkeklerin barışını gördük görüyoruz yıllarca inanıyorum ki kadınlar yaparsa barışı, daha iyi bir yer olur dünya.
Meclisi kadınlar ele geçirdi ve barış için uğraştılar. Eve geldim sordum kendime oyun sonunda meclis kimin elinde? Ya da gelecek neyi vaat ediyor? Bence oyunun dramaturjik yapısında ilk sahnelerdeki gidişat sona doğru dağılıyor. Yani başlangıç iyi son açık.
Gitar, org, bateri ve flütten oluşan bir müzik gurubu var. Müzisyenler oyuncu aslında. İşi biten oynuyor, işi biten çalıyor. Müziğin sesi çok yüksek, oyun girişinde kulakları zorluyor ve söz başlayınca geçici bir sağırlık yaşıyor kulaklar. Oysa müzik zaten miğferi döverek ve kılıç sürterek askerlerin yaptığı müziğe pas atmışken sakinleşse ve sözü sahneye bıraksa? Sahneye dışarıdan gelenlere müzik yapılması iyi bir düşünce. Biliyorum amaçları değil ama dışarıdan geleni haber veren müzik orta oyununu hatırlattı bana. Sözsüz oyundaki anlatım başarılı. Koronun uyumu ve temposu iyi. Sahne geçişlerinin uzun olması duraksamaya neden oluyor . İnce bir ayrıntı ama yakılan kandillerin kaplarına yapıştırılmış kibrit şeridi İle hazır edilmiş çöpler ve kıvıranın gücünü gösteren göğüs zırhı güzel. (Ancak hareketlerle ağır olduğu anlatılan bir kalkan, parmak uçlarıyla üstten tutularak taşınmaz hatırlatırım.) Genel olarak tarihi oyun kostümlerini sevmesem de kostümler çok itinalı.
Bu grup yönetimlerine alışamadım gitti. Bir de rol dağılımının verilmemesine yani kimin neyi oynadığının yazılmamasına takıyorum. Nasıl belirteceğim beğendiğim esnafı, kadınların başını, kocasını, ozanları, filozofu, albayı, askeri ve grup içinde gözüme çarpan ama ismini bilmediğim oyuncuları. (Allahtan Volkan var, sorar öğrenirim sonradan ama herkes Volkan’ı bilmez ki!) Bu kadronun içinde lisede(Şişli Terakki, TEV İnanç Türkeş gibi) ciddi ciddi tiyatro yapmış olanlar var ve oyunculuk kalitesinin hiç de göz ardı edilemeyeceğini düşünüyorum ama ben oyunculuğa değil, oyunun “duruş”unu önemsiyorum.
Sahnede gördüğümün arkasında çalışma, iyiniyet var tamam ama heyecan yok, ruh eksik. Bunun tiyatro bilmekle de bir ilgisi yok. Tiyatro bir araç ve önemli olan neyi söylemek istediğiniz ve nasıl söyleyebileceğinizle ilgili. Bırakın yaptığınız, tiyatronun alışılmış formlarına uymasın ne çıkar! Tam bir yıl bir oyun üzerinde enine boyuna tartışarak, kavga ederek geçiyor iyi de ne diyorsunuz? Duruşunuz ne? Nasıl bir söyleminiz var? Neden yeterince “yeni”, fazlasıyla “küstah”, çokça “deli”, rengarenk “görsel” değilsiniz? (Özgün olandan uzaklaşmadan.) Üniversite tiyatrosu uçmalı, koşmalı, genç ruhlar kadar azgın, atılgan ve sorgulayıcı olmalı. (Özgün olandan uzaklaşmadan.) Oyunculuğun iyi olup olmaması da önemli değil, söylem, deneme önemli. Unutmayın, “Suratına Tiyatro”, politika yapmayan ama politik bir eylem tiyatrosu olarak ortaya çıkarılmış, hem de toplumsal hayatın bunalımlarından sıkılan gençler tarafından. Size bakınca siz sanki hayatınızdan memnunsunuz ve amacınız salt “tiyatro yapmak”mış gibi yansıyor. Bu halinizle “tekrar edersiniz” ancak, oysa “yeni”yi yapmak gerek. Sizi seyredenler neyin yapılmayacağını öğrensin ne çıkar! (Özgün olandan uzaklaşmadan.)Kime hangi hesabı borçlusunuz? Gişe kaygınız mı var!
Kadınlar Meclisi’nde bugün yaşanan dünyayı, toplumu algılayan, yaşananları hisseden ve anlatan bir duruş, bir ufuk görmedim. Kuşkusuz bunun, politik ve demokratik bazı mazeretleri var. Kişisel “ataklar” var ama bu ekip anlayışından kaynaklanmıyor ve kısır. “Tek çıkış”lar da o kişinin kendini tatmini olarak kalıyor. (Oysa siz isimleri alfabetik yazan ve en ufak katkıyı “isimlendiren” bir “ekip”(?) değil misiniz?)
Aristophanes “emperyalist ve savaşçı demokrasinin karşısındadır. Vatandaşlarını demagogların elinden kurtarmak barış ve müttefiklerle eşitlik yoluna yöneltmek için canla başla savaşmıştır” (A.Erhat- Kömürcüler) Oyunun Aristophanes’i yansıttığı konusunda da kuşkularım var ama Aristophanes’in ince ve alaylı dilinin yok olduğuna eminim. Ayrıca Aristophanes oyunlarının olmazsa olmazı parabasisin kullanılmamış olması, koronun seyirci ile doğrudan ilişkisinin ortadan kalkmış olması da Aristophanes oyunlarındaki şekilsel ama BÜO tarafından hakkı verilmemiş özellikler.
Her şeye rağmen , BÜO, yeni eğitim yılının başında yeniden oynamalı bu oyunu. Hatta tüm yıla yaymalı gösterileri belli aralarla. Oynamak da “eğitim”dir. Bu arada 1. Dönemin yeni oyunu için çalışmalı Aralık ya da Ocak için. Tabii ikinci oyun konulmalı rafa, gelecek Mayıs’a. Zaman programı tartışmaların uzamasını, dağılmaları önler. Bu arada tiyatronun ifade gücünü öğretmek için kısa kurslar açmalı tüm bölümlerin öğrencilerine. Şiir, tirat okuma, birlikte şehrin oyunlarını seyretme ve tartışma programları düzenlemeli. Belki onlardan tiyatroya gelen olur, tabanı geniş tutmak gerek. BÜO, tiyatronun danışmanı olmalı üniversitede. Zira tiyatrodan yolu geçen ilerde kötü bir politikacı, iş adamı, doktor, mühendis, bankacı vb olmaz.
Her ülke yaşanan dönemini tiyatro(sanat) ile bir türlü anlatmıştır. Tiyatro türleri böyle ortaya çıkar. Üniversite tiyatroları ufka esin verir. Şansızlığımız belki de Sarah Kane’den öncesinde olduğu gibi Stephen Daldry, Irvine Welsh, Antonin Artaud, Edward Bond, Howard Barker, Harold Pinter ve Oscar Wilde’ımız olmamasındadır. Bu durum her seviyedeki tiyatromuza yansıyor. Ama bir yerden başlanacak ve eldekiler de yeter buna!
Kalabalık katılımlı dramaturji ve yönetimler ister istemez bir dağınıklık içerecektir. Kadınlar Meclisi bence bu dağınıklığın izlerini taşıyor. Üzerinde çok tartışılmış ama son cümle yeterli ve bütünsel bir vurgu ve kuvvetle konulamamış. Reji yapan bir de oynuyorsa ve de gönlü yatmamışsa yoruma, katılımlı dramaturji çalışmaz.
Kadınlar Meclisi, “eğitim prodüksiyonu” ise alkışlar, alkışlar… “Tiyatro” düzeyi ise Harvard’dan geride. Harvard’ın üniversiteli gençleri bizim bazı profesyonellerimizden daha ileri oldukları için bizim profesyonel tiyatromuzla karşılaştırınca Kadınlar Meclisi, “idare eder”.
Kadınlar Meclisi, pek çok kişinin takdirini alıyor ve alacaktır ama benim için yeterli değil ! Zira ben BÜO’dan “eğitim prodüksiyonun” ötesinde bir şeyler bekliyorum. (Özgün olandan uzaklaşmadan.)Bunu “üniversite tiyatrosu” kapsamında gerçekleştirebileceğine de inanıyorum. (Özgün olandan uzaklaşmadan.)
Melih Anık
Not:
1-Söylemimi “büo”lu anlar diye umuyorum. (Bazı büo’ları bilerek küçük harflerle yazdım.)
2-Umarım bu yazı benim üniversite tiyatrosu üzerine düşüncelerimin anlaşılmasına yardımcı olur.
3-Volkan Mantu’ya bu oyunu seyretme “macera”mdaki yardımları için teşekkür ederim.
4-Volkan’dan sorarak öğrendiğim dikkatimi çeken roller ve oyuncuları aşağıda:
Praksagora (Kadınlar Meclisinin Başı): Dila Okuş
Blepyros (Silah Tüccarlarının Başı, Praksagora'nın Kocası) : Göktuğ Engel
Dikaiopolis ( Terzi): Mehmet Caner Soyulmaz
Lamakhos ( Ön oyunda sefere gidip, finalde dönen komutan): Serhat Kurtuluş
Filozof ve Öğrencisi: Ümitcan Batur, Özge Gökşen
Ozanlar (Milli Marş): Kerem Renda, Can Düzel, Şuayb Aydın
Emekli Albay Timotes ve Askeri Salamis: Mustafa Yıldız, Göktuğ Engel
5- Kadro:
Reji: Bilal Akar, Burak Akyunak, Dila Okuş, Müge Uyar, Nihal Albayrak, Serhat Kurtuluş, Volkan Mantu
Reji Danışmanları: Özgür Çiçek, Özgür Eren
Yapım Koordinasyon Gurubu: Bilal Akar, Buket Gülbeyaz, Dila Okuş, Ezgi Ay, Kerem Renda, Mesadet Sözmen, Tülin Ebcioğlu
Müzik- Düzenleme: Rumeysa Çamdereli, Şuayb Aydın- İcra: Aslı Ildır, Çağatay Gündoğan,Yiğit Özbaş, Şuayb Aydın
Dekor-Aksesuar: Ariya Toprak,Aslı Ildır, Çağatay Gündoğan, Didar Karadağ, Ezgi Ay, Kerem Renda, Hakan Söyler, İrem Arslan, Memet Caner Soyulmaz, Mustafa Yıldız, Özge Gökşen, Özge Sever, Vldan Özer
Kostüm: Ayşesu Çelik, Beril Ece Güler, Büşra Karpuz, Dila Okuş, Elif Karaman, Gamze Tosun, Güzin Topçu, Hatice Aslan, Müjde Yılmaz, Simge Demiral, Tülin Ebcioğlu, Umay Şen
Afiş: Elif Kahraman, Salih Gürkan Çakar, Serhat Kurtuluş
Işık: Buket Gülbeyaz, Göktuğ Engel, Mesadet Sözmen, Onur Manat, Serhat Kurtuluş
Işık Uygulama : Müjde Yılmaz
Çeviri: Mustafa Yıldız, Müjde Yılmaz
Oyuncu Kadrosu: Ariya Toprak, Aslı Ildır, Ayşesu Çelik, Begüm Ceren Aral, Beril Ece Güler, Bilal Akar, Buket Gülbeyaz, Büşra Karpuz, Can Düzel, Cenker Aksoy, Çağatay Gündoğan, Didar Karadağ, Dila Okuş, Elif Kahraman, Emre Kırveli, Ezgi Ay, Gamze Tosun, Göktuğ Engel, Güzin Topçu, Hakan Söyler, Hatice Aslan, İrem Arslan, Kerem Renda, Mehmet Caner Soyulmaz, Mesadet Sözmen, Mustafa Yıldız, Müge Uyar, Onur Manat, Özge Gökşen, Özge Sever, Simge Demiral, Serhat Kurtuluş, Şuayb Aydın, Tülin Ebcioğlu, Umay şen, Ümitcan Batur, Vildan Özer, Yiğit Özbaş.
Rol dağılımında da eğitim süreci görülüyor, isimlerin alfabetik sırlaması da buna dahil. Ama hayatın gerçek eğitimi, kıyasıya bir rekabetten geçiyor. Ben tahmin ediyorum(hatta eminim ki) rol dağılımında yazılan isimler yükü aynı eşitlikle taşımadılar. (“Suyu taşıyan ile testiyi kıran”ı hatırlayın! Kimisi ders bıraktı, kimisi de averaj düşürdü.) Öyleyse bu rol dağılımı “görüntüsel” ve “hak yemiş” bir tablodur ve gerçek sorumluları parmakla işaret etmemizi önlemektedir.
6- Yazımı yayımlama tarihinde Fırat Güllü merakla beklediğim yazısını yayımladı. (BÜO’da Aristofanes Araştırması http://mimesis-dergi.org/2011/06/buo%E2%80%99da-aristofanes-arastirmasi/) Ben o yazıyı okumadan yazımı yayımladım. Yazılarını dikkatle okuduğum Fırat Güllü neler yazmış merak ediyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder