Konservatuar Hazırlık Kursları
Medyada “sanat kursları” ile ilgili haberlere , ilanlara rastlıyorum.
Yetişkinler için tiyatro ; güzel sanatlar resim bölümü hazırlık; konservatuar tiyatro bölümü hazırlık kursları vb düzenleniyor.
Bunların iyi tarafı “eğitime” verilen değeri göstermesi . Herkes eğitimin gerekli olduğuna inanmış. Bu güzel.(Her ne kadar sahnede yapa boza öğrenenler olsa da..)
Ama örneğin konservatuara giriş için neden bir hazırlık kursuna gereksinim var anlamakta zorlanıyorum. Sorguladığım, bu kursların ne öğrettiğinden ziyade “nedeni”.
Acaba konservatuarlarda seçici olanlar “hazır” öğrenci mi istiyorlar ? Yoksa “yeteneği” keşfetmekte mi zorlanıyorlar ? Ya da ön elemeyi kurslara mı bırakmışlar ? Kurslarda insanlar kendilerini denesinler ve neyi isteyip istemediklerini, neyi yapıp yapamayacaklarını anlasınlar da “kapıda” yığılma olmasın mı diyorlar ? Ya da -hiç aklıma getirmek istemiyorum ama- konservatuar eğiticileri ile kurs eğiticileri arasında organik bir bağ mı var? O yılın seçicilerine “uygun” bir eğitim mi veriliyor kurslarda?
Konservatuarlar yeteneğin keşfedildiği ve de öğretim ve eğitimle parlatıldığı yerler değil mi?
Konservatuarların, tiyatro,dizi oyuncusu yetiştiren özel sanat eğitim kurslarından farkı olmasın mı ?
Özel sanat eğitim kurslarının da mezunlarına “iş” potansiyeli yaratması nedeniyle seçilmesi (ve sayılarının giderek artması) toplumda oluşan yeni bir trendi(gidişatı) göstermiyor mu ?
Ya da bazı tiyatroların , dizilerde,filmlerde rol olanağı sağlaması mı onları cazip ve “katlanılabilir” kılıyor?
Diziler ve Tiyatro
Bu konuya bağlı olarak dikkatimi çeken bir konu da özel tiyatrolarımızda dizi oyuncularının giderek artan sayısı. Ya da özel tiyatroda oynayan oyuncuların kısa bir sürede dizilerde rol almaya başlaması. Ne neyi tetikliyor? Bu “formüllü” bir iş mi?
Doğal düşünce , dizide görünen oyuncunun popülaritesinin artması ve de “tiyatro”nun onların hatırına seyirci kazanacağına inanılması.
Rengin Uz,Tiyatro Dünyası’ndaki yazısında:
“İşin gerçeğini söylemek gerekirse, ‘In Yer Face’ akımından bihaber olan çoğunluk seyirci, sevdiği dizi karakterlerini yakından, sahnede canlı görmek için gelmişti. Üstelik burada bir değil beş tane vardı. Diziler bir yandan tiyatroyu baltalarken bir yandan da seyirci kazandırıyor! Benim arkamda oturan ve aile olduklarını sandığım anne baba ve kızlarının odak noktası Ceyda Düvenci idi. Hele anne, Bennu’ya (Ceyda Düvenci’nin Binbir Gece’de canlandırdığı karakter) o kadar üzüldü ki, sürekli iç geçirdi! Arada ve çıkışta, merak ettim ‘ Oyunu nasıl buldunuz? diye sordum seyirciye. Yorumlar beni yanıltmadı. Yanıtlar çoğunlukla dizilerle bağlantılı idi. Bir hanımefendi ‘Ceyda Düvenci için ‘Bennu olarak çok beğeniyordum, bu rolü ona yakıştıramadım’ derken arkadaşı hemen atıldı ‘ Dolunay Soysert ne kadar zayıfmış, Benim Annem Bir Melek’ de daha toplu çıkıyor!’
İster dizi oyuncusunu görmek için gelsinler, ister meraktan, Sürmanşet dolu oynuyor. Bir kriz ortamında, en çabuk özel tiyatrolar etkilenir. Biletlerin 40 YTL (öğrenci 30) olduğunu düşünürsek, Beşiktaş Kültür Merkezi gibi büyük bir salonu doldurmak gerçekten başarı. Eğer bu kadar tanınmış bir kadro yer almasaydı yine dolar mıydı, insanlar ‘Sürmanşet’e koşar mıydı? Dört kişilik bir aile 160 YTL öder miydi? Hiç zannetmiyorum. Ama bunu başarmışlar, emeklerinin karşılığını alıyorlar, kutluyorum” diye yazmış.
Rengin Uz ,yazısının devamında oyun broşüründe “‘Benim Annem Bir Melek’, ‘Binbir Gece’ ve ‘Düğün Şarkıcısı’ dizilerinin kadrolarına, oyuncu arkadaşlarına gösterdikleri destek ve sabır için” teşekkür edildiğini belirtiyor.
Rengin Uz devamla:
“… teşekkürü biraz ironik buldum. Asıl işleri tiyatro yapmak olan bu sanatçılar, tiyatroya zaman ayırmak zorunda kaldıkları için, dizi kadrosunun anlayışına teşekkür ediyorlar! Öyle ya prova, oyun falan derken dizi seti aksayabilirdi! Haksızlık da etmek istemem, öyle ya onlar diziden kazandıklarını, çok sevdikleri tiyatroya yatıran bir avuç tiyatro sevdalısı” diyor.
Bir avuç tiyatro sevdalısının diziden kazandıklarını tiyatroya yatırmaları takdir edilecek bir şey değil midir? Ama nereye kadar?
Tiyatro, “tiyatro” olduğu için yaşamalıdır ve de kendi seyircisini yaratmalıdır. Yaşayacağından kuşkum yok ama bunun için “bilinçli” bir stratejiye de ihtiyaç var gibi geliyor bana. Dizilerle kafası karışık bir seyirciden tiyatro seyircisi çıkmaz kanısındayım.
Öte taraftan dizilerin tiyatroya “koltuk değneği” (?) olması tiyatronun durumunu anlatması açısından da “hazin” değil midir?
Dizilerin “rüzgarından” yararlanmak isteyen bazı oyuncuların , dizide oynadıkları karakterleri tiyatroya taşıdıklarını, “Tek kişilik stand-up”lar yaptığını görmedik mi? Bazı tiyatro guruplarının da bu rüzgarı kullanarak çıkış aradıkları gerçek değil midir ? (Aklımdaki örnekleri söylersem “rating” yaparım diye korkuyorum) Destekçileri de konunun ortaya atılmasında “sığlık” ve “art niyet” aradılar. Onlara sorarsanız, bu “post modern”leşmenin gereğidir. (?)
Ben biraz “klasik” kaldım galiba. Dizi oyunculuğunu üstüne giyinmiş olan bir oyuncunun bu koşul ve ortamda “iyileşmesi” için epey bir süre geçmesi gerektiğini düşünüyorum.
Olayı düşünmeye başladığınızda sorular soruları kovalıyor.
Melih Anık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder