27 Mart 2009 Cuma

Kırmızı Pazartesi - İBB Şehir Tiyatroları

Daha 11 Eylül (2001) yaşanmamıştı ; 1.Körfez savaşı (1990) yoktu ortalarda, Marquez, Kırmızı Pazartesi’yi yazdığında(1981).
Yani biz, oturma odalarımıza servis edilen, adeta bir “reality show” gibi izlediğimiz olayları seyretmemişken.
Olayları yaşadıktan sonra geriye baktığımızda ne çok ipucu bulmuştuk. Gazete köşelerinde ya da tvlerde önemsiz gibi duran, pas geçtiğimiz haberlerden nasıl bir gelecek çıktığını, olay patladığında fark edip, nasıl uyandığımıza şaşıp kaldık. (Oysa Marquez , söylemişti.)
Hayat daha da zorlaşmıştı sanki.
Kuşku bizi esir almış , paranoya ruhumuzu sarmıştı.
İşte o zaman “Göz göre göre geldi”nin anlamını çözdük.
Kırmızı Pazartesi “Göz göre göre geldi”nin romanınıdır.
Herkesin bildiği bir cinayetin adım adım gerçekleşmesidir.Olayların “reality show” gibi seyredilmesi ve herkesin , her şey olup bittikten sonra üzülmesi,göz yaşı dökmesidir.TV’lerde izlediğimiz naklen ölüm yayını gibi.
“Göz göre göre gelen” ölümlere engel olmak /olamamak uygarlık düzeyi ile ilgili mi ,acaba?
Hatırlayın bizde neler var? Sel yatağına kurulan evler, trafik canavarı, eli kulağında deprem..
Santiago Nasar’ın ölümü ne ki !?

Konu ve Anlatım
Santiago Nasar öldürülecek ! Romanın daha ilk cümlesinde öğreniyoruz bu gerçeği.
Nasıl, ne zaman ,ne ile demeye kalmadan Marquez bizi başka bir yöne doğru götürüyor.Zira önemli olan Nasar’ın öldürülmesi değil…Onun öldürüleceğini bilen tüm bir kasabanın “Göz göre göre gelen” ölüm üzerine hiçbir şey yapmaması , adeta ölümü seyretmesi.
Kapı altından atılan mektuptaki uyarının zamanında farkına varılmamış olması bile önemsiz. Katiller -pervasız ve rahat - cezayı kesmişler, ölümü uluorta ilan ediyorlar zaten. Gelenek böyle emrediyor. Onlar “Masumlar”(?) kendilerine göre.. Zira bu bir “namus cinayeti”..Toplum da takdir edecek nasılsa..(!)
Kolombiyalı yazar Marquez (Nobel helal olsun ona!), değişik bir teknikle yazmış romanı.
En sonda söyleyeceğini ilk önce söylüyor. Romanı ters yüz etmiş sanki.
Siz şimdiki zaman diye düşünürken, roman, ilerledikçe genişliyor ve aslında olaydan 20 yıl sonra anlatılan bir hikaye ile karşı karşıya olduğunuzu anlıyorsunuz.
Bu, yerden yükseldikçe altınızdaki manzaranın değişmesine benziyor.
Oyuna giderken okumayın romanı. Zira roman daha lezzetli …Oyundan sonra okuduğunuzda tadına doyulmaz bir zevk ile bir çırpıda okursunuz.

Neden böyle?
Oyunlaştırılması zor bir roman da ondan.
Zaman,olay atlamaları var.Geriye dönüşler,ileri gidişler..Marquez öyle bir ustalıkla hikaye ediyor ki bu anlatım olağanüstü bir tat katıyor romana. (Çeviri de güzel)
Uyarlayan /Yönetmen (Macit Koper) eseri sondan başlayıp bir flash –back olarak anlatmayı seçmiş. Ama oyun ilerledikçe o da romanın büyüsüne kapılmış olmalı ki romanın söyleyişine kaptırıyor kendini. Zira o da biliyor ki her şeyi ayıklayıp zamana bağlı(kronolojik) bir anlatım, romandaki tadı veremeyecek.Ama sahne dili de başka..
Sahnede ayni atlamalı düzeni gerçekleştirmek ise teknik olarak zorlayıcı.Bir de her kesimden seyirciye ulaşma gayreti uyarlamayı , salt olay örgüsüne düğümlüyor. Olayları bağlamaya çalışan anlatıcı ise bu karmaşık yapı içinde anlatım sıkıştıkça kimi zaman açıklayıcı , kimi zaman tamamlayıcı, kimi zaman da organize edici olmak durumunda.
Ama bu arada romanın üstüne kurulduğu “Tanrı böyle şeylere anlayış gösterir” le pekiştirilen geleneksel yapı yeterince ortaya çıkmıyor. Gelenekleri gerekçe/mazeret diye sunan halkın kendini kandırması anlaşılmıyor.
Angle Vicarius’un itirafı ile Dul Xius’un evini satması gibi doruk noktaları ise kitaptan okumanız gerekiyor.
Nasar’ın nerdeyse sahnenin her yerinde defalarca öldürülmesi ise hoş olmamış.
Oğlunu odasında sanarak kapıya doğru hızla koşan Nasar’ın yüzüne kapıya kapatıp onun Vicario kardeşlerin eline bırakan annenin trajedisi çok yürek burkucu değil mi? Anne olayı öğrendikten sonra Nasar’ın odasında olduğunu söyleyene gösterdiği tek reaksiyon “Yalancı” diye bağırmak . Romanda ise bu yok. Asıl acı ve dramatik tablo, annenin oğlunun yüzüne kapıyı kapatması.

Genel Yönetim
Böyle bir oyunda hareketli sahnelerin (özellikle Nasar’ın öldürülmesi) verilmesi için hareketli bir sahne düzeni ; tv ekranı,kamera ile günümüze göndermeler yapılsa çok da iyi olurdu diye düşünüyoruz.
Oyuncuların seyirci arasına katılmalarının da özel ve yararlı bir vurgulama olmadığı kanısındayız.

Dekor-Kostüm-Işık
Oyunda kullanılan dekorun, illaki anlatılan ülkeyi hatırlatması beklenmez. Yönetmen olayı ve mesajını genişletmek amacı ile genel bir anlatım biçimi seçebilir. Ama, Kırmızı Pazartesi’nin atmosferini ortaya çıkaran, olayın geçtiği mekanlardır.
Zaten de Yönetmen (Macit Koper) metin,dekor ve giyside soyut bir anlatımı vurgulamıyor.
Tiyatro dünyamızın başarılı ve tercih edilen dekor tasarımcısı Barış Dinçel’in dekorunu beğenmedik. Albenili gibi görünen ama işlevi sorunlu ve romanın geçtiği yerlere hiç uymayan bir dekor yaratılmış.Somut ile soyut arasında kalmış bir dekor. (Barış Dinçel beğenildiğinin farkında. Bu yaptığı işe zarar veriyor.)
Kolombiya’nın koloniyel mimarisine hiç uymayan görüntü ve merdivenlerle girilen evler,gereksiz pek çok ayrıntı ile doldurulmuş bir dekor. Özellikle sahnenin sağ önündeki merdivenlerde yoğunlaşan sahne trafiği için sorunlarla dolu bir yerleşim yaratılmış. Renklerin bu kadar kasvetli olması da koloniyel mimari için ters. Ve de Marquez’in anlattığı hikaye ile..
Giysilerin genel havasında da ayni bakış açısı geçerli.
Işık iyi değil. Sahne yer yer karanlıkta kalıyor ve oyuna özel bir katkı sağlamıyor. Dekordaki koyu renkler de ışığı boğuyor.

“Dikkat et Santiago Nasar , seni öldürecekler”
Koltukların üzerine bırakılmış sarı zarfların içinden bu satırlar çıkıyor.
Salona giren seyirciye gönderilen mesaj ne?
Oyunun son sözü “Bir gün kapınızın altından bir mektup atılana kadar…” -ki o mektup zaten fark edilmemiş- işlenecek bir cinayeti bilirseniz ne yaparsınız sorusu mu soruluyor seyirciye?
Ne yapacak ? Seyredecek ! Seyretmiyor mu!
Yoksa öldürülecek olan kendiniz olursanız mı kılınızı kıpırdatacaksınız denilmek isteniyor?
Ama galiba o bile fark etmiyor.

Melih Anık

Not : Program dergisinde bazı oyuncuların ismi yok. Dergiler tiyatromuzun belleğidir. Koleksiyon değeri vardır. Lütfen biraz özen!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder