1 Mart 2025 Cumartesi

A.H.E.N.K.'den İsmi Ağır Gelmiş Bir Oyun: Şairler Mezarlığı (Ersin Doğan)

 Şairler Mezarlığı’nı 30’lu yaşlarda bir yazar(Ersin Doğan) yazmış. Yazarın amacının öteki âlemi anlatmak olmadığını düşünüyorum. (Oyun sonrası kısa konuşmamızda yazar olarak ne yapmak istediğini ondan öğrendim.) Bu oyunda da  yaşadığımız dünyaya ait dokunuşları var. Ama bir gencin öteki âlemde geçen bir oyun yazmasını garipsediğimi söylemek durumundayım.  Hele benim gibi çok yakın bir zamanda ölümü görmüş birinin öteki âlem ve ölüm duyguları yanında  bir gencin kafasında hayâl ettiği öteki dünya fazla ütopik (fantezi) kalıyor.  Soğurken bir eli çok ince bir eli tutup ısıttınız mı?  diye sorar şair ve der ki ‘Çünkü asıl şiirler bekler bazı yaşları’(B.Necatigil-Açık) Şiirler gibi ölüm de beklesin bazı yaşları. Gençler size hayat gülsün. Yaşamayı yazın. Bizler gençlere onları güldürecek bir ülkede hayat sunamadık.  Onun için yazarın Şairlerin kitabı olmaz mezarlığı olur. Onda da tek kişi olur’ sözlerinin suçlusu bizleriz.

Oyunu birkaç yönden ele almak istedim. Öncelikle tarif(hayâl)edilen nasıl bir ‘âlem’?

O âlemde girişte mesleğin soruluyor ve seni  mesleğine göre bir bölüme koyuyorlar. Orada da yaş alıyor insanlar. Dünya zamanı geçerli.  Zaman zaman ‘Ölüler Divanı’ toplanır. Her mezarlıktan bir temsilci katılır ve dünyada olan biten değerlendirilir. Yaşamadan ölmüş Mısra şair anne Piraye kadar felsefi cümleler ediyor. Öteki âlemde eğitim görülüyor demek ki. Online eğitim yapılıyor herhalde. Divandan laf taşıyanlar var. Öteki dünya sanki burası.   

Bu noktada bana ‘Bu bir oyun. Gerçekleri farklı olacak tabii ki. Fantastik filmler izlemedin mi hiç? Hayâl de mi edemiyorsun?’ diyenlerin olacağını biliyorum.  Haklılar. Ancak benim öteki dünya hayâlim yok.  Ama başka hayâllerim var. Yazımda anlatacağım.   

Seyirci sahnede iki kişi görüyor: Biri dünyada 7 ay 20 gün 6 saat sonunda doğmuş ama sekiz saat yaşamış Mısra, diğeri bir kazada ölmüş bir anne  Piraye. Mezarlıkta karşılaşıyorlar.  Piraye’nin iki çocuğu var: Sezen ve Nâzım. Kocası Ali.  Kendi isminden başlayarak diğer isimler bizi şiir dünyasına sokuyor.  Mısra 25 yıldır orada. Annesinin karnında Mısra ismi konulan bir kız.  Baba şiir sever. O daha karında iken ‘Benim kızım şair olacak’ diyorlar ama babanın başı belada. (Ne olduğunu bilmiyoruz.)   Ancak babanın tekmesi ile annenin erken doğum yapmış olduğunu anlıyoruz. Karında varlığını hissettirmek isteyen bir bebeğe tekmeyle karşılık veren bir adam o tekmeden sonra çocuğunu bir kez bile doktora götürmeyi dillendirmeyen bir kadın anne ve baba olmayı hak etmiyor. Anne baba sevgisi şefkati yaşamamış olduğu için Mısra onlardan bahsederken annem kadın, babam adam diyor.  Oyun Piraye oraya geldikten sonraki 50 saatte geçiyor.   Piraye geldiği dünyayı biliyor tecrübeli. Mısra ise o dünyaya uzaktan bakmış ama her şeyin farkında ve hazır.

Oyun yoksul ailelere doğan çocuklara, kadına şiddet ve kadının ezilmesine, Uğur Mumcu ve Hrant  Dink üzerinden toplumsal cinayetlere, Artin Amca ile çocuk istismarına, dünyadaki baskıya eşitsizliklere, kıskançlığa dokunuyor ki yazının başında bahsettiğim yazarın amacını ortaya koyuyor. Ancak oyunun yayıldığını odaklanma sorunu yaşadığını düşünüyorum.  Oysa oyunda Mısra’nın repliğinden çıkan bir söz var ki bence oyunun omurgası olabilirdi: ‘Zâhir ile bâtin ile baş edememiş bir fani’ Eylemler zâhirdir, kalpteki niyet bâtindir. Zâhir bedenler dünyasıdır bâtin ruhlar dünyasıdır.  Sufilikte zâhir sağlamak için manevi rehberleri tarafından  bâtinin arındırılması beklenir.  Zâhir berrak açık , bâtin ise gizli olmak sırlara vakıf olmak demek. Replik güzel de hakkı verilmemiş diye düşünüyorum.

İçinde şiirsel söylem olmasına karşın oyunun isminin ‘Şairler Mezarlığı’ olmasına ısınamadım. Oyunda geçen isimlerin şiir bağlantılı olmasının oyun isminden(ya da oyun isminin şahıs isimlerinden) gelen bir zorlama olduğunu düşündüm.  Olmasa oyun ne kaybederdi? Şiir sever ve ‘benim kızım şair olacak’ denen bir evde bir babanın kızının ölümüne sebep olmasını da gerçekçi bulmadım. Baba ‘kırıp döküyor’. Şiir sevene yakışır mı? Gene aynı sesler kulaklarıma geliyor: ‘Dünyada manyak sanatçılar yok mu?’ Var tabii ama fantastik olarak şiire güzel söz söylemeye değer veren bir oyunda olmasın. Kaldı ki onların eleştirisi değil bu oyun.

Oyunda bana batan diğer husus Piraye’nin ‘İlk sesin bir insanın gaz çıkarmasından ya da karnın guruldamasından ortaya çıkmış olamaz mı?’ ve “Nâzım’ın(oyundaki Piraye’nin oğlu) gaz çıkarma örneklerini gösterirdim ki bunu duyan uzun hava yanına yaklaşamazdı” ve de Mısra’nın ‘O zaman Tanrısı sen olurdun bir ses çıkardın ya da kalçanı salladın diye’ replikleri. Şiirselliğe önem veren bir oyunda bu replikleri anlayamadım ya da anlamsız buldum. Ayrıca Piraye’nin “Ali’nin yeni sevgilisi olma” ile Mısra’nın ‘Tipim değil’ repliklerinin basit bir espri olduğunu düşünüyorum.  

 Şimdi gelelim benim hayâlime. Ben Mısra’nın şairin mısraları olmasını hayâl ettim. Acımasız dünya şiirleri öldürdü mısralar yer altına kaçtı. Şair kaçan mısralarının ardından yer altına(hades) gelir.  Kaçan sadece mısralar değil dünyanın tadıdır. Şiir metaforik olarak dünyanın tadı tuzu olur keyfi, yaşama sevincini temsil ederdi. Biz insanlar yaşadığımız dünyada şiirin estetiğini direncini inadını bozduk yaşama sevincini mahvettik.  O zaman mısra fetus değil beyinde bir kıvrım olurdu. Şair mısralardan özür dilerdi. Yer üstüne çıkmaya ikna etmeye çalışırdı.

Şimdi de reji hakkındaki görüşlerim.

Oyunda iki karakterin ağzından başka kişileri duyuyoruz. Onlar için akla ilk gelen kukla ama gölge oyunu da olur. Sanıyorum reji de onu düşünmüş ama ben iyi bir gölge oyunu uygulaması hissetmedim. Benim hatam değilse vurgu gerekiyor.  Onlar için perdelere düşürülen gölge imajlar da olabilirdi. Ya da perdeler o imajlardan oluşabilirdi.  Uterus benzeri salıncak görsel olarak cazip fikir olarak iyi ama daha işlevsel(sığınak) kullanılmasını bekledim. Piraye  mezar izlenimi verilmiş bir  tümsekten dönüşerek kalkacak yerde fantastik ortamda yürüyerek sahneye girse? Dünyaya benzetilmiş âlemde kefen tarzı kostümlere ve ölü makyajına gerek olmadığını düşünüyorum. Aynen sis dumanına gerek olmadığı gibi.  Sis ışığı da bulanıklaştırıyor. Belli ki ışık tasarımı da çalışılmış ama siste kayboluyor. Müzik tasarımı silik kalıyor. Etkili olabilirdi. Oyunun ismindeki ‘mezarlık’, tasarımları çok (ve iyi olmayan şekilde) etkilemiş. Kurgu mezarlık üstüne.




Oyuna emek verildiğini özen gösterildiğini düşünüyorum. Severek bir iş yapılmış.. Kendini oyuna adamış oyunculuklar etkileyici. Mezarlık gibi sıkıntılı bir atmosferde oyunu seyrettik. Başta yazdığımı tekrar ederek yazımı sonlandırmak istiyorum. Bir gencin öteki âlemde geçen bir oyun yazmasını garipsediğimi söylemek durumundayım.  Hele benim gibi çok yakın bir zamanda ölümü görmüş birinin öteki âlem ve ölüm duyguları yanında  bir gencin kafasında hayâl ettiği öteki dünya fazla ütopik (fantezi) kalıyor.  Soğurken bir eli çok ince bir eli tutup ısıttınız mı?  diye sorar şair ve der ki ‘Çünkü asıl şiirler bekler bazı yaşları’(B.Necatigil-Açık) Şiirler gibi ölüm de beklesin bazı yaşları. Zamanını bilsin çabuk gelmesin. Gençler size hayat gülsün. Yaşamayı yazın. Bizler gençlere onları güldürecek bir ülkede hayat sunamadık.  Kabahat bizim. Özür dilerim çocuklar.

Melih Anık

 

“Şairler Mezarlığı” ,
“A.H.E.N.K” ile sahnede!

Yazar: Ersin Doğan
Yönetmen: Selena Demirli
Oyuncular: Dilek Uluer & Selena Demirli
Yardımcı Yönetmen: Kübra Karatepe
Dekor&Işık Tasarımı: Zafer Metin
Kostüm Tasarımı: Sefa Eraslan
Afiş&Görsel Tasarımlar&AI Müzik Tasarımları:
Coşkun Yaşar
Yapım Asistanı&Ses-Işık Operatörü: Akif Fentçi
Reji Asistanı: Cemre Naz Gözütok&İrem Buldu
Ses&Işık Operatörü: Eren Süloğlu
Özel Teşekkür: Muharrem Uğurlu, Asmalı Sahne, Eylül Sahnesi, Manitu Sanat