10 Eylül 2024 Salı

Tiyatroda(Sanatta) Özerklik Nedir? Ne yapmalı?

Son zamanlarda İzmir BB Şehir Tiyatrosu ile ilgili tartışmalarda ‘özerklik’ kavramı gündem oldu. Görev süresi uzatılmayan genel sanat yönetmeni(gsy) hazırladığı  yönetmeliğin ve kurumun Türk Tiyatrosu’nda bir özerklik laboratuarı olduğu iddiasıyla ortalara döküldü. O ‘sanatsal özerk’ olan bir kurum yaratmıştı(!).  Ona göre onu göreve davet eden ama sonradan o yönetmeliğin değişmesine neden olan eski danışma kurul üyeleri ‘darbe’(!) yaptı. Eski GSY’inin kurduğu(?) laboratuar yok edildi. Takipçileri de EGSY’nin dediklerini sorgusuz sualsiz ve düşünmeden tekrar ediyorlar.

EGSY benim her cümleme ayrı ayrı yorum yaptığı cevapta şöyle bir ifade kullanmış: ‘Özerkliğin türlerinden ve derecelerinden bihaber salla kazan oynuyor!’ Kendimden bahsetmeyi sevmem ama cahilce ‘sallayanlara’ anlatmak şart oldu.

Yaklaşık 40 yılı aşkın bir çalışma hayatım oldu. Bu sürede Türkiye’nin önde gelen öncü şirketlerinde üst düzey yönetici olarak çalıştım. O şirketlerin organizasyonlarına katkılar yaptım.  Özellikle kamu ve yerli/yabancı özel şirketlerle yapılan ortaklıklarda çalıştım. O ortaklıkların yönetmeliklerini yazdım.  Kamu şirketleri ile çalışmalarımda (buna İzmir BB de dahil) kamunun hareket tarzını, kısıtlarını, düşünme biçimlerini anlama imkânını buldum. 10 yılı aşkın süredir tiyatro yapıcılarının düşünme tarzlarını ve yaptıklarını biliyorum. Ödenekli(veya özel) bir tiyatroda yöneticilik yapmış biri kadar yönetim tecrübem ve birikimim olduğuna inanıyorum. Bu arada belirtmeliyim ki yetki kullandığım maddi büyüklükler milyar dolarlar mertebesinde idi. Küçük tiyatro bütçelerinden bahsetmiyorum yâni. Bunları yazmamın nedeni bazı tiplerin hakkımdaki sarkastik ifadeleridir. Tüm iş hayatım boyunca ilgili konulara kafa yormuş,  Proje Yönetim Derneği ve GYO Derneği’nin kuruluşlarında baş rolü oynamış  ve yönetimlerinde görev almış ve de Türk Tiyatrosu’nun kuruluşu için düşünmüş ve öneriler sunmuş bir kişi olarak özerlik tartışmasına katkı yapmak için bu yazıyı yazdım.

Şimdi gelelim ana konuya: Özerlik nedir?

Özerklik kavramının niteliği incelendiğinde şu iki kavramın özerklik türlerini kapsadığı görülmektedir. Kendi kendini yönetme idari ve mali özerkliği. Kendi geleceğini belirleme ise idari ve mali özerkliğin yanında siyasi özerkliği de ifade etmektedir (Işıkçı ve Alacadağlı, 2016).

Kendi kendini yönetme (self government) ve kendi geleceğini belirleme (self determination) kavramları da özerklikle ilişkili kavramlardandır.

Özerklik ya da otonomi, başka bir kişi ya da durumdan bağımsız karar verme, kendi kendini yönetebilme yetisi. Yunancadan gelen "auto" (öz, kendi kendine) ve "nomos" (kural, yasa) kelimelerinin birleşiminden oluşur. Gelişim psikolojisinde ve ahlaki, politik ve biyoetik felsefede özerklik bilinçli, zorlanmamış karar verme kapasitesidir. Özerk kuruluşlar veya kurumlar bağımsızdır veya kendi kendini yönetirler. Özerklikmuhtariyet ya da otonomi merkezî örgüt yapısını, dolayısıyla hiyerarşiyi reddeden, gönüllü katılım üzerine kurulu, gizliliği değil açık olmayı seçen bireylerin bir aradalığıdır. Bir düşünce ve dayanışma birliğidir.(wikipedia)

Özerklikten amaç etkin yönetim, yerli halkın çıkarlarını kollamak, ülke çıkarlarını korumaktır (Fatih Yüksel-MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Araştırma Görevlisi - Yerel Yönetimlerde Özerklik)

Öncelikle EGSY’nin iddia ettiği ‘sanatsal özerlik’ topal bir yönetim biçimidir. İdari ve maddi özerklik olmadan işlevi yoktur. Bir an için düşünün: Sanatsal özerk olarak seçtiğiniz oyunu sahnelemek için gereken parayı vermezlerse, gsy’nin ve tüm kadronun maaşlarını ödemezlerse  oyun sahnelenebilir mi? Ne işe yarar tek başına sanatsal özerklik? Ben istediğim oyunu seçeyim siz parasını verin gerisine karışmayın diyorsanız o da işlemez. Zira oturduğunuz koltuk siyasi bir makama bağlı. Sorumluluk ve yetki onda. Seçmene karşı o makam hesap veriyor verecek. Hatırlıyor musunuz sizi o koltuğa oturtan da o. O koltuğa otururken hoşa gitmek için uğraştınız. Koltuğa oturunca çekil başımdan gölge etme diyebilir misiniz? Ya da size dedirtirler mi? Bu noktaya itirazlar yükselebilir. Derler ki örnek koymazsan özerklik kavramı topluma yerleşmez. Özerklik için mücadele etmen gerekir. Doğru ama örnek nasıl konulacak ve mücadele edilecek?

Özerliğin en önemli vasfı yerli halkın çıkarlarını kollamaktır yâni konumuzda İzmirlinin çıkarları. Özerlik iyi niyet ister. Yetkiyi kötüye kullanmamak gerekir. Bunun için ne yapmak lâzım? İçinde bulunduğunuz çevreye dayanmalı, onları tanımalı onlardan yardım ve destek almalısınız. Halkın çıkarlarını kendi çıkarlarınızın üstünde tutmalısınız. Onların sorunlarını dert edinip gündeme getirmeli gündem yaratmalısınız.(Keşke körfezdeki kirliliği, kokuyu ve balık ölümlerini tartışan bir oyun yapsaydınız da özerkliğinizi görseydik.) Tiyatro halkın yararınadır biz de  tiyatro yapıyoruz demek  yeterli değildir. Nasıl bir tiyatro yaptığınız önemlidir.  Bu hususla ilgili Nilüfer Belediyesi Tiyatrosunda görev yapmış olan Murat Daltaban’dan örnek vermek isterim. Daltaban’ın gsy olarak  ilk oyunu daha önce kendi tiyatrosu Dot’da sahnelediği Vur Yağmala Yeniden idi. Ahmet Mithat Efendi’nin Bursa’sında ilk oyun olarak yanlış bir seçimdi. İşi bilen bir belediye başkanı buna itiraz etse sanatsal özerklik elden gitti mi dememiz gerekiyor? Dot özeldi Nilüfer kamu tiyatrosu.( Bu da başka bir tartışma. Özeller kamu olduklarını söylüyor.) Dot’da yaptığınızı Nilüfer’de yapamazsınız yapmamalısınız. Dot’a bir oyunla ödül yağdıran jüriler de konuya bu açıdan bakmak zorunda idi. Bakamadılar. İşte ödül meselesi de özerklikle ilgilidir.  Bir başka örnek(Bana anlatan birinci ağız isterse isim verebilir.) Başkanı sanatçı olan bir ilimiz ile ilgili. Şehir Tiyatrosu da diğerlerinden daha önde. Duayen bir yönetmen Başkan’ı ziyaret ediyor ve bir oyun sahnelemesi için anlaşıyorlar. Yönetmen daha sonra GSY ile buluşuyor ve ona gelecek sezon yöneteceği oyundan bahsediyor. GSY şok tabii. Kendisi de sanatçı olan Başkan gsy'ninden habersiz karar almış. Önce GSY ile görüşülse de aynı sonuç çıkacaktı belki ama siyaset Başkanlara sanatın özerkliğini unutturuyor.  Bu iki örnek ülkemizde sık rastlanan örneklerdendir. Toplumumuzda özel tiyatrolar özerk mi? Hayır. Devlet yardımı alırken, salon kiralarken vb hep bir yerlerle iyi geçinmek durumundalar. Oyuncular özerk mi? Onlar da gsy’ler, topluluk sahipleri ile yönetmenlerle iyi geçinmek durumunda. Bu ‘iyi geçinmek’ hususu özerkliği darmadağın ediyor.  Bu noktada toplumun geneline bakmak gerekir. Özerlik toplumda nasıl anlaşılıyor ve ne kadar geçerli?

Ülke gerçeklerini dikkate almak gerekir. Özerklik bağlı olduğunuz yöneticilerde rahatsızlık yaratır. Özellikle kamu yöneticilerinde. Özerklik başına buyrukluk diye anlaşılır. Emri altındakilerin başına buyruk olmasını ya da öyle bir izlenim bırakmasını istemezler. Yöneticinin prestiji sarsılır. Siz vurguladıkça aslında görev sürenizi kısaltırsınız. Öyle bir şey yapmalısınız ki  âmiriniz sizin kararınızı o almış gibi hissetsin. Amacınız görevde kalmak değil meseleyi zihinlere çakmak ve kural olmasını sağlamak ise dikkatli olmak zorundasınız. Bu konu sadece bize özgü değil. Ben dünyanın değişik ülkelerinin yöneticileri ile çalıştım. Aralarındaki farklar azdı.  Polonya’da katıldığım bir tiyatro festivalinde bizimkilere benzer yöneticiler ve durumlar tanıdım. Bu insani ve kültürel bir vaka.

Bir ülkede özerklik yaşam biçimi değilse yaşamaz.(Demokrasi de öyle değil mi?) Bu tiyatroda  eleştiri, ödüller, akademik çalışmalarla,  iyi bir eğitim düzeni, sosyal güvenlik telif vb konulardaki hâlimiz ve duruşumuzla yakından ilgilidir. Meseleler bileşik kaplar gibidir. Tiyatronun meselelerini de ben özerk yönetmelik yaptım diyerek düzeltmiş olduğunuz hayaline kapılmamanız gerekir.  Özerklik ülkenin yaşama biçimi olduğunda yaşamaya başlar.

Ne yapmak gerekir?

Sizi 16. Yüzyıla götüreyim. Shakespeare özerk miydi? Bugün onun oyunlarını yeniden yorumlarken özerlik kavramını bulup çıkarıyoruz ama I.Elizabeth ile geçinmek o kadar kolay mıydı sanırsınız? O toplumdaki özerklik anlayışı bizimkinden ileri şimdi. Tiyatronun bunda rolü var.  Shakespeare ne yapmış?  Size bir kitap tavsiye edeyim. Kurban ve Egemenlik. Yazarı Gilberto Sacerdoti. Shakespeare'in bir oyununda geçen av sahnesinden yola çıkan Sacerdoti bir konuya dikkat çekiyor. Oyunun çözümlenen sahnesinde Kraliçe Elizabeth av sırasında bir geyiği kurban ederek Papa'nın temsil ettiği kurban sunucusu rolünü ele geçirir. Dünyevi egemenliğin ruhani egemenlikten bağımsız olarak elde edilişini gösteren bu sahnenin altında Antikçağ'dan beri süregelen temel bir tartışma yer alır. Shakespeare ne yapmış? Bir oyunda kiliseye karşı egemenlik meselesini kurban kavramı üzerinden vermiş. Laik devletin özerk egemenliğinin temeli  on yedinci yüzyıl boyunca Hobbes ve Spinoza'nın düşüncesinin merkezinde yer almaya devam edecek olan ve laik ile dinsel kavramların kaçınılmaz çatışmasını içeren bir sorunu gündeme getirmiş. (Kitaptan) (Benzer bir analiz bizde var mı? Bu bile özerklik kavramı ile ilgili.)

Bu bize yol göstermeli. Tiyatro ben özerkim diye bağırarak özerk olmaz. Öncelikle bilinçli yani nereye gideceğini gittiğini bilen tiyatro yapıcılara ihtiyacımız var. Özerklik, demokrasi vb kavramlar sabırla bilgi birikim  ve bilinçle oyunların içine zerkedilmeli ve  öncelikle seyircileri sonra yöneticileri ve tiyatrocuları eğitmeli ve ülke atmosferini değiştirmek için çabalamalıdır. Bunu yapmak için tiyatro camiasının ne yaptığını bilen  kararlılık ve dayanışma içinde olması gerekiyor.  Oysa tiyatro camiası dağınık . Herkes kendini kurtarma peşinde. Bazıları kendi kişisel takıntı kapris hırs ve egolarının kurbanı olmuş. Bazıları da onların kuyruğu olmuş. İzmir özelinde danışma kurulu geldi yönetim kuruluna bürokratlar girdi özerklik gitti tartışmasını gereksiz buluyorum. Ülkemizde yığınlarca  yasa var ama uygulanmıyor. Yâni kuralların yasa olması bile durumu düzeltmiyor. Önemli olan işleyiş. O da sabırla ve bilinçle değiştirilebilir ancak. Tarla iyi değilse iyi ürün alınmaz. Tiyatroya akıllı, zeki, ufuklu ve  öfke kontrolünü yapabilen yöneticiler gerekiyor.

Yazılı belgelerden önce toplumsal davranışlar önemlidir. Toplumda yaşam biçimi değilse herhangi bir tutumu yönetmeliğe yazdım demek işe yaramaz. Önce tutum sonra belge. Bazı ülkelerde anayasa yok biliyorsunuz.  

Tiyatro ne yapmalı derseniz işte bunları derim.

Melih Anık

7 Eylül 2024 Cumartesi

Türk Tiyatrosu’nda ‘Temper Tantrum’ Vakası : Yücel Erten’in İkinci Çocukluğu

 

Yazılarımı keyif alarak yazmak isterim. Yazmak benim için eğitici bir yolculuktur. Bu yazıyı sıkılarak yazıyorum. Muhatap bırakıldığım seviyesi düşük bir yazıya cevap vermek için değil tarihe not düşmek için yazıyorum. Ben benim hakkımda yazan Yücel Erten’in ve ona yorum(?) yazan müritlerinin seviyesinde değilim. O nedenle yazarken zorlanıyorum. Aslında onların anladığı dilde  cevabım iki kelimeden ibaret. Ben o cevabı kendi içimde verdim. Şimdi o cevabı süsleyerek bu zavallı güruhu tarihe kaydetmeye sıra geldi.

Bu güruh isimleri ve titrlerine göre çok aşağı bir seviyede. Vereceğim örneklerden anlayacaksınız zaten. Hakaret ve küfür çaresizlik ifadesidir. Hakaret ve küfür eden kendini tarif eder, bir acz ifadesidir. Acz Kubbealtı lugatine göre insan ve hayvanın gerisi kıç sağrı demek. Acz aynı zamanda güçsüzlük düşkünlük demek. Bu nedenle hakkımda hakaret ve küfürler kişileri  tanımama yardım ediyor. Kişilikleri ortaya koyuyor. Bilirsiniz kötü söz sahibine aittir. Bu güruh en terbiyeli ifademle, düşkün.

Gökhan Akçura bir Yücel Erten güzellemesi yazdı. Ben de altına şunları yazdım:

Onlarca oyun değil 8 oyun vardı repertuvarında. Hepsi de sandıktan cıkmış gibi naftalin kokuyordu. Tekrar rejilerdi. Bütçesi özerk olmayan özerk olur mu? Kendisi bile şikayet etti kurum içindeki karar mekanizmasından. Yücel Erten sanatsal özerklik diye bir şey uydurdu. 8 oyunun 5'ini kendisi yönetti. Özerklik isteyen ekibine özerklik vermez mi? Kendi atadığı yönetim kurulunun kendisini atama yolunu açtı. Oyuncu seçimi davalık oldu. Davayı kaybetti. Bazı oyuncular mobbingden sikayet etti. Bazı oyuncuları kurumdan attılar. İzmir Şehir Tiyatrosu daha önce de kurulmuştu ama yaşayamadı. Yücel Erten kendine kurucu diyerek sanki ilk o başlatmış gibi tarihi silmeye çalıştı. Bu arada büyük gayretleri olan Özdemir Nutku'nun çabalarını görmezden geldi.

Dikkat isterim: Ben Yücel Erten’i muhatap almadım Beni görsün diye etiketlemedim. Gökhan Akçura’nın paylaşımına cevap yazdım. Yücel Erten kendi hakkında olumsuz yazanları bulup cezalandırmak olumlu yazanları da mükafatlandırmak istiyor. Bir tür giderayak hayata not bırakmak istiyor. Bırak o notları başkaları yazsın hakkında. Senin hakkında yazılanlar ruhunu rahat bırakmayacak hâle geldi. Yücel cevabını benim Gökhan Akçura’nın yazısı altındaki yorumumun altına yazmamış. Benim yorumumun fotoğrafını çekmiş kendi facebook sayfasında benim her cümleme(Benim yorumum 16 cümleden oluşuyor.) cevap vermiş.  Amacı belli: Kendi ‘evinde’ kendi müritlerini kışkırtmak. Onlar da kışkırtılmaya hazır. Yücel yazınca onlar da akılları ve dilleri yettiğince yazıyor. Yazdıklarını hocalarına beğendirme çabası var.

Bilmeyenler için özet yapayım. Yücel Erten kendini İzmir BB Şehir Tiyatrosu’na genel sanat yönetmeni seçtirtti.(Bilgehan Oğuz’un açıklamasını okuyun)  Sözleşmesine göre görev süresi üç yıldı. Üç yılın sonunda İzmir BB Başkanı Yücel Erten ile çalışmayacağını belirtti. ‘Ben kurucuyum ben sanat yönetmeniyim ben özerkim’ falan demesine aldırmadı  Yücel’i kapının önüne koydu. Yücel bunu hazmedemedi. Başkanın bu kararına ve bu kararı  bir bürokratı vasıtasıyla ileterek kendisini muhatap almamasına içerledi. Yücel maaşını İzbeton’dan alıyormuş. Yâni ilgisiz bir şirketten para kazanıyormuş. Sanatsal özerk(!) ama maaşını almaya gelince verene bakmıyor. Başkan’ın işine son vermesine neden içerledi anlamadım. Hem de üç yıl süresini Yücel’in kendisi koymuşken. Kazık mı çakacaktın? Kendini hint kumaşı mı sandın? Tapusunu mu aldın koltuğun? Sen gidersin başkası gelir. Geldi de. Sen kendi saygınlığını kendin kazanabilirdin ama kaybettin. Öyle yükseklerden atmanın yararı yok. Bak bir Başkan’ın iki dudağı arasında kaderin. Ne o öyle sanatsal özerklik falan? Çalıştı mı? Şimdi neredesin? Facebook’da. Özerlik laboratuvarı kurmuşsun. Ne oldu laboratuvara? Bu yazdıklarımdan özerkliğe karşıymışım gibi bir şey çıkmasın. Evet sanat özerk olmalı. Nasıl olacak? Genel Sanat Yönetmenini başkan tayin ediyor. Bizim ülkede Başkan atayacağı kişiyi de kendisi fısıldar o kişi önüne gelir.  Seni istemedi mi işten çıkarma yetkisi de onda. Üç yıllık sözleşmem var deme Başkan’ın istediği zaman gidersin. Finans kaynağını belirleyen de Başkan, senin maaşını belirlediği ve temin ettiği gibi. Tiyatro beğenilmezse Başkan suçlanır genel sanat yönetmeni değil. Tiyatro bölümleri birer müdürlük aslında. Bürokrasi çarkları işliyor. Ben istediğim oyunu seçtiğim için özerkim falan da deme. Özerlik idari finans ve sanatsal koşulları ile bir bütün. Bu nedenle herkes  oyun seçerken dikkat eder.  Yâni yazılı olmayan kuralları herkes tarafından bilinen bir oyun oynanıyor. Rahatsız etmezsen seni rahatsız etmezler. Yerinde kalmak için Başkan’ı da koruyacaksın kendini de.  Yücel’in repertuvarına bakın bakalım. Bunları bilmeyen bir genel sanat yönetmeni hayal kuruyordur. Yücel özerlik havarisi geçiniyor ama ülkeyi de bilmiyormuş meğerse. Azizname yerine Madımak yangınını, altın madenlerinde oynanan oyunları, İzmir depremini, kentsel dönüşümü anlatan bir oyunu oynasaydın da özerkliğini görebilseydik. (Hazır oyun bulamadınsa ısmarlasaydın. Muhsin Ertuğrul öyle yapmamış mı? Müritlerine göre sen de onunla eşitisiniz ya. :))   Metaforlara sığınarak tiyatro yapmayı herkes becerir. İzmir’de akademisyen tiyatrocu gençler var. Ben okudum bazı tezleri. Hangisine imkân tanıdın? Seyirci eğittin mi? Kurs yaptın mı?  Şimdi kahramanlığa soyunuyorsun. Kendinden bir tiyatro savaşçısı çıkarma telaşındasın. Süslü laflarla bu işler olmuyor. Sadece kendini ve müritlerini kandırırsın. Repertuvarına bak. Üç yılda tiyatro adına yaptıklarına bak. Oyun sahnelemek en kolay iş. Bunu birkaç senelik tiyatrocu da yapar. Senin felsefen neydi? İzmir’de tiyatroyu geliştirmek için gerekeni yapmadın. Gündem olan konulara dokunamadın.  4 milyonluk İzmir’de 35 bin bilet sattın diye tiyatro devrimi mi yaptın sanıyorsun? En önemli mesele saygınlığını paspas etmeden tiyatroda özerklik meselesine kalıcı bir çivi çakabilmektir. Sen paslı çiviyi yıkılacak duvara  çaktın.  Yaptırmadılar falan gibi mazeret ve bahanelere sığınma. Sen tiyatro camiasını ikiye böldün. Oysa toparlayıcı olman gerekiyordu.   

Yücel beklediğini bulamayınca kişisel bir travma içine girdi. Bu hem kendi hayallerinin kendine vehmettiği gücün palavra çıkması ile ilgili olduğu kadar ona hocam diyen müritlerinin gözünde de prestij kaybına uğramanın yarattığı şoktu. Yücel temper tantrum(öfke nöbeti) içine girdi. Temper tantrum çocuklar için yapılan bir tanımlama. Çocuk istediğini alamazsa kendini yerlere atar bağırır öfke krizine girer. Duygularla başa çıkamama durumudur. Yücel Erten 80’ine merdiven dayadı. Yaşlılık da bir çocukluktur. Bir fark var. O kendini yerlere atmıyor facebook’a atıyor. Orada tepiniyor. Saldırıyor hakaret ediyor. 80 yaşında birine yakışır mı? İşten ayrılan bir tek o mu var? Ülkede binlerce kişi işten atılıyor. Meslektaşlarına saldırıyorsun. Ayıp değil mi? Onurunla köşene çekilmen gerekirdi. Sen kendini  orta malı yaptın.  Bir sonraki aşama kafayı duvarlara vurma. O da yakındır.

Yücel’in bana cevabını burada verecek değilim. Arayan bulur. Bence palavra ama inananlara da ne diyebilirim ki.  Yücel’in huyu böyle: Yüksek sesle bağırınca haklı oldum sanıyor. Ağzından çıkanı kulakları da duymuyor. Hani duymamak için yüksek sesle bağırırlar ya öyle kulaklarını tıkayıp abuk sabuk  bağırıyor. Tenekenin de sesi çok çıkıyor ama teneke. Ben bana yazdığı cevabındaki kelime ve ifadeleri vereyim:

Ezik, kafası karışık, psikolojisi yırtık, yeteneksiz bir heveskar, çarpık çurpuk bir yorum, ağzının payını vereyim, sayı saymayı bilmiyor, sahte kadı, vicdanına biraz naftalin serpse de güveler yemese, hadsiz, kulaktan dolma papağan ezberi, salla kazan oynuyor, adıma yalan uyduruyor, abuk demogoji, cehaletin ve gericiliğin odaklarında, bikbik, ‘entellektüel’(nasıl yazılır bilmeyen bir gsy)  pozlarında, okuması yazması yok, köstebek tabiatlı, septik çukura çadır kurmuş, ‘fosseptik’(Doğrusu foseptik. Bunu da bilmeyen bir gsy) çukurunda, utanması yok, kavruk acemi, intikam ateşiyle yanan kindar, karanlık ve kıskanç ruhunun çöplüğünden üretilmiş çarpıtmalar, kurusıkı..

Bunlar Türk Tiyatrosu’nda önemli pozisyonlarda bulunmuş birinin sözleri. Ağzı ve beyni foseptik olmuş. Yaratıcılığı da çok düzeysiz. Ben yazılarımın üstünde bir gece uyurum. Sanırım Yücel kendi hakkında yazılanı görür görmez klavyenin başına geçiyor aklına eseni yazıyor. Kendini  kontrol mekanizması da yok olmuş. Ben özellikle tiyatroda ne dediğini bilmeyen kontrolsüz tiplerin yaptığı oyunları da seyretmek istemem. Yücel işte bu durumda.

Şu cümlesine özellikle dikkat edin:

CEHALETİN VE GERİCİLİĞİN DORUKLARINDA! BU LAFI İÇİN TİYATROCULARDAN ÇOK DAYAK YİYECEĞİNİ TAHMİN ETMEK ZOR DEĞİL BENDEN SÖYLEMESİ

Adamın bulduğu çözüm dayak. Müritlerine de yol gösteriyor. O öyle dediği için onu izleyen müritleri de eylem kuşanıyor. Bakın İBBŞT’da yönetmenden ‘sayılan’  Yıldırım Fikret Urağ ne yazmış:

“Merihli alıkların 8 maddelik Hayatları:

1- Dikkat çekmek için kıvranırlar. Ağız ishali olmuşluklarından gayrı dikkat çekici hiçbir meziyete sahip değillerdir.

2- Yazıyı değil, sadece başlığını okuyup, sazan gibi atlar ve avlanırlar.

3- Okumadıkları yazılar hakkında “hüküm” veren bu alıklar, izlemedikleri oyunlar hakkında da “çızıktırmaktan” hiç utanç duymazlar.

4- Dayak yedikçe mutlu olurlar, ne de olsa birileri onu görmüştür. Siz vurdukça onlar haz duyar. Dayak arsızıdırlar.

5- Yazmaları, çizmeleri, konuşmaları boş teneke tıngırtısıdır. Ama bunu hiç dert etmezler. Bomboş hayatlarını tüketip gidene kadar, tıngırdamaktan başka yapabilecekleri hiçbir iş yoktur.

6- Bu merihli alıklar, bu satırları okurken bile haz içinde “yarabbi şükür” iniltilerini tekrarlaya tekrarlaya kendilerinden geçerler.

7- Dönmekten başı dönen “uçan daireleri” infilak ettiği için aramızda yaşamaya devam edecek, ait oldukları gezegene hiçbir zaman geri dönemeyecek ve bu yüzden de gerektikçe bir iki “patak”la berhava edileceklerdir.

8-Geriye kalan en küçük kırıntılarından yeniden doğabilmek gibi bir özellikleri olduğu için, bölünemez hale gelene kadar bu döngünün içinde, ayak topu gibi ordan oraya “şutlanıp” duracaklar.”

Yazdıklarını hocası beğenmiş. Aferin Fikret geç otur sıfır.

Aklınca yaratıcılık(!) yapmış Melih Anık’dan aldığı ilham ile  ‘Merihli alıklar’ demiş. Yaratıcılığı bu kadar. Bir de süslü cümleler kurmaya  metaforlar yaratmaya çalışıyor. İki lafın birinde dayak patak var. Adamın anladığı şey bu.  Bu satırların adiliği ve seviye düşüklüğü adamı rahatsız etmiyor. Bu İBBŞT’da ‘yönetmen’. Hocası(!) ne yazarsa bu altına yanına bir şeyler yazıyor. Eksik kalmıyor yâni. ‘Hocası’nın avukatlığına soyunmuş. Hocası da buna ‘aferin’ diyor. Odun kesicinin hınk deyicisi o kadar. Benim yeteneksiz bulduğum bir yönetmen. Bu satırlar zaten adamın seviyesini gösteriyor. İzmir BB Şehir Tiyatroları meselesine bir atlayışı var sanırsınız bu İBBŞT’da devrimler yaratmış. Maaşını aldığı kurumda etkisiz eleman İzmir’e akıl yetiştirmeye çalışıyor. Hocası bana dayak tehdidi yapınca bu da topa girmiş. Benim için dayak arsızı, patakla berhava edilir diye yol gösteriyor. Sen body guard mısın?

Yücel Erten bu işte. Kendisi düşman bellediği insanları berhava etmek için müritlerini kışkırtıyor. Benim başıma bir şey gelirse bu ikisi sorumludur.

Baktılar pabuç pahalı(tehditin iki yıl yatarı var) Yücel Erten ‘Mecaz yaptım’ Yıldırım Fikret Urağ da ‘Kelime oyunu yaptım’ diye tevil yoluna saptı. Yücel ‘mecazı bilmeyen nesle aşina değiliz’ demiş. Ben mi  mecazı anlamayan nesildenim yoksa onun yaptığı tehditi herkes mecaz diye mi anlar? Kaldı ki sen, Yücel şimdi kaçamak yapıyorsun. Tehditi mecaz diye kılıflamaya çalışıyorsun. Yaşlarımız birbirine yakın. Ben çok iyi edebiyat okudum. Mecazı çok iyi bilirim ve tanırım da Yücel’i okuyan müritlerinden kaçının mecazdan haberi var? Baksana Yıldırım Fikret Urağ’a. Adam senin yazdıklarını genişletmiş. Ona anlat mecazı anlatabilirsen. Zaten kendi ağzınla mecazı bilmeyen nesli tanımadığını söylüyorsun. O tanımadığın nesil senin sözünle beni döverse kışkırttığın için suçlusu sen olmayacak mısın? Diğeri de(Yıldırım Fikret) hem beni ‘dayak  arsızı’ yapıyor hem de ‘gerektikçe(bir kere de değil) patak ile berhava ediyor’  hem de bana yazdığı  mesajın altına ‘sağlıkla’ yazabiliyor.  Komik ve ciddiyetsiz. Korku dağları bekliyor yâni.

Bu arada Yücel’in bir alkışçısı da sayılı eleştirmen. Yazdığı oyunları saydığı için sayılı, yoksa saygınlıktan dolayı değil.  İzmire gidip hocasının oyunlarını seyretmiş ve yazmış. Hocası bunu ağırlamış herhalde. Eee yenilen hurmalar…. Kervana o da katılmış benim hakkımda yazmaktan eksik kalmamış:

‘Bana da zamanında epeyce saldırısı oldu bu zat-ı şahanenin! Hiç bir vakit, olanı yazmaz, kafasında kurduğu hayali yazıya döker. Ciddiye alıp cevap vermek ciddi zaman kaybı, değmez.’

 Beni ilk gördüğü Maya Sahnesi’nde yanıma gelip ceketinin düğmelerini ilikleyip benim yazdığım eleştirileri çok beğendiğini söylemişti. O günlerde ‘İyi ki ben vardım.’  Sonraki zamanlarda yazdıklarım ona dokundu. Engin Alkan’ın tayfası oldu ve bana saldırmaya başladı. Arkasından gülündüğünü bilmiyor zavallı. ‘Amaaaan Yaşam işte’ denir arkasından. Kendisi ciddiye alınmadığı için herkes için en ağır(!) eleştirisi ciddiyet ile ilgilidir.  Bununla Harbiye Muhsin Ertuğrul'da bir oyunda yan yana düştük. Oyun boyunca telefonunu kurcaladı mesajlarına baktı. Oyunu seyretmekten çok telefonu ile meşguldü. Bunun eleştirileri köpük gibidir. Bunu okuyarak oyun seçmem. Onu eleştirmenden saymam. Yani ciddiye almam.

Ben bu yazıyı yazdığımda Yücel’in yazdıkları altına 42 yorum yazılmıştı. Geri kalanları tanımıyorum. Hepsi bana sallamış. Beklediğim şey: Bunlar hareket edebilen her organını sallar. En çok da başlarını sallar.  Hocalarının arkasından gider bu cahil sürüsü.  Zira hocalarından öyle örnek alıyorlar. Hoca dediğin olgun olur hazmetmiş olur saygı değer olur. Yücel bunları kaybetti. Geçmişini de karaladı. Zamanın onu karanlığa götürdüğünün de  farkında değil.

Bunlar yaptıkları işten de feyz almıyorlar. Kaba güç eksik uzuvları ikame eder. Sizin işiniz barbarlık, saldırı ve insanları sindirme. Bak Cyrano’ya.  Ama sizde ne gezer o incelik zerafet zeka.  ‘Olsaydı biraz nükte biraz malumatınız / Karşıma geçip bunları sayardınız / Ne yazık ki Cenabı Hak ihsan buyurmamışlar’

 

 Not:

Ey Yücel Erten,

1-Yazdığımı beğenmemişsin ama yazılanları da anlamadığın için(ne zaman ve hangi kafayla okuyorsun?) laf yetiştirmeye, tehditle ağız kapatmaya çalışıyorsun. Yazdıklarım senin hayat hikâyende kalacak. Muhtemelen şimdiye kadar yazılmayanlar da çıkacak ortaya. (Bak Bilgehan Oğuz) Bundan kaçışın yok.  Yazdıklarıma verdiğin cevaplar saldrıgan, seviyesiz ve kaçamak.  Üslubun düzeysiz. Beni tehdit ediyorsun. Sana yakışır mı diyemiyorum zira son aylarda seni daha yakından tanıdım. SANA YAKIŞIR. Bu yazım burada dursun. Bir gün işe yarar.

2- Yönettiğin Hırçın Kız’ı yazdım. O zaman eleştirmendim şimdi değilim öyle mi?

3- Meslektaşlarının gaz yediği Emek Pera’da prova yaptın. Seni uyardım. Senin prensiplerin kişisel çıkarlarının başladığı yerde bitiyor.

4- Pandemide zor durumda kalan tiyatrocu gençlere tiyatro yapmanız şart mı diye akıl verdin. Sen mi gençlere yol göstereceksin?

5-  Genel Sanat Yönetmenliği için aday olanlara sataştın. Sen kendini kgsy seçtirirken de haklarını yemiştin. Yeni Genel Sanat Yönetmeni’ni yerden yere vuruyorsun. Seni tiyatronun duayenlerinden biri olarak sayanlar var. Muhsin Ertuğrul ile eş tutan şaşkınlar var. Sen kimsin ki! Görüldü ki Muhsin Ertuğrul’un tırnağı olamazsın.  Sen gidince tiyatro olmayacak mı?  Bu ne hırs bu ne öfke!!!

6- İzmir BB Şehir Tiyatrosu’nda oynanan oyunların tekstleri bana geldi. Haberin yok tabii. İsim vermeyeyim. Çocuklara düşman olursun. Yâni beni ciddiye alanlar var. Değer verdiğim insanlar beni ciddiye alsın bu bana yeter. Sizlerin beni ciddiye almamanız benim için kayıp değildir.

7- Oyunlarını seyretmeme gerek yok. Benim gibi biri, paylaşılan videolardan anlar ne yapıldığını.  Repertuvardaki tüm oyunları okudum. Tüm repertuvarının kısa videolarını izledim. Bazı oyunları daha önce seyretmiştim.Yerinde seyrettiğim Deli Dumrul senin ‘bitmiş’ yönetmenliğinin yüz karasıdır. İstanbul’da seyrettiğim Hırçın Kız da tekrar reji idi. Yıllar içinde kendini yenileyememiştin. Mesela Azizname’yi bir daha seyretmem gereksiz. Seni tanıyorum. Azizname’yi sakız yaptın. İnsan daha önce 6 kere sahnelediği oyunu zaman içinde yenilemez mi? Hem Genco Erkal’dan sonra ilk kez onun yaptığı Azizname oyununa Azizname’95 ismini koyarken utanmadın mı? İzmir’de  ‘95’i  de atmışsın Azizname yapmışsın oyunu. Bir başka meslektaşın tarafından Türk Tiyatrosu’na kazandırılmış bir oyuna aynı isimle sahip çıkmaktan utanmıyor musun?

8- Geçmişini lekeledin. Giderayak Türk Tiyatrosu’na iyi örnek olamadın.  

9- Çık şu temper tantrumdan. Yeter bu edepsizlik ve terbiyesizlik.

Melih Anık