10 Eylül 2024 Salı

Tiyatroda(Sanatta) Özerklik Nedir? Ne yapmalı?

Son zamanlarda İzmir BB Şehir Tiyatrosu ile ilgili tartışmalarda ‘özerklik’ kavramı gündem oldu. Görev süresi uzatılmayan genel sanat yönetmeni(gsy) hazırladığı  yönetmeliğin ve kurumun Türk Tiyatrosu’nda bir özerklik laboratuarı olduğu iddiasıyla ortalara döküldü. O ‘sanatsal özerk’ olan bir kurum yaratmıştı(!).  Ona göre onu göreve davet eden ama sonradan o yönetmeliğin değişmesine neden olan eski danışma kurul üyeleri ‘darbe’(!) yaptı. Eski GSY’inin kurduğu(?) laboratuar yok edildi. Takipçileri de EGSY’nin dediklerini sorgusuz sualsiz ve düşünmeden tekrar ediyorlar.

EGSY benim her cümleme ayrı ayrı yorum yaptığı cevapta şöyle bir ifade kullanmış: ‘Özerkliğin türlerinden ve derecelerinden bihaber salla kazan oynuyor!’ Kendimden bahsetmeyi sevmem ama cahilce ‘sallayanlara’ anlatmak şart oldu.

Yaklaşık 40 yılı aşkın bir çalışma hayatım oldu. Bu sürede Türkiye’nin önde gelen öncü şirketlerinde üst düzey yönetici olarak çalıştım. O şirketlerin organizasyonlarına katkılar yaptım.  Özellikle kamu ve yerli/yabancı özel şirketlerle yapılan ortaklıklarda çalıştım. O ortaklıkların yönetmeliklerini yazdım.  Kamu şirketleri ile çalışmalarımda (buna İzmir BB de dahil) kamunun hareket tarzını, kısıtlarını, düşünme biçimlerini anlama imkânını buldum. 10 yılı aşkın süredir tiyatro yapıcılarının düşünme tarzlarını ve yaptıklarını biliyorum. Ödenekli(veya özel) bir tiyatroda yöneticilik yapmış biri kadar yönetim tecrübem ve birikimim olduğuna inanıyorum. Bu arada belirtmeliyim ki yetki kullandığım maddi büyüklükler milyar dolarlar mertebesinde idi. Küçük tiyatro bütçelerinden bahsetmiyorum yâni. Bunları yazmamın nedeni bazı tiplerin hakkımdaki sarkastik ifadeleridir. Tüm iş hayatım boyunca ilgili konulara kafa yormuş,  Proje Yönetim Derneği ve GYO Derneği’nin kuruluşlarında baş rolü oynamış  ve yönetimlerinde görev almış ve de Türk Tiyatrosu’nun kuruluşu için düşünmüş ve öneriler sunmuş bir kişi olarak özerlik tartışmasına katkı yapmak için bu yazıyı yazdım.

Şimdi gelelim ana konuya: Özerlik nedir?

Özerklik kavramının niteliği incelendiğinde şu iki kavramın özerklik türlerini kapsadığı görülmektedir. Kendi kendini yönetme idari ve mali özerkliği. Kendi geleceğini belirleme ise idari ve mali özerkliğin yanında siyasi özerkliği de ifade etmektedir (Işıkçı ve Alacadağlı, 2016).

Kendi kendini yönetme (self government) ve kendi geleceğini belirleme (self determination) kavramları da özerklikle ilişkili kavramlardandır.

Özerklik ya da otonomi, başka bir kişi ya da durumdan bağımsız karar verme, kendi kendini yönetebilme yetisi. Yunancadan gelen "auto" (öz, kendi kendine) ve "nomos" (kural, yasa) kelimelerinin birleşiminden oluşur. Gelişim psikolojisinde ve ahlaki, politik ve biyoetik felsefede özerklik bilinçli, zorlanmamış karar verme kapasitesidir. Özerk kuruluşlar veya kurumlar bağımsızdır veya kendi kendini yönetirler. Özerklikmuhtariyet ya da otonomi merkezî örgüt yapısını, dolayısıyla hiyerarşiyi reddeden, gönüllü katılım üzerine kurulu, gizliliği değil açık olmayı seçen bireylerin bir aradalığıdır. Bir düşünce ve dayanışma birliğidir.(wikipedia)

Özerklikten amaç etkin yönetim, yerli halkın çıkarlarını kollamak, ülke çıkarlarını korumaktır (Fatih Yüksel-MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Araştırma Görevlisi - Yerel Yönetimlerde Özerklik)

Öncelikle EGSY’nin iddia ettiği ‘sanatsal özerlik’ topal bir yönetim biçimidir. İdari ve maddi özerklik olmadan işlevi yoktur. Bir an için düşünün: Sanatsal özerk olarak seçtiğiniz oyunu sahnelemek için gereken parayı vermezlerse, gsy’nin ve tüm kadronun maaşlarını ödemezlerse  oyun sahnelenebilir mi? Ne işe yarar tek başına sanatsal özerklik? Ben istediğim oyunu seçeyim siz parasını verin gerisine karışmayın diyorsanız o da işlemez. Zira oturduğunuz koltuk siyasi bir makama bağlı. Sorumluluk ve yetki onda. Seçmene karşı o makam hesap veriyor verecek. Hatırlıyor musunuz sizi o koltuğa oturtan da o. O koltuğa otururken hoşa gitmek için uğraştınız. Koltuğa oturunca çekil başımdan gölge etme diyebilir misiniz? Ya da size dedirtirler mi? Bu noktaya itirazlar yükselebilir. Derler ki örnek koymazsan özerklik kavramı topluma yerleşmez. Özerklik için mücadele etmen gerekir. Doğru ama örnek nasıl konulacak ve mücadele edilecek?

Özerliğin en önemli vasfı yerli halkın çıkarlarını kollamaktır yâni konumuzda İzmirlinin çıkarları. Özerlik iyi niyet ister. Yetkiyi kötüye kullanmamak gerekir. Bunun için ne yapmak lâzım? İçinde bulunduğunuz çevreye dayanmalı, onları tanımalı onlardan yardım ve destek almalısınız. Halkın çıkarlarını kendi çıkarlarınızın üstünde tutmalısınız. Onların sorunlarını dert edinip gündeme getirmeli gündem yaratmalısınız.(Keşke körfezdeki kirliliği, kokuyu ve balık ölümlerini tartışan bir oyun yapsaydınız da özerkliğinizi görseydik.) Tiyatro halkın yararınadır biz de  tiyatro yapıyoruz demek  yeterli değildir. Nasıl bir tiyatro yaptığınız önemlidir.  Bu hususla ilgili Nilüfer Belediyesi Tiyatrosunda görev yapmış olan Murat Daltaban’dan örnek vermek isterim. Daltaban’ın gsy olarak  ilk oyunu daha önce kendi tiyatrosu Dot’da sahnelediği Vur Yağmala Yeniden idi. Ahmet Mithat Efendi’nin Bursa’sında ilk oyun olarak yanlış bir seçimdi. İşi bilen bir belediye başkanı buna itiraz etse sanatsal özerklik elden gitti mi dememiz gerekiyor? Dot özeldi Nilüfer kamu tiyatrosu.( Bu da başka bir tartışma. Özeller kamu olduklarını söylüyor.) Dot’da yaptığınızı Nilüfer’de yapamazsınız yapmamalısınız. Dot’a bir oyunla ödül yağdıran jüriler de konuya bu açıdan bakmak zorunda idi. Bakamadılar. İşte ödül meselesi de özerklikle ilgilidir.  Bir başka örnek(Bana anlatan birinci ağız isterse isim verebilir.) Başkanı sanatçı olan bir ilimiz ile ilgili. Şehir Tiyatrosu da diğerlerinden daha önde. Duayen bir yönetmen Başkan’ı ziyaret ediyor ve bir oyun sahnelemesi için anlaşıyorlar. Yönetmen daha sonra GSY ile buluşuyor ve ona gelecek sezon yöneteceği oyundan bahsediyor. GSY şok tabii. Kendisi de sanatçı olan Başkan gsy'ninden habersiz karar almış. Önce GSY ile görüşülse de aynı sonuç çıkacaktı belki ama siyaset Başkanlara sanatın özerkliğini unutturuyor.  Bu iki örnek ülkemizde sık rastlanan örneklerdendir. Toplumumuzda özel tiyatrolar özerk mi? Hayır. Devlet yardımı alırken, salon kiralarken vb hep bir yerlerle iyi geçinmek durumundalar. Oyuncular özerk mi? Onlar da gsy’ler, topluluk sahipleri ile yönetmenlerle iyi geçinmek durumunda. Bu ‘iyi geçinmek’ hususu özerkliği darmadağın ediyor.  Bu noktada toplumun geneline bakmak gerekir. Özerlik toplumda nasıl anlaşılıyor ve ne kadar geçerli?

Ülke gerçeklerini dikkate almak gerekir. Özerklik bağlı olduğunuz yöneticilerde rahatsızlık yaratır. Özellikle kamu yöneticilerinde. Özerklik başına buyrukluk diye anlaşılır. Emri altındakilerin başına buyruk olmasını ya da öyle bir izlenim bırakmasını istemezler. Yöneticinin prestiji sarsılır. Siz vurguladıkça aslında görev sürenizi kısaltırsınız. Öyle bir şey yapmalısınız ki  âmiriniz sizin kararınızı o almış gibi hissetsin. Amacınız görevde kalmak değil meseleyi zihinlere çakmak ve kural olmasını sağlamak ise dikkatli olmak zorundasınız. Bu konu sadece bize özgü değil. Ben dünyanın değişik ülkelerinin yöneticileri ile çalıştım. Aralarındaki farklar azdı.  Polonya’da katıldığım bir tiyatro festivalinde bizimkilere benzer yöneticiler ve durumlar tanıdım. Bu insani ve kültürel bir vaka.

Bir ülkede özerklik yaşam biçimi değilse yaşamaz.(Demokrasi de öyle değil mi?) Bu tiyatroda  eleştiri, ödüller, akademik çalışmalarla,  iyi bir eğitim düzeni, sosyal güvenlik telif vb konulardaki hâlimiz ve duruşumuzla yakından ilgilidir. Meseleler bileşik kaplar gibidir. Tiyatronun meselelerini de ben özerk yönetmelik yaptım diyerek düzeltmiş olduğunuz hayaline kapılmamanız gerekir.  Özerklik ülkenin yaşama biçimi olduğunda yaşamaya başlar.

Ne yapmak gerekir?

Sizi 16. Yüzyıla götüreyim. Shakespeare özerk miydi? Bugün onun oyunlarını yeniden yorumlarken özerlik kavramını bulup çıkarıyoruz ama I.Elizabeth ile geçinmek o kadar kolay mıydı sanırsınız? O toplumdaki özerklik anlayışı bizimkinden ileri şimdi. Tiyatronun bunda rolü var.  Shakespeare ne yapmış?  Size bir kitap tavsiye edeyim. Kurban ve Egemenlik. Yazarı Gilberto Sacerdoti. Shakespeare'in bir oyununda geçen av sahnesinden yola çıkan Sacerdoti bir konuya dikkat çekiyor. Oyunun çözümlenen sahnesinde Kraliçe Elizabeth av sırasında bir geyiği kurban ederek Papa'nın temsil ettiği kurban sunucusu rolünü ele geçirir. Dünyevi egemenliğin ruhani egemenlikten bağımsız olarak elde edilişini gösteren bu sahnenin altında Antikçağ'dan beri süregelen temel bir tartışma yer alır. Shakespeare ne yapmış? Bir oyunda kiliseye karşı egemenlik meselesini kurban kavramı üzerinden vermiş. Laik devletin özerk egemenliğinin temeli  on yedinci yüzyıl boyunca Hobbes ve Spinoza'nın düşüncesinin merkezinde yer almaya devam edecek olan ve laik ile dinsel kavramların kaçınılmaz çatışmasını içeren bir sorunu gündeme getirmiş. (Kitaptan) (Benzer bir analiz bizde var mı? Bu bile özerklik kavramı ile ilgili.)

Bu bize yol göstermeli. Tiyatro ben özerkim diye bağırarak özerk olmaz. Öncelikle bilinçli yani nereye gideceğini gittiğini bilen tiyatro yapıcılara ihtiyacımız var. Özerklik, demokrasi vb kavramlar sabırla bilgi birikim  ve bilinçle oyunların içine zerkedilmeli ve  öncelikle seyircileri sonra yöneticileri ve tiyatrocuları eğitmeli ve ülke atmosferini değiştirmek için çabalamalıdır. Bunu yapmak için tiyatro camiasının ne yaptığını bilen  kararlılık ve dayanışma içinde olması gerekiyor.  Oysa tiyatro camiası dağınık . Herkes kendini kurtarma peşinde. Bazıları kendi kişisel takıntı kapris hırs ve egolarının kurbanı olmuş. Bazıları da onların kuyruğu olmuş. İzmir özelinde danışma kurulu geldi yönetim kuruluna bürokratlar girdi özerklik gitti tartışmasını gereksiz buluyorum. Ülkemizde yığınlarca  yasa var ama uygulanmıyor. Yâni kuralların yasa olması bile durumu düzeltmiyor. Önemli olan işleyiş. O da sabırla ve bilinçle değiştirilebilir ancak. Tarla iyi değilse iyi ürün alınmaz. Tiyatroya akıllı, zeki, ufuklu ve  öfke kontrolünü yapabilen yöneticiler gerekiyor.

Yazılı belgelerden önce toplumsal davranışlar önemlidir. Toplumda yaşam biçimi değilse herhangi bir tutumu yönetmeliğe yazdım demek işe yaramaz. Önce tutum sonra belge. Bazı ülkelerde anayasa yok biliyorsunuz.  

Tiyatro ne yapmalı derseniz işte bunları derim.

Melih Anık

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder