ABD’li Lauren Gunderson (1982) çoğunlukla tarih bilim ve edebiyat alanlarında ünlü kadınları anlatan oyunlar yazıyor. Ülkesinde 2016’dan bu yana yaşayan yazarlar arasında en çok oyun yazanlar ve oyunları en çok oynanan ilk 20 yazar listelerinde yer almış. Madam Giyotin 2015 yılında ‘Bay Area’ Oyun Yazarları Festivali’nde geliştirilmiş ve 2016’da ‘Cincinnati Playhouse in the Park'ta ilk kez oynanmış.
Oyunun özgün adı The Revolutionists(devrimciler).
Türkçeye Madam Giyotin diye çevrilmiş(Gülay Gür) Bu, oyundaki gerçek kişiler
üzerine inşa edilmiş üç kadının giyotinle idam edilmesinden kaynaklanıyor.
Genellikle eylemi icra edene verilen ‘giyotin’(cellat gibi) bu kez giyotin
kurbanlarını anlatan bir oyuna isim olmuş. Çekici ama bence yanlış bir isim. Zira oyun ‘giyotin’e rağmen
bildikleri yolda yürüyen ‘devrimci’ kadınları anlatıyor. Devrimciler(ya da
Devrimci Kadınlar) oyuna daha çok uyan
bir isim olurdu.
Oyunda dört kadın var. Oyun yazarı
feminist insan hakları savunucusu Olympe De Gouge Marie Antoinette hakkında yazdığı oyun yüzünden monarşiyi yeniden canlandırma suçundan, suikastçı Charlotte Corday Fransa’da ’terör dönemi’(1793-94) diye anılan
dönemin liderlerinden Marat’yı öldürdüğü
için kraliçe Marie
Antoinette vatana ihanetten giyotinle başları kesilen üç tarihi kişilik. Haitili
isyancı Marianne Angelle o
dönemde Fransa’nın sömürgelerinden olan
Saint Dominik’in(şimdi Haiti) kadınlarını ve bağımsızlık fikrini temsil eden bir kişi. Oyun 1793’de
geçiyor ki bu tarih gerçekte kadınların idam edildikleri tarih.
Oyun kişileri gerçek
hayatta bir araya gelmemiş. Hepsi yazarın zihninde. Zaten oyun, yazarın konu
araması ile başlıyor ve rollerin sahneye çıkışı ile oluşuyor. Corday son
repliğini arıyor Antoinette kendini savunuyor Marianne ise devrim peşinde.
Yazarın bu üç kadına bakışı yumuşak ve anlayışlı. Ona göre ‘erkeklere
devrimlerin nasıl yapıldığını gösteren kadınlar’ onlar. Yazar ’Bizi(onları) bir topluluk hâline getirecek
heyecanlı ve eğlendirici bir oyun’ ‘Adaletsizliği
protesto etmek için güçlerini birleştiren kadınları’ yazmak istiyor. Ve
Marianne’a söylettiği gibi ‘Çocuklarımıza bırakabileceğimiz sıkı bir
kahkaha’olsun.
Yazarın seçtiği biçim
‘meta tiyatro’ Sonraları Brecht’te ‘yabancılaştırma’ olacak biçim: ‘İzleyicinin mevcudiyetine ilişkin bir
farkındalığın ifadesi’ Bu açıdan baktığımızda ‘Bütün dünya
seyircidir’gibi metinlerarası bir gönderme tam da meta tiyatroya uygun. Ya da
Marianne’in ‘ Oyun yazarına iyi davran. Senin o bıçağı tuttuğun gibi o da
kurguyu elinde tutuyor’ repliği oyundaki
biçimin ip uçlarını veriyor. Beni en çok
çarpan repliği Marianne söylüyor:
“Fransızlar Batı’da köle kolonisi çalıştırırken özgürlük uğruna devrim
yapıyorlar” Bu döneme yıllar sonra bakışın bir ifadesi. Tam bir
yabancılaştırma. Görüldüğü gibi meta tiyatro biçimine uygun replikler aslında
oyunu döneminden çıkarıp bugüne getiriyor. (En çarpıcı repliği yazımın
kapanışına bıraktım.) Ben oyunu izlerken Olympe Corday’i giyotin altında
görünce yazarın ağzından ‘Ben böyle
yazmamıştım’ ‘ Hayallerimizi yazamıyorsak gerçekleri yazalım’ dedim gayri
ihtiyari.
Yazar çok titiz. Oyunun başına ‘ritm olarak noktalama
işaretleri’ ve ‘Dialog fontlarının gösterdiği vurgu seviyeleri’ başlıkları
altında kullandığı noktalama işaretleri ve fontlarla oyuncuya yol ve yön gösteriyor.
Yazımın bu girişi yönetmenin(Yağmur Yağmur) rejisini anlatmak için gerekli. Bu zamanda internet
üzerinden pek çok şeye ulaşmak mümkün olduğu için yönetmen belki de onlardan
uzaklaşmak amacıyla kendince bir düzen
oluşturmuş. Farklı olmak adına yapılan tercihler oyunu sahnede canlandırmak
için gerekli trüklerin ıskalanmasına oyunun sunduğu fırsatların
değerlendirilmemesine neden olmuş. Sahnede
giyotinin olmaması böyle bir tercih belki de. Oysa giyotin kadınların başları
üzerinde duran bir tehlike seyirciye
atmosferi hatırlatan bir simge ve kadınların cüretini gösteriyor. Kadınlar giyotine rağmen öyle davranıyorlar. Yönetmenin tercih ettiği ve oyuncuları içinden
çıkartıp içine soktuğu dört cam vitrin(Sahne tasarımı: Yağmur Yağmur) oyunu
‘müzelik’ yapmış. Bu zamanımızda da var olan kadın kahramanları/kahramanlıkları
da müzeye gönderiyor. Ancak müzede Marie Antoinette’in ilk çıkışı vitrinden olmuyor . O daha sonra vitrine
giriyor çıkıyor. Algı birliğini bozan bir trük. Fraternite(malûm slogan-Liberte
egalite fraternite) aceleye getirilmiş gibi. Oyunda yargılamayı yapan rol. İki
oyuncu tarafından maske ile oynanıyor. Benim tercihim oyuncuların esas
rollerinin kostümlerinden çıkmaları olurdu.
Oyun aslında bir imkân sunuyor dünle bugünü birleştirmek
adına. Örneğin bugünün yazarının düne gitmesi, içinde seçenekler taşıyan
işlenebilir bir ayrıntı. Marianne oyun sonunda hayatta kalması ile çağlara umut
veren bir sesleniş olabilirdi. Oyun
sonunda ‘herkes için devrim’ levhasını bir çelenk gibi giyinebilir ve oyunu
bitirebilirdi.
Yazar ısrarla oyunun komedi olduğunu söylüyor. Tekst bana
komedi gibi gelmedi ama belki de rejide komedi kayboldu. Ancak oyuncuların
yüksek perdeden heyacanlı ve tempolu oyunculukları bir komedinin tezahürü
olarak alınabilir mi bilmiyorum. Dördü de iyi oyuncu ama özellikle üç oyuncunun
‘aynı’ olması beni mutlu etmedi. Kostümleri farklı ama oynayışları aynı. Bence
bu bir ‘casting’ hatası. Zeliha Gürsoy,
Çiğdem Yıldız ve Merve Güran iyi oyuncular olmalarına ve iyi oynamalarına
rağmen bu oyunda oyunculuklarındaki benzerlik nedeniyle bir araya gelmemeleri gereken bir üçlü. Betül
Arım farklı oyunculuğu ile beni şaşırttı. Çok beğendim yorumunu.
Kostümler(Gaye Kızılışık) göz alıyor ama görev yapmıyor. Kişilikleri yansıtmasını isterdim.Taşıyanları
da çirkinleştirmiş. Bana kalsa oyun sonunda başlarını giyotine verenlere bir
örnek kefen tarzı bir kostüm giydirirdim. Oyun boyunca üstlerinde taşıdıkları nesnelerden
oluşan kostüm Marianne’ı çağımıza getirirdi. Yönetmen dönem ve dönemsizlik
arasında kalmış gibi geldi bana.
Marianne’ın sırtında ve şeffaf kumaş üzerine yazılı ‘herkes için devrim’
yazısı beni rahatsız etti. İfade marka etiketi gibi duruyor ve içeriği hafifletiyor. Yönetmenin
oyuncunun sorumluluğunu taşıyan bir dış göz olduğunu ve hiç ihtiyaç yokken onun
‘çirkin’ görünmesine/olmasına izin vermemesi gerektiğini düşünüyorum.
Müzik( Kintu
Works & Muntu Works – Aytun) oyunun atmosferini oluşturmada yeterli.
Online izlediğim oyunun
çekim açılarını (Video
Yönetmeni ve Kurgu: Noyan Ayturan)
görselliği (Görüntü Yönetmeni: Hasan Öztaş) ses( Emir
Buğra Kazak) ve ışığını(Ayşe Sedef Ayter) beğendim. Belli ki özenli bir
iş olması için çalışılmış.
Oyun İKSV Tiyatro
Festivali programı kapsamında. Oyunun festivalden önce seyirci ile online
buluşmasına şaşırdım. Bu ilk defa bu yıl olmuyor. Salgından önce seyirciyle buluşan başka oyunlar
oldu. Bence festivaller prömiyerlerin
yapıldığı buluşmalar olmalı.
Madam Giyotin bu hâli ile fazla uzun. Bence
budanmalıydı. Yönetmenin oyunun Türk
seyircilere ulaşması için gayreti ve metnin sunduğu olanakları kullanışı
yeterli değil. Beğendiği bir metni sahnelemek istemiş ama sağlam bir reji
yapamamış.
Oyunda sevdiğim bir replik şu: “Ülkemi olması gerektiği kadar
iyi olmadığı için utanacak kadar sevmek vatana ihanetse o halde öyleyim”
Tiyatromun olması gerektiği kadar iyi olmadığı için utanacak
kadar gördüğümü yazmak tiyatro
yapıcıları kızdıracaksa ne yapayım ben böyleyim.
Melih Anık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder