Uzun yıllardan sonra Ali Poyrazoğlu’nu Âsi Kuş isimli oyunda
seyrettim. Çok memnun kaldım.
Ali Poyrazoğlu’nu ‘70’li yıllardan beni tanıyorum. Tanıyorum
dediysem Âsi Kuş’a kadar hiç yüz yüze gelmedik. ‘70’li yıllarda Poyrazoğlu,
ismi gibiydi. Soğuğu yüzünüze sert vuran bir rüzgâr, fırtına. O yıllarda onun rolünün
olduğu tüm oyunları seyrettim. Bugün
bile onun oynadığı oyunları sahneleme cesareti olan çıkar mı kuşkudayım. (Ne kuşkusu,
çıkamaz, eminim.)
Üniversiteden ve iş hayatından bir arkadaşımın
aile dostuydu. Ali Poyrazoğlu’nu ondan dinledim. Zeki, akıllı bir insan
olduğunu duydum. Arkadaş ortamlarında sohbetine
doyulmazmış. Okuyan, gezen, gören bir
insan. Doğrusunu isterseniz zamanla bu ‘her şeyi bilme’ özelliği bana itici
gelmeye başladı. Her yerde o vardı. Radyoda, televizyonlarda, reklâmlarda,
tabii ki tiyatroda.. Sanat konuşuyordu, müzik, yemek konuşuyordu. Orkestra yönetiyordu. Fransa’da
Fransızca, Amerika’da İngilizce oyunlar oynuyordu. Tiyatrolar seyircisizlikten
yakınırken o ‘benim oyunlarım doluyor’ diyordu. Şirketlere iletişim
danışmanlığı yapıyor. Üniversitede ders veriyor, uluslar arası araştırmalarda
yer alıyor. Son zamanlarda da ‘alternatif tiyatroya’ ‘çaktı’. Afife Ödülleri’ne
‘giydirdi’. (‘Çaktı’ ‘giydirdi’
kelimelerinin Ali Poyrazoğlu’ndan bir başkası için kullanamayacağımı düşündüm.)
Karşı görüşler ‘vızıltı’ gibi kaldı Ali
Poyrazoğlu’nun söyledikleri yanında.
Ali Poyrazoğlu’nu sevmeyen tiyatrocular var. Aralarında fısıldaşabiliyorlar
ancak. Âsi Kuş oyunu ile ilgili yazdığım birkaç twitin ardından aldığım mesajlardan biliyorum.
Ama inanın seyirci Ali Poyrazoğlu’nu çok seviyor. Oyun bitince bunca yıldan
sonra tanışayım diye kızımla odasına gittik.
Bize yer gösterdi yanında 15 dakika kadar kaldık. Sohbet edemedik. Zira seyirciler
kitaplarını imzalatmak için soyunma
odasının kapısında uzun çok uzun sıra bir sıra yapmıştı. O akşam salonu
dolduranların neredeyse hepsi oradaydı. Odaya girenlerin Ali Poyrazoğlu’na olan
sevgilerini görmemek imkânsızdı. Oğlu Ali Poyraz ‘ın ismini dövme olarak koluna işleten, Ali Poyrazoğlu’na
sarılan, öpenler, onunla fotoğraf çektirenler. Hepsi de senin benim gibi
insanlar. Ali Poyrazoğlu’nun o akşamki performansından sonra tanık olduğum bu samimiyet,
hâfızamdaki o eski imgeyi sildi götürdü. Karşımda ‘bilge’ bir insan vardı. Ona da
söyledim bunu, daha önce bir başkası da söylemiş.
Âsi Kuş, üç bölümden oluşan tek kişilik oyun(gösteri). Ali Poyrazoğlu
birinci bölümde seyircinin tüm vidalarını yerinden çıkarıyor. Çok ustalıkla seyirciyi
korumasız bırakıyor. Artık o ne derse O! İkinci bölüm bir konferans. Bence biraz uzun
ama Ali Poyrazoğlu bilimsel bir konuyu espriler katarak ve ilgiyi dağıtmadan
anlatıyor, seyirciye ertesi sabah uyandığında yeni bir insan olma ruhu veriyor.
Üçüncü bölüm ise ünlüler geçidi gibi. Zeki Müren ile ilgili bir anısını
anlattı, inanamadım. Kendisine sordum, yaşanmış bir olaymış. Her üç bölümü
birbirine bağlayan Carmen var. Carmen’den yola çıkıp sözü Âsi Kuş etrafında
döndürerek seyirciyi birer ‘âsi kuş’ gibi salondan uçurması da Ali Poyrazoğlu
becerisi. Ali Poyrazoğlu iyi bildiğini anlatıyor. Saatlerce konuşabilir,
hissediyorsunuz. Anlatırken de çok dozunda zekice işlenmiş politik
eleştiri yapıyor. Muhtemelen oyunu her gece yeniden yazıyor. Dağarcığı çok dolu,
içinden çekip çıkardıkları ile oyunun en başında yerinden oynattığı seyirci vidalarını yağlayıp yerine takıyor. Parmakları
arasında yumuşattığı oyun hamurundan yaptığı heykelcikleri her bir seyircinin cebine gizlice koydu gibi
geldi bana.
Arkasından ne
derlerse desinler Ali Poyrazoğlu Türk Tiyatrosu’nun doruklarından biri. Ondan seyrettiğim
oyunların, okuduğum kitapların, dinlediğim radyo programlarının benim hayat
görüşümde –bunca yıldan sonra ayrımını tam yapamasam da- etkisi olduğunu
biliyorum. Bu yazı, tüm onlar için bir teşekkürümdür.
Melih Anık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder