Efsane ve Destan
Gılgameş, İlyada’dan ve Mahabarata’dan yüzyıllar önce yazılmış, bilinen en eski destandır.
Destan’ın ilk hali, Babil Ülkesi’nde 3500 yıl önce Akadca yazılmış. Babil Ülkesi, Mezopotamya denilen ve haritalarda aşağı yukarı Irak’ı kaplayan bölgenin (Fırat ve Dicle nehirleri arasındaki alan) güneyinde idi. Bölgeye önce Akadlar yerleşti arkasından Sümerler geldi. Zamanla her iki kavim ortak bir yaşam başlattı ve Mezopotamya Uygarlığı’nı yarattılar. Sümerce, Akadcanın yanı sıra geçerli bir “kültür dili” olarak kaldı. Sümerce yazılmış 5 Gılgameş Destan’ı var. Tabletlerdeki satır sayıları değişik. Destan’ın toplam olarak 3000 satırdan oluştuğundan bahsediliyor.
Yayıldığı alan (nerdeyse tüm Orta Doğu) üzerinde yapılan kazılardan Destan tabletleri çıkarılmış. Eski versiyon denilen Babil Versiyonu, Bağdat yakınlarındaki Tel Harmal’da bulunan tabletler, olayın geçtiği yerden çıkan Ur Tabletleri, Halep’in yakınlarından Emar Tabletleri, Filistin’de Megiddo tabletleri, Boğazköy’de bulunan tabletler(Hitit Versiyonu), Uruk, Nemrud, Asur Ülkesi’nde, Sultantepe’de, Ninova’da bulunan tabletler ve kullanılan dillerdeki çeşitlilik Destan’ın nasıl yaygın bir alanda bilindiğini gösteriyor. Elde edilen tabletlerde anlatılan destan parçaları birbirine bağlanabilir nitelikte. Bulunduğu yere göre içeriği de değişiklik gösteriyor. Destan sanki bir bölgede “patlamış” ve parçaları dünyanın dört bir yanına yayılmış. Dinsel inanışlar içinde de Destan’ın izlerini bulmak mümkün.(Nuh Tufanı)
Bazı tabletler Philadelphia, Yale Üniversitesi, Chicago, Berlin, Londra Müze’lerinde “koruma altında”. Doğal olarak Bağdat Müzesi’nin de bir koleksiyonu varmış. ABD’nin son “Orta Doğu Seferi’nde tanklarla ziyaret edilen(!) Bağdat Müzesi Koleksiyonu, eminim ki insanlık adına “koruma altına”(!) alınmıştır; bir süre sonra dünyanın ünlü müzelerinde “çağdaş” uygarlığın göz yaşartıcı(?) “kültür bilincinin” bir göstergesi olarak yerini alacaktır.
Kim Bu Gılgameş?
Uruk Şehri, Fırat ve Dicle nehirlerinin Basra Körfezi’ne dökülmeden birleşim noktasının yaklaşık 300 km Kuzey’indeymiş. Gılgameş, Kent-Devleti Uruk’un Kralı. M.Ö. 2650 yıllarına doğru hüküm sürmüş olması büyük bir olasılık. Annesi ikinci dereceden bir tanrıça olan “Yabani Boğalar”ın patronu Nin.Suna ve babası Sümercede “Öfkeli Kral” anlamına gelen Lugalbanda. Bu nedenle Gılgameş, tanrı-insan sayılıyor.
Efsane/Destan
Gılgameş ile ilgili değişik efsaneler anlatılıyor. Bu parçalar birbirine eklenerek bir büyük destan yaratılmış. Bu nedenle Destan ana çizgisi sabit kalmak koşuluyla farklı şekillerde de anlatılabilir.
Bir falcının, doğacak torununun kendisini öldürerek yerine geçeceğini söylemesi üzerine Kral dede Emmerkar kızını bir kuleye kapatır. Kız hamile kalır ve Gılgameş’i doğurur. Dede torununu kuleden aşağı atar, o sırada oradan geçmekte olan bir kartal çocuğu yakalar, bir hurma bahçesinin yanına bırakır. Bahçıvan görür ve çocuğu büyütür. Gılgameş, büyüyünce Uruk’a gelmiş. Halk kralları öldü diye ağlaşıyormuş. İri vücudu ve yakışıklılığı ile Gılgameş’i beğenmişler “Bizim Kralımız olur musun” demişler. Gılgameş fırsatı kaçırmamış.
Gılgameş tanrılara olan görevlerini aksatır ve tanrılar onu cezalandırmak için Enkidu’yu dünyaya gönderir. Enkidu yaban hayatı yaşamaktadır ve bir avcı onu görür, Gılgameş’e haber verir. Gılgameş, rüyasında Enkidu’nun geleceğini görmüştür, İştar tapınağından bir yosmayı avcının yanına verip Enkidu’yu şehre getirmelerini ister. Yosma, önce Enkidu’yu “insanlaştırır” ve Uruk’a getirir. Enkidu Gılgameş ile dövüşür ama onu yenemez sonra iyi dost olurlar. Şehre belâ olan “yedi şimşek”le donanmış orman canavarı Huwawa’yı (Humbaba) birlikte yok ederler. Dönerken de orman sorumlusu Tanrı Enlil’in gönlünü almak için Enlil tapınağına kapı yapmak amacıyla ormanın en büyük ağacını(sedir) keserler.
Bu arada Tanrıça İştar, kendisi ile evlenmek istemeyen Gılgameş’e kızar ve onun üstüne “Gökyüzü-Boğasını” gönderir. Gılgameş ve Enkidu, birlikte onu da yok ederler. Tanrılar buna da çok kızar, toplanıp Enkidu’nun ölmesine karar verirler. Zaten Gılgameş’in bağışlamaya niyetlendiği Humbaba’yı Enkidu’nun tesiri ile öldürmüşlerdir.
Gılgameş, İnanna’nın bahçesindeki uğursuz huluppu(sedir?) ağacını kesmiş, ağaçtaki yılanı öldürmüş, kartalı dağa, dişi şeytanı da çöle kadar kovmuş. İnanna minnettarlığını göstermek için bu ağaçtan bir parça vermiş Gılgameş bir çember ve bir değnek yapmış ama çember ve değnek cehenneme düşmüş. Almak için giden Enkidu geri gelememiş. Enkidu’nun bir gecelik yer altından çıkıp Gılgameş ile görüşmesi ve yer altı dünyasını anlatması; ya da huluppu ağacının kökleri ile birlikte yer altına çekilmesi çeşitli tabletlerde anlatılan ve destanın “çeşitlemesi” olarak alınabilecek olaylardandır.
Enkidu’nun ölümüne çok kederlenen ve galiba ölümden korkan Gılgameş ölümsüz olmanın peşine düşmüş. O yolculukta karşısına çıkan Akrep Adam, Muşa Dağı, içki evi işleten Siduri, kayıkçı Urşanabi ve binbir zahmetle geçilen ölüm suyu ayrıntılı olarak anlatılmış. Gılgameş, sonunda ölümsüz insan Utanapiştim’i buluyor. Utanapiştim tanrılar tarafından kendisine nasıl ölümsüzlük verildiğini anlattığı tufan (sonradan “Nuh Tufanı” olarak anlatılacak) hikâyesini uyumadan dinlemesi halinde ölümsüz olabileceğini söylemiş ama Gılgameş, hikâyenin hemen başında uyumuş ve ölümsüzlüğü elde edememiş. Bunun üzerine Utanapiştim, bir denizin dibindeki ona gençlik verecek olan dikenli otun yerini tarif etmiş. Gılgameş o otu bulmuş ama yılana kaptırmış, yılan gençleşip derisini geride bırakıp gitmiş. Yani Gılgameş gençliği de yılana kaptırmış ve eli boş olarak ülkesine geri dönmüş. Gılgameş, öğrenmiş ki “ölümsüzlük en büyük cezadır insanoğluna” ama Destan’ı ile “ölümsüz” bir “ölümlü” olmuş; büyük bir sedir ağacı diktirip altına Enkidu için anıt mezar yaptırmış.
Bir Sümer efsanesine göre Gılgameş, ölünce Cehenneme gider ve meziyetlerinden dolayı orada “kral naibi” “ölülerin yüce yargıcı” olur. Bunlar dönüşsüz bir gidişin acısını hafifletmek içindir sanki. Orada eski zamanların kralları en yüce ermişleri, geçmişin en büyük erkekleri ve kadınları olacaktır. Cehenneme bakar mısınız! Tabletin sonu kırık olduğu için gerisi de bilinmiyormuş.
Oyun
Şirin Aktemur Toprak ve Gökhan Aktemur, Gılgameş’i özgün bir metin olarak yazmışlar. (Dramaturg Şirin Aktemur Toprak) Metnin şiirselliği "kıvamında" destana da uygun. Oyun dergisindeki yazıdan anlaşıldığına göre “uygarlığın derinliğindeki milâdı keşfederken en büyük ışık” Muazzez İlmiye Çığ olmuş. (Benden de saygı ve sevgi) Destanı oluşturan hikâyeleri seçerek (örneğin Gökyüzü boğası ile yapılan savaş, cehenneme kaçan ağaç ya da çember ve değnek oyunda yok) yeni bir metin oluşturulmuş. Sanırım bundan amaç konuyu “dağıtmamak”, hikâyeyi karıştırmadan, uzatmadan ve de seyirciyi sıkmadan hedefe varmak. Ancak oyunun sonunda ölümsüzlük hikâyesinin içine gençlik otunun iliştirilmesini çok da sevmedim. Zira uyuduğu için ölümsüz olmayı kaçıran Gılgameş için gençlik otu “promosyon” gibi bir şey. “Genç kalma” “ölümsüzlük” iması değil. Gılgameş’in otu ülkesinin yaşlılarına götürmek istemesi de etkileyici bir lider duruşu, bahsedilsin isterdim.
Oyunda Enkidu’yu “insanlaştıran” “Yosma”ya geniş bir pencereden bakılmasını isterdim, bence bu husus kısa geçilmiş. Kadının tarihte yüklendiği sorumluluk ve görevi üzerinde durmak ve bundan kadınlara hak ettikleri yeri vermek gerekir diye düşünüyorum. Öte yandan Yosma’nın bir tapınak görevlisi olması din inancının geçirdiği evreler açısından dikkat çekilmesi gereken bir durum.
Destan ile ilgili okurken Destan’ın içinde geçen sedir ağacına takıldım. Humbaba sedir ağaçları olan bir orman içinde. Humbaba’yı öldürdükten sonra kestikleri ağaç sedir. Huluppunun sedir olması muhtemel. Gılgameş, Enkidu için sedir ağaçları içinde bir heykel yaptırıyor. Sedir ağacının mitolojik bir ağaç olması antik inanışlardan geliyor. Frazer, Altın Dal isimli kitabında ağaca tapınmadan bahsediyor. Sedir ağacının, ürünü bereketlendirme , sığırların çoğalmasını sağlama ve kadınlara çocuk verme gücü olduğuna inanılırmış. Ağaç-ruha inanma; onda bedenlenmiş olan kutsal ruhun ardılına aktarılabilmesi için ağacın öldürülmesi ve bu surette daha güçlü olanın onun yerine geçmesi inancı çok yaygın. Bu bana Humbaba sahnesi üzerine renkli tiyatral hayâller kurmamı sağladı. Kleopatra ile Antonius’un buluşma yeri de Sedir Adası, hatırlatırım.
Bir başka husus da Gılgameş’in uykuları. Humbaba’yı öldürmeye giderken, tufan hikâyesini dinlerken de uyuyor Gılgameş. Enkidu’yu da düşünde görmüş. Shakespeare gibi uykuyu ölümün provası olarak görürseniz ölümsüzlük peşinde koşan bir kahramanın uykuları çok alegorik kökler taşır gibi.
Gılgameş bir kahraman ama hiçbir savaşı yalnız başına yapmıyor yanında hep Enkidu var. Enkidu ölünce de kendi ölümsüzlüğünü aramaya çıkıyor. Antik tarihin yarattığı bu kahramanı günümüzün kahramanları ile birlikte düşünmek gerek. Gılgameş gibi halkın yarattığı kahraman çok. Bu nedenle Gılgameş’in kahramanlığını doğru bir yere oturtmak gerek. Gılgameş, halkının hayâl gücü sayesinde aynı sel sularıyla beslenen derenin yan kollarla büyümesine benzer şekilde, tarihin olaylarını ya da birbiri ardına gelen kahramanlıklar da katılarak büyütülen bir Destan olmuş. Belki de övünmek isteyen halkın, kahraman ihtiyacını karşılıyordu Gılgameş. Sümer dilinde bilinen beş efsaneden hangisinin gerçek hangisinin halkın ya da şairin hayal gücü ürünü olduğunu ayırt edebilme şansı da yok. Keşanlı Ali’nin “destanlaşması”na benzer bir durum da söz konusu. Tanrılara kafa tutan Gılgameş’in yaşadıkları tanrıların ona biçtikleri bir kader midir yoksa?
Gılgameş’te anlatılan hikâyelerin devamı kendinden sonraki toplumlarda da görülüyor ve hayatı yönlendiriyor. Tarihi, dinleri, sosyal değişimleri anlamak için Gılgameş’i “derin” okumak gerekiyor. Zira o bir destandan fazlası. Gılgameş Destanı çok dallı bir ağaç, üzerine binilecek bir sihirli halı. Bu nedenle bu Gılgameş’i öncü sayıyorum. Sanırım Şirin Aktemur Toprak, Gökhan Aktemur ve Umut Toprak hem içerik hem de görsellik olarak bu oyunu tüm dünyaya armağan olacak bir Destan haline getirecektir. Melih Cevdet Anday’ın belirttiği gibi “Odysseus’un Teiresias’ı bulmak için dünyanın sınırlarına, Menelaos’un Radamantos’a katılmak için dünyanın ucundaki cennet çayırına gitmesi arasındaki ve gene Gılgameş’in elde etmek istediği “bilgi” ile Faust’un ardına düştüğü “bilgi” arasındaki benzerlik” Destan’ın o büyük zenginliğinin göstergeleri. Hades’i, Styx nehrini, kayıkçısı Kharon’u, üç başlı ve yılan kuyruklu Cerberos’u da unutmamak gerekir. Kuleye kapatılan annenin hamile kalmasına ne dersiniz?
Piyes 2009 -2010 sezonuna ait, Konya Devlet Tiyatrosu prodüksiyonu. O günler düşünüldüğünde ABD’nin Irak Seferi gündemde idi. Oyun bu pencereden bakmış Gılgameş’e. Dekoru oluşturan tablet resimleri Irak Müzesi’ndeki tabletlerin tıpkısı imiş. Humbaba’yı emperyalist güçlere benzetmenin nedeni de o galiba. Humbaba, halkın direnişini de göstermesi bakımından önemli. Gılgameş, bir merkezden dünyanın dört bir tarafına yayılmış tabletleri, sahnelenen oyunları, benim şu anda yaptığım gibi yazılan yazıları, tarihin yazıcılarını, değişen iletişimi, Gılgameş’i ölümsüz yaparken insanın kendi ölümsüzlüğünü yaratma çabasını düşünmeden edemiyor. Bu nedenle Gılgameş bulmaca içinde bulmaca sunan bir spiral bir döngü. Merkezden uzaklaştıkça savrulan bir gök cismi. Beni ilgilendiren bir başka husus da Gılgameş’in yazarları. Gılgameş Destanı’nın asıl kahramanları, tablet tablet yazanlar, şairler, isimsiz olsalar da. Ölümlü Gılgameş’i ölümsüzleştiren yazarlar yani. Bu noktadan da sanatın ölümsüzlüğüne doğru bir açılım var.
Oyuncu, Dekor, Giysi, Müzik, Işık
Oyunda öyle bir oyuncu var ki, Destan’ı böylesine akıllara çakıyor. Anlatıcı’da Tomris Çetinel, diksiyonu, tonlaması ile onu anıtlaştıran giysileri içinde şaman bir oyuncu, bir çağdaş meddah gibi büyüyor bir “Diva” oluyor. Şiirli bir metin nasıl monotonluğa düşmeden söylenir, arşivlik örnek veriyor. Sesi, antik, çağdaş, tarih, doğa, isyan, dostluk, mücadele, hayal kırıklığı, masal, yani ne kadar tanım, duygu varsa o renge o tona boyanıyor; o kadar çok insan ve duygu çıkarıyor sesinden Tomris Çetinel.. Onu seyretmeyi kaçıranlar için büyük kayıp. Umarım oyunun bir kaydı vardır.
Oyunun diğer oyuncusu Umut Toprak, bedenini kullanışı ile dikkatimi çekti önce sonra da sahnede büyüyerek yankılanan sesi ile. Enkidu’nun yabandan(hayvandan?) insanlaşmaya geçişini, ölüme yenilmesini onun disiplinli oyunculuğunda “gördüm”. Umut Toprak’ın yönetimdeki umut veren başarısına da dikkat çekiyorum.
Canlı müziği ( İhsan Kılavuz) çok beğendim. Hem enstrümanların (İcracılar:Süleyman Yardım, Mithat Sönmez, Nurullah Gürsoy) seçilişi hem de metne can veren tınısı ile. Müzik, hem atmosferi oluşturuyor hem de o atmosferin içinde bir yoldaş oluyor.
Işık Tasarımı (Ersen Tunççekiç) ile yaratılan tanrı gölgeleri görülmeye değer. İnsan’ın içinden çıkan tanrı gölgelerine bayıldım.
Dekor(Ali Cem Köroğlu) çok iyi tasarlanmış. Hayâliniz sizi nereye götürüyorsa oraya kadar anlatıyor. Arkadaki tablet duvar çok yerinde bir yaratım. Platformların hareketi ile oluşan yeni mekânların ışık ile desteklenmesi hem fiziksel hem de çağrışımlara dayalı bir anlatımı yaratıyor.
15 kg olduğunu öğrendiğim Anlatıcı kostümünü(Kostüm Tasarımı: Ali Cem Köroğlu) tamamlayan bilezik, kolye, küpelerle üzerine iliştirilen gözler, boncuklar antik bir yolculuğun başlangıcı, şaman bir dünyanın kapısını aralıyor sanki. Enkidu’nun aslan başı çok etkileyici. Aslan, Gılgameş’e mal edilen bir figür değil mi? Bir yansıma mı söz konusu?
Takıldığım hususlar, bazı sahnelerde platformların hareketinden çıkaramadığım anlam ve bir kaç sahne geçişindeki duraklama. Eminim ki yönetmen farkında ve çözümünü bulacaktır.
Sana Ne Desem DT
Oyunun Konya’dan İstanbul’a gelmesi 3 yıl sürmüş. Üsküp’e giden oyun, İstanbul’a gelememiş bir türlü. Ne oyunlar geliyor İstanbul’a… Daha ne oyunlar gelmeli İstanbul’a.. Neyin peşindesin DT?
Sözüm Sana Seyirci
Destan, piyes metni, oyunculuk, dekor, müzik, ışık kendinden bahsedilmeyi hak eden bir bütünlük ve estetik arayışı ile kurgulanmış ve sunuluyor. En önemlisi oyun sonunda seyirci -adını tam koyamasa bile- içinde 80 dakika geçirdiği bu büyülü masal dünyasının etkisi ile çıkıyor salondan. Etkileyici bir oyun. Üzerinde düşünürseniz kişisel aydınlanmaya faydası olur. Bulduğunuz yerde seyredin, çocuklarınıza da seyrettirin.
Melih Anık
Not:
Gılgameş “her şeyi gören ve bilen” demek. Sümercede Enkidu, “Enki’nin yarattığı” anlamına geliyor. Enki, Akadların en zeki tanrısıdır; Sümerlerin bilgelik ve su tanrısıdır. Enki'den gelen Enkidu'nun yaban olması da üzerinden durulması gereken bir husustur.
Şirin Aktemur Toprak ve Gökhan Aktemur “GILGAMEŞ” ile Sanat Kurum 2009-2010 Sezonu Övgüye Değer Yazar Ödülü’nü, Tomris Çetinel, 1. Sadri Alışık Anadolu Tiyatro Ödülleri’nden “Yılın En Başarılı Kadın Oyuncu Ödülü’nü aldı.
İlgi:
Gilgameş- Muazzez İlmiye Çığ- Kaynak yayınları
Gılgamış Destanı- Jean Bottero- Yapı Kredi Yayınları
Gılgameş Destanı-Tercüme: Muzaffer Ramazanoğlu- Maarif Matbaası
Kahramanın Ölümü- Ahmet Oktay- Alkım Yayınları
Bereket Kültü ve Mabet Fahişeliği- Muazzez ilmiye Çığ- Kaynak Yayınları
Edebiyat ve Tanrılar- Roberto Calasso- Çeviren: Ahmet Fethi-İş Kültür Yayınları
Altın Dal I- James G.Frazer-Çeviren: Mehmet H.Doğan- Payel Yayınları
Ölümsüzlük Ardında Gılgamış-Melih Cevdet Anday- Adam Yayınları
Altın Tarih Atlası- Altın Kitaplar Yayınevi
Uruk Aslanı Gılgameş –Harald Braem- Mitolojinin Romanı- Çeviri: Atilla Dirim-Yurt Kitap
Sümerler- Samuel Noah Kramer- Çeviren: Özcan Buze- Kabalcı Yayınevi
Sümer Mitolojisi- Samuel Noah Kramer- Çeviren:Hamide Koyukan- Kabalcı Yayınevi
Merhaba Melih Bey,
YanıtlaSilOyunu izleyen arkadaşım da oyunu özellikle de Tomris Çetinel'in oyunculuğunu anlata anlata bitiremedi. Keşke DT'den bilet bulmak kolay olsa ve Nisan Ayı'nda da Gılgameş İstanbul'da oynasaydı. Bilgilendirici yazınız için teşekkür ederim. Sevgiler