Faruk Pekin, hazırlayıp sunduğu tv programına davet ettiği iki kişi ile ülkemizdeki “kültür politikası”nı konuşuyor. Misafirlerden biri örnek verirken, esas sorunun AKM’nin yıkılması falan olmadığını ama AKM gibi 5-6 tane daha AKM olsa içinde yaşadığımız kültür ortamının onları tam kapasite ile kullanabilecek kültür üretimi yapılabileceğinden kuşku duyduğunu dile getiriyor. Yanında getirdiği üç beş evrakı gösteriyor “İşte bizde kültür politikaları üzerine yapılanın hepsi bu!” diyor. Oysa yıllardır Türkiye(İstanbul desem daha doğru) kültür hayatını yöneten bir kurumun başında. O kurum ne yapıyor acaba? İstanbul’da yıllardır düzenlediği gösterilerle nasıl bir kültür politikası ve yeni kültür değerleri yarattı? Yoksa var olanı mı “kullandı”("sömürdü" ağır mı olur?) ve "günü kurtardı"?
"Kültürde saf belirleyen" diğerinin yazılı görüşleri zaten biliniyor: “AKM ile ilgili tartışmanın küllenmiş olduğunu 'Yıkarım, yıktırmam' ikilemi dışında buranın İstanbul'a(Dikkat, “İstanbul’a”-MA) nasıl mal edilebileceği konuşulmalı” diyor ve 'sivil hegemonya' hedeflenmesini öneriyor. “Aynı tozlu repertuvar, aynı dramatürjiyle devam edilirse tiyatro 3 bin kişilik olsa kaç yazar?” diyor. Bu sürece İstanbul’lunun, 10 milyonu aşkın insanın kültürleşsizleşmesi (Yazısından aynen aldım!-MA) demeliyiz”miş!
Bu iki "kültür"(!) adamı, sanatçıya, "Önce o salonları tam kapasite kullanabileceğini kanıtla bakalım, sonra salon iste" diyorlar âdeta. Sahnesi olmayan sanatçı ufkunu nereye kadar zorlayabilir, neyi nereye kadar hayâl edebilir, yaratma coşkusunu canlandırabilir? Göğsümün tam ortasına bir ağırlık çöküyor.
Bu "ikili"den birinin ders verdiği üniversitede okuyan, Van’dan gelmiş bir öğrenciyi tanıdım. Uzun bir süre sohbet ettik. Konuşurken çocuğun üniversiteye girmeden önce hayatında hiç müzeye gitmemiş olduğunu öğrenmiştim ama üniversitede eğitimini alıp mezun olunca kültür yönetimi yapacaktı. ("Koyma aklın" kime yararı olmuş!) Peki demiştim “ya senin kendi kültürün? Onu anlamaya çalışan var mı?” Çocuk yüzüme anlamaz bakmıştı. Öyle ya o buraya “kültürlenmeye”(!) gelmişti, o ne verebilirdi ki!
"Hoca" 2007'de ne demiş? “ Kültür politikasının resmi bir belge olarak yazılması için önümüzde iki yıla yakın bir zaman var. Türkiye'nin kültür politikası içinde İstanbul'un özel ve geniş bir yeri olmaması düşünülemez”miş. Yıl 2011, yazılan bir şey yok anlaşılan! Ama satır aralarını deşelim. İstanbul Kültürü(?) ülkenin kültürünü tanımlamakta temel mi alınacak? Yoksa büyüklüğüne ve karmaşıklığına bakıp başat kural ve uygulama merkezi niteliği mi vurgulanacak? İstanbul kültürü ne, kaldı mı? İstanbul'da oturanlar mı kültürü tanımlayacak?Oysa farklı kültürlerin zenginliğinden bahsetmiyor muyduk? “Kültür mozaiği”nden buraya nasıl gelindi? Yıllardır bu “mozaik” ve “amalgam” tartışmaları ötesinde ne yapıldı? Van’dan Diyarbakır’dan Edirne’den vb gelen gençlerin kendi getirdikleri kültür zenginliğini ortaya kim çıkaracak onları mozaik içine gömmek dışında? Kültür politikası İstanbul'daki on-yüz kişinin kafasında hayal ettiği “jakoben” bir politika mı olmalı? (Onların dilindeki 'dörtlü'ye bakmayın siz!)
İki kişi konuşuyor ama onlar konuşurken ben “tek ses” duyuyorum. Onlar da zaten konuşurken birbirlerinin gözlerinde uzlaşmalarını teyid ediyorlar. Faruk Pekin soruları ile misafirlerini düşündürtmeye çalışıyor, nezaket sınırlarını aşmamaya çalışarak.
Kendimi Faruk Pekin’e yakın hissediyorum. Zira Faruk Pekin, yıllardır yaptıkları ile kültür hayatımızın vazgeçilmezlerinden biri; ben onunla gezilere çıktım, onun çalışmalarını takip ettim. (Kültür politikaları üzerine konuşanlar, ülkeyi yönetenler, yılda birer hafta onunla ülkemi ve dünyayı dolaşsalar diye geçiririm içimden.)
En son Faruk Pekin’in liderliği ve rehberliğinde Kore’leri gezdim. Kore’ler yani Kuzey ve Güney Kore’yi.. Onun liderliğinde oraları gezmek istediğim için fırsatı kaçırmak istemedim. Onun gibi bir kültür çınarı ile gezerseniz dine, tarihe, lidere, halka, topluma, aileye, sanata başka gözlerle bakarsınız ve düşünürseniz ANLARSINIZ.
Bu satırları yazmamın nedeni, tüm zorluğuna rağmen Kore’leri ziyaret olanağı sunan kişi, “kültür çınarı”, Faruk Pekin. Yılın büyük bir bölümünü yollarda geçiren Faruk Pekin'in dünyanın her coğrafyasına ilişkin söyleyeceği vardır. Bu kadar ismi, tarihi, ilişkiyi aklında nasıl tutar ve anlattıkları ile gözünüzü açar şaşırırsınız. Onun anlattıkları ile dünyayı, doğayı, sistemleri, kültürleri, tarihi, politikaları ve insanları birbirine bağlarsınız aralarındaki ilişkilerden yeni bir dünya yaratır, ülkenize başka bir gözle bakarsınız. Binlerce Türkiyeli gezgin onun sayesinde hayâlini gerçekleştirmiş, gidilmez denilen coğrafyalara gitmiştir. Yaptığı programlar geziye ayrılan zamanı doldurur, dakiktir. Göstermemişse bir nedeni olduğuna inanırsınız, görülecek olan görülmüştür. FEST, Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı, fotoğraflı söyleşiler, dia gösterileri, çocuklara yönelik Kültür Karıncaları Projesi, Adım Adım İstanbul, Tarihe Yolculuk, eğitim kursları, tv ve radyo programları, kitapları ile gezginlere önce kendi şehirlerini, ülkelerini ve sonra dünyayı tanıma olanağı sağlamış; yeni kavramları gündemimize getirmiş, kültür politikaları için çözüm önerileri sunmuştur. Tatlı sert üslubu ve (artık gitgide azalan) gezi sonunda uçağa giderken yaptığı eğlenceli sınavları(!) ile dönüş yolunda geziyi özetlemesi hoş birer anıdır belleklerde. Sorumlu, dakik, geziye çıkmadan önce hazırlanan, okuyan, not tutan, fotoğraf çeken ve paylaşan, giysileri “ üst üste giyip soyunarak” iklimsel koşullara uyum sağlayan, bavulu “hafif” gezgin tipinin oluşmasına sebep olmuştur. Ayrıca gezginlerin saygınlığını korumuştur. Bu Türkiyeli insanın kazancıdır elbette ama bence Faruk Pekin’in dünyaya armağanı başkadır. O açtığı yeni yeni gezi parkurlarıyla (askeri ya da sivil) farklı yönetimler altındaki halklara dışarıdan bir “soluk” götürmüştür, götürmektedir. Ülkelerinden dışarı çıkamayan halklar, onun açtığı pencereden dünyayı koklamışlar, nefes almışlardır. Misafirlerine, yaptıklarını anlatarak yaşamlarını anlamlandırma olanağına kavuşan bu insanlar, dünyanın unutulmuş bir köşesinde var olduklarını hatırlatmanın kısa bir an sürse de keyfini yaşamışlardır. Pekin, yabancı ülkelerdeki köylülerin bir araya gelerek kendi folklorik gösterilerini düzenlemelerine destek olmuş ve onların danslarına tüm samimiyeti ve coşkusu ile katılmıştır. Onun aldığı keyfi görmek gerek. Tanıdığım bazı gezginlerin o başka yerlerde mektuplaştığı, destek verdiği çocukları, kardeşleri olduğunu biliyorum. Faruk Pekin onlara gönderilenleri taşır yerine ulaştırır. Gezilerde her zaman her şey süt liman olmaz . Faruk Pekin, hasta olan gezginin başucunda beklemiş, ona kan vermiş, gezginleri korumak için copların karşısında kendini siper etmiş, bir anda gurubun karşısına çıkan bir tehdidin karşısına dikilmiş, gezginleri arkasına alarak farklı ceplerinde taşıdığı farklı değerdeki banknotları savurmuştur.
Kültür politikaları üzerinde bitmez tükenmez tartışmaların “havanda su dövme”ye dönüştüğü, her aydın sayılanın kendine ait kültür tanımı yaptığı, “çok bilenin çok olduğu” ülkemde Faruk Pekin yaklaşık 30 yıldır yaptıkları ile “kültür turizm”i kavramını yaratan, besleyen ve uygulayan sayısı az öncüden biridir. Kendisini de eleştirmekten çekinmeyen bir “aydın namusu”na sahiptir.
Bir çoşkulu nehir gibi akan Faruk Pekin’in hayatı, bence içeriğine yakışan “nehir söyleşisi” ile anlatılmalıdır. Eğer yazarsa, anıları, dünyadaki herkes için “başucu kitabı” olacaktır. Zira o anılar dünyanın 60 yıllık değişiminin parlak bir resmi olur. Zira Faruk Pekin belli aralıklarla gittiği ülkeler ve yerlerdeki değişimin yakın tanığı olmuştur. Düşünün bu dönemde dünyada kimler gitti kimler geldi, neler değişti? Satır aralarında belki de ülkelerdeki değişimin ayak seslerini “görürüz” seneler sonra. Eminim ki ülkemizin dünyada tanınmasında onun katkısı vardır. Faruk Pekin, tüm bunları geçmişte ona hiç de anlayışla davranmamış da olsa ülkesine bağlılığı ile, İNSAN’a olan sevgisi ve İNSANLIĞA olan saygısı ile ve de inancını kaybetmeden yapmaktadır. Faruk Pekin, kalbiyle düşünen ve beyniyle gören bir insandır. Bence tüm bunlar, dünya çapında bir saygıyı hak eder. Türkiye’nin ve de dünyanın, “kültür turizm”inin gönüllü elçisi Faruk Pekin’e teşekkür borcu vardır. Bu borcu ödemek aslında "değer”e sahip çıkma anlamındadır. Belki o zaman kültür politikaları tartışmaları gerçek platformuna kavuşur.
Melih Anık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder