5 Aralık 2010 Pazar

Unutmak İstediğim Marat-Sade (2010) – İBB Şehir Tiyatroları

Bazı oyunları severek yazıyorum, bazılarını ise istemeyerek.  “İstemezsen yazma birader, mecbur musun!” , hatta “Yazmasan tiyatro bir şey kaybetmez” daha da ileri giderek “Sen hiç yazma zaten, yazamıyorsun” diyenleri duyar gibiyim. Anlatamadığım da bu zaten. Tiyatro, benim için hayatı anlamanın ve hayata dayanmanın eğlenceli yolu oldu. Bir insanın düşüncelerini de en büyük zenginliği olarak görüyorum. Tiyatro hakkındaki düşüncelerimi yazarken  ikisi bir araya geliyor. Bunu da kendi köşemde yapıyorum. Merak eden okuyor, kopya edip alıyor. Benim sayfama girip olur olmaz laflar edenlerden biri yorum bırakmış : “Sen yazma ,böyle sayfalarca  yazıp benim vaktimi alma.” diye. Duyan da döve döve okutuyorum sanır. Girişi uzatmamın nedeni Marat-Sade’a bir türlü elimin gitmemesinden.

Ne yazacağım? Düşündüklerimi elbette. Yazınca, “Bu  benim oyunum, özgürlüğüm var, istediğimi yaparım, sana ne” diyorlar da “Ben seyirciyim özgürlüğüm var istediğimi yazarım” diyene de “Sen ne anlarsın”dan başka bir şey yazamıyorlar. Anladınız, yavaş yavaş konuya giriyoruz!
büo(Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları)


20 Haziran 1976 tarihli Milliyet Magazin’e(17. sayfa)  bakın !   Büyük Usta Muhsin Ertuğrul’un “1976’nın en büyük, en güzel sanat hareketi “ dediği Marat-Sade var tam sayfa. Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları sahnelemiş. Ben de o yıl büo’daki  son oyunumu (Şeyh Bedrettin Destanı) yapmışım. Marat ve Bedrettin..  İki eylemci ayni sahnede yani.

Marat-Sade, Muhsin Ertuğrul’un himayesinde  Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nda özel bir gösteri ile İstanbul’a tanıtılmıştı. Şimdi yıkılıp yenisi yapılan salonda, geçmişin de yıkılmış olduğunu bu yeni Marat-Sade’ı görünce anladım. Bina yıkılınca “yerlerine saklanan replikler” de enkaz altında kalmış demek ki. Yeniler göremiyor ki “feyz” alsın! 27 Kasım 2010’da yeni Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde Marat-Sade’ın enkazını gördüm. Eminim ki Muhsin Ertuğrul hayatta olsa buna izin vermezdi. Gençlik tiyatrosu diye ne olduğunu kendilerinin de anlamadığı (anlasalar anlatırlardı!) bir “şey” yapanlar Muhsin Ertuğrul’un sahnesini gençlere nasıl açtığını hatırlamazlar elbet.

Büo’daki  Marat-Sade’ı ( Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi , fantazi ve bilimkurgu kitapları uzmanı, müzisyen, yazar) Bülent Somay çevirmiş ve  (Afife Jale ve Sadri Alışık Tiyatro Ödülleri Jüri Üyesi,  9 Eylül Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı eski Öğretim Görevlisi) Cem Duygulu(Çığırtkan), ( Bilim Felsefesi ve Metodolojisi, Nedensellik Kuramları, Sosyal ve Politik Felsefe, Bilim Eğitimi dalında Boğaziçi Üniversitesi’nde Prof.Dr. ) Gürol Irzık ile birlikte yönetmişlerdi. Oyunun müziğini (Yeni Türkü’den müzisyen) Murat Buket (Polpoch) ve (Devlet Tiyatroları’nda Danton’un Ölümü’ni sahneleyen, New York Times’da eleştirileri yayınlanan, müzisyen) Semih Fırıncıoğlu yapmıştı. Oyunun dekoru (Erdal Öz Edebiyat ödülü sahibi ve yazar) Nurdan Gürbilek ve (Mimar Sinan Üniversitesi,grafik bölümünde tasarım okumaları ve sanat ve tasarım kültürü derslerini vermiş sanat ile mimarlığa yeni yorumlar getirmiş, yazar)  Aykut Köksal’a ; lirikler (Kaliforniya Üniversitesi’nde Prof.) Ahmet Palazoğlu’na ait. Corday  (Müzisyen ) Sumru Ağıryürüyen'di.
 Nuri Erbaş(Coulmier) ,(New York Üniversitesi’nde  Prof.) Sinan Cebenoyan(Marat), (Ankara’da öğretim üyesi) Ufuk Serdaroğlu (Simonne), (Toyoto-Sa’nın eski Genel Müdürü ve Sabancı suikastinda katledilen) Halûk Görgün (Duperret), Suat Genç (Roux), Oğuz Peker(Sade), Uğur Aksoy, Fatih Özses, Levent Alpay, Müjdat Pehlivaner, Hasan Bugün, Ayhan Somer, (Garanti Bankası İnsan Kaynakları eski Müdürü) Saide Çerezci, Levent Soysal, (Hunter College’de Prof.) Fatma Ergene Cebenoyan, Refik Telhan, (Yönetici Koçu ve Caz programcısı) Tunçel Gülsoy, Gökhan Ünal, Şükrü Yarcan, İbrahim Çetinbudak (Cucurucu), (Ressam)Serdar Arat(Kokol), Berrin İnanç(Rossignol), müzisyenler Doğan Doğusel (kontrabas), Ferit Ekmekçioğlu (Vurgulular), Ferruh Gencer (trompet), Sabir Yücesoy (Flüt) ve Semih Fırıncıoğlu (Piano, org, akordeon, gitar), Turgut Denker, (Çocuk kitapları yazarı) Fatih Erdoğan, Nursel İçre.
(O zaman hiçbirinin isminin önünde “parantez içi” yok ama olacağından kimsenin kuşkusu da yok! Bu arada büo’nun “kaynağına” dikkat isterim! Sevgili Arkadaşlarım, nerdesiniz ve ne yapıyorsunuz ekler misiniz yazının altına?)

Keşke elimde o günlerden kalan bir video çekimi olsaydı da gösterse idim. Ama Muhsin Ertuğrul’un alkışı da yetmez mi tanıklığa! Ve de Beklan Algan’a ve Şehir Tiyatroları’na edilen teşekkür de mi bir şey söylemez! Oyundan çıktım, fuayede Beklan Algan “ağlıyordu”. Niçin orada kim biliyor?

Bu oyuna “dokunmayı geciktirmek” için karıştırıyorum eski defterleri. Belki bu oyunu görüp,  Beklan Algan’ı ve onun 1968’deki ilk Marat-Sade’ını hatırlayanlar olacak , bu yenisini unutmak için. Hatıralara sığınmak iyi geliyor insana.

 büo “AMATÖR”dü,  SİZ  “Profesyonel” siniz !
Bunca yıldan sonra bu kadar geri mi gitti tiyatro? Karşılaştırma yapabilecek olanlar öyle düşünecek mutlaka.

Oyuncu seçimi yanlış, neresini tartışayım diyeceğiniz bir oyun çıkmış ortaya. Yoruma (?) kim karışır eğer yorumsa.

Aslında bu oyundan sonra İBB Şehir Tiyatroları’nın müzikli oyun / müzikal  yapamayacağına emin oldum.   Ama bunu bilmemek ayıp değil mi ! (Önce Kabare şimdi bu! Lüks Hayat’ı göstermeyin örnek diye bana.) Bırakın Marat’yı Sade’ı, müziklerinden keyif alamadık ona yanarım.

Peter Weiss’in Marat- Sade’ı
Peter Weiss deli olsun olmasın getirmiş herkesi oyuna, sahne hayat gibi. Sade, çürümüş aristokrasi çökerken devrimden yanaydı, bireyciliğine çarpınca devrim, karşı çıktı. Marat şiddet yanlısı eylemci, banyo küvetine bağlandı son yıllarında. Radikal papaz Roux ateşli bir özgürlük yanlısı, ipek donlu Duperret, Girondin milletvekili. İpek donu, burjuva liberalliği ve züppeliğine bir ironi. Corday özgürlük masallarıyla uyutulmuş . Müdür ve hastabakıcılar baskıcı devlet..
Deri hastası Marat paranoyak, Sade sadist bir bireyci, Corday melankolik ve uyku hastası, Duperret seksomanyak . Roux tek “akıllısı” sahnenin. Şarkıcı palyaçolar geçmiş güzel günlerde takılı kalmış. “İhtilal kokusu” var (isterseniz çümbüşü deyin siz) havada.
Sade, Marat’yı yönetiyor. Marat’nın takadı hastalığı arttıkça tükeniyor. Zaten yenilmişti tarihte, oyunda da ölüme yenilecek. Ama bu bireyselliğin galibiyeti diye mi anlaşılmalı?
Sade :“Benim için gerçek, kurduğum düşlerdir” . Marat “Kalem her zaman kılıçtan keskin değil” diyor. İki “aşırı uç” Marat ve Sade. Birbirlerine karşıt olmaları da gerekmiyor. Sade’ın gözünden Marat mı yoksa Weiss’ın gözüyle “Sade’ın gözünden Marat mı?”
Sade “oyun içinde oyun”un yönetmeni. Karşısındakilerin aklını karıştırdıkça keyfinden kendinden geçer, delirir. Kışkırtıcıdır aslında. Güçler çatışır, düşünceler savrulur, hareket ister metin, sahnede. Oyun banyoda geçer, helada değil. Herkesin “temiz”lenmesi gerek. Marat’nın kaşınması ve kanaması eylemcinin kendini acıtması mıdır acaba?
Hangisi gerçek, hastalıklar mı karakterler mi?  Örneğin Marat : gerçekse, şiddet yanlısı ve deri hastası , hastaysa, paranoyak.
Deliler halk değil. Sahne ve salon ayrı. Zaten müdür hitap etmiyor mu “elit” salona ?
Oyunun 3 halkası (Marat, Sade ve Roux) üzerinden ne söylemek istiyor oyun ?
Nasıl da yansı-MI-yor bunlar oyunda ?

İBB Şehir Tiyatroları’nın Marat-Sade’ı
Neden bu kadar “akıllı” Marat(Yıldırım Fikret Urağ), sanki eylemden yeni gelmiş gibi,  paranoyak değil miydi ? Yemin mi  etmiş yüzünün bir çizgisini oynatmamaya? Ya şiddet ! Paranoya ?Diyelim ki umursamadınız cildinin kaşınmasını, kanamasını , teknenin içinde ne arıyor Marat? Yok yok tekne duracak ama Marat hareketsiz oturacak , yorum bu ! Şahane !
Ya da rahip Roux(Ali Mert Yavuzcan), neden akıl hastalarını (yoksa seyirciyi mi?) örgütlermiş gibi? Neden Roux hak ettiğini alamıyor oyunda?
Neden Sade(Murat Garipağaoğlu) bu kadar “normal” o kadar delinin arasında? Kırbaç varken Sade’in hayatında, neden kemerle dövdü kendini, (Kerbela’dan mı gelmiş), “erdemle kırbaçlanacak” yerde? Nedeni ayni : yorumda şaşırtmaca! Neden Sade bağırıyor çığlık çığlığa, detone olurcasına ? Neden oyunda o kadar akıl hastası var sahnede,  müziğe katkı vermeyeceklerse ?  8 hastabakıcı neden polis gibiydi ve şarkılarda neden hepsi sahnede değildi ?  Kalabalık yapmak için mi “sözleşildi” ?
Sahne tasarımı(Barış Dinçel) diye 1 giyotin , 3 pisuvar, 4 klozet, 4 küvet teknesi ve metrelerce boru kaça mal oldu acaba? Gene “gözü” amaçlamış bir Barış Dinçel tasarımı “öz” yok olmuş. Seyirci ve salon ayrımına bir baksa keşke. “Umumi tuvaletin” işlevi ne?  (Ben İBB Şehir Tiyatroları için bu yılı “küvet yılı” olarak ilan ediyorum. Nerdeyse küvetsiz oyun ve başı küvete sokulmamış oyuncu yok!(J))  Çok inceden, “ortamın(hangi?) WC hali”ne gönderme yapıyormuş gibi,  Marat’nın Sade’ın, Roux’nun sözleri üstüne mi çekilecek rezervuar ?  Yoksa hastaları tiyatro terapisi ile iyileştirdiğini “şov olsun” diye göstermek için “elit sınıfı” bir araya toplamış müdür, bu pisliği mi göstermek istiyor misafirlerine? Metafor mu, gerçek mi, yoksa ne?  
Giyotinin düşmesi bile “öyle” bir anlatım işte! Ey mizansende tutarlılık, nerdesin !
Neden şarkılarda bu kadar çılız ses çıkıyor ve neden koreografi YOK?  En önemli hareket, şarkıcılar önce sağa sonra sola, sonra gene sağa. Elele “bezirgân başı”, “tek sıra manga”.  Sadece Corday(Özge Özder) yatsa neyse, repliği olmayan yatıyor sahnede.. Neden dans edemiyor oyuncular? Neden coşku oluşmuyor sahnede. Neden replik bekliyor oyuncu oturduğu köşesinde “söylesem de gitsem” diye.
İzler taşısa da , Peter Brook’un “The Royal Shakespeare Company” deki prodüksiyonunu beklemiyordum  ama hiç değilse büo’yu aşsaydınız be canım!

Nafile Nafile…
Yazar(Peter Weiss) yazmış, yönetmen (Ragıp Yavuz) yönetmiş, bize de “hani bana” mı kalıyor? Konu  zaten karışık. Oyun içinde oyun ! Tiyatro adına daha da zor çünkü oyuncu, rol ve akıl hastalığı bir arada. Ne zaman rol, ne zaman oyuncu öne çıkacak  ve ne zaman hastalık bulaşacak role? Öznelci Sade, eylemci Marat nasıl karşılaşacaklar ve bu arada ne kadar tarih olacak oyunda? Her ikisi de birleşiyor “eylem”de. Tarih nasıl yansıtılacak ülkeye ve zamana ? Roux ‘nun rolü neden algılanmıyor oyunda?
Zehra İpşiroğlu’nu da mı okumadınız? (“Tiyatroda Devrim”)
Tiyatro açısından daha da zor bir durum. Gerçeküstücülük,  vahşet tiyatrosu yoksa Brecht’iyen bir yaklaşımla mı mesafesini ayarlayacak yönetmen oyuna? Oyuna izin veren müdürün  sahnede olması nasıl açıklanacak? (Brook da öyle yapmıştı diye mi?) Ya kaçan deli, seyirci arasına? Allahtan yakalandı(?), ya yakalanmasaydı?(J)
 Sonunda müzik kutusu çalarak oyunu bitiren kız neden salıncakta oturdu oyun boyu? Deliliği çılgınlaştırmayıp “Sizi gerdik sakinleştirelim” mi dediniz oyun sonunda? Böyle giderse olsa olsa  Marat romatizma, Roux nezle olur sonunda.(J)

“Yönetmenin canı  öyle istedi” ise cevabınız ,neden bilet satıp seyirci çağırdınız bizi , oynasaydınız ya arkadaşlarınıza !

Herkes ayrı havada. Tam kadro bir arada prova yapmamış, oyun günleri bir araya geliyormuş  ve herkesin başka derdi varmış gibi. Sanki maaşını alamamış, aklı dizide kalmış, kadroya geçmeyi bekleyen, bütçesi onaylanmamış, kadrosunu ya da rolünü beğenmemişler, hepsi bir arada. Ne şanssızlık!   (Yeşim Koçak , Çağlar Çorumlu, Selim Can Yalçın ve Ali Mert Yavuzcan’ı ayırıyorum)
Artık siz bulun Marat ve Sade neden buluşmuşlar Charanton Akıl Hastanesi’nde. Neden öldürüyor Corday, Marat’yı oyun sonunda?   Oyuna 30 dakika önce gidin alın okuyun oyun kitapçığını. Çaba sizden gelecek, anlatmak derdi yok ki oyunun!  Okusanız bile sonuna kadar dayanır mısınız bilmem !

Kendi gözünüzle görün “enkaz”ı ve isterseniz hakaret ve küfür etmeden önce konuşun arkadaşınızla. Belki konuşarak bulursunuz  doğru yolu, “yorum”lamadan önce..

Okuyucunun tahammülü yok “arial 12” puntoyla 2 sayfadan fazlasına  . Gene aştım galiba sınırı. Ama bazısı, kısa da yazsam anlamayacak nasılsa.

Hayalimdeki büo’nun Marat - Sade’ını silmesine izin vermeyeceğim bu yeni Marat- Sade’ın.
Anılarıma bulaşmaya ve yıkmaya ne hakkınız var be canım !

Tek çare, sizi unutmak…

Çalışacağım !

Melih Anık

Not :
 “Sen büo’76 da kalmışsın” diyenlere cevabım : Ahh siz de kalsaydınız keşke!

O zamanlarda bir LP vardı ortada.. Şimdi ise gir internete gör kaç çeşit Marat-Sade var dünyada.

Haber bağlantısı:
http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/GununYayinlari/IoPqzC3dnw6H8YWnC4vlZA_x3D__x3D_)  


Not: 10 Ocak 2011



"Bütün mesele, kendini saçından tutup yükseltebilmekte ve dünyaya yeni bir gözle bakabilmekte" diyor Marat.

Turgut Uyar'ın dizeleri aklıma geliyor :  "Saçlarımı hep kestim tutacak kadar kalmasın dedim / çünkü bir başkaldırma ancak saçlarından tutulur" 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder