16 Ağustos 2010 Pazartesi

ÖKM (Öğrenci Kültür Merkezi) ve AKM (Atatürk Kültür Merkezi)’ni Kurtarmak

Bir süredir  İstanbul Üniversitesi  Öğrenci Kültür Merkezi ‘nin (İÜ ÖKM) kapatılması haberleri gündemde. Haber ve  yazıları , sanat ve tiyatro sitelerinden  takip ediyorum.

En son bir öğrencinin,tiyatro grubu üzerinden gönderdiği ,sanatseverlerden destek isteyen mesajını aldım , “şenlik” şeklinde geçecek ve “şarkılı türkülü” bir eylemi haber veriyor. (Biraz garipsedim ama gençlerin bir bildiği vardır. ) Bana gelen mesajda “ÖKM’yi kapattılar” diyordu. Önce anlamadım , kapatılan ne ?  Bina mı , faaliyetler mi ? 

Kendisine mesaj gönderdim ve  sorular sordum. Verdiği cevaptan , İÜ’nün kamuoyuna yaptığı duyuru ve  diğer okuduklarımdan çıkardığım özet aşağıda :
 Üniversitenin   yerleşkesinde , 20 yıldan beri 20 kulübün kullandığı bir kültür merkezi  varmış ve  üniversite yönetimi  kulüplerin kullandığı binayı uzaktan eğitim merkezi ve açık öğretim fakültesi  olarak kullanma kararı almış . Böylelikle okulun geliri artacakmış.  Sayıları 300'ü aşkın ve bir kısmı kağıt üstünde var olan, hatta kapatılmış veya yıllardır hiçbir faaliyette bulunmayan kulüpleri  aktif olanlardan ayırmak ve en önemlisi öğrenci kulüplerini çağdaş anlayışla yönetecek bir "Öğrenci Kulüpleri Yönetmeliği"ne kavuşturmak için yapılan çalışmalar sonuçlanmış.

Bu yönetmeliğe öğrenci kulüplerine mali özerklik sağlamak amacıyla ilk kez kulüplere mali destek sağlayan bütçe konulmuş. Yönetmelikte yer alan yeniden yapılanma kapsamında ÖKM binasında bulunan tiyatro salonu göz önünde bulundurularak "Tiyatro Kulübü" dışındaki diğer kulüplerin ÖKM binası dışındaki yeni mekânlara taşınmasına karar verilmiştir. Bu yerlerin ön incelemesi sonuçlanmış olup faaliyete devam etmek isteyen kulüplerin sayısı belli olduktan sonra öğrencilere  tahsis edilecekmiş.
 Ama , İstanbul Üniversitesi içerisinde fakülteler arası geçiş yasağı olduğu için, eğer kulüpler fakültelere dağıtılacak olursa  farklı fakültelerden olan kulüp üyeleri içeri giremeyeceklermiş.

ÖKM  içerisinde sinema,  tiyatro, drama, ebru, fotoğrafçılık, müzik, felsefe, edebiyat, sosyal araştırmalar , dil , halk bilim, bilim ve fantezi gibi 20’ye yakın kulüp varmış. Çeşitli gösteriler, oyunlar , seminerler ile  öğrencilerin  gelişmesine katkıda bulunan çalışmalar düzenlenmekteymiş.
3 katlı bina içinde 150-200 kişilik bir sinema salonu ve bir ona yakın kapasiteli tiyatro salonu , 20 ye yakın kulüp odası varmış ve içinde 20-30 civarında kulüp bu binanın olanaklarından yararlanıyormuş. Sinema salonun zemini ve tiyatro sahnesinin ışıklandırma ve ses sistemi bu yıl içinde yenilenmiş.

 Doğrusunu isterseniz konu gündeme düşmeden önce ben böyle bir merkez olduğundan haberdar değildim . Öğrenince , sorularla düşünmeye başladım : 20 yıldır “orada” olan bir merkeze giden , kullanan kaç kişi ? Dışarıda kalan 280 kulüp ne yaptı ? Bu sayı normal mi ? ÖKM nasıl bir binadır ?  Nasıl ayakta tutulur ? 70000 kişinin dağılmış bir şekilde okuduğu bir üniversitede bir tek kültür merkezi mi var ? Orada  kimler gösteri izledi, sahneye çıktı , sergi açtı , konferans verdi , seminer, panele katıldı  ? Oradan yetişmiş sanatçı var mı ?  Kulüplerin internet sayfası var mı ? Oraya nasıl gidilir ?

Öğrenciler , canları yanıp konuyu gündeme getirince haberdar olduk . Destek mesajları yazılmaya başlandı . Destek mesajlarını ve olay hakkında yazılanları okuyunca , üniversite yıllarım boyunca  tiyatro yapmam ve bir süre de tiyatro kulübü başkanlığı sorumluluğu taşımış olmamdan kaynaklanan tecrübeme ve daha sonraki değerlendirmelerime dayanan  düşüncelerimi paylaşmak istedim.  

Öğrenci olduğum 70’li yıllar bize “zor” yıllar olarak görünmüştü ama “şimdi”yi yaşamamıştık. Bizim şansımız, öğrencinin eğitiminde ve yaşamında kültür ve sanatın önemine inanan bir geleneğin  içinde olmamızdı.  Okuldan yetişmiş profesyoneller , sanat aleminin  gözde isimleri idi. Öğretmenler de o “ekol”ün içinden gelmişlerdi . İçimizden mühendis tiyatrocular , ekonomist ressamlar , işletmeci folklorcular vb çıkmıştı.

Okulumuzda öğretmenler ile ayni sınıfta , sahnede , sahada , pistte , kafede  kıyasıya  tartışıyorduk ; birlikte kafa çekiyorduk  ;  odalarına randevusuz, kapıya vurmadan  girebiliyorduk. Ne söylediklerimiz ne de yaptıklarımız  sorun yaratıyordu . Ama herkes birbirine saygılıydı. Herkes biliyordu “durması” gereken yeri .

Oyunlarımıza karışmadılar. Sahnede  ne “devrim”ler(?)  yaptık. Türkiye’de belki de ilk , sahnede “semah” döndük . Omuz omuza olduğumuz arkadaşımızın kökenini sormadık, bilmedik , umursamadık.  Kökenimize  göre ayrışmadık.

Oynadığımız oyun, döndüğümüz semah , söylediğimiz türkü ,  çıktığımız dağ , indiğimiz mağara , çektiğimiz fotoğraf ile tanıdık kendimizi ; ülkemizi , insanımızı sevdik .Bunlar olmasaydı , “yönetici, mühendis, ekonomist, işletmeci, politikacı ” olurduk gene.  Ama “yarım” kalırdı bir yanımız. Bilmeyen için fark etmez çünkü onlar öylesini bilmiyorlar ki !

Şimdi bir sosyal görev çerçevesinde okula gidiyorum . Çok şey  değişmekte , görüyorum, anlamaya çalışıyorum . Bugünün üniversitelerini bilmeden ezberimdeki çözümlerin  işe yaramayacağını biliyorum .  En önemlisi o zaman “öğrenci “idim şimdi “baba”yım.

Emin olduğum bir şey var . İkisi de kültür ve sanat paydasında ortak ise de  ÖKM ile AKM’(Atatürk Kültür Merkezi)  sorunları ayni değildir. Bu nedenle AKM’yi algılar gibi  ÖKM’yi algılamamak gerekir.  Kaldı ki AKM’deki mücadele yöntemi ne kadar örnek olabilir , takdiri size bırakıyorum. (Kelin merhemi meselesi)
ÖKM’leri ilgilendiren olaylarda muhalefet ve mücadele yöntemi “özel” ve “özenli” olmalıdır. Çünkü öznesi “özel”dir , ilgilendirdiği alan , mücadeleyi verenlerin kişilikleri ile sınırlı değildir . Arkada, çocuklarının “kazasız belasız” okullarını bitirmesini ve “adam” olmasını bekleyen aileler vardır. Kendi çocuğunuzun yapmasını istemeyeceğiniz bir şeyi başkasının çocuğundan istememek gerekir. İşte bu yüzden onları “desteklemek” de dikkat  ister . Konunun her yönüne “vakıf” olmadan verilecek destek  yanlış algılanabilir. Destek vereceğim derken  onları sonu alınamayacak eylemlere teşvik etmemek gerek.  

Aslında onların mücadelesi  de  eğitimin bir parçasıdır.  Ve ancak mücadeleyi verecek olanlar, bir araya getirebilecekleri  güç  ,yaratacakları sinerji  ve oluşturabilecekleri taktik ölçüsünde başarılı olabilirler.  Bazen başarısızlık da başarı sayılabilir. Zira süreç , sonuçtan daha önemlidir.  “Koyma aklın” da yararı yoktur.
Üniversitelerde bir kişi bile ilgilense ÖKM’nin var olması gerektiğini  düşünüyorum  ;  sorunun , sayısal olarak tartılmasına karşı olmakla beraber sayıların da bir anlamı olduğuna inanıyorum .
İÜ’nün öğrenci sayısı yaklaşık 70000. Bu  70000  öğrenciden kaçının haberi var , kaçının yolu kültür merkezinden geçmiştir acaba ?  ÖKM’nin kapatılması karşısında “duyarlı” olacakların ve tepki göstereceklerin sayısı nedir ?  Neden şimdiye kadar her fakültede en az bir kültür mekânı yaratılamamıştır ? Şu andaki haliyle mevcut Kültür Merkezi’nin işlevi tatmin edici midir ?   

Okullarda verdiğim seminerlerde öğrencilere sorarım  :  “Ne okuyorsun , hangi oyunu, filmi gördün? Hangi konseri ,sergiyi  izledin ?” .  Okuyanı var , göreni  var ; okumayanı, görmeyeni çok!   Okuyan, görenlerin hiç biri (evet “hiç biri”) yazara , sanatçıya , yönetmene , oyuncuya tek kelimelik mesaj atmamış  , ”beğendim/beğenmedim” dememiş.  Oy vererek kendi bölgesinden seçtiği  milletvekillerinin kim olduğunu bilmiyor , herhangi birine mesaj atmamış. (“Abiler,ablalar,amcalar teyzeler” faklı mı?) Hepsi de  bilgisayar başında “canavar” !  Şimdi kendilerini ilgilendiren bir olayda istedikleri  “katılım” ,  aslında “yurttaş” olmanın bir gereği .

Bu içine doğduğumuz ve yaşamaya çalıştığımız kültürel atmosferin  sığlığındandır , toplumsal düşünce tarzımızın, hayatımıza yansımasıdır.

Temelleri ise daha derinlerde. Çocuklar ve aileler bu üniversitede öğrenci olmayı seçerlerken kültür merkezini sormadılar  .  Oluşması için uğrunda mücadele etmedikleri , hazır buldukları, tercihlerini etkilemeyen bir ihtiyaçtan mahrum kaldıklarında  itiraz ediyor , mücadele ediyorlar, geri almaya çalışıyorlar . Ama var olan daha iyi nasıl olur diye düşünmediler ,  “sahip” çıkmadılar.

Bir şeyi kaybediyorsanız o “sahipsiz” olduğu içindir. (Kullanmak, “sahip olmak” demek değildir.) Kaybolduğu anda “sahiplenmek” için çok geçtir.  Artık daha çok “giden geri gelmiyor” .  Bildiriler , birlikte çekilen halaylar boşuna  oluyor çoğu zaman .  Güzel günlerde “orada” , “hep beraber” şenlik halayları çekmedik , türküler, şarkılar söylemedik  , sesimizi kokumuzu “çakamadık” diye olmasın !

 Sorun bakalım  :  kim “sahiplenmiş”  orasını ? “Sahibi” olsa , kim olursa olsun bu kadar kolay kapatılabilir miydi ? Yer ihtiyacı olunca akla ilk “orası” gelir miydi dersiniz ? Ya yeni gelecekler , “uzaktan ve açıktan “okuyacak olanlar ! “Umur”larında olacak mı üstünde oturdukları yer aslında kültür merkezi kalıntısıdır ? ( Kesilen ormanın  yerine yapılmış villalarda oturanlar sormuyor ,  ama belki onlar sorar(mı?))
ÖKM’ler ,  eğitim alanı içindedir ve tarafları (arkalarındaki eğitim sistemi ile birlikte) öğretmen ve öğrencilerdir . Her iki taraf da gidişatın yönlendirilmesinde doğrudan yetkili ve etkili değildir . Sorarsanız,  “öğretmenlerin çoğu da ÖKM’nin kapatılmasına “karşı”dır. Ama ‘emir yüksek yerden’ gelmiştir. “Yönetici” olunca sorumlulukları değişmiştir. Aslında onların da “desteğe” ihtiyaçları vardır.Hem ÖKM KAPATILMAMAKTA, sadece yeri değiştirilmektedir. ”

 İstanbul Üniversitesi , dünyada İlk  500 ; Asya/Pasifik bölgesinde bulunan Üniversiteler arasında ilk 100 içinde ;  Türkiye’den sıralamaya giren tek üniversite olmakla övünüyor.  Değerlendirmede “kültür merkezi”niz  var mı diye sormuyorlarsa  dünyada kültür merkezi olmayan üniversite kalmadığı içindir. Kimsenin aklına gelmiyor bu konuyu değerlendirme kriterlerine dahil etmek .  Zira dünyada ,  kültüre ve sanata  değer vermiyorsan akademik faaliyet  yeterli sayılmıyor ! Bizde kimse aldırmıyor ama dünyada ,  öğretim üyesi olmak için kültür ve sanat şart. Dünyada,üniversitelerin kültür ve sanat merkezleri,bulundukları şehrin önemli merkezleri durumunda ve işlevleri okulla sınırlı değil. Bizim konservatuarların bile öyle bir sahnesi yok.(Onları da bir gün kapı dışarı ederlerse onlar da destek verecek sanatsever aramaya başlarlar!)
Aslına bakarsanız üniversitelerin kültür merkezleri şehre mal olsa, bu yöneticilerin de yükünü azaltır.

Tarihi “1 Mart 1321’e kadar uzanan”(Türk araştırmacılara göre 30 Mayıs 1453) 18 Kasım 1933’de “ilk ve tek üniversite” olarak eğitime başlamasından  bu yana uzun  yıllar geçtikten sonra İstanbul Üniversitesi’nin bugün hala kültür meselesini çözememiş ,kurumsallaştıramamış olması da hüzün vericidir .    

Bizdeki yöneticiler , sürekli  “akademik sıralama ve bütçe” ile meşgul oldukları için  “kültür”ü gözden kaçırmışlar , kültür merkezini  de “bina” sanıyorlarmış  demek ki .  Onlar ,   muhtemelen  gençken tiyatro , ebru yapmamış , resim , müzik ile uğraşmamış ,  fotoğraf sanatını ciddiye almamış ,felsefe ile ilgilenmemiş   yani benzeri bir kulüp faaliyetine katılmamış ama “büyüyünce”   yönetici olmuşlar. Katılmış olsalar kültürel faaliyetlerin değerini ve anlamını bilirlerdi mutlaka. Yapmış olanlar varsa , onlar da sessiz sedasız derslerine  girip çıkıyor, toplantılarda el kaldırıyor herhalde . Başına dert mi alsın canım ! Onları  görünce siz de tiyatro falan yapmayın diye geçiriyorum içimden. Yaparsanız “başarılı (?) yönetici” olamazsınız.

Ama o yöneticilerin de çocukları vardır, olacaktır bir gün elbet. Belki bir ikisi , anne babasından farklı olur da kültürel ve sanatsal  bir faaliyet yapmak isterse, yani olur da “armut dibine düşmezse” ,  anne babasının yönettiği  okula gitmesin , çünkü “akademik” olarak ilk 500 de ama -önümüzdeki  resme göre- “orada”,  “kültür”, “mültür”dür ve sanat ise hak getire ! 

 Her şeye rağmen “halâ bir umudum var”.  Bu olaylardan sonra bürokratik zorlamalar nedeniyle, Kültür Merkezi  ,  eski işlevi ile kalamayacaksa   , kulüpleri fakültelere dağıtacak olan yönetim , sorumluluklarını ve görevlerini hatırlayıp  ; “ ”öğrenci odaklı üniversite" anlayışına uygun olarak" barış ve huzur içinde eğitim ve kültür- sanat faaliyetini sürdürmek isteyen, bu alanda üretimde bulunmak isteyen İstanbul Üniversite’li gençlere kapılarını daha da açmaktan duyduğu mutlulukla”  her fakültede öğrencilere rahatlık  ve yer verir ; kulüpler oralarda yeniden yeşermeye başlar  ve daha da güçlü olarak geri dönerler. Yeni yeni kültür merkezleri ile pek çok merkez  buluşma ve gösteri mekânı , eskisinden daha da etkin olarak öğrencilere ve de şehrimize katkı sağlar.  “Tarihi çok eski” İstanbul Üniversitesi’ne yakışan da budur.

Öğrenciler bu ortamdan yararlanarak kendilerini ilgilendiren yönetmelik , yerleşim ,bütçe dahil ilgili konularda örgütlü ağırlıklarını koyarlar ; yöneticiler de öğrencileri ile iletişim içinde kol kola çalıştıklarını göstererek  önce kendi çocukları sonra da kamunun gözünde yeniden itibar kazanırlar , kim bilir!
Kendilerini alkışlamaya hazır olduğumu belirtirim .

ORTAK PAYDA

ÖKM ve AKM olayının ortak paydasında gördüğüm şudur :  benim ulusumun mayasında (isterseniz kaderinde deyin) “elden çıkanları”  geri getirme gayreti var . Hep “kurtarma”ya çalışıyoruz.  Bilinen örnekleri hatırlatayım :Emek Sineması , Atatürk Kültür Merkezi , Muhsin Ertuğrul Sahnesi . Ayrıca doğadan kurtardıklarımızı bürokrasiden kurtarmamız gereken durumlar , en önemlisi toplumun üzerine kurulduğu  temeller var. Tüm çabalar “elden çıkmasın” diye.  Oralar ,“elden çıkmasa”  ve yeniler  açılsın diye çaba harcansa  iyi olmaz mı ?

 “Tasada,sevinçte ortak”  ulusun bir yurttaşı olduğumu hep “tasa” tarafında hissettim nedense. Bunda “arabesk”in rolü var mıdır dersiniz ? (Bir de Fazıl Say’a kızıyorlar !  Her yanımız arabesk ! )Sanki ölümlere direnmeye yazgılıyız . Neden “yaşam”  hayatımızın önceliği olmuyor bir türlü ?

Olumlu olanı sürdürmek ,  olumsuza karşı direnmekten daha kolay , daha az enerji gerekiyor aslında. Yıpranma da yok denecek kadar az .  Zira “yaşatmaya çalışmak” eğlenceli bir iş. Bu kadar olay yaşadık ama öğrenemedik bir türlü. Ders de almıyoruz, var olanlara sahip çıkmaya başlasak ya!

AKM de işte bu nedenle kapalı .Çünkü “yaşatmayı” bilemedik .(Yapmayı da ,korumayı da bilememiştik  zaten!)Doyasıya halay çekemedik orada “hep beraber”!Şimdi kapalı kapısının önündeyiz “hep beraber”, halay çekmek için !

“Bordrolu – kadrolu- sanatçı yöneticiler“ , belli günlerde belli saatler için kapıların açılmasını, sahneye çıkılmasını yeterli gördü de ondan. Sanatseverler(?) “ne yapsak da her metrekaresini her saniyesini doldursak” diye düşünmedi  de ondan!   Duvarına , döşemesine “çakılmış” sanat eseri yoktu,bir ünlü sopranonun “ayak izi” bir oyuncunun “el izi” yoktu da ondan ! Müzesi , kütüphanesi , müzik odası , sergisi, halka sanat öğreten kursu yoktu da ondan ! Ona, “göz bebeğimiz” gibi bakmadık da ondan ! Kapıları ardına kadar “açık” değil de ondan . ”Ayağı alışmadı sanatseverin(?)”.  “Sanatsever” yetiştiremedik de ondan!   

Bu tür olaylarda “sanatsever”lerin hatırlanması ve onlardan destek istenmesi güzel ama bir sorun var. Sanatın açmazı da bu noktada başlıyor zaten. Bir gün kendine destek olacak insanları önce “sanatsever” haline getireceksin ki onlar  sana günü geldiğinde “sanatsever” olarak destek olsun.  Sor bakalım kendine ,  yeterince sanatsever yetiştirdin mi diye . Yoksa “hazır” “sanatsever” mi bekliyorsun ?  Ama sanat ve sanatçı da düzenin bir yansıması ise ne yapacaksın ?

Sanat eserini , sanatçının kendisi korumaz , halk korur. Ve halk artık işine yarayanı koruyor maalesef. Ne kadar çok kişi o merkezden yararlanmış olsa şimdi kapısında o kadar çok kalabalık görecektik . O kadar çok mesaj atılacaktı yönetenlere , “AKM açılmazsa  oy istemeye gelmeyin” diye.

Benzer gibi görünse de  ÖKM ile AKM’nin  “sahiplenilmesi” arasında fark var . İşlevleri  farklı , kullananı , önemi farklı ,”açık” olmasının anlamı farklı . Mücadelenin yöntemi  farklı .  Olayları doğru değerlendirip taşları yerine oturtmak ve sorumluluğun bilincinde  olmak gerek . Özellikle içinde “evlâtlar”ın olduğu olaylarda 10 kez daha duyarlı olmak gerek.

Ama bir gerçek var ki işin özü de bence o  :  Beton değil  ‘insan’dır binayı ,toplumu ve sanatı ayakta tutan !  Ve insana olan inancımız yarına olan inancımızın kaynağı ve garantisidir . “Evlâtlara” bunu  anlatabilirsek ne mutlu bize!
  
Melih Anık

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder