Duru Tiyatro “Bana bir Picasso Gerek” isimli oyunu oynuyor.
Her şeyden önce Emre Kınay’ın İstanbul’a yeni bir tiyatro mekanı kazandırma gayretini alkışlamak istiyoruz. Umudumuz ve dileğimiz Emre Kınay’ın çıktığı bu yolda pişman olmamasıdır.Daha gerçekçi bir söyleyişle dileriz onu pişman etmeyiz.
Oyun 2008 Afife Jale Tiyatro Ödülleri’nde En Başarılı Kadın ve Erkek Oyuncu; 2008 Sadri Alışık Tiyatro ödülleri’nde En Başarılı Kadın Oyuncu; 2008 Lions Tiyatro ödülleri’nde En Başarılı Erkek Oyuncu ve En Başarılı Dekor Tasarımı dallarında büyük ödülleri almış.
Yeni bir mekanda, ilk oyunun ödüllere boğulması iyi bir şanstır.Her zaman iyi ve güzelin takdir edilmesi bu kadar denk düşmez. Duru Tiyatro’nun bu şansı yarattığına ve de iyi yönettiğine inanıyoruz.
Oyunu Arif Akkaya yönetmiş. Kınay-Akkaya işbirliğinin başarısına , Amelie Nothomb’un bir romanından sahneye uygulanan “Kara Sohbet” İsimli oyunda daha önce tanık olmuştuk.
Sanıyoruz bu işbirliğinin başarısında her iki tiyatrocunun da disiplinli kişilikleri ve de tiyatroya olan saygıları önemli bir yer tutmaktadır.
Bu vesile ile belirtelim ki “Kara Sohbet” ,tadı damaklarda kalan bir oyundur ve mutlaka yeniden seyirci ile buluşturulması gerekir.
Oyunun Adı
İsmi orijinalinde “A Picasso” , kitap kapağında “Bir Picasso Lütfen” olan oyun Bursa Devlet Tiyatrosu’nda da ayni isimle sahnelenmiş. Oyunun tercümanı Şükran Yücel, Arif Akkaya’nın önerisi üzerine oyunun Duru Tiyatro’da “Bana bir Picasso Gerek” ismiyle oynanmasına izin vermiş. Arif Akkaya’nın önerisinin çok yerinde olduğunu düşünüyoruz.
Zorda kalmış bir insanın karşısındakinden ricası, “Bir Picasso…..Lütfen” , doğru tonlama ile oyunu anlatan bir isim olabilir. Eğer vurguları doğru yerlere koymazsanız , “Bir çay lütfen” deki anlama kaçması çok kolaydır. “Bana Bir Picasso Gerek” ise tek taraflı bir niyetin belirtilmesidir.Bir kafaya takmışlığı ima etmektedir ki oyundaki karakterin ağzına da çok yakışmaktadır. Tablo piyasasındaki koleksiyoncu jargonuna da çok uygun. Öte yandan oyun hakkında ön bilgisi olmayan bir kişi için oyun ilerledikçe anlam kazanan bir ifade olmaktadır.
Arif Akkaya’nın bu değişiklik önerisinin Şükran Yücel tarafından da kabul edilmesi iyi bir işbirliğine örnektir. Her ikisini de kutlarız.
Bu konu üzerinde duruşumuzun nedeni yönetmenin ayrıntı gibi görünen bir konuda gösterdiği titizliği anlatmak içindir.Bu titizlik oyun içinde pek çok noktada kendini göstermektedir.
Yazar
“Jeffrey Hatcher,son yıllarda oyunları en çok sahnelenen Amerika’lı oyun yazarlarından biridir. “Bir Picasso Lütfen” 2003 yılından bu yana Amerika’da en önemli tiyatrolarda en seçkin oyuncular tarafından yüzlerce kez sahnelenmiştir. 2003 Barrymore En iyi yeni Oyun Ödülü’nü kazandı.”( Şükran Yücel’in kitaptaki ön sözü)
“Sahne Güzeli” oyunun da senaristi olan Hatcher’in en dikkat çekici özelliklerinden biri zekice diyaloglarıdır. Sahne Güzeli’nde gerçekten yaşamış olan bir aktörle o yıllarda Londra’da sahneye ilk çıkan kadın olduğu pek çok yazar tarafından kabul edilen Margaret Hughes arasındaki “olası” bir ilişkiyi eğlenceli bir şekilde kurgular. “Bana Bir Picasso Gerek” de tarihsel olarak bilinen bazı olayların üstüne zekice kurgulanan kurmaca bir hikayedir.(a.g.e.)
Hatcher ayni zamanda “Casanova”(Lasse Hallstrom) “Secretary” (Steven Shainberg) “Boys Don’t Cry”(Kim Pierce) ve “Columbo” ve “E!” İsimli TV dizilerinin senaryo yazarıdır.
Oyun
Oyun, Paris’in işgal edilmesinden bir süre sonra 1941 Ekim’inde geçer.Picasso her zaman gittiği kafeden alınarak sorgulanmak üzere , Gestapo’nun mahzenine getirilir.Picasso’yu sorgulayan genç ve güzel bir kadındır.
Kadının amacı , Gestapo’nun elinde tuttuğu Picasso resimlerinden en az birinin “Gerçek Picasso” olduğunun birinci ağızdan kanıtlanmasını sağlamaktır. Kadının sevdiklerinin güvenliği bunun başarılmasına bağlıdır. Picasso için ise durum, işbirliği yapmayacak olursa, hayat memat meselesidir. Picasso resminin Gestapo tarafından yoz sanat örneği olarak yakılacağını anlayınca işbirliğini reddeder. İki kişi arasında oyun boyunca devam eden bir psikolojik savaş başlar. Oyun iki kişi arasındaki incelikli bir tahtıravalli dengesine döner.(a.g.e den özet)
Gestapo ve Picasso hakkında kabul gören anlayış(tarihi gerçekler) bu oyundaki tezin önündeki en büyük engeldir. Zira Gestapo kötü bir iş yapmak için mutlaka birinci ağzın tanıklığına ihtiyaç duyacak , kendini tarihe karşı hesap vermek durumunda sayan bir teşkilat değildir. Picasso da sanatın baş vermez savaşçısı olarak çok da inandırıcı durmamaktadır.
Picasso
Picasso 1 ve 2. Dünya Savaşları ile İspanya İç Savaşlarında bir tarafı tutmayı reddetmiştir.Çağdaşları tarafından bu pasifist tavır onun prensiplerden ziyade korkaklığı ile anlatılmak istenmiştir.The New Yorker onu,arkadaşları ölürken oturan bir korkak olarak tanımlamıştır.
Öte yandan Franco ve Faşistlere karşı eline silah almamış bile olsa onlara olan öfkesini açıkça ifade etmiş; Katalan bağımsızlık mücadelesinde de taraf olanlar ile dostça bir yakınlık içinde olmuştur.
Eşlerinden biri olan Francoise Gilot tanıdığı en despot, en hükmedici, en kaprisli ve en sadakatsiz adamla 10 yıl niye yaşadığını anlayamadığını yazar. "Kadınlar paspas gibidir" diyen ve paspas gibi kullanan Picasso feministlerin gazabına uğramamıştır.
Picasso resimlerine çok bağlıdır, bazen yüzbinlerce dolar ödemeye hazır galeri sahiplerini eli boş yollar. Sevdiği eserleri satınca huzursuz olur, hiç yoktan kendini hırpalar.
Alkollüyken eli açılır, resimlerini masa arkadaşlarına dağıtır. İşte böyle bir karambolde tablo kapan bir uyanık, eseri satmaya kalkınca üzerinde imza olmadığını fark eder ve tekrar Picasso'ya koşar. Usta imza koymak yerine "bu sahte" der, topu taca atar. Adam kıvranmaya başlar, "ama nasıl olur? Filanca gün, filancanın yanında, siz, şahsen, bizzat..."-Ne yani... Bir sürü taklitçi sahte Picasso yapıyor, ben yapamaz mıyım?(“İz Bırakanlar”-Ahmet Sırrı Arvas)
Marina Picasso, yüzyılımızın dahi ressamı Picasso'nun torunudur. Torun Picasso, anılarını "Picasso, mi abuelo / Dedem Picasso" başlığıyla İspanya'da yayımladı. "Onun öldüğüne inanamadım. Sanki sonsuza kadar bir kâbus olarak hayatımda yer alacaktı. Dedeme tapıyorum, ama ondan ölesiye de nefret ediyorum" diyen Marina, dedesinin ne kadar egoist, narsist ve zalim olduğunu da anlatıyor.
Picasso'nun çevresindeki insanlara değer vermediğinin, yalnızca sanatını önemsediğinin, hatta babasını sürekli aşağıladığının altını çizen torun Marina, dedesinin "aşk"la ilişkisi üzerine de şunları yazıyor: "Bir sanatçı olarak âşık olmuş olabilir, ama bir erkek olarak asla! Kadınlara değer vermediği için hep terk edildi. Resme harcadığı zaman, onun için her şeyden daha önemliydi."
Oyundaki Yorum
Oyunun metninde anlatılan Gestapo ve Picasso, inceliği olmayan bir yönetim elinde, gerçek kimlikleri vurgulanarak verilmiş olsaydı taraflar ve de olay onların kimliklerinde kemikleştirilmiş (sıkıştırılmış) gibi olurdu.
Arif Akkaya’nın incelikli yorumu bu tehlikeyi ortadan kaldırmış ve iki iyi oyuncunun da katkıları ile oyunu , seyirciye bu boyutu (Sanat ve düşmanları) ile genişleterek ulaştırmayı başarmış.
Oyun, her iki tarafı da tarihsel tanımlamaları dışında birer ideal figür olarak kullanmayı seçmiştir. Oyun, Gestapo’nun kimliğinde, elindeki gücü sınır tanımayacak şekilde kullanan taraf ile Picasso kimliğinde , onun karşısında ezilmeyecek olan sanat arasındaki mücadele olarak verilmiştir.
Oyunda her iki taraf arasında denge oyunundaki git- gel’ler yaşanmaktadır.
Kadın önce hükmedicidir,sonra rahatlar.. Picasso başta tedirgin sonra hükmedendir.
Oyunun ana dengesi, kadının “Gerçek Picasso”yu araması ile eserinin yakılacağını öğrenen Picasso’nun diretmesi üstüne kurgulanmıştır. Bu mükemmel bir denge ve akıl oyununu oluşturur. Ancak bu denge, kadının Picasso tarafından hemen orada yapılmış ve kimsenin gerçekliğinden şüphe edemeyeceği resmin kadının eline verilmesi noktasında bitirilse amaca daha da ulaşılmış olurdu kanısındayız. Zira o noktadan sonraki diyaloglar oyunu kişiselleştirmeye başlamaktadır ve oyun “climax”ında(doruk) değil tansiyonun düşüşü ile tamamlanmaktadır. Oysa önerdiğimiz noktada bitirilse karar seyirciye bırakılmış , seyirciye üzerinde düşüneceği bir soru verilmiş olurdu.
Bu sonun, oyuncuların yorumlarına başka bir boyut getireceğini düşünüyoruz.
Metnin aslına bağlı kalmayı tercih eden bir yönetmen için tercih yapmak son derece zordur.
Her tiyatro oyunu bir orkestra performansına benzer.Orkestradan farklı olarak tiyatroda sessiz enstrümanlar vardır.Tiyatroda eser yönetmen,oyuncu,kostüm,dekor,müzik vb ögelerin uyum içinde “ses”(?) vermeleri ile bir anlam kazanır.Galiba bu oyun, orkestrasyonda bütünlüğe en çok yaklaşan bir performansı ortaya koyduğu için başarılıdır.
Oyun Mekanı
Mekan, eserde anlatılana çok uygundur.Çevre tasarımı da işlevseldir. Ancak mekan kullanımı üzerine birkaç hususun tartışılması gerekir diye düşünüyoruz.
Seyirci atmosferin içine doğru alınmaktadır. Sanki oyunun bir parçasıdır. Duygusal olarak birazdan başlayacak oyunun ruhu aktarılmak istenmiştir. Bu tür hazırlanmış ortamlar seyirciyi duygusal olarak taraf tutmaya zorlar. Aklın kontrolü bir süreliğine durur. Bu bazı seyirciye “orijinal” gelebilir; bazı seyirci için eğlencelidir, bazıları içinse kaotik olabilir. Zira mekan bizi değiştirir.
İyi ki, Arif Akkaya bu uygulamayı uzun tutmamış,oyun başlar başlamaz fondan verilen müzik bu algılamayı kırmış.
Bu satırların yazarı 1970 lerde Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları tarafından denenen ve cezaevi müdürünün karşısında suçlarını(?) itiraf ederek hapishane koğuşuna konulan seyirciler ile yapılan bir oyunu(“Akşam Erken İner Hapishaneye”) hatırlamaktadır. Belki de Türkiye tiyatrosunda “ilk”lerden biri olan bu denemede, psikolojik olarak sıkıntıya düşen bazı seyirciler oyundan bir an önce çıkmak istemişler; bazıları suçlarından utanmış(?) oyun sonunda “tahliye” edilirlerken “havaya girip” af dilemişlerdir.
“Deneme” adına yapılan uygulamaların sonuçlarının daha iyi irdelenmesi ve de bu oyunda önceden mutlaka düşünülmüş olduğuna inanmış olmakla beraber dikkatle kullanılması (önceden seyirciyi uyarı dahil) gerektiğini düşünüyoruz.
Oyunculuk
Her iki oyuncunun yönetim disiplinine bağlılığı gözden kaçmayacak kadar açıktır. Oyun süresince önceden belirlenmiş anlarda yapacakları bellidir ve oyuncular bunu rastlantıya bırakmamaktadırlar.
Sezai Altekin’in tecrübeden gelen sanki kolaymış gibi gelen oyunculuğu ; Ayça Bingöl’ün masa üzerindeki her şeyi hastalıklı bir titizlikle düzgün tutma takıntısı ile verdiği sahneler unutulacak gibi değil.
Başlangıçtaki kendilerinden emin gibi görünen iki karakterin aslında içlerinde yaşattıkları tedirginliği bu dozda vermeleri kolayca başarılacak bir oyunculuk değil.
Tüm oyun boyunca “Ben bir Picasso’yum” duruşundaki karakterin bir sahnede,kadının elindeki resmin peşinden koşmasını yadırgadık. Bir de zaman zaman kontrolden çıkan seslerini kontrol etseler diye geçirdik içimizden. Oyunun finalindeki karakterlerin davranışlarını ise eserin orijinalinin bir zorlaması olması nedeniyle oyunculara bağlamadık.
Bu arada, seyirciyi karşılayan ve de ara sıra birkaç kelimeyle oyuna dahil olan görevlilerden, sınırlı birkaç kelime “Einen Problem?” ,”Stop” dışında daha uzun cümleler kurabilmeleri beklendiğini belirtmek isteriz. Aksi durum, oyunun gerilimine olumsuz etki yapmaktadır.
Picasso :‘‘Hepimiz biliriz ki sanat gerçeklik değildir. Sanat bize gerçekliği, en azından bize anlamak için verilen gerçekliği kabul ettiren yalandır. Sanatçı başkalarını yalanlarının doğruluğuna inandırmanın yolunu bulmalıdır’ diyor.’ Oyun sanki bu sözleri ana eksenine almıştır.
“Bana Bir Picasso Gerek” iyi ve dürüst bir oyun. Görmelisiniz.
Melih Anık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder