Dengesiz bir durum : Karşınızda bol ödüllü
(Litvanya,Rusya,Polonya,Bosna Hersek'den ödül almış.), Eski Ahit'i bile
sahnelemiş olan çok kültürlü bir yönetmen var. Kendisi Litvanya Tiyatrosunun
Olimpus'u sayılıyor. Son ödülü 2007 de İtalya'dan almış. Yani meslek kariyeri
zengin , kartviziti etkileyici. Seyirci "Beğenmeyip ne yapacaksın
durumu"nda.
AKM'yi dolduran 1200 kişi içinde 2006'daki Othello'yu
görmüşler ; yurt dışında Hamlet'i de seyretmişler ; Othello'yu seyredip
ağlayanlar ; seyredip anlamıyanlar ; iç dinamikleri kurgulayan Nekrosius'u
içindeki gökyüzünden yere indirmeyenler; anlamadığını itiraf edenler,etmeyip
"süsleyen"ler ; itirafçıları okuyup merak edenler ; Othello'yu görüp
anlamamış ama gene de büyük bir merakla bu sefer ne olacak diyerek gelenler ;
entelektüel birikiminin her şeyi kuşatmaya yeteceğine inanmışlar var. Bir gurup
profesyonel de "Nekrosius gelmiş gitmesek bize yakışmaz" deyip
gelmiş.
Oyun başladığında seyirci yönetmenle, eşit olmayan bir
düello içinde buluyor kendini. Ama o kılıcı nasıl tutacağını da bilmiyor. Oyun
öncesi medyada , nedeni anlatılmamış övgüler okumuş da gelmiş.
1. Perde sonundan itibaren yavaş yavaş kılıç ile yaralanmış
seyircinin salonu terki başlıyor. 2.perde sonunda fuayede yorgun yüzler
görüyoruz. "Gitmek mi zor kalmak mı zor" duygusu içindeler. Oyun
aslında 4 perde ama bu terk edişlere bakan yönetim ,belki de gidişattan
korkarak 3 ve 4. Perdeyi birleştiriyor. 3. perdeden sonra kaçarım diye
düşünenler de hayal kırıklığına uğruyorlar.Nerdeyse 2 saat süren bir 3. Perde
izliyoruz. Seyircide "Ben ne seyrettim" duygusu…
Litvanya'yı ve tiyatrosunu "Okumak", oyunu biraz
olsun kavramaya yararlı olur….Belki….
Kökü 1000 li yıllara uzanan ; Polonya ile yakın; 1795 de
Rusya-Polonya tarafından işgal edilmiş; 1918 de bağımsızlığını ilan etmiş;
Rusya tarafından iki kere işgal edilmiş(1940,1944); 1990 da tekrar bağımsız
olmuş; 2004 de ise Avrupa Birliğine kabul edilmiş bizimkinin nerdeyse onda biri
kadar toprağı olan 3,5 milyon nüfuslu bir ülke Litvanya. Kişi başı geliri ise
20000 dolar civarında.
Şu sözler Litvanya tiyatrosununu ruhunu anlatmak için
kullanılıyor : "Tiyatro inşa etmek bir ev inşa etmektir".
"Tiyatro sanatın tapınağıdır" .
Litvanya Tiyatrosu denince akla gelen ilk isimler Oskaras
Koršunovas and Gintaras Varnas. Yaptıkları birbirine zıt ama sırtları birbirine
yapışık deniyor onlar için. (Bizde "Cihangir Cumhuriyeti" var
biliyorsunuz bazılarına göre..)
Her ikisi de 1990'lı yıllarda seslerini duyurmaya
başlamışlar. Tiyatroları, geleceğinden başka kaybedecek şeyi olmayan yönetmenin
tiyatrosu diye adlandırılıyor. Yani kendilerini adamışlar. ("Adamak"
onlarda anlamını buluyor)
Litvanya-Rusya ilişkilerine, Litvanya kültürüne,tarihine
odaklanan eserler ile uğraşıyorlar.30 lu yaş insanlarının "Kimiz? Nerden
geliyoruz?" sorularına cevap arıyorlar.Geçmişlerini sorguluyorlar.Tiyatro
mekanını değiştiriyorlar. Farklı mekanlar kullanıyorlar. Seyircinin yüzüne ayna
tutuluyor.
Mesela bir oyunda, son perde kalkınca seyirci sahnede
oturduğunu fark ediyor ve boş salona bakıyor. Oyuncular da çoktan kostümlerini
çıkarmış günlük giysilerini giyinmiş ve onlara bakıyorlar. Seyirci ve oyuncu
arasındaki rollerin değişimi ve birbirini keşfetme ile yüzleşme Litvanya
Tiyatrosu için bir dönüm noktası oluyor.
Toplumdaki değişimlerle oluşan yeni seyircisini bekleyen
tiyatro üzerinde denemeler yapılıyor. "Metinli tiyatro"ya muhalefet
çok yaygın.
Hedda Gabler ,oyununda ,Hedda, Lovburg'un yazmalarını sayfa
sayfa alkole batırıp döşemeye seriyor ve bir kibritle tutuşturuyor, Bir insan
diğer insanın hayatı ile bu kadar oynayabilir.
Bir başka oyunda ise ana karakter, kar. Sahneye sokulan kar
topu her seferinde daha da büyüyerek girer. Sahneleri bağlamakta kullanılır.
Oyun sonunda artık sahnede insanlardan da büyük bir kar topu vardır. Şehrin
imge ve tarihine gönderme yapılır.
Yönetmen tiyatrosu, ağırlığını koyuyor. Uluslararası
yazarlar sahneye getiriliyor, Bunuel, Lorca, İbsen ,Camus,Aytmatov ,Alfred
Jarry gibi.
Çağdaş Litvanya Tiyatrosunun Olimpus'u olarak adlandırılan
Eimuntas Nekrošius, Rimas Tuminas and Jonas Vaitkus çıkıyor ortaya.
Vaitkus 1972 de Batıya göç eden ve bir efsane olan Jonas
Jurašas In takipçisi sayılıyor. Jurašas, kızgın otoritenin önünde kırmızı şalı
sallayan matador olarak tanınıyor.Vaitkus çatışmaları ve vasat'ın karşısına
çıkan asi karakterleri seviyor.
Vaitkus'un aşırı iddiacı ve bildirgeci tiyatrosu yanında
Nekrošius'un tiyatrosu ise abartılı sayılabilecek çeşitte yorumları ile dikkati
çekiyor.
Resmi sanata karşı olan bu ikili ,zaman içinde dünyaya
bambaşka açılardan bakıyorlar.
Nekrošius'un tiyatrosundaki karakterler "senin
benim" gibi kişiler.Performanslarında basit nesneler,arkaik katmanların
derinliklerine giden çok anlamlı metaforlara dönüşür. "Öteki", bu
dünya içinde yer alır ve ondan ayrılamaz.
Örneğin Hamlet oyununda Hayalet oyunun her anında vardır.
Hamlet'e bir büyük parça buz verir. Hamlet intikamın göstergesi olarak hançeri
ile buzu parça parça eder. Zalimlik zalimlik doğurur. Performansın elementleri
buz ve ateştir.Performans ülkenin içinde bulunduğu gibi,alacakaranlıkta geçer.
Nekrošius içinde yaşanılan toplumdaki yanlışlıkları teşhis eder,oyunun
atmosferine çarpıcı metaforlarla yansıtır.
Nekrošius, politik olayların zirveye vardığı dönemlerde
suskun kalır.1994 de Mozart ve Salieri ile geri döner. Devrimde "Sanata
kim gereksinim duyar,sanatçının görevi nedir?" sorularını ele alır.
Nekrošius'un performansları tarihsel anların antolojisi gibidir. Toplum
,derinlerde neler olduğunu öğrenir.
Nekrošius izleyicilerini estetik, duygu ve beyinsel açıdan
öyle güzel doyuruyor ki seyircinin alışkın olduğu tiyatro ve oyun temposuna
cevap vermek icin çabalaması gerekmiyor. Yani seyirci beklentisinin karşılığını
bulmasa da bulduğu ile hoşnut kalıyor. Yarattığı tatmin zamanı ve zamanın beklentilerini
aşıyor.Ama seyretmesi de zor.
Zamanla hükümet dışı tiyatrolarda çalışan Nekrošius'un
performansları gittikçe daha da masraflı bulunmaya başlanınca artık
turnelerdeki gösteriler Litvanya'dakilerden daha çok sayıda olmaya başlıyor.
(Litvanya Akademik Drama Tiyatrosu da kapasitesinin çok
altında gösteri yaptı. Genellikle ya gösterecek yeni bir şeyleri olmadığı ya da
seyircinin gelmediği günleri yaşadı.)
Litvanya'da Eimuntas Nekrošius gibi bağımsız çalışan
yönetmenlerin etrafında toplanan sanatçılar yeni bir solukla ilginç
performanslara imza atmaya başladılar.
Litvanya tiyatrosu bir süre dinamik,değiştirme potansiyali
olan, rutine sıkışmış,ahengini bulamamış ve yetersiz yönetimlerin elinde kaldı.
Nekrošius, bu dönemi alacakaranlık dönemi diye adlandırıyor.
(kaynak:http://www.pogranicze.sejny.pl/archiwum/krasnogruda/pismo/8/eural/bajori.htm)
Nekrošius sanatını Faust gibi bir metin üzerinde gösteriyor.
Esas güçlük de bu noktada başlıyor zaten. Zira Nekrošius'u anlamak ne kadar zor
ise Faust da o kadar zor.
Faust Goethe'nin her şeyini içine kattığı ve nerdeyse 50 yıl
süren bir çabanın ürünüdür. 1773 yılından başlayan yazım evresi, 1832 yılında
Goethe'nin ölümüne yakın hala devam etmektedir. Faust çeşitli zamanlarda
yazıldığı için çeşitlilikler gösteren bir eserdir. Ama yapıdaki bu çeşitlilik
eserin büyüklüğünü de yaratmaktadır.
"Goethe bu eserine bütün hayatı boyunca içinde biriken
ve kafasında yer eden şeylerin tümünü dökmüştür. İnsanın kendi kendisiyle
çatışması, Tanrıyla ilişkisi, insanın doğa içindeki işlevi, insanın toplumla
ilişkileri, yeni çağ insanının eski çağla ilişkisi, insan gücünün sınırları,
hayat sorunlarının çözümü temaları bu eserin çatısını oluşturur. Eserde gerçek
ile mitos elele vermiş gibidir. Bütün ayrıntılarıyla okurların önüne serilen
gerçek, öyle gizliden gizliye kalıp değiştirir ki bunun mitosa dönüşmesinin
kimse farkına varmaz.
Eserin başkişisi Faust, iki ruh taşıyan bir insandır.
Faust'un birinci ruhu dünya işlerine sıkı sıkıya bağlıdır, ikincisi ise
gökyüzüne yönelmiştir. Ama onun hep değişik amaçlara yönelmesinin bir nedeni de
hiçbir şeyle tatmin edilmeyişidir.
Mephistopheles'e gelince, bu tip alayları ve nükteleriyle
Aydınlanma Çağının aydınını andırmaktadır. Mephistopheles şeytan olduğu halde
Tanrı onu yanından kovmaz. Dahası, onunla konuşmaktan zevk alır. Çünkü şeytan
var olmamış olsaydı insanlar huzur içinde uyuşup kalacaklardı. Tanrının
Mephistopheles'e özgürlük tanıması yaratıcı ve üretici kaygının yeryüzünde
yeşermesini sağlamak içindir. Mephistopheles kendi özelliğinin tutsağıdır.
Dünyanın alın yazısını çizen güçlere ulaşmak Mephistopheles'e yasak edilmiştir.
O akıllıdır, zekidir, her işin üstesinden gelmesini bilir. Ama işte bu kadar.
Mephistopheles gerçeğin sınırını hiç mi hiç kavrayamaz. Goethenin tregedyasında
da Faust'u aldatmaya çabalamasına karşın en sonunda aldanan kendi olur.
Geçen yıllar içinde hem Goethe olgunlaşır hem de Faust..
Coşku biraz daha dizginlenmiş ve ölçülülük bütün esere egemen olmaya
başlamıştır. Mephistopheles alaycı, kurnaz, aldatıcı yüzünü yitirmemiştir ama
dünyaya ve ruha biçim veren bir varlığa dönümüştür. Goethe ile Mephistopheles
arasındaki uçurum da iyiden iyiye dolmuştur. Faust şeytanıyla sözleşme
imzalamak için artık zorluk çıkarmayı düşünmez.
Faustun çeşitli amaçlara yönelmesi bir de hayatın temel bir
ilkesine dayanır. O temel ilke de şudur: Her şey eylemdedir.
Eserin sonunda melekler şöyle diyecektir: Yükselmek için
yılmadan çalışanı biz de bağışlayabiliriz." (bu konuda alıntı yaptığımız
inceleme http://www.bilgicenneti.com/d-5455-goethe.html)
Son günlerde Nekrosius Tiyatrosu'nu anlatan 180 sayfalık bir
kitap var piyasada. Ludvika Apinyte Popenhagen imzalı bu kitabın bir bölüm
başlığında yer alan "Sahnede yazılmış görsel bir yazıdır" tanımı ,
Nekrosius'un tiyatrosunu çok da güzel anlatır.
Oyunun başından sonuna kadar iç içe geçen metaforlar ile
Faust bir kerede anlaşılması nerdeyse imkansız bir performanstır. Ayrıca
metaforların beslendiği kültür, dini altyapı da dikkate alındığında içine
düşülen durum nerdeyse umutsuzdur. Belki birkaç seyretmekle yerli yerine oturur
bazı şeyler ama Nekrosius'un bize kendini anlatmak gibi bir çabası olmadığı da
açık. Galiba onun için seyirci kobay sahne de deney alanıdır. Sanıyoruz ki bu
husus onu seyredenler için ortak. Bu nedenle "yalnız" sayılmayız.
Faust'u seyredip çıkarken aklınızda kalan karmakarışık bir
zihin, görsel ögelerdir.
Ancak Faust'un yarattığı fırsatı kendi tiyatromuz açısından
değerlendirmemiz doğru olacaktır.
Litvanya Tiyatrosu'nun son 20 yıllık serüveninden alınacak
dersler olduğunu düşünüyoruz. Global dünyada ses getiren bir tiyatro
anlayışının temelinde saygı duyulacak bir çaba vardır. Bu çaba kendini ve
dünyayı bilmek, algılamak,ülkesinin ve dünyanın dertlerini dert edinmekten
,yerelden küresele gitmekten geçiyor. Bir de mesleğe duyulan saygıdan ve de
dünyayı zenginleştiren bir şey yaratmaktan....(AB fonlarından değil.. )
Yabancı topluluklara gösterilen teveccühün(?) nedenleri
üzerinde de durmak gerekir.
İlk perdelerde salonun boşalması geride kalanlar için utanca
dönüşmeye başlamış olacak ki oyun sonunda ayakta kalanlar var güçleriyle
alkışlıyor ve bağırıyorlardı. "Bis Bis…" diyeceklerinden korkmadık
desek yalan olur.Gidenler adına utandıklarını, sahnedekilerden özür
dilediklerini sandık.Belki de ülkenin onurunu kurtarmaya(?) çalışıyorlardı.
Belki de "Bizde de bunu anlayacak var" ı kanıtlama peşinde idiler.
(Not: 80 dakikalık Operation:Orfeo'da, gösterinin 30
dakikasından itibaren salonu terk edenler, sıkıntıdan alkışlamalar,
gülüşmelerle alkışlayanlara onay verenler çoğunluktaydı. Herkes bitse de gitsek
havasındayken son anda gelen lazer-show seyirciyi bitirdi(!). O ne alkış!
Oyuncular bile şaşırmıştır! Bizim seyirci de abartıyor. )
Bence bu kadar uğraşmaya gerek yok. Nekrosius yaptığı
düelloyu kazandı. Seyirci,kan revan içinde "Ne dedi de biz anlamadık;
anladığımızı da doğru mu anladık " diyip duruyor. Bazılarımız ise hala
gördüklerinde "Hikmet" aramaya devam ediyor.
Ama bu kadar yoğun metafor kullanılan oyunda kültürel
farklar da anlamanın önündeki en büyük engeldir. Nekrošius'un performanslarında
Avrupa Hırıstıyanlık anlayışınca benimsenmiş , İncil'de anlatılan hikayelere
sembolik göndermeler yapılır.
(http://www.artmargins.com/content/review/krivickas.html)
Bizim gibi Araf'ta kalmış bir ülkede ise bu durum ilave
zorluklar getirir. Biz küresel dünyanın kuyruğuna takılarak , kendimizi eksik
hissediyoruz. Anlamakla ilgili bir sorun varsa sorun biraz da anlatandadır.
Metafor, kültürden beslenir. Litvanyalı'nın yaptıklarını anlamamış olmak da bu
anlamda sorun edilmemeli. Ama ortaya konulan çaba anlaşılmalıdır. Nekrosius,
oyunun sessizlik anlarını metaforlarla zenginleştiren (boşluğu kendince
"okuyan") ve "deneyen" bir yönetmen. Performanslarını
bütünsel olarak algılamak, duygusal tatminle yetinmek gerekecektir.
Nekrosius'un performanslarında yarattığı "Atmosfer" izlenmelidir.
Bu noktada bir tesbiti yapmak gerekir: Türk Tiyatrosu
köklerini bulmalı, yerel özellikleri araştırmalı,kendi metaforlarını yaratmalı
/kullanmalı ve bunu küreselleştirmelidir ki dünya tiyatrosuna eklenebilsin.
Bunun için kurumsal,uzun vadeli ve disiplinli bir eğitim,çalışma, araştırma,
kültürel bilinçlenme ve bilimsel yöntem kullanmaya, disiplinler arası uzmanlığa
saygı ve ortak çalışmaya gereksinim var.
Prof.Dr Özdemir Nutku :"Seyirci tiyatroya çeşitli
nedenler yüzünden gider, ama sonuçta hepsi aynı kapıya çıkar ; o da kendini
yenilenmiş hissetmek, haz duymak ve iyi vakit geçirmektir……. Gördükleri onu
duygulandırır, düşündürür, güldürür, ağlatır. Bu da onun için yeterlidir."
diyor.
Gelin kıstasımızı böyle koyup tartalım : Acaba Faust'u
seyredenlerin ne kadarı yenilendi, ne kadarı haz duydu, iyi vakit geçirdi ,
güldü, ağladı, duygulandı, düşündü?
Komissarjeavski'nin dediği gibi, "Tiyatro, insanın acı
ve mutlu yanlarıyla kendini anlamasını, tartmasını sağlar
".(Kaynak-Prof.Dr.Nutku)
Faust benzeri oyunlar buna ne kadar imkan tanıyor ? Günümüz
tiyatrosu , yerini seyircinin üzerinde yapılan deneyler ile
"postmodern"leşiyor.
"Seyircisi olmazsa olmaz" , Tiyatro , seyirciyi
kobay olarak kullanan bir laboratuvar değildir, olmamalıdır.
İKSV , "Başka türlü tiyatro "ları bizlere
izletirken hiç değilse çeşitleme yapsa 2008 e başka bir Litvanyalı(?) bulsa
daha iyi olmaz mı? Biz de laboratuarımızı değiştirmiş olurduk.(!)
Bakalım önümüzdeki sezonlarda bizim tiyatrocularımız bakır
renkli dağlar, kalaslar , kütükler, ters çevrilmiş küvetler ,ipe dizilmiş
düğümler,oyuncu lambalar,kepenekler mi keşfedecek ? Asıl örnek alınacak olan ,
4 saat süren dinamik oyunculuk performansı ve de Litvanya'da yaşanan tiyatro
devrimi iken.
Melih Anık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder