18 Ekim 2011 Salı

III. Richard’la Karşılaştım ve Karşılaştırdım


Ayağıma kadar gelmişken ve de “satın almam” için biletim ayrılmışken  Kevin’li  III.Richard’ı seyredemedim. Görenlerin yazdıklarını okudum. Kevin’li olanı hakkında ‘youtube’a düşen bazı filmlerden fikir edindim. Yunanlılar oyundan kaçak çekimler yapmış. Özellikle oyun sonu coşkulu alkışları gördüm. Bizimkiler ile onları yan yana gören yabancı biri, aynı ülkeler sanır mutlaka. Aman yanlış anlaşılmasın bir oyun perdeden/ekrandan  seyredilmez. Tiyatronun sıcacık nefesi farklı, keşke şartlar uysaydı da Kevin’i de görseydim. Edindiğim izlenim kadarıyla İstanbul’daki III. Richard, klâsik bir yorumdu ve Kevin Spacey üzerine kurgulanmıştı. Ben metin olarak oyunu farklı zamanlarda iki, üç kez okudum. Her okuduğumda da okuma  uzun sürdü, biraz not almaktan biraz da açık havaya çıkma ihtiyacımdan.  III.Richard kadar kötü karakter az görmüştüm ilk okuduğumda, şimdi ise iyiye hasretim, III.Richard’lar sardı her yanı! Belki sahnedeki kötü, daha çekilir gelirdi yeniden, bu günlerde... Bu nedenle sokakta gördüğüm kötüye “Sahneye sahneye!” diyesim var.  Hatta elimden gelse spot ışığında bakacağım ona. Bir avu(n-t)ma bunu biliyorum ama, ancak “rol” olsa çekilir tipler var orada burada.  Bazısını da “rol” sanıyoruz ama anlıyoruz ki sahneden inince de “kötü”! Neyse… Nedenler olmasaydı da ağzımda halâ erimekte olan akide şekerinin tadından vazgeçer miydim bilmiyorum. Ağzımdaki şeker Boston’da 4 ay önce seyrettiğim III.Richard’dı.
III.Richard, USA’daki ilk durağım olan Boston’da karşıma çıktı. “Propeller Company”, III.Richard ve Yanlışlıklar Komedisi ile gelmişti Boston Üniversitesi Tiyatrosu’na.  Yani, III. Richard’ı seyrettim,  ama Boston’da.

Oyundan önce bir parantez açıp USA’daki Shakespeare’den söz edeyim. Biz Boston’dan Durham’a (North Carolina-1200 km) yolda mola vere vere araba sürerek gittik, Durham’dan sonra da New York’da kaldık bir süre. Shakespeare, yolculuk boyunca eşlik etti bize desem yeridir. Hangi şehirden geçtiysek Shakespeare  oyunu afişleri ile karşılaştık. Kimi henüz bitmiş kimi “yoldaydı”.
Boston Üniversite Tiyatrosu’nda  III.Richard ve Yanlışlıklar Komedisi , Raleigh’de “Parkta Tiyatro” kapsamında  90 dakikada 37 Shakespeare oyunu, New York Central Park’da Delacorte Tiyatrosu’nda Kısasa Kısas, Yeter ki Sonu iyi Gelsin, Richmond’da Kral Lear ve Veronalı İki Centilmen oyunları vardı. Boston dışındaki tüm gösteriler ücretsizdi.(Bir daha yazayım ÜCRETSİZDİ.) Boston’da kişi başı 50-60 dolar gibi bir para ödedik. Öğrenci  bileti 25 dolardı. (NY Üniversite Tiyatrosu’na bazı Broadway oyunların geldiğini gördüm, kişi başı 20 dolara.)  NY Central Park Delacorte Tiyatrosu’nda biletler günlük dağıtılıyordu. Sabah 6 dan itibaren Central Park kenarında kuyruklar başlıyordu. Biletler saat 13-15 arası dağıtılıyormuş. Tiyatro 2000 kişilik ve talep büyüktü. Biz NY tiyatro programımızı önceden yapmış ve gecelerimizi doldurduğumuz  için o sıraya girmedik. Ücretlere bakıp gurupları “dandik” bellemeyin, hepsi de profesyonel topluluklardı, Türkiye’ye gelse haklarında “methiyeler” düzülür, içlerinde bir “Kevin” “bulunurdu” herhalde.
Yaz aylarında bu yoğun Shakespeare  ilgisi, Rumelihisarı gecelerini hatırlattı bana. Muhsin Ertuğrul döneminde yaz aylarında Rumelihisarı, açık hava Shakespeare sahnesi olurdu. Ben de çok oyun seyrettim o sahnede. “Büyük prodüksiyon” idi o oyunlar, o günlerde. Konuk oyuncular, askerlerden figürasyon, mekânın tümünü kullanma denemeleri. Kerim Afşar’ın Hamlet’i kulaklarımda çınlıyor halâ. Bu gelenek bir süre daha devam etti ve sonlandı.
Yol boyunca, ‘Selam Sana Shakespeare’i başarıyla sahneleyen Tiyatro Boğaziçi’ni andım ve bir “Shakespeare çocuğu” ruh hali içinde(!), Hilmi Bulunmaz’ın kulaklarını hoş görü ve tebessüm ile çınlattım.
Gelelim III.Richard’a…
Propeller Company 14 kişiyle gelmiş Boston’a. Tüm oyuncular her iki oyunda da oynuyor, bir gece III.Richard bir gece Yanlışlıklar Komedisi. Bizde “6 günde 8 oyun oynadım” diye yakınanlar duysun isterim.  Galiba 15-20 gün sürdü bu gösteri, sonra turneye devam edecekti topluluk, talep sanatı zorluyor çünkü. Sadece kışa özgü değil tiyatro yazın da devam ediyor. İlginç olan taraf, Propeller tamamı erkek oyunculardan oluşan bir topluluk, Shakespeare dönemine benzer şekilde. Topluluğun yönetmeni Edward Hall. Onun yazdıklarını okudum, diyor ki “Erkek oyuncu için kadını oynamak fark etmez. Oyuncu rolü-karakteri oynar. Bu anlamda Hamlet ile bir kadını oynamak aynıdır. İkisinde de  “siz” olmayan birini oynarsınız.” Oyunculuğu tanımlayışına bakar mısınız!  Jane Collins demiş ki “Kadın karakterlerin repliklerinde  de itibar, güç, zekâ ve cesaret deşifre edilir.  Erkeklerin kadını oynaması  radikal sayılmamalı.” (“Biz”, “Kadınlar Matinesi” yaptık iki kere baktık ki “tutmadı” bıraktık.)
III.Richard Shakespeare’in en uzun oyunu, en kısası da Yanlışlıklar Komedisi.  Edward Hall “Biz bir trajedi ve bir komedi oynuyoruz. Bilin bakalım hangisi ne” demiş oyun dergisinde. (Benim bildiğim bir tiyatro var, oradakiler hep "komedi"!)
Hall, “Tiyatro topluluğu, sahibi tarafından değil, içinde olan tüm insanlar ile/ve tarafından ve de yaptıkları ile tanımlanır” diyor. Son günlerin tartışmasında, “her sene bir Shakespeare” sloganlı tiyatronun ünlü oyuncusu ne diyordu? Oyuncuya sözleşme karşılığı 10000TL ödeyecek ve her oyun için yeni kadro kuracak değil mi? Tiyatronun kadrosu olmayacaktı değil mi? Bu “çiğnenen sakız”ın adı da “buluş”(!) Hall “Kimliğinizin ne olduğu, yaptıklarınıza bakılarak anlaşılır” diyor yani ekip olmalı, süreklilik olmalı.  Bak sen!  Düşündüm, OA’nın kimliği ne? Bir yanda Testosteron bir yanda Makbet, bir yanda “kuru temizlemeci” Cimri,  Timon, ne olduğu belli olmayan Hırçın Kız. Propeller, dünyada “Shakespeare Co.” diye biliniyor. OA gelecek Mayıs’ta Londra’yı mı “sallayacak” “KA-İşi Shakespeare”  yorumuyla(?) yoksa İngiliz damağına mı seslenecek,  tereciye tere satarmışçasına? Ben en çok,  Devlet Tiyatrosu oyuncusu, iyi oyuncu  Zerrin Tekindor için kaygı duyuyorum, (Ne yapacak “Türkiye Zeki Müren’dir” diyen bir tiyatro(cu)yla?) “fazla” geldiği için “beceremedi” derler diye? Ama kolay mı bulmak Devlet Tiyatrosu sanatçısı, onun gibi bir Kleopatra?
Hall diyor ki “Shakespeare oyunlarını,  olmasına inandığımız şekilde sahneleyerek yeniden keşfetmek istiyoruz, mümkün olan açıklıkta, hız ve yaratıcılıkla” III.Richard’ı da kısaltmışlardı 2 saate.  Hall “Mümkün olan her çeşit seyirciye oyunlarımız ulaşsın  ve böylece büyümek ve gelişmek istiyoruz. Shakespeare oyunlarının zenginliğini keşfetmek için açız. Kararlılık ve yaratıcılıkla başarırsak seyircimiz de büyüyecek ve gelişecek ” demiş.  (11 yaşındaki  çocuğa “büyümesi için” ön sıradan küfür dinletiyoruz “biz”!) Devamında da şunları söylemiş:  “Biz oyunları “ulaşsın” amacıyla çalışmıyoruz. Zira bu anlaşılsınlar diye oyunu basitleştiriyoruz, seviyesini düşürüyoruz anlamına gelir.” Hall,  Shakespeare’in aynı anda iki tip seyirci seyretsin diye yazdığını söylüyor, aşağıdakiler, yukarıdakiler ya da aydın ve cahil için. Shakespeare bu yaklaşımının karşılığını da aldı, oyunları 600 senedir ayakta. (OA’nın Shakespeare’lerini(?) seyrettiniz mi? Ben seyrettim! KA-İşi’ydi  ve ikisi dışında yerlerdeydi! Birini görmedim, diğeri doğrulmaya çalışıyordu.)
Propeller, oyunu çalışmaya masa başında başlar ve ilk 5 günü masa başında geçirir, her şeyi didikler, parça parça edermiş. Oyuncu ayağa kalktığında hareketi bulmak için serbest kalırmış. “Testosteron yakıtlı çılgınlık”, doğru yolu gösterirmiş. (“Biz”de testosteron başka amaçla kullanılıyor!) Hall diyor ki “Hikâyeyi anlatması için rolü, oyuncunun kontrolüne bırakırız” (“Biz” bırakmayız, BIKTIRIRIZ, KOVARIZ ya da BECEREMEYEN GİDER!)
The New York Times’a göre  “Propeller, Shakespeare’de yüzeyde “görünen” lirizm altındaki hırçın, sert ve haşin olanı deşmekte/şişlemekte hünerli bir topluluk. NY Times,  Shakespeare oyunlarını “komik, antik ve müstehcen” olarak tanımlamış. “(“Bizimki” ne komik, ne antik, ama müstehcen ve bol küfürlü, garson tercüme etti ya ondan!)
III.Richard, Richard’ın portresinin çizildiği bir oyun. Oyun boyunca geçmişe referanslar verilir sık sık. Bir “hesap ödetme” vardır. Karakterler ektiğini biçer. Richard suçlanır ve lânetlenir. Richard yıldırımları kendinde toplar sanki, kendisi de yakıcı bir şiddetin kaçınılmaz ürünü gibidir; rezaletin, cürümün sembolü olan habis bir karakterdir. Sakat bir beden üzerinde sakat bir beyin ve habis bir ruh. Oyunda hayatiyet ve zindelik merkezi gibi görünür;  ona karşı çıkan faziletli karakterlerin olmadığı kadar çekici, sempatik olabilir. Törensel konuşmalarında toksözlü, açık kalpli, tarafsız gibidir, aman dikkat, ayartır, dinleyeni suç ortağı haline getirir. (Ben bu karakteri tanıyorum ama nereden?)  III.Richard, politikanın ve sosyal dünyanın iki yüzlü, habis, sofistike yüzüdür.
 Oyun üç tarafında dikey merdivenler ve parçalı perdeler olan çıplak bir sahnede başlıyor. Sahneye göre aksesuarlar getirilerek sahne dekoru tamamlanıyor. Özellikle elektrikli testere ile doruğa çıkan şiddeti görmüyorsunuz(perde arkasında gölge oyunu) ama hissediyorsunuz.  Hayâl gücünüzü kullanmanız için hayâl gücünü kullanıyorlar. Sıradan bir şeyi anlatır gibi yapıp aslında “ağır” söylediklerini,  oyuncular sahneye girer girmez anlıyorsunuz. Seyrettiğiniz bir “oyun” ama yüzünüze bir “tokat” aynı zamanda! Antik bir Yunan oyunundaki koro kullanılmış. (Koronun duruşu sahnelere göre değişiyor)  Kadın rollerini oynayan erkekler abartmadan oynuyor, kadın olmaya çalışmadan. Oyuncuların kostümleri çağdaş, bugünün Krallıklardaki gibi. Sahnede III. Richard’ın kötü karakteri ve oyunları , mafya atmosferinde veriliyor. Zaman zaman  Hitler’in önlenemez yükselişini  ve Nazi Almanya’sını  da hatırlatıyordu. Sanki tüm faşist yönetimler, tiranlar, diktatörler, iktidarı güç ile eline geçirmek ve tutmak isteyen “ demokrat görünümlüler” geçti gözlerimin önünden. Ama III.Richard üzerine kurulmuş bir oyun, onun kötülükleri karşısında yeterince direnememiş ve onun yükselmesine neden olmuş(boyun eğmiş) çevresini ortaya çıkarıyordu, tahta oturanı değil tahtı taşıyan, ona bir türlü sunanları(!) yani. Bir araya gelemeyenlerin yarattığı  ama idrak edemedikleri “boşluk”tan çıkan iki yüzlü, habis ama şeytanî  III.Richard.  İkinci perdenin başında oyuncular(avane/koro) salona dağılıp ellerindeki ışıkla seyircilerin yanında oturdu. Duruş ve oturuşları saldırgan değil ama rahatsız edici. Tuhaf bir “ikna edicilik” var yaydıkları elektrikte. Sahnede oyun başladığında oyuncular sahneye söz atıyor müdahale ediyor, seyirciye örnek/yakınlaşma/tehdit halleri ile. Sanki her biri “zorla ya da güzellikle” ama mutlaka “yandaş” olmaya zorlayarak baskı yaratıyor. Sanki  III.Richard parçalanmış yayılmış salona. Kamu oyu oluşuyor. Ama riya var hallerinde. Ne kadar tanıdık!  İyice ayıklanmış budanmış, özgün metinden yeni sahneler yaratılmış, bazı tiratlar koroya dağıtılmış, hızlı ve tempolu bir ekip oyunuydu seyrettiğim. “Entelektüel” görünme gayreti yoktu. Kadro çok yetenekli müzisyenlerden oluşuyordu. Koro müzik yaptı, söyledi, ritm tuttu. (Bizde bir şey çalan ‘virtüöz’ sayılıyor!) Dünyada başka çağdaş Shakespeare yorumları gördüm ama  Propeller’in söyleyişine hayran kaldım. Makûl ölçülerdeki mütevazı bir sahne onlarla nasıl büyüdü, gördüm. (OA’ninkini görmek  nasip olmayacak bu gidişle! )
  Size üzücü bir bilgi vereyim. 2002 tiyatro festivali için binbir zorlukla, Edward Hall’un yönettiği "Rose Rage"  oyunu ile Propeller’in İstanbul’a getirildiğini biliyorum.  İki ayrı oyunu önce tek tek oynamışlar, sonra da aynı günde peşpeşe... Ne yazık ki  Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nin yarısı boşmuş tüm gösterilerde.  Ben o yıl festival döneminde USA’ya gitmiştim, oyunları  görememiştim.
Bugün  Kevin için “ölenler” o zaman nerdeydiler?  Amaç Shakespeare ve III.Richard değilmiş demek ki, Kevin’miş.
Melih Anık

Not:
Bu yazının hazırlanmasında oyunun dergisi ile Spotlight Spring 2010-2011 dergisindeki yazılardan ve Shakespeare III.Richard’dan  yararlandım. Ama en çok Asu Maro yardımcı oldu bana(!)
Türk sanat müziği’nde severek dinlediğim sanatçıların başında Zeki Müren gelir. Türkiye’yi Zeki Müren’e benzetmenin “çirkin” ve sanatçıya saygısızlık olduğunu düşünüyorum. Bir saygısızlık da Türkiye yurttaşlarına(ve seyircilerine) yapılmıştır. Bir tiyatrocu, yüzlerce rol/karakterden birini seçip örneğini neden tiyatrodan vermez de, sanatını mükemmel icra etmiş, artık aramızda olmayan bir sanatçıyı seçer?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder