7 Şubat 2011 Pazartesi

Mekan Artı’da EKİP’ten Oyun(un) Sonu (Beckett)

Samuel Beckett’in (1906-1989) Oyun(un) Sonu ile aramda ‘aşk&nefret’ ilişkisi var. Zira oyunu hem seviyorum hem sevmiyorum. Beckett’e hayranım. Oyun(un) Sonu, metinler arası ilişkileri sağlam bir yapıda kurgulayan, filozofik ufku geniş bir oyun. Ama aynı zamanda Oyun(un) Sonu, seyirciyi sınayan yapısı ile ‘ezen’ bir metin. Ezilmeye razı olarak mutlaka tanışmak gerek onunla, zira dünyayı açar önünüze.

Dikkat ederseniz Oyunun Sonu dedim. Ekip’in oyununun ismi Oyun Sonu. Aynı oyun, ama arada 38 yıl var.

İçine düştüğüm tarihe bakılırsa oyunun kitabını 12 Şubat 1973 tarihinde satın almışım. Ön kapağında siyahlar giyinmiş iki adam iki çıplak ağacın önünde duruyorlar. Aslında kitabı bu iki adam için aldığımı hatırlıyorum. Onlar, Godot’yu Beklerken oyununun iki kahramanı Estragon ve Vladimir. Beckett 1969’da Nobel kazanmış(ama kabul etmemiş), dünya “Godot’yu bekliyor”. Kitabın içinde iki oyun daha var. Kitabın ön kapağındaki resim arka kapağında devam ediyor ve arka kapaktaki oyun, Oyun(un) Sonu.
Vladimir ve Estragon gittikten sonra kalan Pozzo ve Lucky’nin Oyun(un) Sonu’nda başka isimlerle devam ettiğini sonraları anladım. Ama Godot için aldığım kitaptaki Oyun(un) Sonu önümde başka bir ufuk açtı.  Oyun(un) Sonu’nun başlangıçta anlamsız gelen söylemi, beni zamanla labirentinin içine doğru çekti. 21 yaşımda hayatıma giren oyunun kafamın içinde yarattığı karanlık, okudukça aydınlanmaya başladı. Oyun(un) Sonu’nu her seyredişimde Behçet Necatigil’i hatırlıyorum: “asıl şiirler bekler bazı yaşları”. Zamanla değişen hayatın gözleri ile yeniden baktığınızda yeni ufuklar görür insan, yeni bakış açısı yeni anlamlar yükler oyuna.

Samuel Beckett kendisi de sahnelediği için oyunun yazarın elinden çıkmış bir örneği, dünya tiyatrosu önünde duruyor. Kendisi ile yapılmış söyleşiler, ona atfen yazılmış onlarca araştırma, yazı var. Beckett , konuşmayı sevmemesine rağmen kendi elinden çıkmış sahnelemesi örnek kabul edildiği için(son noktayı yazar koymuş!) oyunda çözülecek sır da kalmamış, 1956 yılında sahneye çıkmasından bu yana geçen 55 yıl içinde oyun hakkında yazılanlar seyirciye çözülecek bir şey bırakmamış. Metni ve üzerine yazılanları bilmeyen bir seyirci için yaratılan korku, seyredilmesi insanın önünde gizli bahçeleri açan bir oyuna uzak kalınmasına, bir fırsatın kaçırılmasına  neden olmakta. Oyunu sevmeyişimin ana nedenlerinden biri bu. Ama “Kültür denilen o güzel kavram tarafından coplanmanıza izin vermeyin. Kendinize şu soruyu sorun: Bende mi bir şey eksik yoksa gösteride mi?” Ve “Sıkılıyorsanız sıkıldığınızı belirtin”(Peter Brook) Yani  “…mış gibi” yapmayın, kendi algınıza inanın. İlk aşamayı geçerseniz arkası kolay gelir.

En son, 2007 yılında Genco Erkal (Dostlar) dan seyretmiştim oyunu. Dostlar tiyatrosunda oyunu sahneleyen Fransız yönetmen -ki Beckett’in oyun arkadaşı imiş- kendisine sorulan bir soruya verdiği cevapta Fransız oyuncuların Beckett oyunlarına alışık olduğunu söyleyerek nereye çekilirse oraya giden, aslında ‘Fransız’ bir cevap vermiş. Kendisine hak vermekle birlikte İrlandalı olan Beckett’in dünyaya ait olduğu, bu nedenle de bizim için de yabancı sayılmayacağını vurgulamamızı; aklınızın mahkûm edildiği karanlıklara karşı savaşı kazanarak kafeslerdeki tüm güvercinleri özgürce göklere savurmanızı kim engelleyebilir. Oyun(un) Sonu işte bu olanağı veren ve düşündüren bir oyundur. Oyun(un) Sonu’nun oynanması salt bir oyun sahnelenmesi değildir yani.  Adorno  “sanatın söyleyemediği felsefe ile yorumlanır” demiş. Adorno’ya göre, Oyun(un) Sonu, “anlamı tartışan bir oyun, filozofik bir parodi”dir. “Bütünsel olarak algılanması gereken bir oyun”dur ve  “anlamın tarihini sorgulamakta”dır. Oyun(un) Sonu’nu ‘yerine oturtmak’ için “felsefe yapmanız” gerekecek. Bir arkadaş grubu birlikte seyredip birlikte tartışsa ne keyifli olur. 

Aradan geçen bunca yıldan sonra Oyun(un) Sonu’nu her seyredişimde oyundan aldığım keyfin ne kadarı oynanışa, ne kadarı metne ve de yazara olduğunu düşünürüm hep. Ne kadarı bana ait? Zira 1956 doğumlu oyunun -Beckett’in bizzat kendisi tarafından yapılmış sahneleme nedeni ile- tiyatro dünyasında özel bir yeri (dokunulmazlığı mı desem) var. Beckett yorumu kilitlemiş ama anlamın üzerinde yapılacak çeşitlemelere kapı açıktır.

Kesin olan şu ki benim için Beckett hayran olunacak bir aydın, Oyun(un) Sonu kıskançlıkla ve keyifle okuduğum bir oyundur. Bunun nedeni öncelikle kişiseldir ve yaklaşık 40 yıl önce ufkumu açan bir pencereden gelen ferah bir esintiyi hissetmemdir.  Ama oyunun metni içinde gizli olan derinliğin kolay anlaşılır olmaması nedeniyle, seyredildiğinde, tekstin sakladıklarını fark edemeyen(bilmeyen) için  zihinleri karmakarışık eden yapısına da sinir olurum. Seyircinin derinlemesine bir ön hazırlık ile salona gidip oturmasını beklemek gerçekçi gelmiyor bana. Ama hiçbir şey bilmeseniz bile zihinlerde açılan ‘yara’lar da yeter insana.   

Beckett’in ortaya koyduğu aydın portresi hayranlık vericidir. Beckett, Oyun(un) Sonu’nda kurduğu parodisel bir yapı ile edebiyat ve felsefe tarihinin onlarca asırlık geçmişini oya gibi işlemiş ve geleceğe yönelik öngörülerini sıralamış; oyunu, Shakespeare, Çehov hattının üzerine oturtmuş; Kafka, Joyce, Kirkegaard, vb felsefecilerden  damıtılmış mükemmel bir derleme yapmış ; kendine özgü söylemi, ayrıntılı jest, mimik ve mizansenler ile sahneye yansıtmış; sahnede tiyatro adına  yeni bir akımın doğmasına neden olmuş. Oyun(un) Sonu, satranç, tarot, evangalizm, Shakespeare, Çehov, varoluşçuluk, kaos, yaradılış, lisan, psikoloji, sosyoloji  vb yığınlarca konuyu içeren; en ince ayrıntısına kadar planlanmış bir oyundur. Bu ayrıntıyı öğrenen bir insan Beckett’in enginliğini ve derinliğini; oyunu okuyan insan tiyatroda ulaşılan başarıyı/devrimi anlar ve hayran kalır;  mahallesinin sığ alkışlarında değil zirvelerde peşine takılacağı örneği arar. Kendi sınırları içine mahkûm olmuş/edilmiş insanlar okyanus içinde okyanusu bilmeyen balıklar gibidir. İnsan aklının ulaştığı bu muhteşem zirvenin anlamasa da var olduğunu bilen insan kendi hayatından başlayarak tüm dünyaya, evrene farklı bakar, okyanusun değerini anlar. Zira Oyun(un) Sonu’nu izlemek, ülkemin ücra köşesinden gelerek İstanbul’u ilk defa gören  bir gencin açılan ufkundakine benzer  bir aydınlık yaratacaktır. Dünyada Beckett gibi aydınların olduğunu, arkasına takıldığı ‘ortalama’ insanların yanında bu genişlikte hayal edebilen düşünebilen insanların varlığını düşünmekten daha başka ne açar insan aklını?

Oyun(un) Sonu, metinler arası ilişikler ile okunduğunda keyfi artacak bir oyundur. Bu, anlatımı genişletir ama öncelikle yönetmene görev verir. Yönetmen, çok metinli bir yapı üzerine kurulan oyunda görüneni ve saklı olanı bulabilmek ve de seyirci algısını dikkate alarak seyirciye ulaşmak için çaba göstermek zorundadır. Bu bağlamda yönetmen, seyircisini tanıması oranında başarılı olacaktır. Yönetmenin zorluğu da burada başlar: Hangi seyirciye nasıl aktarılacak? Oyunun Sonu’nun alt metinleri daha çok öne çıkmış ve bu didiklenme nedeniyle seyirci için tadı kaçırılmış bir oyun olarak gelir bana. İlk seyrettiğim anki halime dönsem ve oyunu o naif duygularla seyredebilsem yeniden keşke.

Oyun ile ilgili ayrıntılardan yaptığım derlemeyi ayrıca yayımladım. Seyircinin kendi başına yapacağı yolculuğu bozmamak için konuya ilişkin bilgileri ayrıca vermek istedim. İsteyen oyunu görmeden isteyen gördükten sonra okuyabilir. http://hayatinnabzi.blogspot.com/2011/02/beckettin-oyunun-sonu-icin-derleme.html#more

Mekan Artı
Oyun(un) Sonu’nu seyrederek kendi kişisel ‘açılış’ımı yaptığım Mekan Artı’yı yaratanları kutluyorum. 150 metrekarede yeni bir dünya oluşturmuşlar. Web sayfalarının (www.mekanarti.com) içeriğini beğendiğimi de belirtmek isterim. Yarattıkları bilinçle, tarihe verdikleri değer ile  çevrenin olumlu değişimine katkı sağlayacaklarına inanıyorum. Mekâna giriş basamaklarını yeniden düzenlemelerini öneririm.

Ekip’in oyununa gelince…    
Metinde ne varsa bilmek yönetmenin görevidir ve seyirciyi deryanın içine daldırıp boğmaktan kaçınmalıdır. Bunu yapabilmenin çok da kolay olmadığının idraki içindeyim.

Benim zihnimde kemikleşmiş bir oyuna genç neslin nasıl baktığı bana ilginç geldi. Bu nedenle oyunu sahneleyen Ekip’den  oyunu yeniden seyretmek istedim.

Yönetmen(Cem Uslu) oyunun genel çizgilerine sadık kalmış. Ancak mekânın kullanılışında oyunun mesajını etkileyen sıkıntılar var. Örneğin önünde duran iki bidon nedeniyle ikinci pencere geri planda kalıyor.  Clov, Hamm’i dolaştırıp ikinci pencerenin önü diyerek sahne ortasına getiriyor. Clov Hamm’i kandırıyormuş gibi bir yorum çıkıyor ortaya. Bence Clov ‘efendisi’ne sonuna kadar sadık bir kul (köle vb) Hamm’i kandırma niyeti yok.  Öte yandan metindeki siyah köpek, oyunda beyaz kedi olmuş. Metindeki repliklerle bu,  Clov’u ‘cin’ haline getiriyor.

Yorumda Clov tipi ezik ve hüzünlü.. Umutsuzluk hâkim bıkkınlık yerine. Metne göre köpeği Hamm’in kafasına vururken sahnede kucağına sertçe bırakıyor. Metne göre “köpeğin başını tutan” Hamm’e Clov oyunda köpeğin(kedi?) kıçını gösteriyor başı niyetine. Buradan çıkan komediden ne beklenmiş anlamadım.

Hamm “sana yiyecek vermeyeceğim” diyor ama yiyeceği Clov’dan istiyor. Hamm “beni ortadan kaldır sana mutfağın girdisini çıktısını öğretirim” diyor  ama mutfağa kendi başına gidemiyor. Hamm ve Clov’un birbirlerini “tamamlayan” bağımlılıklarında bir tarafın diğerini aldatması, oyundan çıkabilecek bir yorum değil. Kaldı ki dekor ile ifade edilen anlatıma göre Clov, Hamm’in (zihnindeki ?) kontrol ettiği bir karakterdir. Clov’un gidememesine de bu yönden bakmak gerek. Hamm’in zihni, oyunda öne çıkarılması beklenen bir unsurdur.   

 Metinde duvarda asılı  tablo kaldırılıp yerine çalar saat asılıyor. Metne göre ters duran tablo sahnelemede kaldırılmış. Çalar saat bidon üstüne konuluyor. Bu tercihin yoruma ne getirdiğini anlamadım.

Metinde Hamm ve Clov’un yüzlerinin ‘kırmızılığını’ vurgulanır. Bunun nedenleri var. Oyunda bu ayrıntı belirginleşmiyor. Hamm’in dişini fırçalamasının nasıl bir ayrıntı olduğu da açık değil. Babanın istediği ‘hap’ Ekip tarafından ‘badem şekeri’ne çevrilmiş. Clov’un ‘at hareketi’ Hamm’in sandalyesini iterken sorun yaratıyor.

Bu ayrıntılar teksti bilmeyenler için önemli değil ama her ayrıntısı ince ince ‘dokunmuş’ bir oyunda seçeneklerin de oyunun bütünlüğüne aykırı olmaması Ekip’in sorumluluğudur diye düşünüyorum. 
Çok dallanmaya açık bir oyunda ‘odak’ eksikliği gördüm. Yani tek cümleyle anlatılmış oyun özeti nedir?

Cem Uslu, Simel Aksünger, Murat Engiz ve Ayşegül Uraz’ın oyunculuklarını beğendim. Cem Uslu’yu bir adım öne çıkarmak isterim.


Oyun(un) Sonu, üniversite öğrencilerinin mutlaka görmesi gereken bir oyun. Tiyatroseverler için kaçırılmaması gereken bir fırsat.

Melih Anık

Kaynak:
“Godot’yu Beklerken” (Çeviri: Ferit Edgü)- “Oyunun Sonu”(Çeviri: Berent Enç) – Samuel Beckett- Altın Kitaplar-1969
“Beckett and Shakespeare” - Normand Berlin – The French Review Vol 40 No 5(Apr.1967) pp 647-651
“Trying to Understand Endgame” - Theodor W.Adorno - New german Critique No 26 Critical Theory and Modernity (Spring-Summer 1982) pp 119-150
“İbsen ve Çehov Tiyatrosunda Komik ve Trajik”- Türkan Olcay- Tiyatro Araştırmaları Dergisi 23:2007
“Çehov’dan Beckett’e Köprü Sözcükler” – Özlem Hamiş Öztürk-Tiyatro Araştırmaları Dergisi 23:2007
“Varoluşçu ve Absürd Tiyatro” - Tankut Yıldız- T.C.Bahçeşehir Üniversitesi Yüksek Lisans Tezi- 2009
“Meaning and Melancholia in Beckett's Endgame” - Sandra Raponi/ University of Toronto http://www.yorku.ca/jspot/4/beckett.html
“Endgame-A Play by Samuel Beckett” - Feb 28, 2010 JadeWeighell/ http://www.suite101.com/content/endgame-a207574#ixzz1BwrrOlFa
“INTERVIEW: RANDY HARRISON ON SAMUEL BECKETT AND “ENDGAME” AT BTF”-Larry Murray http://berkshireonstage.com/2010/06/27/interview-randy-harrison-on-samuel-beckett-and-endgame-at-btf/
“Analysis of Endgame by Samuel Beckett- The Game Before the End” -Gaby M. Rosulin, http://www.associatedcontent.com/article/1987494/analysis_of_endgame_by_samuel_beckett_pg3.html?cat=38
“Prof.Dr.Ayşegül Yüksel’in Beckett Yazısı”- http://www.dostlartiyatrosu.com/tiyatro_oyunlar_oyun_sonu.html
“Açık Kapı”- Peter Brook- Çeviren : Metin Balay- Yapı Kredi Yayınları


ELEŞTİRİLER:
Aşağıdaki linklerden benim de keyifle okuduğum oyun eleştirilerine ulaşabilirsiniz.
Oğuz Arıcı: http://oguzarici.blogspot.com/2011/01/ekip-tiyatrosu-oyun-sonu.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder