24 Mayıs 2010 Pazartesi

Münchner Kammerspiele - Dava - Kafka- 17.Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali

Dava deyince, -romanı okumuş olsun olmasın- çoğunun aklına gizemli bir kuruluş tarafından sabah sabah neden tutuklandığını bilmeyen Joseph K.’nın yaşadığı kâbus gelir .

3 saatlik oyunun bu hali , "kâbus" olmuş gerçekten. Oyun , bu anlamda hedefe ulaşıyor.

Düz okunsa 4-5 saat sürecek roman  , sahnede ara ve “atraksiyonlarla” 3 saat sürdü. Demek ki bazı sayfaları “atladılar” diye düşündüm !

Yönetmen , Joseph K.’yı anlaşılmaz bir girdaba sürükleyen düzene değil , baskı altındaki kişinin bunalımına odaklanmış.

Sahneden seyirciye doğrudan bakan , "izleyen" "göz"ün, seyirci üzerinde yarattığı ilk etki , oyun sürdükçe, içine çeken ve adeta labirentleşen bir algı yaratmaya , karmaşıklaşmaya başlıyor. "Tek göz"ün  içinde “dönen” göz bebekleri , seyirciyi Joseph K.’nın iç dünyasına doğru çekmeye , o dünya içinde “kaybolmasına” yönelik sanki.
Zira dışardan bakan "göz" bir süre sonra "iç mekan"laşıyor. Metin ile yaratılan "içsel"leşme "göz"ü de "içsel"leştiriyor. Gözün ilk anda çağrıştırdığı "dış" algılaması , Joseph K.'nın iç sarmalının labirentine dönüşüyor.

Doğrusu ben "göz"ün önce tümüyle yatay durmasını ve oyun sürdükçe, Joseph K'nın hikayesini "dinleyenlere" , bunalımını "seyreden"lere doğru yönelmesini tercih ederdim. Bu nedenle dikey pozisyonda başlamasını kaçırılmış bir fırsat saydım. Ama takdir ederseniz ki yönetmen ile bizim yaşadığımız hayatlardaki fark , bu farkı yaratıyor.

Sahne tasarımı ile yaratılan görsel ağırlığın , özün algılanmasını zayıflattığını düşünüyorum. (Bir an için oyunun düz bir sahnede oynandığını hayal edin. Bu kadar etkili olur mu ? Seyirciyi "yakalayan" , içerikten önce biçim. Beğenilerin temelinde biçim var öncelikle. (Belki de sadece.)

Joseph K.’yı  "bölen" yönetmen , bir de karakterin iç sesi , dış sesi , anlatan , yorumlayan , karşı karakter gibi değişken, atlamalı ve de tekdüzeleşen ses-söz ağırlıklı bir anlatım biçimini denemeye çalışınca bu kadar ağırlığı , "beden" taşıyamaz hale gelmiş. Uydurulan hareketler , sesler, jest ve mimikler sanki ilginç olmak için yapılmış.

Yönetmen , içine “düştüğü” metnin labirentlerinin farkında olduğu için yarattığı son derece anlamlı dekoruna ve “karakter parçalama” yöntemine rağmen romanı nerdeyse satır satır okuma izlenimi veren uygulamada "sahne dili"ni bulamamış .

Bu ifadem bazılarına anlaşılmaz gelebilir. En saçma gösteri bile kelime anlamında bir “sahne dili”ne sahiptir. Benim ifade ettiğim “sahne dili”, meramı anlatırken içerik ile bütünleşendir . Dolandırmaması, tekrar etmemesi, anlamlı bağlantılar içinde olması, açtığı parantezi kapatması, sahneler ve karakterler arasındaki dengeleri (süre ve ağırlık) koruyabilmesi ,öz-biçim dengesini bulmuş olması vs. gerekir. Sanki önce biçim bulunmuş sonra metin , biçime uydurulmaya çalışılmış. Bence , Dava, bu anlamda başarısız. Durağanlığı giderme amacına yönelik görsel “çeşitleme”ler ; sürenin ayarlanamaması ile ortaya çıkan ve “zorlama” duran biçimsel “atraksiyon”lar , özü zedelemiş. Bu çerçevede  “Sessiz sinema” yorumu da Kafka’ya bir gönderme olarak konulmuş ama bu , gösterinin bütününde , olayı "hafifletmiş". Ortaya parçaları güzel ,“artistik” tarafı ağır , başarısı tartışılır bir uygulama çıkmış.

Gösterinin romandan yararlanan ama doğrudan bir roman uyarlaması kaygısı taşımadığını , bu nedenle de gösterinin isminin farklı olması gerektiğini düşünüyorum. "Yönetmen" ismi bu ayrımı vermiyor . Ayrı bir vurgulamaya ihtiyaç var.

Başka bir dilde dinleyip tercümeden takip etme zorunluluğunun yarattığı zorluk , Almanca edebiyatı “ihraç etme” amacı taşıdığı hissi veren bir gösteride , ancak kendisini o dile yakın hissedenlere sıcak ve kolay gelecektir. Beslendiği yerel ögelere "aşina"(?) olanlarca daha çok beğenilir bir gösteri ile karşı karşıyayız..

Dava gibi , nerdeyse yaklaşık 100 yıldır, her yönden ele alınmış bir baş yapıtı bir de bu açıdan değerlendirme özgürlüğü ve olanağı , bu tür denemeleri yapma rahatlığı sağlıyor olmalı. Bu anlamda , Dava , adalet ve hukuk konusunda temel sorunlarını çözmüş bir ülke için bir "deneme"dir.  Dolayısı ile “düzen”den ziyade “kişisel” bunalımın vurgulandığı bir yorum , önünde her gece yüzlerce seçeneği olan bir toplum için “hadi bu da olsun” rahatlığı ve keyfi ile yapılan bir deneme olarak “hoş” bir tasarımdır. Sunulan gösteri , Almanların , Kafka'nın Dava'sına 'antik eser' muamelesi yaptıkları gerçeğini değiştirmiyor. Öte yandan , Dava'nın genel algılanışına ait “ezber bozan” sahnelemenin Kafka olduğundan da kuşkuluyum. (Bu arada Almanya'da da seyircinin bu tür oyunlara "teveccühü" konusundaki tereddütlerimi belirtmem gerekiyor.)

Ama gerek sahne tasarımı gerekse oyuncuların performansında (ses ve beden) yakalanan başarıyı vurgulamadan geçemem.

Sanıyorum   “17.Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali programının “yıldızlarından”(?) Dava(Andreas Kriegenburg) oyunu seyircinin ilgisini çekti. 3 saatlik oyunun ikinci yarısında salondan ayrılanlar oldu ama salonda oyun sonunda çıkan yüksek “desibel”li alkış, ıslık ve çığlıklar duyulmaya değerdi . Ülkemizdeki bu tiyatro sever seyirci ile gurur duyduk  (!) ” sözleri ile önce İKSV’yi sonra da kendilerini “kurtarmaya”  yönelik  haber, yorumlar okuyacağız. Bu seyirci desteği İKSV için bir "kanıt" sayılır !

Salonda gördüğüm atmosfere ,genellikle ülkemizde sergilenen yabancı oyunlarda rastladığımı düşünüyorum. Tiyatrodan anlayan (!) bu seyircinin sezon boyunca nerede “saklandığını” merak ediyorum gerçekten. Dünyanın her yerinde bu "tür" seyircisi olan tiyatro bizimkisi gibi olmaz. (Onları bizim tiyatromuza da bekleriz!)

Bu “oyunun” salondaki “aktör”leri çeşit çeşit :

Anlamadan beğenenler ! (“Bu kadar para verdim beğenmem gerek” diyenler .Beğenenlere bakıp geri kalmak istemeyenler. Ya da “dolduruşa” gelenler.)

Ülkesini çok sevenler ! (Yabancılar bizi “cahil” sanmasın diye o kadar ses çıkaranlar)

Dünya bilenler ("Dünyada oyun böyle alkışlanır" diye aslında "kendilerini gösterenler".Oyunun sonunu da o amaçla bekleyenler.)

İKSV’yi çok sevenler! ( “İyi şey söylemezsek İKSV bize kızar. Gelecek festivalde bize “yer” vermez.” diyenler)

Misafir sevenler ( “Gelenler misafir sayılır, iyi davranmak lazım. ” diyenler.)

Ders verenler (“Elin oğlu yapıyor, bizimkiler görsün de öğrensin” diyerek kendi gösterisine ön hazırlık yapanlar.)

Ders alanlar (“Hocam git gör dedi” diyenler)

İş çıkaranlar ( Yabancı topluluklara dekor, tercüme, ses düzeni , taşıma, geceleme, rehberlik ,turistik tur vb gibi hizmet verenler)

Beğenmeyip gidenler - Beğenmeyip kalanlar ( Neyi beğenmediler bilmem (!) ama kalanların gidenlerden farkı , sondaki "şenliğe" de tanıklık etmiş olmalarıdır. )

Bir de - bu yüksek desibelli sesi çıkaranlardan olsun olmasın - “beğenenler” var ! (Onları açıklamaya gerek yok ! Onlar kendilerini ve birbirlerini biliyor ve de gösteriyorlar zaten !)

Geçmiş "karne"sine baktığımızda , anlamadığı çok açık olan oyunlarda ,oyun sonunda yerinden fırlayarak alkış ve çığlıklarını "fırlatan" "seyirci"mizin , güvensiz bir ortam yarattığını düşünüyorum. Pekçok seyirci sonradan okuyacağı yazılarla ne seyrettiğini anlayacak ! O da "okursa"! "Standardı" belli olmayan tezahüratların kime yararı var ?
Yapılan , kendi oyuncularımıza ayıp! Doğrusu , bu abartılı “alkış, çığlık, ıslık kıyamet” ortamı , yerli tiyatroculara bir mesaj gibi geliyor bana.”Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” misali. “Biz aslında tiyatronun iyisinden anlarız. Siz de yapın sizi de alkışlayalım” demeye geliyor yani .

O zaman da oyun arasında yanı başımda, karşısına aldığı “öğrencisine”(?), ders verir gibi “Satır satır romanı okuyorlar sahnede. Biz seyirci sıkılmasın diye “neler” yapıyoruz. (“Neler” yerine başka bir şey söyledi ama yazılmaz.) Adamlar özgür. Dilediklerini yapıyorlar” diyen “ünlü” DT yönetmen-oyuncusunun sözlerini nasıl anlamalı ve bağlamalı ? Oyunu mu beğendi yoksa yönetmenin “kafasına göre takılma” özgürlüğünü mü ? "Kafasına göre takılabilse",  "Dava'nın beğenenleri ", onu da seyre katılır mı?

Bizim gibi , olmadık Dava’larla ömür geçiren  ve tiyatronun insan hayatındaki yeri "eser" niyetinde olan toplum yurttaşları için ,  "farkın , farkına varmak"  -oyunun tiyatral yorumundan bağımsız-  daha üzüntü verici.

Ama , Dava'yı bir düzen sorunsalı değil "kişisel bunalım" açısından almaya/vermeye yönelik bulduğum gösterideki coşkun beğeni ifadeleri de iyi gelmiyor yüreğime.

Oyun sonunda çıkışa doğru yürürken coşkuyla sahneye odaklanmış , alkışlarını gönderen  seyirci yüzlerini algılamaya çalıştım. Onların abartılı alkışlarının , çığlıklarının amacı  Dava değildi  diye hayal etmeyi tercih ettim..

Melih Anık

7 yorum:

  1. O çılgınca alkışların bir sebebi de bu oyunun iksv tarafından çok reklamı yapılması sanırım(maillerle en çok gözüme çarpan oyunlardan biri oldu), bu nedenle bende çok merak ediyordum oyunu; ancak yazınızı okuyunca merakım geçti, izlemeye kalksam da tamamını pür dikkat izleyemeyeceğim kanaatına vardım.

    Başarılı bir oyun-seyirci anlatımı olmuş elinize sağlık.

    YanıtlaSil
  2. şu ana kadar kısıtlı beğeninizle yazdığınız ve sanırım eleştiri yazısı dediğiniz şeyler bir şekilde göz ardı edilebilirdi ve nitekim de öyle oldu. ama bu yazdığınız... oyun izlemeyi ve tiyatro hakkında yazmayı derhal bırakınız lütfen!

    YanıtlaSil
  3. Adsız,
    Yorumunuz için teşekkür ederim.
    Maalesef “yeni” değil. Ayrıca “adsız”..
    “100 Yazıda Düşüncelerimi Paylaştım” başlıklı yazımı okumanızı öneririm.
    Düşüncelerinizi , “kişiliğinizi” açık ederek ifade edebilseniz keşke.

    YanıtlaSil
  4. bahsettiğiniz yazınızı okuduğumu belirterek cevabıma başlamak isterim. önerdiğinize göre mutlaka "önemli" (ne olabilirdi ki? hiçbir fikrim olmasa da) birşeyler olabilir umuduyla üstelik. fakat ne yazık ki benim önemseyebileceğim bir yazı değil. bunu saldırganlık olarak algılamayacağınızı umuyorum. geçmişinizdeki tiyatro bağınız ve onu bugüne taşırken dikkat ettiğiniz hususlar ve düşünceleriniz hakkında samimiyetle olmasını ümit ettiğim bu yazının ben de bir karşılığı olması gerekmez değil mi? herneyse... o yazı hakkında düşüncelerime son vermeden önce iki noktayı belirtmek isterim:
    1- geçmiş, geçmiştir!
    2- tiyatro(muz) eleştirmeni olmadığı kadar eleştireni olmadığı için de bu haldedir. evet doğru söylemişsiniz. fakat bir nüansı es geçmişsiniz bence. atıp tutmak demek eleştirmek değildir, olmamalıdır.
    herkes fikirlerini söylemekte elbette özgürdür ancak blog açıp düşüncelerinizi ne yazık ki yeterince temellendirmeden "ben sevmedim, ondan dolayı kötüdür" önermesine varacak denli ileri gidince, üstelik birileri de (işin bu kısmını anlamak da güçleşiyor elbet, ama o ayrı konu) bunu pek kolay kabullenecek hale gelince orada bir sıkıntı var bence.
    özel olarak takip etmesem de melih anık adı ile herhangi bir tiyatro dergisinde/portalında/mecraasında rastlaşmalarım sonucu eleştiri/(düşünce demek isterseniz, o da) biçiminizi yanlış bulduğumu yeniden belirtmeme gerek yoktur sanırım. bu rastlaşmaların bir kısmının da bir çeşit ağız dalaşına sürükleniyor olması da ayrı bir konu tabi.
    tiyatroyu "gerçekten" seven biri olduğunuza bu kadar inanıyorsanız daha sağlıklı bir yerden bakmanızı önerebilirim. Dava yı seven ve bahsettiğiniz seyirci profillerinden hiçbirine girmeyi kabul etmeyen biri olarak size neden sevdiğimi yazabilirim elbette. ama buna gerek duymuyorum. zira böyle bir iddia ile yazının başında değilim. yazdığınız seyirci profili belki -belki diyorum, izlemedim, duyduğum yorumlardan yola çıkıyorum fakat buna rağmen önemli olan şu ki; YAZMIYORUM- Malkovich'in oyunu için geçerli olabilirdi. ama orada bile gereksiz kaçabilirdi diye düşünüyorum.
    tüm bunları Dava yı sevmiş, sizinle çok kere bahsettiğim mecralarda karşılaşmış ve hoşlanmamış bir tiyatro izleyicisi olarak yazıyorum. "adsız" olarak görünmem hiçbirşey değiştirmez emin olun. hakan, gökahn, ahmet, mehmet ya da melih... ne farkeder ki? bu kısma takılacağınızı bilerek, biraz da içinizdeki yılanı kışkırtmaktan keyif alacağımı bilerek yazdığımı belirtmek isterim. hiçbir tiyatroyla bağı olmayan, tiyatroyu -kendince- "sevdiğini" size göre iddia eden olabilir bana göre ise bilen bir Ankara seyircisi/öğrencisi diyelim daha fazla merakınızı kaşımayalım. zira ne kadar kaşırsanız kaşıyın umduğunuzu sonuca ulaşamayacaksınız ne yazık ki. sadece gereksiz bir kanama...
    bundan sonra ne yazarsanız yazın cevap verme gereksiniminde olmadığımı, alışık olduğunuz (şu meşhur dalaş -ki bir parantez açarak her ne kadar o eleştirinize hak vermesem de karşı tarafın tavrının bir noktadan sonra fazla can sıkıcı olduğunu düşünmüştüm zamanında ve hala- ki bunu belirtme sebebim size karşı bu anlamda bir öfke duymadığıma dikket çekmektir) yazı düellolarından birine daha sebebiyet verme ihtimali olan tohumu atmak istemediğimi belirtirim.
    sonuç olarak; hala aynı fikirdeyim. oyun izlemeyi ve tiyatro hakkında yazmayı derhal bırakınız, lütfen! bunu yapamıyorsanız eğer bir önerim olacak, lütfen dikkate alın; hatırlatma listenize 7. bir madde ekleyin ve yazılarınızı en azından şöyle sonlandırın: "bunlar pek tabii benim düşüncelerim, siz bunlardan hiçbirini düşünmeyebilirsiniz elbette ve hatta düşünmeyin de zaten, gidin kendiniz karar verin!"
    "kişiliğimi" daha açık ifade etmemi isterken kimlik bilgilerimi ifşa etme maksadınız olduğunu düşünerek es geçiyorum o kısmı. zira size hiçbir yararı olamayacağını söylemiştim. ama sanırım düşüncelerimi yeterince açık ifade ettim.
    öneriniz işe yaradı yani, teşekkürler...

    adsız (! ya da ? ama bence .)

    YanıtlaSil
  5. Adsız,
    “Blog”uma yorum bırakmış olanı evime gelmiş “misafir” sayarım. Onun için iyi bir "ev sahibi" olmaya çalışırım. Ama takdir ederseniz ki misafir de misafirliğini bilmeli !
    Yazınızı, bana yazdıklarınız için değil içerdiği görüşler itibariyle “tipik” olduğu için cevaplıyorum.
    Öncelikle kim olduğunuz beni ilgilendirmiyor. Hangi uzmanlıkla yazıyorsunuz aldırmıyorum. Bunu “adsız” birine cevap vermemden de anlayabilirsiniz. Aynaya baktığınızda ne gördüğünüz ile ilgili bir durum bu. Düşüncelerini ifade etmeyi beceren biri neden kimliğini saklama gereği duyar anlamam mümkün değil . Oysa ki düşünceler en büyük zenginliğimiz. Düşüncelerimizi açıkça belirtmemiz , açıkça belirtilen düşüncelere karşı anlayışlı olmamızı gerektirir , doğurur , tahammülümüzü geliştirir . Ayrıca bu öğretici bir süreçtir. Düşünce ifade ede ede yeni,doğru,daha iyi ve etkili yollar bulmayı keşfeder insan. Bu kelimeye şu cümleye hangi “adsız” nasıl karşı çıkabilirin hazırlığını yapmayı da öğrenir . İnsan kendi kendine de ifadesini geliştirebilir. Ama o zaman sizi eleştirecek bir “adsız”ı nereden bulacaksınız!
    Düşünceyi beyan etmek ve bunu yaparken “adsız” olmamak , “adsız” da olsa karşı düşünceler karşısında kendini apaçık ortaya koymanın sonsuz keyfini duymanıza yardım eder.
    Yazış şeklinizden , bana göre (galiba epeyce) genç olduğunuzu anlıyorum. Bunu “kesin” ve “başkası” olmayacakmış gibi “savurduğunuz” hükümlerinizden, önerilerinizden , tam da hakim olamadığınız durumlarla ilgili kararlarınızdan , başkalarının yorumlarından yola çıkmanızdan çıkarıyorum. Ayrıca bir yazıyı okurken yazının içindeki kısa geçilmiş ama geniş anlamı kaçırmanızdan , bir de kendi kendine karşı olan düşüncelerinizden anlıyorum.
    “Geçmiş geçmiştir!” böyle bir hüküm cümlesi.
    “Atıp tutmak demek eleştirmek değildir” cümleniz de böyle bir örnek .
    “sanırım eleştiri yazısı dediğiniz şeyler bir şekilde göz ardı edilebilirdi ve nitekim de öyle oldu” ve “özel olarak takip etmesem de melih anık adı ile herhangi bir tiyatro dergisinde/portalında/mecraasında rastlaşmalarım sonucu” ifadeleriniz de kendi içinde bir çelişki taşımıyor mu! ( göz ardı etmeyenler varmış demek ki!)
    “daha sağlıklı bir yerden bakmanızı önerebilirim”
    “yazdığınız seyirci profili belki -belki diyorum, izlemedim, duyduğum yorumlardan yola çıkıyorum”
    “biraz da içinizdeki yılanı kışkırtmaktan keyif alacağımı bilerek yazdığımı belirtmek isterim”
    “bundan sonra ne yazarsanız yazın cevap verme gereksiniminde olmadığımı, alışık olduğunuz (şu meşhur dalaş….”
    “oyun izlemeyi ve tiyatro hakkında yazmayı derhal bırakınız, lütfen!”
    Ama her şeye rağmen düşündüğünüzü belirtmiş olmanız iyi bir gayret. Nice yaşlılar sizin yaptığınızı yapamaz.
    Bir hususu yeniden dikkatinize sunmak isterim:
    “Ben bu düşüncelerle , “yazı” yazıyorum . Bilmediğimde , bulabildiğim "bilen"den yardım alıyorum. Amacım , sürece katkıda bulunmak ve benden sonrakinin işini kolaylaştırmak , yola ,bir çakıl tanesi olsun koyabilmektir. Ben “Eleştirenim”. Daha hoşuma giden ise “Düşünce paylaşan”dır” ifadesinin içerdiği anlama yeterince zaman ayıramamışsınız.
    Bende, kelime , cümle ve düşüncelerle “kışkırtılacak yılanı” bulacağınızı düşünmeyin .Çok kişi denedi şimdiye kadar. Başkalarını kışkırtmak da hedefiniz olmasın. Siz kendiniz olun , düşüncelerinizi belirtin, gerisi ile de ilgilenmeyin.
    Kendi “blog”unuz olmamasına rağmen başkalarınkine “misafir” ola ola daha iyi yazacağınıza eminim.

    YanıtlaSil
  6. Sayin Adsiz,

    Kisiliginizi acik etmeniz temennisi kimlik bilgilerinizi ifsa etme isteginden degil karsilikli bir konusma, tartisma, paylasim ortami yaratma arzusundan kaynaklaniyor. Bir temel uzlasma ilkesi olarak dusunce ozgurlugu cercevesinde, taraflarin kim olduklarini saklamalari dile getirdikleri fikirlerini saglikli bir sekilde aciklamalarina engel oluyor. Eger farkettiyseniz “adsiz” rumuzunuz sizi varsayimlara suruklemis. Yazinizdaki tum gerek duymadiklariniz gibi isminizi yazmayi tercih etmemeniz de icine dustugunuz derin cukurlari acmis.

    Maalesef yazdiklariniz birbirleriyle sikca celisiyor. “Herkes fikirlerini söylemekte elbette özgürdür” diyerek altini cizdiginiz ilkeyi az sonra “oyun izlemeyi ve tiyatro hakkında yazmayı derhal bırakınız, lütfen!” diyerek zorluyorsunuz. Melih Bey’in yazdiklarindan cikardiginiz “ben sevmedim, ondan dolayı kötüdür” sonucu, okudugunu yeterince anlamamis olmanin bir yan etkisi olabilir mi? Eger izin verirseniz (!) herkes, bir mudahale olmadan, istedigini dusunsun ve dile getirsin. Taraflar hicbir seyde anlasamiyorlarsa, en azindan bu anlasamadiklari gercegi disinda hicbir seyde anlasamadiklari konusunda anlassinlar. Yeter ki belli bir saygi siniri asilmasin.

    Yazdiklariniz icindeki tutarsizlik tonunuzda da yerini bulmus. “Nefesini tutmus” hitabiniz ve sozde kalan sakinliginiz, cumlelerinizin icindeki saldirganligi, icinizde kopurenleri saklamakta yeterli olmamis.

    Sizin duello dediginize dunya dialog diyor.
    Mia

    YanıtlaSil
  7. Mia,
    Katkınız için teşekkür ederim.
    “Misafir”lerim arasındaki söyleşi beni mutlu eder.
    Kimliğin açık edilmesi kişisel bir tercihtir . Kendini gizleyenin kendisi ile hesaplaşmasını gerektirebilir.
    Ancak , sadece bir isim yazmak da açıklığı sağlamıyor artık. Kimliğin açık olması lâzım.
    Karşısındakinin kim olduğunu öğrenme isteği , “ortak dil”in bulunması ve anlaşmanın daha kolaylıkla sağlanabilmesine yöneliktir. Başka bir amacı da yoktur.
    Ben kendi kimliğimle ortadaysam , “misafir”imden de ayni davranışı beklerim.
    Her şeye rağmen ben , kimliklerden bağımsız olarak fikirleri duymaya ,anlamaya çalışıyorum.
    İnternet her türlü olanağı sağlıyor ama HERKESİN kimliğini GİZLEMEDEN fikirlerini paylaşması hayalimdir.

    YanıtlaSil