İstanbul Devlet Tiyatrosu Kosovalı yazar
Yeton Neziray’ın(1977) Kosovalı Peer Gynt
oyununu Senem Cevher çevirisi ile Saydam
Yeniay yönetiminde sahneledi.
Kosovalı Peer Gynt, ülkesindeki savaştan
kaçarak Avrupa’da bir ülkeye iltica etmek isteyen Peer Gynt’ün serüvenini
anlatır. Oyunda savaş atmosferi var. Baba’nın sözlerinden içinde yaşanılan
atmosferi anlamak mümkün: “….. evde
yiyeceğimizin olmaması önemli değil. Bizim özgürlüğümüz yok. O yüzden bize
köpek muamelesi yapıyorlar. Onun için çok kan dökülecek.” Baba’nın kinayeli sözlerinde
Kosovalının serüvenine yapılan göndermeyi anlıyorsunuz: ‘Vatana
yardım etmek, Avrupa caddelerinde dolaşmaktan daha iyidir’ Peer İsveç, İngiltere ve
Almanya’ya iltica için müracaat eder. Hepsinden
de reddedilir. Yazarın Avrupa’daki sözde demokrasiye, ırkçılığa, önyargılı ve
iki yüzlü tutuma eleştirel bir bakışı olduğunu anlıyoruz. Peer hep ‘kürkçü dükkânına’
iade edilir. Orada da savaş onu karşılar. Yıllar sonra(2014) Peer, Stockholm’de oğluyla buluşur. Cebinde
babası ile alay konusu olan soğan, yanında yapay bacaklarının yerine geçen koltuk değnekleri vardır. Oğluna ‘zor zamanlar
için soğanı’ verir.
Bazı tekstler şanslıdır iyi yönetmenlerin eline düşer. Yeton Neziray’ın
Kosovalı Peer Gynt’ü de böyle şanslı bir tekst. Saydam Yeniay’ın eline düşmüş
ve tekstin çok üstünde bir reji ile seyre değer bir oyun çıkmış ortaya.
Tekstin talihsizliği öncelikle isminden
kaynaklanıyor. İçinde ‘Peer Gynt’ bulunması insanı ister istemez yönlendiriyor ve İbsen’in Peer Gynt’ü ile
karşılaştırma yapmaya doğru itiyor. Karşılaştırma Kosovalı Peer Gynt’ün
aleyhine sonuçlanıyor ve tekst zihinde kötü bir ‘taklit’ izlenimi bırakıyor.
Kosovalı Peer Gynt ile orijinal Peer Gynt arasında benzerlikler yok mu? Var.
Peer Gynt ve annesi arasındaki diyalog, Peer Gynt’ün diyar diyar dolaşması,
soğan ve sürrealizm zorlamaları. Peer Gynt’ün değirmenin çatısına çıkardığı annesini
Kosovalı sırtına alıyor ya da bir apartmanın ikinci katına çıkarıyor. Peer
Gynt’ün dünyayı dolaşmasından felsefi derinlikler çıkıyor, ‘ben kimim?’ gibi
bir sorunun peşinde İbsen. Kosovalı ise Avrupa’da sığınacak ülke arıyor. İkisi
de uçabiliyor. İbsen’in Peer Gynt’ü zaman içinde uçuyor Kosovalı olanı ise
sınırlardan uçarak(?) geçiyor. Savaş
sahnesinde Kosovalının üstüne sürrealizm olsun diye minyatür tank gönderiliyor.
İbsen’in sürrealizmi ise akımın başlamasına neden olmuş neredeyse. İbsen
Shakespeare’e gönderme yapıyor Neziray İbsen’i çok kolayından(hafife) almış. Bu
etkilenmekten daha ziyade onunla dalga geçer bir durum yaratıyor. İbsen Peer
Gynt’e ‘Bir at için krallığımın yarısını veriririm’; Neziray da Baba’ya
‘Bir soğan, bir soğan, bir soğana krallığım.’ dedirtiyor. Peer
Gynt’deki soğan felsefi ‘katman’ları olan bir metafor Kosovalıda ise biber
gazına karşı koklanan bir sebze.
Oyunun metninde “Oyundaki olaylar 1990 – 2014 yılları arasında
geçmektedir” yazıyor. Oyunun arka planını bu tarihlere bakarak bir yerlere
oturtmaya çalıştım. Kosova 1945’de Yugoslavyanın bir
eyaleti olmuş.Yugoslavya 1992’den itibaren parçalanmaya başlamış. 1995 yılında
Sırp ordusu Kosovaya girmiş ve birçok sivilin ölmesine neden olmuş. 1999’da
Kosova Nato müdahalesi ile Sırbistandan koparılmış Birleşmiş Milletlerin
yönetimi altına girmiş. Kosova Bağımsızlığını 2008’de ilan etmiş. Kosova'da bağımsızlık
ilanının ardından, denetim, Birleşmiş Milletler'den Avrupa Birliği'ne geçmiş.
Kosova'daki Avrupa Birliği temsilciliği, bundan sonra Uluslararası
Sivil Temsilcilik adı altında hizmet vereceğini açıklamış. Böylece Birleşmiş
Milletler'in de 1999 yılından itibaren Kosova'da üstlendiği yönetim sona ermiş.
Kosova'da Avrupa Birliği ülkelerinden 1900 polis ve yargı mensubu görev yapacakmış.
Kosova bu şekilde Avrupa'nın 50. ülkesi olmuş.(Vikipedi)
Oyunda çok açık olmamakla birlikte
Kosovalının babasının Sırplara karşı mücadele içinde olduğunu tahmin ediyoruz.
Tarihi akışı bilmezseniz, yazarın çizdiği Avrupalı ülkeler resmine ve
Kosovalının ‘mücadelesi’ne(!) takılırsanız Kosova Avrupa ile savaşıyor diye
anlarsınız. Kosovalı, ‘soğan sevici’ dediği babası ülkesi için bir mücadele
içindeyken iltica edecek ülke arıyor. Kendi ülkesindeki savaş nedeniyle mülteci
durumuna düşen insan imgesi ile iki yüzlü, alaycı ve ırkçı Avrupa resmi insanın
aklını karıştırıyor. Kosovalıya mı acıyalım Avrupa’ya mı kızalım? Yoksa Kosovalıya
kızıp Avrupa’ya mı hak verelim? Bu
bildiğimiz, acı çeken bir mülteci hikâyesi de değil. Kosovalı Peer Gynt kötü
arkadaşı olan esrarkeş ve hırsız bir karakter. Sanki bu olaylardan eğleniyormuş
gibi yaşıyor hayatı. Kendini bulmak gibi bir meselesi de yok. Kendisi sorunlu
bir insanın, ülkesinde özgürlük savaşı varken onu almadılar diye ırkçı Avrupa
ile mücadelesi(!) çok inandırıcı değil. Kosovalı
bir yazarın Kosovalı bir karakteri böyle yazması da bana ilginç geldi. Kendi
yurttaşı ile dalga mı geçiyor yoksa? Bu tekst sanki yazar Avrupa’ya küsmüş de bu
oyunu yazmaya oturmuş dedirtiyor insana. Ama yazar oyunu 2014 yılında Stockholm’de
bitirerek Avrupa ile barışmış gibi. Kosova Avrupanın üyesi olmuş Kosovalı Peer
de Avrupa’ya girmiş. Yazarın oyun başında rüya gibi çizdiği Avrupa’nın bir
ironi olduğunu oyun sonunda kendinizi zorlayarak da olsa anlamaya ramak kala Neziray Kosovalı Peer’i
daha önce reddedildiği İsveç’te bir parkta oğluyla buluşturuyor. Baba Peer oğul
Peer’e cebinde taşıdığı soğanı veriyor
ve kendi babası ile aynı yere
geldiklerini ima ediyor ve mücadelenin devam ettiği önerisi yapıyor. Kim?
Kosovalı! Hadi canım! Kosovalı Peer Gynt’ün tekstinin fikirsel anlamda iyi inşa
edilmediğini, niyet iyi bile olsa ‘anlatamadığını’ düşünüyorum.
Neziray’ın oluşturduğu tekst diyaloglu
sahnelerden ve araya katılmış ‘anlatan’ paragraflardan oluşuyor. Yazar kendi
eleştirisini kendisi yapıyor zaten: ‘Oyunda
anlatım çok fazla ama sahnede bu olayların çoğu sergilenmiyor.’ Oyuncuları oyuna müdahale
ettirmesi de
oyunun
çıkış noktasının anlatımcı epik tabiatta olduğunu gösteriyor. Ama tekstteki
esas sorun da bu sahnelerden oluşuyor. Bu, tekstteki tıkanma noktalarını açmaya
yönelik bir nefes aldırma denemesi. ‘Bu oyun burada bitmiyor’ gibi bir sahne ile yazar oyunu içine düştüğü karanlıktan çıkarmaya
‘mutlu son’ ile ironi yapmaya çalışıyor. Yazar denize düşmüş epiğe sarılmış.
Yönetmen Saydam Yeniay metne sadık kalmış ama tiyatro
kokan bir reji yapmış, tiyatro dilini çok iyi kullanmış. Her bir sahneyi kendi
başına çok başarılı mizansenlerle aktarmış. Başarıyla kurguladığı sahneler teksttin
boşluklarını, çelişme ve eksikliklerini örtmüş. Yönetmen öncelikle iyi bir kadro kurmuş. Uzun
yıllar bölgelerde gözlerden uzak olan iyi oyuncuları gün ışığına çıkarmış. Çok
doğru bir mekan düzenlemesi yapmış. Ülkeden ülkeye geçen Kosovalı için zaman
zaman bürokrasinin soğukluğu, kimi zaman ülkelerin aşılmaz duvarları,
hapishane, göz altı, labirent, yeraltı anlamlarına gelebilecek üç parçadan
oluşan hareketli bir çelik konstrüksiyon kurmuş. Kosovalıyı ‘fare’ gibi
dehlizlerinde dolaştıran ortam da böyle bir şey zaten. İki katlı bu dekor
tasarımı(Behlüldane Tor) otoritenin üstten bakışını anlatmak için de
kullanılmış. Koreografinin(Alpaslan Karaduman) katkısını unutmamak gerek.
Eldeki bavulların bir aksesuvarın ötesinde bir anlatım aracı olarak
kullanılması çok başarılı. O dar ve engelli sahneye rağmen dekor parçalarının
hareketleri dans figürleri gibi. Parçalı dekorun oyuncular tarafından hareket ettirilmesi de
maceranın içindeki ‘action’ı çok iyi ortaya çıkarmış. Bu canlılık ve enerji
oyuncuların performanslarıyla tepe noktaya çıkıyor. Oyuncuların bireysel ve
ekip hareketlerinden oluşan estetik etkileyici. Canlı mizansenin en büyük
yardımcısı müzik(Türkü Deyiş Çınar). Balkan ezgileri üzerine oturmuş çok güzel
bestelerin yanı sıra müzik, sahnelerin
duygusuna bağlı olarak şekil alıyor, tempoyu ayarlıyor, tempoya uyuyor. Müziğin
bu anlamda oyuna yardımcı olması zaten olması gereken ama bizde az rastlanır
bir durum. Efektler çok başarılı.. Işık
tasarımı(İ.Önder Arık) ortak duygunun anlatılmasına ve ruhun
belirginleştirilmesine çok katkı veriyor. Kostümlerin tasarımı(Mihriban Oran)
ve seçilen renkler karakterlerin çizilmesine çok yardım ediyor. Sahneleri birer
tablo haline getirmekte ve görünmeyeni ortaya çıkarmakta seçilen renklerin yararı
çok. Oyunun teknik donanımı ve aralarındaki uyum ve koordinasyon bir yönetim
başarısı. ‘Yönetim’ kapsamı altında yönetmen yardımcısı Funda Eskioğlu’nu,
dramaturg Yeşim Gökçe’yi, sahne âmiri Mahsuni Yılmaz ve ışık kumanda Seda Özyurt ve Kaan Eman’ın isimlerini de belirtmemiz gerekiyor.
Oyun metninde bir mizansen yok, kaba
bir mekân eylem tanımı var. Sahnede görülen mizansenler bir yönetmen
yaratıcılığı ve başarısı. Bunlar içinde Memur’un açıklamalarına eklediği müzisyen,
enstrüman seçimi ve çalan müzik parçaları(‘song of joy’) yönetmenin ‘ince’
düşüncelerinin bir eseri. Savaş sahnesindeki bavulların içinden çıkarılan tozlu
eşyaların havaya savrulması ve ani bir hareketle sahnenin donması ile ortaya
çıkan tablo sadece estetik değil aynı zamanda seyredenin içinde bir şeylerin
kıpırdaşmasına neden oluyor ki bu duygu aktarımı iyi yönetmenliğin temel
maddelerinden biri. Araba sahnesi alkışlanacak bir reji başarısı. Oyun sonunda
genç Peer’in soğanı düşürmesi de ince bir yönetmen yorumu. Minyatür tankı
görmediğim için de memnunum. Havada uçan şemsiye sürrealizmin doruğu. Daha önce
de bir rejisini seyrettiğim Saydam Yeniay beni şaşırtmadı.
Tüm bu teknik alt yapı üzerinde iyi oyunculuklar seyrediyorsunuz. Epik anlatıma uygun oyunculukların iyi olması rejinin
başarısında en önemli etken. Rollerinde hepsi başarılı ama bazı oyuncular
rollerin verdiği imkânla da daha önde. Erşan Utku Ölmez(Peer) ile Hakan
Şahin(Bac) grubun bir adım önünde. Canlandırdıkları rollere gerçekten ‘can
vermişler’. Karşılıklı oynadıkları sahnedeki uyumları çok güzel. Hakan Şahin’in
oyunculuğu onu bu sezon dikkat çekmesi gereken oyuncular arasına sokuyor. Fatma
Öney(Anne) rolünün tanımına çok uygun bir oyunculuk gösteriyor. Ses tonundan anne
şefkati yansıyor sanki. Funda Eskioğlu(Yaşlı Kadın) iki ayrı yaşlı kadın
yorumundaki oyunculuğu epik oyunculuk dersi örneği olur. Yener Sezgin(Baba)’in
ateşli militan kompozisyonu çok iyi.
Ozan Dağara(Memur’lar), Volkan Işılay(Polis), Duhan Şahin(Bela), Yusuf Can
Sancaklı(Avukat), Nazime Birben Akbulut(Halk), Duygu Aydoğmuş(Halk), Zekayi
Metin(Alman Polis) gerek bireysel rollerinde
gerekse toplu sahnelerde oyunun iyi ve başarılı olmasına neden olan
oyunculuklar sergiliyorlar. Tüm oyuncuların istekli, işi benimsemiş olması oyuna
ve seyirciye çok olumlu yansıyor.
İbsen’in Peer Gynt’ünü bilmeden ve
teksti okumadan ve de tekstin zihninizde
açtığı soruları kafaya takmadan oyunu seyredin. Kendinizi çok zorlarsanız
Kosovalı Peer Gynt ülkesindeki savaştan kaçan Suriyeli erkeklere benziyor
dersiniz. Ama onların da gerçek Peer Gynt ile ilişkisi yok.
Kosovalı Peer Gynt öncelikle bir reji
başarısı. Teksti yükselten bir reji bu. Bu kapsamda değerlendirdiğimde içinde bulunduğumuz sezonun(2018-19) çok
başarılı tiyatral işlerinden biri Kosovalı Peer Gynt.
Melih Anık
Not: İstanbul Devlet Tiyatrosu Şubat
programında verilen oyunun künyesinde Yaşlı Kadın’ı Nurhayat Boz’un oynadığı
belirtilmiş ama Funda Eskioğlu oynuyor. Funda Eskioğlu’nun oynadığı gösterilen İsveçli
Memur da Ozan Dağara. Nurhayat Boz nerede?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder