Hakan Altıner ile birkaç oyun öncesi ayak üstü birkaç
cümleyi geçmeyen sohbetlerimizin dışında bir yakınlığımız olmadı. O anlarda onun
kelimeleri seçişinden, ifade tarzından nâzik ve mütevazı bir insan olduğunu biliyorum. Onun hakkındaki
görüşüm özgeçmişine, sözlü ve yazılı röportajlarına, seçtiği oyunlara ve
oyunlardaki oyuncu seçimlerine ve de hakkında yazılanlara dayanıyor. Hakan Bey
yıllardır ödül jürilerinin çok etkili isimlerine sahnesinde yer veriyor.
Tiyatromuzun çınar isimleri onun sahnesinde yer alıyor. Ancak sanırım bu Hakan
Bey’in aleyhine oluyor zira ödül jürileri belki de ‘torpil’ olarak anlaşılır
falan diyerek Hakan Bey’in Türk Tiyatrosu’nda yaptıklarını ödüllendirmiyor.
Sanki ödüllerde ‘torpil’ yok! Çekinmeyin
Hakan Altıner’e torpil yapın. Ona yaptığınız torpi, torpil olmaz. Nice
dağıttığınız ödülden daha hak edilmiş bir ödül olur.
Aşk Kalıcıdır oyununda uzun süredir sahnede seyretmediğim Türk Tiyatrosu’nda çınarlığı sadece geçen zamanla değil yıllardır ‘duruşu’ ile hak etmiş Dilek Türker (ki o gece oyun sonunda kısacık konuşması ile ‘duruş’unu gene gösterdi) ve instagramdaki paylaşımlarından cümleleri, makyajı, kıyafetleri ile bir tarzı olduğunu gördüğüm, tiyatro tutkusunu hissettiğim kendine saygısına saygı duyduğum ve genç kadınlara örnek olmasını istediğim Damla Cercisoğlu var. Değer verdiğim üç insanın bir araya gelmesi bana bu oyunu seyrettirdi.
Hemen şunu belirtmeliyim ki hem Dilek Türker hem de Damla
Cercisoğlu rollerine ‘cuk oturmuş’. Ben zihnimden onların rollerini başka kim
oynar diye geçirdim seçenekler içinde döndüm dolaştım onlarda karar kıldım. Aralarındaki uyum da mükemmel. Oyunu sıkılmadan seyretmiş isem en önemli nedeni
bu. Oyunun üçüncü oyuncusu Aslıhan İşcan. Zelda bence çok iyi tasarlanmış bir
rol değil. Aslıhan İşcan Zelda’yı rolün dar olanakları içinde oynuyor.
Aşk Kalıcıdır Tuna Kiremitçi’nin Dualar Kalıcıdır romanın
sahne versiyonu. Hakan Altıner birkaç yıl önce oyunu Dualar Kalıcıdır ismiyle
uyarlayıp sahnelemiş. İlk versiyonu
bilmediğim için değişiklik sadece oyunun ismi ile mi sınırlı kalmıştır bilmiyorum.
Dualar Kalıcıdır'ın afişinde ve fotoğraflarda iki oyuncu gördüm. Aşk Kalıcıdır da üç kişi
var. Oyuna Zelda eklenmiş gibi geldi bana.
Aşk Kalıcıdır ismi bence oyunu
daha çok anlatıyor. Ayrıca ‘dua’ diyerek bazı çevrelere selam çakmak kolaycılığına
düşmüyor.
“Orta Avrupa’da bir şehirde”(romanda şehir ismi yok ama
sahnede Viyana ismi geçiyor) yardımcısı dilsiz
Zelda ile yaşayan seksen sekiz yaşındaki Alman kökenli Bayan Rosella ‘hatıraları Türkçenin içinde Türkçeyle
beraber yaşadığına’ inandığı için kendisiyle Türkçe konuşacak birini
arıyor. ‘Türkçeyi unutursam hatıralarım
yok olacakmış gibi hissediyorum’ diyor. Bir bakıma ölümden sonra hiç
değilse bir kişide ‘yaşamak’ istiyor. Gazeteye verdiği ilana Pelin başvuruyor.
O da eğitimini aynı şehirde sürdüren bir
genç. Haftada bir gün buluşarak sohbet
ediyorlar. Konuştukça Bayan Rosella ve
Pelin’in hayatlarını öğreniyoruz. Rosella Pelin’in çok sevdiği babaannesinin,
Pelin de Rosella’nın yıllardır görmediği
kızı Tanya’nın yerini alıyor. Tanya bir sevgilisi olduğunu öğrendikten
sonra Rosella’yı terk etmiş. Pelin’in annesi de
sevdiği adam için babasını terk edip (romanda Pelin’in bir yerde
iki bir yerde dört yaşında olduğu yazıyor) Pelin'i babasıyla bıraktığı için Pelin annesine karşı nefret hisleri içinde.
Rosella kendi aşkını anlatarak Pelin’in annesine anlayışla yaklaşmasını
Tanya’nın ona yaptığını annesine yapmamasını istiyor. Bu benzeşme oyunun ana aksını oluşturuyor. Tuna Kiremitçi Rosella’nın şahsında gerek
Avrupa’da gerekse Türkiye’de II.Dünya Savaşı yıllarında Yahudilerin karşı
karşıya kaldığı olaylara dokunuyor. Kristal Gece, Alman Ordusu’nun Avrupa’yı
istilası, temerküz kampları, ‘Yahudi kelimesinin uyandırdığı menfi hisler’, Yahudilerin
‘mahzurlu ekaliyet’ sayılması, varlık vergisi, gayrimüslümlerin askere
alınışları, Aşkale’ye sürgün edilişleri gibi konular cümleler içinde geçiyor. Oyunun
esas aksı nostaljik hatırlamalar üzerinde gelişiyor. ‘Duaları aynıdır’ denilen insanların
birbirlerine karşı hasmane tutumlarını görünce ‘duaların kalıcılığı’nın da bir anlam ifade
etmediği, aynı duaların insanları birleştirmediği anlaşılıyor. Hakan Altıner oyunu siyasal bir zemine oturtmak yerine ‘aşk,
sadakat, olgunluk, kıymet bilmek, özlem, fedakârlık, İstanbul ve Türkçe’ üzerine oturtmayı tercih etmiş. Bence doğrusunu
yapmış.
Romanda(ve oyunda) geçen ‘maziyi hafızada süsleyip piyes hâline getirmek’ ‘İnsan bir Dimitri, bir Aleksey, bir Klaus
Peter yaratabiliyor muhayyelesinde’, ‘Neticede
bunlar benim hatıralarım ben nasıl
istersem öyle canlanmak mecburiyetindeler’ ‘Siz anlatmaya başladıktan sonra bir hikâye kahramanı oldu. Siz ne
isterseniz adı o olur. Ne isterseniz onu yapar’ cümlelerinin romana ve de piyese mükemmel bir derinlik
katacağını ama şimdilik bu fırsatın kaçırılmış olduğunu düşünüyorum. Bunun için romanda ufak bir değişiklik yapmak
gerekecek: ‘Tanya’nın ev meselesini dert
edeceğini hiç zannetmiyorum. Cenazeye geldiği takdirde kendisine şunu söyle’ cümleleri(replikleri) oyundan çıkarılmalı. O
zaman ne olacak biliyor musunuz? Bu hâliyle katmansız ve düz olarak yürüyen
oyun farklı bir kulvarda akacak. ‘Çünkü ben de âşık oldum’ cümlesini
söylediği andan itibaren Bayan Rosella’nın tüm anlattıkları bu paragrafın
başında yazdığım cümlelerin hakkını verecek. Pelin’in annesi ile olan nefret ilişkisini
öğrenen Bayan Rosella’nın kendisi ile ilgili anlattığı hikâyenin gerçek mi yoksa Pelin’in annesini affetmesi
için piyes hâline getirdiği bir öykü mü olup olmadığı konusunda kuşkuya ve düşüncelere
dalacağız. Ayrıca yaşlı kadının görmüş geçirmiş olgun zihni ve gözleriyle
Pelin’in anlattığı hikâyesine bakışını
göreceğiz. Oyun tekdüze bir hikâye
anlatımından kurtulacak, derinlik kazanacak ve oyun, oyunda devamlı
bahsedilen tenis maçı zerafeti ve
çekişmesine dönecek. O zaman oyuna neden katıldığını anlamadığım Zelda’nın da
bir anlamı olacak. Yaşlı kadının yaşamının şahidi olan ‘dilsiz’ Zelda’nın Bayan Rosella’nın anlattıklarına vereceği
tepkiler o rolü canlı kanlı kılacak.
Sahnede Bayan Rosella kendi hikâyesini ‘yazarken’ Pelin ile
birlikte ama yalnız olduğu bir köşe/atmosfer, ‘an’lar aradım, bulamadım.(Dekor tasarım:
Cihan Aşar / ışık: Nejat Karaorman) Gerçi sahnede bu amaca yönelik bir köşe var ama bence gerek yeri gerekse kullanılışı açılarından amaca hizmet etmiyor. Zelda’nın perde açıp kapamalarını anlamlandıramadım. Arkadaki çerçeveyi kısıtlayıcı buldum. Tablo aralarındaki
müzik parçalarını güzel bulmakla birlikte müziği bir ‘bütün’ ve ‘karakter ve tablo
inşa edici’ olarak görmedim. Müzikler bitmiş tabloya mı yoksa gelecek tabloya
mı aittir sorusu zihnimde dolaşıp durdu. Bu konuda da bir sonuca varamadım. Birinci
perdenin sonu ile başlayan ikinci perdede kıyafetlerin değişmiş olmasına bir
anlam veremedim.
Oyunda mikrofon
kullanılmasını sevmiyorum. Bir ara
mikrofondan gelen mekanik ses ile
sahneden gelen çıplak ses üst üste bindi tuhaf bir eko duyduk. Bir süre
sadece Dilek Hanım’ın sesi mirofondan geldi Damla Hanım’ın mikrofunu sustu. Bir
ara Dilek Hanım’ın mikrofonu da sustu.
Buna bir çare bulmak gerek. Mikrofonun kullanma anları ve şekli doğru seçilirse nostaljik anların yansıması
farklı olur diye düşünüyorum.
Benim yazdıklarım düşünce antrenmanı. Aşk Kalıcıdır bana bu imkânı verdi. Yazımı büyük
bir keyif ile yazdım.
Aşk Kalıcıdır tarihin belli bir dönemine dokunan, nostaljik duygularınızı canlandırıp belki sizin için de bir pencere açacak, insanca duyguları dile getirerek içinizi
ısıtacak bir oyun.
Melih Anık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder