‘Usta’ peruğunu,
küpelerini çıkardı, rolden çıktı kendisi oldu, yaldızlı yıldızları seyircilere
üfledi, dakikalardır onu alkışlayan
seyircileri 'oyuncu'nun en yalın hâliyle selamladı. Diğer oyuncular onun yanında
tek sıra oldu. O akşam da gemiyi limana sağ salim ulaştırmanın keyfiyle ve
saygıyla eğilerek alkışlara teşekkür ettiler. Geriye doğru dönüp sahnede
onlarla aynı platformda onları izleyen
bizleri selamlamadan önce geçen on onbeş
saniyelik anda yaşadığım hazzın zevki ile tiyatroya teşekkür ettim. Sanki ben de yüzümdeki makyajı silmiş en
çıplak hâlimle sahne ışıklarının sıcaklığını yüzümde hissetmiş, salona yayılan
yıldız tozlarından payımı almıştım.
‘Usta’ Ali
Poyrazoğlu ‘diğer oyuncular’ Melih
Ekener, Eser Ali, Güneş Berberoğlu, Güneş
Emir, Hasan Akdemir ve Aylin Dönmez idi. Ali Poyrazoğlu birkaç gece önce 60
kişilik bir salonda ortada oynadıkları oyunu büyük salona taşırken sahneye
koyduğu koltuklar ile salonu sahnede tamamlamış oyun yerini gene ‘ortaya’
almıştı. Laurent Baffie’nin Tak Tak Takıntı ismiyle Türkçeleştirdiği Toc Toc
isimli oyununu bu ikinci sahneleyişinde
Ali Poyrazoğlu oyuna yeni bir boyut
katmak istemişti. Böylelikle Tak Tak
Takıntı oyununu sahneye konulmuş koltuklardan seyreden 40’a yakın seyirci salonu dolduran seyirciler ile birlikte
rejinin parçası, hep birlikte grup terapisinin takıntılı hastaları olmuştu.
Oyun, kapımızı çalıp durarak zorlayan takıntılar üzerine idi.
Yalnızlıklarımızda zihnimizde ürettiğimiz âdeta bizi kendi kuralları ile teslim
alan ve tuhaflıklar içine hapseden takıntılarımız bizi kendimizin işkencecisi
yapıyor. Çözüm empati yapmaktan, başkalarının
hayatının farkında olmaktan geçiyor. İşte o zaman sadece bir birey değil içinde yaşadığımız ülkenin bir yurttaşı
olarak toplumsal takıntılarımızı da tedavi
etme şansımız var. Ali Poyrazoğlu oyunu ‘Türkçeleştirirken’ salt oyun
kişilerini ‘bizden’ yapmıyor aynı zamanda toplumsal takıntılarımızdan, ön
yargılarımızdan kurtulmamızın çözüm yollarına ilişkin öneriler yapıyor, toplumu ‘birleştirecek' olanı seyircinin tepkisine sunarak sınıyor. Kendi sorduğu “1938’den 1881’i
çıkarırsan kaç kalır?” sorusuna verdiği ‘Cumhuriyet kalır’ cevabına seyirciden gelen
coşku ve heyecan Ali Poyrazoğlu’nun çok inceden yaptığı bir göndermeye örnektir ve
de sınamanın doğrulanmasıdır. Doğrusunu isterseniz ben her Ali Poyrazoğlu oyununda
seyirci profiline dikkatle bakmaya çalışıyorum. Bu seyirci her yaştan ve her
kesimden kadın ve erkeklerden oluşuyor ve Poyrazoğlu’nu hiç yalnız bırakmıyor
salonları dolduruyor. Poyrazoğlu o seyirci ile çözülmesi zor bir ilişki kurmuş.
Ben buna ‘ölçülü bir ölçüsüzlük’ diyorum. Sanki ölçüsüzmüş gibi duran
takılmaların, dokundurmaların, taşlamaların altında önceden düşünülmüş, yıllardır
denene denene olgunlaşmış bir ölçü var. Evet bu bir çılgınlık gibi delilik gibi
görünebilir ama zaptı raptı olan bir
çılgınlık Poyrazoğlu’nun yaptığı. Çoğumuz
için büyük bir cesaret isteyen bir şey. Geçmişinde başka örnekler de var. O her
dönemde bireyin ve toplumun sınırlarını zorlamış bir sanatçı. Bir lastiği kopma
noktasına getirmeden defalarca germek ve
gevşetmek gibi bir şey. Toplumsal bir
denge oyunu. Ben bunu iş hayatımda birlikte çalıştığım iş adamlarında
gördüm. Ali Poyrazoğlu sahneye çıktığı
akşamın birkaç saat öncesi bir şirkete verdiği eğitimden dönmüş. Bu, tiyatro yapıcı
Poyrazoğlu’nun keşfettiği bir alan. O, dünyada ve ülkede olup biteni izleyerek içselleştirdiklerini içinde yaşadığı topluma veriyor. Tiyatro iş eğitimlerini,
eğitimler tiyatrosunu besliyor. Poyrazoğlu tiyatrosunun kendine özgü
bir okul olmasının en önemli nedeni de bu. Ali Poyrazoğlu tiyatrosu düşündüren,
güldüren kimi zaman ağlatan ‘komedi sanatı' üzerine inşa edilmiş. Tiyatro yazılarını büyük bir keyifle okuduğum Tilda Tezman’dan öğrendiğime göre Fransızlar büyük komedi ustalarına ‘kutsal canavarlar’ dermiş. Ali Poyrazoğlu ülkemizde, yaşayan en büyük ‘kutsal canavar’
bence.
Tak Tak Takıntı oyununun çok iyi bir kadrosu var. Tamamla
Bizi Ey Aşk oyununun ardından gelen ikinci terapi oyununda oyunculuğunda bulduğum kalitenin, yazar
ve yönetici kişiliğinin olgunluğundan beslendiğine inandığım Melih Ekener; bir süredir ortalıklarda görünmediği için üzüldüğüm, Beyaz Fil
oyunundaki oyunculuğu ile zihnimde yer etmiş Eser Ali (tadı damağımda kaldı oyna şu oyunu
bir daha); uzunca bir süredir bir oyunda görmediğim, Türk tiyatrosunda
eksikliğini hissettiğim ve tiyatroya dönüşüne çok sevindiğim Güneş Berberoğlu; mühendislik eğitimi üzerine
tiyatro eğitimi almış, tv seyircisinin de çok yakından tanıdığı, bir
seyrettiniz mi unutmayacağınız Güneş Emir; bu oyunla ilk profesyonel oyunculuk deneyimini yaşayan ama sahnede sanki
yıllardır varmış gibi oynayan Hasan Akdemir ve kısa rolünün hakkını veren Aylin Dönmez bir ‘ensemble’ yaratmışlar, ekip
olmanın keyfini yaşayıp yaşatıyorlar.
Tak Tak Takıntı’nın tadı ‘Usta’nın onu bu şekilde yoğurmasından
kaynaklanıyor. Herkes de kolay kolay yapamaz.
Melih Anık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder