Yaklaşık 10 yıldır yılın büyük bir kısmını İzmir’in beldesi Çandarlı’da geçiriyoruz. Bu yıl yazı
kapatırken İstanbul’a dönmeden önce tiyatro sezonunu Çandarlı’ya bir saat
mesafedeki İzmir merkezde açmak istedik. Zamansal programı seyredeceğimiz
oyunlara göre yaptık. Listenin en başına da İzmir BB Şehir Tiyatrosu’nun Deli
Dumrul’unu yazdık. Temel nedenler şunlar idi: Dede Korkut Destanı’nın Türk
Tiyatrosu’nu uluslararası alanda temsil edecek özü içeriyor olduğuna duyduğumuz
inanç, Güngör Dilmen’in yazdığı Deli Dumrul’un dili ve iletisi yönünden sağlam
bir oyun ve oyunu Usta sayılan bir
yönetmenin yönetmiş olması.
Deli Dumrul’u ilk kez seyretmeyecektim. Daha önceki seyredişlerim
için araştırmalar yapmıştım. Bu kez hem onları hatırlamak hem de yeni bilgiler
edinmek için araştırmalarımı genişlettim. Yeni makaleler yeni kitaplar okudum.
Edindiğim bilgileri derledim. Aşağıdaki satırlarda öncelikle bu oyunu yeniden yapacak olanlar ve okurlar için paylaştım.
Dede Korkut
Dede Korkut (Korkut
Ata) Oğuz Türklerinin eski destanlarında yüceltip kutsallaştırılmış köy
hayatının geleneklerini ve törelerini çok iyi bilen, kabile teşkilatını koruyan
yarı-efsanevi bir bilgedir ve Türkler’in en eski destanı olan Dede Korkut Kitabı’ndaki hikâyelerin anlatıcısı
ozandır.
Adı tarihî kaynaklarda ve çeşitli Oğuz rivayetlerinde kimi
zaman sadece “Korkut”, kimi zaman “Korkut Ata” olarak geçer; Batı Türkçesinde
“Dede Korkut” olarak da anılır. Sirderya havzasında
tespit edilmiş halk anlatıları onu bir baksı (Şaman)
olarak tanıtırken yazılı kaynaklarda hükümdarlara vezirlik, müşavirlik yapmış
bir Müslüman Türk velisi olarak tanıtılmıştır. Oğuzların
İslâm’ı kabul edişlerinden önceki dönemlerin bir kâhini (kam, baksı) olduğu,
İslâmlaşma sürecinde kültürel değişime paralel olarak bir evliya kimliğine
büründüğü düşünülür. 2018'de Türkiye, Azerbaycan ve Kazakistan'ın UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras
Listeleri'ne dahil edilmiştir. (wiki)
Rivayetlere göre Dede Korkut yaşlıdır bilgedir keramet
sahibidir geleceği bilir gaipten haber verir mucize sahibidir ozandır kopuz
çalar. Oğuz Kaan ile Dede Korkut birlikte anılmaktadır. Dede Korkut halkın
sıkıntılarını danıştığı bir hâkim Oğuz’un zorlu düşmanlarını yenmesi için
çareler arayıp bu yolda kerametler gösteren bir mübarek ve bilgili bir ozandır.
(Banarlı ve Gökyay) Kısaca Dede Korkut
Türk dünyasının onur duyduğu itibarlı bir şahıstır. Halk kültüründe saygı ve sevgi duyulan bir figürdür.
Dede Korkut Destanı
Pek çok kaynak Dede Korkut Destanı’nı yere göğe koymaz.
Kitap hakkında söylenenlerden yaptığım özet şöyledir:
Türk edebiyatının bütün eserlerini terazinin bir kefesine
Dede Korkut’u öbür kefesine koysanız Dede Korkut ağır basar. (Fuat Köprülü)
Türk Kültür dünyasının en önemli en değerli ve başta gelen
şahaseri Dede Korkut kitabıdır. (S.Sakaoğlu-Nurullah Şahin)
Destan Oğuz Türklerinin varlığını gösteren hayat normlarını
güzelleştirip kendi içinde koruyan ve bugün bize sunan temel hayat
pasaportudur. (K.Abdulla)
Metaforlar içinde bulunduğumuz dünyayı anlamamıza yardımcı
olan düşünsel ve görsel bir araçtır. (Baydak Özen ve Demir)
Hikayeler her dönemde yorumlanarak zenginleştirilebilecek
anlatma tarzı ve hassasiyetine sahip nitelikler taşır. (Aktaş)
Türk edebiyatı geleneği içerisinde önemli yeri olan Dede
Korkut Hikâyeleri, kökleri İslâm öncesine dayanan kültür ögelerini içerisinde
barındırması, kolektif bilincin taşıyıcısı olması, devlet-iktidar-halk
ilişkisini yansıtması gibi özelliklerinin yanında hikâye etme/anlatma sanatı
bakımından da önemli metin koleksiyonlarından biridir. (Yasemin Bayraktar)
Dede Korkut Kitabı hiç şüphesiz Oğuzname’dir veya
Oğuzname’nin bir bölümüdür. Dede Korkut bu Oğuzname parçalarını tertipleyen
düzenleyen ve anlatan kişidir. Dede Korkut Kitabı veya Dede Korkut Destanı denilince ilk akla
gelen Dresden ve Vatikan nüshalarıdır. (Prof.Dr.Necati demir)
İlginç bir bulgu da Admetos ile Deli Dumrul hikayesi
arasındaki benzerliktir. Hükümdar Admetos ve Deli Dumrul’da ortak olan hem
Yunan hem de Oğuz mitolojisinin en ilgi çekici konu labirentlerinden biri de
aile içi ilişkilerin “oğul-anne” ve "karı-koca” hatlarıyla ilgilidir. Admetos’un
büyük bir derdi vardır. Ölüm tanrısı Thanatos sevgili karısı Alkestis’i elinden
almış ve yeraltı diyarına götürmektedir. Thanatos aslında Admetos’un peşinden
gelmiştir. Ama tanrıların özellikle de Apollon’un Admetos’a her zaman yardımı
olmuş ve tanrılar eğer Admetos ölmek istemiyorsa canı yerine can bulsun razı
olalım demişlerdir. Ancak bu durumda ölümden kurtulabilecektir. Admetos kendi
yerine ölmeleri ricasıyla anne ve babasına müracaat eder. (Kemal Abdulla- Gizli
Dede Korkut) Bu husus Deli Dumrul’u Batı ile bağlar.
Dede Korkut Destanı
Türk dünyasının ortak kültür değerlerindendir. Dede Korkut Türklüğün derin
hafızasıdır.
Güngör Dilmen’in Deli
Dumrul’u
Güngör Dilmen, Deli Dumrul oyununda model metnin olay
örgüsüne ileri düzeyde bağlı kalır. Ana metinde olduğu gibi ikincil metinde de
Deli Dumrul kuru bir çayın üzerine köprü kurar. Zor kullanarak geçenden otuz
(model metinde otuz üç) geçmeyenden kırk akçe alır. Kurduğu köprünün
yakınlarına konan bir topluluğun yiğit birini kaybetmiş olduğunu öğrenmesi
üzerine Azrail’e meydan okuması, bunun Tanrı’nın gücüne gitmesi, Azrail’le
giriştiği kavgayı kaybetmesi, canının yerine can bulmaya çıkması, annesinin ve
babasının oğulları Deli Dumrul’un yerine can vermek istememesi gibi vak’a
halkaları ikincil metinde de yer alır. Yazar olay örgüsünün yapısına ileri
düzeyde bağlı kalır. Bu bağlı kalma, yazarın yazma yöntemini göstermenin
yanında Duha Koca Oğlu Deli Dumrul
hikâyesinin modern çağ için de anlam ürettiğini göstermesi bakımından önem
taşır. Bununla birlikte ayrıntıda kalan kimi değiştirme ve eklemelere
başvurulur.(Bayraktar)
Güngör Dilmen, yenidenyazma yöntemiyle kaleme aldığı Deli
Dumrul oyununda model metnin olay örgüsünden fazla uzaklaşmadan bir tiyatro
oyunu ortaya koyar. Bu oyunda olay örgüsüne model metinde olmayan kimi vak’a
halkaları ve sahneler ekler. Kimi zaman da ana metindeki ögelerde değiştirme,
dönüştürme ve eksiltmeye gider. Bu tür uygulamalar, metin kurma stratejisiyle
ilgilidir. Güngör Dilmen’in metninde olan Elif’in Canguzoğlu’yla beşik kertmesi
olması, Yiğit Pazarı sahnesi, Dede Korkut’un Deli Dumrul’u dövmesi, Dumrul’un
Elif’e nar getirerek sevgisini bildirmesi, Elif’in Dumrul’la evlenmeye karar
vermesi, Dumrul’un haksızlıklarla savaşmaya karar vermesi, Kırk Yiğit’in Bamsı
Beyrek’in uşağıyla tavla oyunu oynadığını söylemesi ana model metinde yoktur. Ana model metinde yer ve zaman belirsizdir.
Oyun başında “Oyun, bin yıl önce ̶ Bugün, Oğuz illerinde ̶ Anadolu’da geçer”
epigrafı yer alan Deli Dumrul’da yazar, konusu bin yıl önce geçen olaylar
dizisini günümüz için de anlam üretebilecek bir yapıda kurar. Bu bağlam içinde
Deli Dumrul oyununda Türk epik destan geleneğinin dışında kelimeler ağının ve
üslubun da kullanıldığı görülür. Metinde yurttaş, yatırım, alın teri, vatana
hizmet, sermaye vb. şeklinde geçen kelimeler, modern çağın ürettiği ve
beslediği kelimeler ve kavramlardır. İdeolojik göndermeleri bulunan vatana
hizmet, sermaye, eşitlik, kalkınma, özgürlük, barış gibi çağdaş kelime ve kavramlar,
tiyatro metninin içeriğini ve bağlamını ana metinden ayrıştırır.(Bayraktar) Dilmen oyunu zaman içinde kaydırır ve bugün
ile bağ kurar. Yâni ilave bir şey yapmayıp metni aynen oynasanız metin yeterlidir.
Dilmen ana model metnin dil ve söylemine yer yer göndermeler
yapar ona öykünen bir dil ve söylem kurar. Adaletsizliğin toplumun sosyal
bünyesinde yarattığı yıkım üzerine kurulan oyunda yazar ana model metne ileri
düzeyde bağlı kalarak olay örgüsü mekan zaman kişiler dünyası metnin anlam
dünyasına ve iletisine ileri düzeyde bağlı kalır. Dilmen ana model metne saygıyla yaklaşır.
Modern çağın ve yaşanan hayatın anlamını metnin dünyasına
taşıyarak düşünsel/ideolojik zeminde kimi göndermelerde bulunur. Bu göndermeler
temelde adalet kavramı etrafında
şekillenir. İnsanların zorbalıkla başka insanlara boyun eğdirmesinden, emek
sömürüsünden, çalma ve çırpmaya dayanan zenginliklerden felsefi düzlemde
Tanrının adaletinin tartışılmasına kadar genişleyen yeni ve sorgulayan bir
metin inşa eder. Duha Koca Oğlu Deli Dumrul hikâyesinde yer alan ve evrensel
anlam taşıyan ölümden kaçma arzusunu Güngör Dilmen, yenidenyazma yoluyla ezen
ezilen, sömüren sömürülen dünya düzeninin değişmesi ve yerine adaletin ve
hakkın egemen olduğu bir dünya gelmesi gerektiği ütopik algısıyla
genişletir.(Bayraktar) Adalet Deli Dumrul oyununun şah damarıdır.
Denilebilir ki Deli Dumrul adalet kavramı üzerine yazılmış bir anıt metindir.
Yücel Erten’in Rejisi
Yücel Erten oyun dergisindeki yazısında ‘Kuru kalabalıktan uzak oyuncunun enerjisine
ve toplu oyunculuk anlayışına dayalı şovenizmden kaçan mizahtan beslenen
dinamik görseli güçlü bir anlatım anlayışı benimsediğini’ yazmış. ‘Anadolu’da belki binlerce yıldan bu yana
süregelen seyirlik oyunlar bu sahneleyişte çıkış noktamız oldu.’ diyor
Erten. ‘Köylü ya da göçebe tiyatrosu
diyebileceğimiz arkaik örnekleri anımsatan bir yol. 33 yıl önce seçtiği
doğrultuya sadık kalarak İzmir seyircisinin karşısına çıktıklarını’ yazmış.
Yücel Erten’in rejisinde bir tek hedef var. Komik olmak seyirciyi güldürmek. (Ama
seçtiği komiklik mizahi değil.) Bu niyeti ve hedefi neredeyse her sahnede
görülüyor. Girişte köprü üzerine dizilmiş oyuncuların oyunculuk stilleri ve
mizansen, Dede Korkut’un Deli Dumrul’u dövdüğü sahnede Dede Korkut’un bir başka oyuncunun sırtına
çıkarılmış ve karnından konuşuyor olması, aynı sahnede Deli Dumrul’u döverken
kungfu tekmesi atması, bir önceki sahnede üst üste duran iki oyuncunun yan yana
durmasıyla ortaya çıkan ve iki oyuncunun
fiziksel farklılıklarından doğan görüntü, tahtıravanda taşınan bıyıklı rakkase,
karınlarından deve başları çıkarıldığı için deve sanmamız istenen deve kafilesinde bir devenin önündeki devenin
kıçına deve başıyla vurması, Yiğit Pazar’ında hünerlerini gösterirken
yiğitlerin tekerleme söylemeleri yönetmenin komik bulduğu unsurlar. Bu seviye
Dilmen’in mizahi metni yanında çok sönük kalıyor. Dilmen’in metni mizahi
ironik Yücel Erten’in eklemeleri panayır komikliği. Yönetmen biçimi öne çıkarırken özün gücünü yok etmiş.
Erten rejisinde Canguzoğlu kervanının sahneden geçişi oyun
temposunu düşüren bir sahne. Dilmen’in notundan anladığımız ilk sahnede
yoksullara karşı zorba ve acımasız olan Deli Dumrul’un varlıklı insanlara karşı
bir şey yapamaması. Yâni oyunun temel omurgası olan adalet
fikrinin işlenmesi o sahnede başlıyor.
Dilmen o sahneyi şöyle tarif etmiş: ‘Canguzoğlu’nun
Bezirganları her adımda ikili çan vuruşlarıyla develerin yürüyüşlerini
yansılayarak sahneye girerler. Zengin kürkler giysiler içindedirler.’ Bu
sahnede asıl vurgulanması gereken Canguzoğlu’nun zenginliği ve Deli Dumrul’un
çaresizliği. Dilmen’e göre oyuncuların deve olması gerekmiyor yürüyüşleri
deveyi hatırlatmalı. Bu çok ince bir metaforik bir anlatım ki Erten’de bunu
göremiyoruz.
Erten’in köprüyü sahne önünde kurması ve beklediği
komiklikleri dar tahta üzerine sıkıştırması ve de kendince ilgi çekici bulduğu kervan
geçiş sahnesi Dilmen’in iletisini bozuyor.
Dilmen’in metnindeki köprü ‘Arka
alanda sağda garip bir köprü bir başından görünür. Yukarı doğru kemerlenir ve
gözden gider.’ Aslında bu form oyuna daha uygundur. Köylüler Deli Dumrul’un zoruyla koyun gibi sahne
dışına bu köprüden sürülüp çıkarıldıktan bir sahne sonra Canguzoğlu kafilesi
aynı köprüden sahneye doğru serbestçe geçerek gelebilir. Erten’in rejisinde sahne önünde
kurulan ve sahneye paralel tahta köprüden köylüler türlü akrobatik
hareketlerle ve komiklikler yaparak geçer ama Canguzoğlu kafilesi köprünün etrafından dolaşır. Bu da Dilmen’in
vurgulamak istediği düşünceyi silikleştirir.
Dilmen’in mizahını
Yiğit Pazarı tarifinde görmek mümkün. Metinde
Yiğit Pazarında sıra sıra kendisini satılığa çıkarmış gençler görülür.
Önlerindeki tabelalarda yer alan ibareler yiğit kavramının içinin
boşaltılmasına yönelik bir anlam taşır. Bunlardan birkaçı satılık yiğit,
kiralık er, paralı asker, efendi aranıyor, savaş artığı, her türlü vur kır,
devlet güvenlik yardımcıları, ucuz yiğit bulunur ve benzeri şekillerdedir.(Bugünkü
ortama uygun neler bulunurdu kimbilir! ‘Çılgın proje’ ve ‘kanal’ sözleri ile
siyasi dokundurma yapmak basit(ucuz) kalıyor.) Türk destan geleneği içerisinde
kırk sayı nitelemesiyle ifade edilen kırk yiğit kavramı, yine mizahî ve ironik bir
şekilde ele alınır. Pazara kırk yiğit satın almak için giden Dumrul’un parası,
ancak bir yiğit almaya yeter. O da itibarını korumak konusundaki çözümü,
pazardan aldığı ve adını beğenmediği satılık yiğide Kırk Yiğit adını koymakta
bulur(Bayraktar) Yücel Erten üstleri çıplak(1990’da gömlekli) yiğitleri tek tek
meydana çıkarır kendilerince hünerlerini gösterirken diksiyon tekerlemeleri
söyletir. Bu noktada duralım. Sahnede gösterilen hünerler sıradan olmamalı.
Aynı şekilde oyuncuların dansları da bir düğünde meydana çıkıp oynayan
kişilerin göbek atmaları gibi olmamalı. (Kaldı ki bazı köy düğünlerindeki danslar
Deli Dumrul’da gördüğümden daha estetiktir.) İçinde estetik uyum ve ahenk olmalı. Oysa
ki hünerler de danslar da dövüş sahnelerinin koreografisi de sahne estetiğinden
çok uzak salapati. Gelelim diksiyon
tekerlemelerine. Dede Korkut’un mükemmel ata sözleri var. Yücel Erten diyelim
1990’da bilmiyordu. 33 sene içinde bir rejisör araştırıp oyununa katamaz mıydı?
33 sene sonra aynı reji mi çıkarılır sahneye!
Güngör Dilmen Azrail’in Güvercin olup uçtuğunu yazmış. İlk
oynanışta sahneye gerçek güvercinleri atan Erten bu kez Deli Dumrul’a kollarını
kanat yaptırıp çırptırarak Azrail’in uçtuğunu anlatmış. Dilmen’in metninde
Azrail çalgıcı olur doktor olur. Herkesten biridir. Dilmen Azrail’in halk
arasında ve halk gibi görünmesinin hazırlığını yaptıktan sonra Deli Dumrul’un
yanında yürütür yağmurdan kaçırır meyhanede kadeh tokuşturur. Erten çalgıyı’yı
kukla oynatıcısı yapmış ona sözsüz oyun oynatarak sahneyi gereksiz uzatmış. Bu
tercih çalgıcıdan daha iyi değil. Erten Deli Dumrul’a sırtında Azrail’i taşıtmış.
Sırtta taşınmak yük olmak anlamına geliyor herhalde ama Azrail’in öyle bir
ağırlığı yok. Azrail’i oynayan oyunca elinde/bedeninde taşıyacağı güvercini
hatırlatan bir şey ile Deli Dumrul’un başının üstünde uçarak(?)ona yoldaşlık edebilir. Metaforik
anlatımlar oyun içinde anlamlı ve tutarlı olmalı.
Oyundaki ölüler korosu Erten’in rejiye ilavesi. Metafor
olarak oyunda yama gibi kalıyor. Kullanılan masklar 1990’dan kalma. Aynı oyuncu
korosunun bir örnek Karadeniz’i hatırlatan giysileri gibi. Oyun kitapçığında
Yücel Erten’in ve Babür Tongur’un
yazılarında anlattıkları müziği sahnede bulsaydım keşke. Oyunun koreografisi
Salima Sökmen’e ait. İsmi oyun kitapçığının kapağında Babur Tongur ile aynı
satırda yazılmış ama kitapçıkta Babur Tongur’a ayrılan üç sayfadan geçtim
kendisine bir sayfa ayrılmamış. Oysa ki Salima Sökmen Babür Tongur gibi
1990’dan kalan bir kader ortağı. Sahne Tasarımı fikri 1990’dan kalma. Röpriz
bir oyunda tasarımcıların da işi zor.
Erten oyunculuk yeteneklerine bağlı basit köy tiyatrosundan
bahsediyor. Köylü kültürünün zenginliğini halk türkülerinde halk oyunlarında
görmek mümkün. Deli Dumrul rejisi hem içerik hem de biçimsel açılardan o kültürel zenginliğin gerisinde kalmış. Erten eski oyunlarını sandıktan
çıkarıp çıkarıp tozunu bile almadan sahneye getiriyor. Bu en azından seyirciye ayıp.
Benim içime en çok batan Dede Korkut’un düşürüldüğü
durumdur. Aynı kostüm içinde birisinin sırtında sahneye giren komik olması istenen küçük bedenli
erkek oyuncu ikinci girişinde onu taşıyan iri yarı erkek ile aynı kostüm içinde
yan yana birbirine bağlı duruyor. Görünüşten komiklik bekleniyor ama bu
görünüşler benim içimi acıtıyor. Hele Dede Korkut’un Deli Dumrul’u döverken
sandık üzerinden savurduğu kungfu tekmesi sadece cahilleri güldürür. ‘Dede Korkut adaleti’ ve ‘Dede Korkut düzeni’nden bahseden bir metinde
Dede Korkut’u küçülten bu yorum doğru olmamıştır. Usta denilen bir yönetmen
tarihimizin değerlerini böylesine harcama hakkına sahip değildir. Yönetmenin
tarihe de borcu var. Aslında bir tarih şuuru gerekli. Öte yandan bir yönetmen
reji yaptığı metni geçmelidir. Yazardan daha zeki akıllı estetik olamıyorsa
kafasına göre takılmamalı ben yaptım oldu dememeli.
Seyirciyi güldürme amacı taşıyan rejisörlerin seyirciye
dalkavukluk yaptığını düşünüyorum. Böylelikle akıllarınca onların seviyesine iniyorlar.
Oysa tiyatro seyirciyi kendi seviyesinin üstüne çıkarmanız gereken bir
sanattır. İlişki mıknatıs ile metal arasındaki ilişkiye benzer. Mıknatıs metale
çok yakınsa onu kendine yapıştırır. Çok uzaksa çekemez. Aralarında öyle bir mesafe
olmalıdır ki mıknatıs metali çeksin. Erten’in Deli Dumrul rejisi seyirciye yapışmış.
Hamlet oyunculara ne diyor? ‘Ölçüyü
kaçıran oyuncu cahili güldürür/ Ama kültürlüyü sıkar oysa’(Tarık Günersel
tercümesi)
Dede Korkut hikayeleri Türk Tiyatrosu’nun dünyaya açılma
kapısıdır. Ben bir oyunu West End’de Broadway’de seyretmek isterim. Bu dünya
tiyatrosuna armağan olur. Bu da ancak
geniş bir ufuk, araştırma, isini ciddiye alma, sürekli mükemmeliyet
arayışı ve teknik alt yapıyla ve tabii
ki çok iyi oyuncularla ve eğitmenlerle. Müracaat eden 850 kişiden seçilen bu
oyuncular jürinin mi yoksa bizdeki oyunculuğun mu eksikliğini gösteriyor? Belki
de oyunculara haksızlık ediyorum. Belki içlerinde çok yetenekli oyuncular var.
Ancak bu oyundan yansıyan oyunculuklar ‘idare ediyor’ müsamere gibi. Bunun ana
nedeni reji. Bu reji oyuncuların
yaratıcılıklarını da kısıtlıyor. Oyunculara yazık oluyor.
Kendi bildiğinden şaşmayan geçen 33 sene içinde oyununa yeni
bir derinlik kat(a)mayan bir rejisör yorgundur. Benim kısa bir araştırmayla
bulduğum literatürdeki hususlara benzer noktaların dikkate alınmamış olması üzüntü
vericidir. Tiyatro matematik değil. Ben üniversitede iken bazı Hocalar arşivden
çıkardıkları defterlerin sararmış sayfalarına bakarak ders anlatırlardı.
Mühendislikte olur ama sanat değişen enerjik canlı bir şeydir. Erten’in 1990 rejisinde kalması bana çok ünlü bir profesörün
çevirdiği bir Shakespeare oyununun 18. Baskısı yapılmasına rağmen birinci
önsözde kalmasını hatırlatıyor. DT Genel Müdürü iken ‘ Dinamik bir anlayış geliştirmek zorundayız. Gerek düşünsel ve gerekse
sanatsal boyutlarda aşınmış ve günümüzün isterlerine cevap vermez olmuş
yapımızı değiştirmek zorundayız’ diyen bu Yücel Erten midir? O gün ‘Başka ülkelerin tiyatrosuyla yarışa
girilebilir duruma gelinmesini daha diri daha lezzetli bir çizgiyi hedef alan’
Erten Deli Dumrul’daki rejisiyle mi tiyatromuzu dünya sahnesine çıkaracak dünya
tiyatrosuyla yarışacak? Bahsettiği dinamik anlayış röpriz oyunlar mıdır?
Çevirileri, rejileri, kitapları, yöneticiliği ile Türk Tiyatrosu’nun 60 yılında var olmuş Yücel
Erten’in Deli Dumrul’u müsamere kıvamında bir hayalkırıklığı oldu. Sezonu maalesef kötü bir oyun ile açtık. Erten’in Deli
Dumrul’u ne Dede Korkut’a ne Deli Dumrul hikayesine ne de Güngör Dilmen’in
metnine yakışmaktadır. Erten Türk dünyasının abide eserlerinden
birinin içini boşaltmıştır. Ben
kendisini ‘iyi’ hatırlamak istiyor(d)um.
Melih Anık
Kaynak:
Deli Dumrul ve Akad’ın Yayı Adam Yayınları
DT Deli Dumrul 1990 oyun kitapçığı
Kemal Abdulla Gizli Dede Korkut
Dede Korkut Destanı - Prof.Dr.Necati Demir
DELİ DUMRUL’UN SAHNEDE YENİDEN HAYAT BULUŞU: GÜNGÖR
DİLMEN’İN DELİ DUMRUL OYUNU VE YENİDENYAZMA Yasemin BAYRAKTAR Dr. Öğr. Üyesi,
SDÜ Eğitim Fakültesi Sosyal Bilimler ve Türkçe Eğitimi Bölümü,
DEDE KORKUT KİTABI HAZIRLAYAN: SADIK YALSIZUÇANLAR
DEDE KORKUT HİKÂYELERİ’NDEKİ METAFORLAR Nurullah ŞAHİN
Bir Reji Çalışması Akad’ın Yayı(tez) Hakan Altun
Not: YouTube’da Yücel Erten’in kendi sayfasında oyunun ilk
versiyonunun (1990) 12 dakikalık bir videosu var. Onu izleyince Yücel Erten’in
röpriz yaptığını anlıyorsunuz. Röpriz Erten’e göre o kadar doğal ki 2023
yılındaki yazdığı yazı 1990 oyun broşüründeki yazının neredeyse aynısı. Hatta
bugün o günkü yazısında yazdığı Genel
Müdürlük ile yaşadığı sorunu neredeyse aynı cümlelerle yeniden yazmış. https://www.youtube.com/watch?v=i9oSKkUONlE
1990 yılında DT tarafından bastırılan oyun kitapçığı standart
fotokopi kağıdına siyah beyaz basılmış ve toplam 26 gram. 2023 yılında İzmir BB
Şehir Tiyatroları tarafından bastırılan oyun kitapçığı 1.sınıf kuşe kağıda
renkli bastırılmış toplam 84 gram. Sanıyorum internet sayfasında oyun
kitapçığının pdf kopyası var. Bedava dağıtılacak kopyaların basımında tasarrufa
dikkat edilmesini tavsiye ederim.