Haldun Taner ile en son Musahipzade Tiyatrosu’nun fuayesinde bir araya gelmiştik. Yıl 1978’di. O, Ay Işığında Şamata isimli oyununun ilk okumasını yapmıştı. Eşim ile benden başka Zihni Küçümen ve Tijen Par vardı fuayede. Benim davet edilmemin nedeni onun Ay Işığında Çalışkur hikâyesini ilk ben sahneye uyarlamıştım, büo’da yönetmiştim, Haldun Taner de beğenmişti. O nedenle yanında olmamı istemişti ama o gün gördüklerim nedeniyle tiyatro yolundaki yürüyüşüm bitti. Ben ona gerçeği söyleyemedim, mazeretime de o inanmamış olmalı ki bana gönül koydu, umudu kesti. büo’daki Ay Işığında Çalışkur’u seyrettiği akşamın ertesinde bana gönderdiği çiçeğe kendi el yazısı ile iliştirdiği teşekkür notu dışında benim yaptığım ilk uyarlamadan bahsetmedi. Olsun varsın, Haldun Taner benim için “Haldun Baba”ydı, öyle de kaldı. Zira onu tanımakla çok şey öğrendim. Halâ onun kitaplarını okuyorum arada bir, nasihatlerini yeniden hatırlamak için. Ali Erdoğan Kabare Dev Aynası’nın “Şakayla Söyler Haldun Taner” oyunu onu düşündüğüm anlardan birinde aklıma düştü. Farkettim ki Haldun Baba’yı sahnede görmeyi özlemişim. Gittim, seyrettim, onunla özlem giderdim. Sahnede duran resmine daldım oyun boyunca. Her davet edişimizde oyunlarımızı seyretmeye gelişini, zarif bir dille bizi eleştirişini, birlikte oturduğumuz Divan Oteli kafesini, onu Devekuşu Kabare’nin girişinde gördüğüm günleri hatırladım. Her zaman zarif bir insandı, güler yüzlü, şefkatli. Gençlere olan yakınlığını ben bilirim, tiyatro tarihi de yazdı, yazacak, ben de. Vandal bir dünyaya muzip bakışını, aydınlığındaki “derinliği”, insanın içinde kalanı zarif bir zarfa koyup adresine doğrudan göndermesini, yazılarında okşar gibi attığı tokatları, insana olan sevgi ve saygısını özlüyorum ben. Onu okuyun, bir fikri nasıl farklı “söylediğini” anlayacaksınız. Şimdi onu anlamaktan uzak yeni yetmelerin arsız ve şımarık hallerini görünce, yaşasaydı onun karşısında kuyrukları bacakları arasında nasıl duracaklarını hayâl ediyorum.