Çehov’un(1860-1904) onu tanınmış yapan büyük oyunu Martı’yı (ve diğer büyük oyunlarını) 1896 yılından itibaren yazdığını biliyoruz. Her ne kadar oyun yazma süreci Platanov(1880-81) ile başlamış ve Martı’ya kadar Ivanov(1887) Orman Cini (1889) gibi iki uzun oyun yazmışsa da beş saat süren ve bitmiş olduğuna ikna olmadığı Platanov tecrübesinden sonra (bir de özel olarak kendisi için yazılan aktör oyunu oynamayı reddedince) Çehov kısa oyunlara ağırlık vermiş galiba. O oyundan sonra Martı’ya kadar yazdığı 10 kısa oyun bir nevi yazarlık alıştırması sayılabilir. Bu arada Çehov yazdığı hikâyelerde de yazacağı oyunlarda kullanacağı karakterlerin ön çalışmasını yapmaktadır sanki. 1887-88 yıllarına tarihlenmiş Kuğunun Şarkısı Çehov’un oyun yazarlığı sürecinde büyük oyunlara giden yolda bir tür alıştırma yaptığı kısa oyunlarından biridir. Zaten oyunun başında ‘Tek perdelik dramatik çalışma’ yazmaktadır.
Oyun bir taşra tiyatrosu sahnesinde unutulmuş altmış
sekiz yaşını devamlı hatırlatan yalnız yaşayan bir aktörün oyundan sonra kendiyle hesaplaşmasıdır. İki
kişilik oyunun diğer rolü geceleri patrondan gizli soyunma odasında kalan suflördür.
Oyunda ‘on altı kere selama çağrılan üç tane çiçek verilen’ aktörün oyun
bittikten sonra ‘yalnızlığını’ görürüz. Artık ‘yaşlanmıştır’ ve ‘şarkı sona
ermiştir’ (Bilmiyor ki ülkemizde 65 yaşında aktörler emekli ediliyor. Haline
şükretsin!) Aktör oynadığı oyunlardan(Puşkin’in Godunov’u ve Poltava’sı Shakespeare’in Hamlet Othello ve Kral Lear’i
Griboyedov’un Akılan Bela’sı) tiratlar replikler şiirler hatırlar.
Reji
Afişte oyunun Çehov’a ait olduğu yazılmış. Ama ‘birileri(yönetmen?
dramaturg?) tarafından oyuna eklemeler yapılmış. İki yeni rol ve oyunlardan yeni
sahneler ve roller eklenmiş. Bugünlerde az görülen kapalı perdeyi siyahlar
giymiş biri kadın diğeri erkek iki oyuncu ellerinde kandillerle açıyorlar. O
sırada gök gürültüsü fırtına sesleri duyuyoruz şimşekler çakıyor. Bu iki oyuncu
aktör konuşmaya başlayınca önce onun iç sesi oluyor onun replikleri üzerine
konuşuyorlar. Oyun ilerledikçe aktörün hatırladığı rolleri oynuyorlar. Doğrusu
oyunun açılışında yaratılmış atmosfer
çok umut verici. Tiyatronun büyüsünden doğan ‘cinler’ iş başında. Bu atmosfer Haldun Taner’in
meşhur tiradında perdenin kıvrımlarına saklanan repliklerin ortaya çıkışını hatırlatıyor.
Ancak giderek oyun biraz da aktör ve suflörün acındırıcı oyunculukları ile bir
matem evinin havasına bürünüyor. Yaklaşık bir saat süren oyun heyecanı azalarak
Çehov’un ruhundan ve nefesinden uzak son buluyor. Bu afişte yazan Çehov’un oyunu değil.
Dolayısıyla az bilen seyirciyi yanlış yönlendiriyor.
Yorum
Ben iyi bir fırsat yakalanmış olduğunu ancak bu
fırsatın iyi kullanılmadığını düşünüyorum. Madem Çehov’un
‘dramatik çalışması’ üzerine ‘dramatik çalışma’ yapma kararı alınmış o halde
başka şeyler yapılabilirdi. Mesela oyun Çehov’un oyunlarından(hatta hikâyelerinden
alınma) roller üzerine inşa edilebilirdi. Vanya Dayı, Lopahin, Treplev,
İvanov ve hele hele evde unutulan Firs’i sahneye getirmek ne güzel
olurdu. Hatta daha da ileri giderek Türk Tiyatrosu’nun efsane rollerini hatırlamak da aktörü ‘dünya
oyuncusu’ yapar oyun da aktörlüğe dikilen bir anıt olabilirdi. Bunlar sahne ile
seyirciyi birbirine bağlardı. Ama bu haliyle bile aktörün salona bakıp locasız
ve suflör yeri olmayan salonda ‘şurada
loca şurada suflör yeri’ demesi yerine oyunun oynandığı salonda ne varsa onu
göstermesi sahne ile salon arasında bir bağ kurabilirdi. (Bir seyirciyi gösterip ‘Aaa salonda bir
seyirci uyuyakalmış benim gibi. Onu da unutmuşlar. Susun uyandırmayalım’ güzel
olmaz mıydı? Bu seyircinin aktörün oyun arkadaşı olduğunu hatırlatmaz mı? ‘Seyirci
meslekdaşımdır’ diye Ali Poyrazoğlu’na selam olsun.) Oyuna iki oyuncu
eklenmesini yerinde buldum. Ancak aktör ile o iki oyuncu arasındaki münasebet
karışık. Aktör onları bazen görüyor bazen görmüyor. Oysa onlar aktörün kafasının
içindeki karakterler. Puslu bir aynanın içindekiler yâni. Aktör hatırlamaya
başlayınca büyük bir aynanın sahneden seyirciyi de tarayarak oyunun merkezinde
olmasını hayal ettim. O ayna sofitadan sarkan ve içimi karartan örümcek ağı yerine olsaydı? Örümcek ağı aktörlük ve tiyatro hakkında olumsuz çağrışımlar yapıyor.
Her oyuna çok emek veriliyor. Bu oyunda da herkes
uzmanlığını göstermiş. Ben esas olarak içeriğe takıldığım için verilen emeği
takdir etmekle birlikte tüm görev
yapanlar adına yakalanmış fikrin daha iyi değerlendirilmemiş olmasına ve kaçırılmış fırsata hayıflandım.
Ben her oyundan sonra kendime sorarım: Bana ne dedi? Seyirciye ne dedi? Bugünün Türkiye’sinde
‘tiyatro yapmak için tiyatro yapmak’ israftır. Çehov’un (ve de bizim
yazarlarımızın) yarattığı karakterlerin ülkemizin bugününe dair söyledikleri
vardır. Elbette ‘Olmak ya da olmamak’ da lâzım ama en azından “Çürümüş bir şeyler var Danimarka’da”yı
unutmamak lâzım.
Melih Anık
Oyunun Künyesi:
YAZAN : ANTON ÇEHOV
ÇEVİREN : YILMAZ GRUDA
YÖNETEN : BORA SEÇKİN
DRAMATURG : ÖZGE ÖKTEN YILMAZ
MÜZİK : EMRAH CAN YAYLI
DEKOR - KOSTÜM TASARIMI : ALMİLA ALTUNSOY
IŞIK TASARIMI : ÖZCAN ÇELİK
EFEKT TASARIMI : UMUT YÜZBAŞIOĞLU
HAREKET DÜZENİ : ÖZGE MİDİLLİ
GÖRSEL TASARIM : ENES ALTUĞ AVŞAR
DEKOR UYGULAMA : CİHAN AŞAR
YÖNETMEN YARDIMCILARI : FATİH AKSÜT - ERKAN
AKKOYUNLU - MELİSA DEMİRHAN
OYUNCULAR: BORA SEÇKİN,
ERTAN KILIÇ, NAŞİT ÖZCAN, YELİZ
ŞATIROĞLU
SÜRE : 55 Dk. / Tek Perde