19 Aralık 2017 Salı
İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda İsimsiz Rollerin Dehlizi: Bayrak (Berkun Oya)
15 Aralık 2017 Cuma
Nahid Sırrı Örik'in Edebi Kişiliği, İhanet'in Hikâyesi ve Tasarımlar
Bu, Kafa Dergisi'nin Ocak 2017 sayısında yayımlanmış olan yazının devamı niteliğindedir. O yazı ile birlikte okunmalıdır.
"Celal bir senden beri serbest"(Mahmut Ata),"Bir seneden beri yaptıkları seyahatleri bir düşün"(Celâl) "Üç senden beri bu manzarayı seyrediyoruz"(Celâl), "Halim'i tam ondokuz gün evvel bir sabah şafak vaktinde yarı giydirilmiş bir halde getirdiler, kocanız oyun masasında öldü dediler"(Sacide) Nahid Sırrı'nın zaman geçişlerini verdiği repliklerdir.
OYUN EKİBİ:
6 Aralık 2017 Çarşamba
21. İstanbul Tiyatro Festivali Üzerine Düşünceler
24 Kasım 2017 Cuma
İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda "Aile Prodüksiyonu" : Günün Çorbası
23 Kasım 2017 Perşembe
Pedro Penim'in ÖNCE'si
22 Kasım 2017 Çarşamba
Bir Fiyasko: Bak Bizim Şarkımızı Çalıyorlar(İBBŞT)
18 Kasım 2017 Cumartesi
Emre Koyuncuoğlu'ndan PUNTA ATMAK
15 Kasım 2017 Çarşamba
Theodoros Terzopoulus'un Kısa İstanbul Ziyareti, Encore/Bir Daha
not: Şunu eklemeden geçemeyeceğim. Encore'u ayakta alkışlayan bizim seyircimiz bizden birisi yapmış olsaydı gene aynı ilgiyi gösterir miydi?
8 Temmuz 2017 Cumartesi
Kadıköy Belediyesi Oyun Yazma Yarışması ve Yarışmalar Üzerine
17 Haziran 2017 Cumartesi
İBB Şehir Tiyatroları, "Genç Günler 2017" ve "Ay Carmela"
19 Nisan 2017 Çarşamba
Ayşenil Şamlıoğlu Aynayı Parçalamış: Kozalar (Tiyatro Pangar)
18 Nisan 2017 Salı
Craft Tiyatro'nun Post-post modern Masalları: Yutmak ve Yen
Bu tiyatro sezonunda Yutmak ve Yen çok ilgi çekti. Aynı yazıda iki oyuna birlikte bakmak istedim.
Yutarak
İyileşmek: Yutmak
Craft Tiyatro, Stef Smith'in Yutmak isimli oyununu sahneledi.
Oyunu Çağ Çalışkur tercüme etmiş, İbrahim Çiçek yönetmiş. Başak
Daşman(Rebecca), Ece Dizdar(Anna), Merve Dizdar(Sam) oynuyor. Rebecca sevgilisi tarafından terkedilmiş. Anna dünyadaki tüm
kötülüklerden kendini sorumlu hissediyor, kendini eve hapsetmiş. Sam(antha)
kadın görünümü altında karşı cinsi yaşayan biri. Tiyatral açısından oyun
parçalanmış monologlar üzerine kurulu, iç sesler, kendi kendine konuşmalarla
ilerliyor oyun. Dialoglarda bile iç sesler var. Başkası ile konuşurken kendini
tanıyor karakter.
Oyunun elbette en dikkat çeken rolü Sam. Merve Dizdar Sam'i
yorumlamakta çok başarılı. Ece Dizdar'ın Anna yorumu çok inandırıcı. Rebecca
diğerlerine göre daha gündelik yaşama ait bir karakter. Başak Daşman çok
rahatlıkla bu rolü "can"landırıyor.
Oyuncular rolleri "canlandırır", yönetmen ise oyunu.
Oyun minimalist sahne düzeninde (dekor-ışık: Cem Yılmazer) sunuluyor. Üç kadın
üç renk ile sembolleştirilmiş ancak bu renk seçiminin gerekliliği ve
yerindeliği konusunda kuşkuluyum. Hareketli panolar ve sehpalarla mekân
oluşturuluyor. Ev dışındaki olaylar sahne önünde yaratılan hayâli bir aksta
geçiyor. Yönetmenin vurdulu kırdılı sahneler için bulduğu çözüme "ilginç"ten
başka bir tanım bulamadım. Duygular, boyalar, kağıtlar fırlatılarak anlatılıyor,
şiddet renkleniyor. Bunun doğru bir seçim olduğunu düşünmüyorum. Oyunların
ruhunu zedelememek, sesini kısmamak lâzım bence. Onlar da oyuna dahil
çünkü.
Ne "yutuluyor" derseniz? Sam sigarasından bir nefes
çekerken "Eğer
dumanı yeterince yutabilirsen, tadına varmayı öğreniyorsun" diyor. Sam için sigara
içmek erkekliğinin göstergesi. Rebecca için ağzına dolan kanı yutmak gerçekle
yüzleşmenin, fasulyeyi yutmak da pelikan ve Anna için hayata dönmenin
göstergeleri. Karakterler yutarak iyileşiyor. Bence bu metaforun zorlama
olduğunu düşünüyorum.
Oyuncuların şahane oyunculuklarının yarattığı atmosfer seyirci
üzerinde morfin tesiri yapıyor. Ben de oyundan çok iyi oyunculuğun yarattığı
haz ile çıktım. Ancak aklımdaki soru şu: Yutmak bize neyi anlattı? Aydınlanan
kadınları mı özgürleşen kadınları mı? Aydınlanma ve özgürleşme bu kadar kolay
mı? Yutarak iyileşme neyin metaforu? Bu kadınlar ne kadar bizden? Bu
kadınlardan yola çıkarak bizim kadınlarımızın sorunlarına ışık tutabilir miyiz?
Üç kadın oyunun sonunda iyileşti(mi?). Yoksa Yutmak'ı seyrederken hepimiz yoğun
bakımda mıydık?
Şiddetli Bir Özlem: Yen
Yen'in yazarı Anna Jordan, çevirmenleri Fatih Gençkal ve Zeynep Gültekin, yönetmeni Çağ Çalışkur.
Nevrotik, alkolik ve diabetik anneleri tarafından kendi kaderlerine terkedilen iki kardeşin sefil hayatı, pencereden dikizleyip hayaller kurdukları komşu kızın(Jennifer) evlerinin bir odasında hapsettikleri köpeklerini (Taliban)kurtarmaya gelmesiyle değişir. Hasta olan küçük kardeşe(Bobbie) bakma sorumluluğu büyük kardeşin(Hench) omuzlarına kalmıştır. Anne(Maggie) sevgilisini ikna ettiği için Bobbie'yi kendi evine götürür. Hench ve Jen(nifer) aşık olur ve birlikte uzaklara kaçmaya karar verirler. Kaçıştan önceki son gece Hench'in utanç duyduğu zayıf tarafı ortaya çıkar ve neşeli başlayan atışma kavgaya dönüşür, Hench Jen'i evden kovar ve öfkesini Taliban'dan çıkarır. Annesinin düzeninde yaşayamayacağını anlayıp eve dönen Bobbie durumu yanlış anlar Jen'i bulur, kendince cezalandırır. Bu olay oyun karakterlerinin kaderlerini değiştirir. Hepsi farklı hayatlara doğru yürür.
Bora Akkaş(Hench), Berker Güven(Bobbie), İdil Sivritepe(Jen), Neslihan Yeldan(Maggie) iyi oyuncular ama bu oyunda ben Akkaş'ı fazla durgun(tedbirli), Güven'i fazla motive, Sivritepe'yi fazla enerjik, Yeldan'ı fazla dramatik buldum. Bu" fazlalıklar", oyunculuğu, "overacting" düzeyine getiriyor. Oyunculuğun gereken kontrolden kaçtığını düşünüyorum. Oysa reji, örneğin ışığı dekorun bir parçası yaparken, mekânları düzenlerken, duyguları perde üzerine yansıtırken, müziği kullanırken kontrollü bir epik anlayışı benimsediğini gösteriyordu. Yâni "bu bir kurgu" diyordu. Buna karşı oyunculuk fazla melodramatik idi.
Dekor tasarımı Taciser Sevinç'e, ışık tasarımı Cem Yılmazer'e, ses tasarımı Özgür Kuşakoğlu'na ait. Bence yeterliydi.
Tiyatroda yeni dalga, derin karakter analizlerini seyirciye bırakmış gibi. Kişileri "gösteriyor", onları üstün körü konuşturuyor, ittir kaktır ilişkileri sahneler haline getiriyor ve seyircinin kendini oyuna kaptırmasını, oyun sonunda heyecanlanarak ayaklara fırlamasını ve de kapıdan çıkar çıkmaz unutmasını istiyor gibi. Önce post moderni yaşadık şimdi post-post moderne geldik çarptık. "Modern"in önüne kaç post daha serilecek bilmiyoruz. Ama şu kesin ki bu "post"u çoğalan modernizmin "iyileşme" dediği şey bildiğimiz bir iyileşme değil. Craft'ın her iki oyununda da ortak taraf bu. İkisinde de oyun sonunda karakterler iyileşiyor(!) Bu iyileşmeye "kendisi ile barışma" da denebilir. Ama iyileşme-barışma ile gelen değişim umut vermiyor. Bir tür, komadaki insanlığın son iyiliği. Bu tür oyunlar, insanların neden bu hâle düştüğü ile ilgilenmiyor. Bizler de yoğun bakımda geçici iyiliklerinin post-post modern masalını izliyoruz.
Craft Tiyatro, oyunculuk ile parladı bu sezon. Bu düzey oyunculuk ile doğru hikâyeler anlatırsa Craft'ın keyfine doyum olmaz.