Seyirci için zor olan tiyatro yapanlar için daha da
zorlaştı risk oldu. Çoğunlukla tek oyunculu genellikle az oyunculu oyunlar
alelacele kotarılıp sahneye çıktı. Minimal dekor kostüm müzik gerekçelerden
nasibini aldı. Tiyatronun sanat yönü
ikinci plana itildi. Ticari yön ağır basmaya başladı. Gelen son elektrik
zamları ve başını almış giden enflasyon yüzünden salon kiraları ile masraflar
ve bilet fiyatları arttı. Tiyatro yapıcılar oyunlarını sahneleyememe endişesi
ile iki arada bir derede kaldı.
İşte böyle bir zamanda Cem Davran yeni bir tiyatro
kurdu. Zira o içindeyken de dışındayken
de Muhsin Ertuğrul Hoca’nın ‘Yarın kıyamet kopacağını bilsem bugün tiyatro açardım’ sözünü
ilke edinmiş bir Dârülbedâyili. Yeni bir oyunu sahneleme heyecanı ile doluydu.
“Samanyolu’nu Bilir Misiniz?“ âdeta tiyatro perisinin sandığından çıktı ve iki yakın arkadaş
provalara başladı.
Bu zor günlerde Davran Tiyatrosu tiyatroya saygısının
gereği olarak her şeyi kuralına göre yapmış. Bunu oyun künyesinden anlamak
mümkün. Dekor kostüm müzik afiş tasarım ehil ellere verilmiş. Tiyatro yapma
felsefeleri aynı ‘ocak’tan beslenen iki iyi oyuncu bir araya gelmiş. Sahnede
birlikte uyum içinde çakan elektriği hissediyorsunuz. Sevilen bir işi yapmanın
huzuru ve heyecanı sahneden taşıyor. Seyredene keyif veren bir oyun tiyatronun
büyülü dünyasına katılmış oldu. Bu yazdıklarım sıradan şeyler gibi gelmesin.
Tiyatro yaşasın isteniyorsa bu heyecanın capcanlı olması ve tiyatroyu var eden tüm disiplinlerin de birlikte
yanması lâzım. Davran Tiyatrosu her şeyi kendi mutfağında yapar çatar sahneye
koyardı. Bu satırlarla size öneriyorum: Tiyatroyu yaşatmak için ayrıntılara
bakın. Değeri hak edene verin. Doğru
oyun seçin.
Samanyolu’nu Bilir Misiniz’i provalar başlamadan okudum. Konuyu
anlatmak işin tadını kaçırır diye ayrıntıya girmek istemiyorum. Savaş sonrası eve dönen asker teması Alman
edebiyatında işlenmiş konulardan biri. Kapıların Dışında(Wolfgang Borchert)
öyle bir oyundur. Kendisi de savaşta yaralanmış olan Karl Wittlinger(1922-1994)
olayı karamsar anlatmamış. Savaştan dönen asker kendini ‘samanyolu’nda buluyor
samanyolundan gelmiş gibi hissediyor. Bu ayrıca onun içine döndüğü toplumda
içine düştüğü yabancılaşmayı(‘uzaylı/Fransız’ olma hâlinin de) bir ifadesi. Samanyolu
metaforu bir tek soru üstünde kuruluyor: Herhangi bir Alman(yurttaş) ülkesinin
savaş suçlarından ne kadar sorumludur? Toplum ona kucak açmazsa o kendi
yıldızını bulur ve kendi samanyoluna doğru yolculuğa çıkar/çıkmak zorundadır.
Bir de karşısında ‘dünyanın onu
anlamadığı dünyayı anlamayan’ biri
daha çıkarsa işte o zaman bu oyun ortaya çıkar. (Zaman zaman Küçük
Prens’i(Exupéry) hatırlamam sadece benim algım değil (herhalde))
Oyunu seyrederken Meyhaneci Salvatore’nin sözlerini
kaçırmayın:
“Senin yıldızında bir insan aptal olabilir.
Ama ne çıkar ! Aptallara da ihtiraç vardır. Halbuki yeryüzünde aptal olarak
kalamazsın. Herkes gibi okula gitmen gerekir. Senin yıldızında bir insan akıllı
olabilir. Bu herkesi memnun eder. Akıllı insan herkesin malıdır. Halbuki
yeryüzünde kıskanılır. Senin yıldızında iyi insana karşı herkes iyidir. Halbuki
yeryüzünde iyi insan iliklerine kadar sömürürülür mahvolur gider. Halbuki
yeryüzünde kötü bir insan yok edilir zindanlara atılır. Senin yıldızında rüşvet
vermek yoktur çalmak yoktur yalan söylemek yoktur. İyi adetler iyi bahaneler
vardır. Halbuki yeryüzünde insan yoktur insanlık vardır. Hepsi birbirine
benzeyen büyük bir sürü. Etrafına duvar çekilmiştir. Korku duvarı. Büyük sürüyü
takip etmeyen her şeye karşı korku duvarı. Sürü kendinden olmayanları hapsetmek
için bir takım yerler kurmuştur. Kötüler için hapishane iyiler için güçsüzler
yurdu. Alalade olmayan insanlar için
tımarhaneler. Anlıyor musun beni? İçinde oturmak istediğin yeri
seçebilirsin.” (Tercüme Sevim Özakman)
Zamanımızda dünya
savaşları (henüz?) yok ama insanın yaşama ve hayatta kalma uğraşısı savaş gibi. Yaşadığımız dünyada sanki gökten düşmüş gibi
sandığımız insanlar ile karşılaşırız. Onlar bu dünyanın dışından gelmiştir.
Kötülükler içinde bile dünya onları kirletemez. Aksine onlar duruşları
saflıkları ile çevrelerini etkiler size yıldızınızı buldurur. Anlarsınız ki ‘Yıldızlarımız
ancak biz onları fark ettiğimizde parlar’ Bunları aklınızda tutarak
seyredin oyunu.
Oyun seyretmeden teksti okumanın yararını gördüm bu kez
de. Epilog farklı bir dramaturjik okumayla değiştirilmiş. Çok da iyi olmuş.
Özgün metinde Başhekim ile Doktor arasında geçen diyalog Başhekim’in monoloğu
olmuş. Bu oyun ‘okuma’sına bayılacaksınız.
Oyunun komedi olduğuna ikna olacaksınız. Epilog ile birlikte oyunun son repliğine katılan farklı bir algı
ve anlam aklınızı karıştıracak mı bilmem.
Cem Davran ve Hakan Gerçek mükemmel oyunculukları ile
oyun başlar başlamaz sizi avuçlarının içine alıyor oyunun bir parçası yapıyor.
Siz de böylesine dolu dolu ‘tiyatro kokan’ dünyanın gönüllü esiri/oyuncusu
oluyorsunuz. Müziğin(Uğur Akyürek) sanki bir luna park görüntüsü içinde tetiklediği
hayal dünyası, gerçekliği fantastik bir boyuta getiriyor onunla uyumlu ve çok başarılı dekor(Barış
Dinçel) ve kostümler(Başak Özdoğan) ile ara
sıra ‘çakan’ müzikle vurgulanan anlar sizi bir rüya âlemi içine alıyor/hatırlatıyor diyebiliriz belki de. Müzik çok tanıdık ama shazam’da aratanlar
benzerini bulamamış. Her bir ayrıntı olması gerektiği gibi. Dekoru kuran iki ‘hasta’(Kürşat Dıvarcı ve Ali
Davran) atmosferi tamamlıyor. Oyunun tüm
ögeleri aynı akıldan çıkmış bir bütünlük içinde.
Oyun epik ama dramatik gerçek ama fantastik bir dünyanın
içinde yol alıyor. O dünyada ‘Her
yeni gün Allahın yaratıldığı ilk gün gibidir. İşlediği suçu hatırlamayan biri
cezalandırılmaz. Akıllı insan herkesin malıdır. Her insanda Tanrıdan bir parça
vardır. Yaşayıp hiçbir şeyin farkında olmadan ölmek her şeyi bilip yavaş yavaş
ölmekten iyidir.’
Samanyolu’nu Bilir Misiniz’i seyredin. Kendi yıldızınızı
fark edersiniz( kimbilir?)
Melih Anık
not: Fotoğraflar Davran Tiyatrosu ve Cem Davran'ın sosyal medya hesaplarından alınmıştır.