Yönetmen ve oyuncuların kurumdan uzaklaştırılmaları,
repertuardaki özensizlik, sahnelenen oyunlardaki kalite düşüklüğü, "uçakta tiyatro" projesi, 100 yaşını
geçmiş kurumlarımızdan biri olan İstanbul
Büyükşehir Belediyesi (İBB) Şehir Tiyatroları'nın iyi yönetilmediğini
gösteriyor. İnsan kaynağındaki erozyon, kurumu sona doğru sürüklüyor. Uzun zamandır yazmayı düşündüğüm bu yazı yeni
sezonda Bizim Aile isimli bir
oyunun sahneleneceği haberi üzerine bir zorunluluk oldu.
Bizim Aile 1975 yapımı bir film. Türk seyircisi bu
filmi Yaşar Usta'nın "Bak beyim.." diye başlayan tiradı ile hatırlar.
İBB Şehir Tiyatroları'nın bu "alandaki"(!) ilk girişimi yâni filmlerden sahneye uyarlamalar serisinin
ilki, Şekerpare isimli filmdir. Şekerpare'nin senaryosu Yavuz Turgul'a Bizim
Aile'nin senaryosu ise Sadık Şendil'e ait. Şekerpare ve Bizim Aile'nin
sahnelenmesi bir "iflas"ın
göstergesi.
Sorarsanız "Onlar
zaten oyun idi. Bunlara benzer oyunlar çok oynandı. Oradan sinemaya geçti. Sezonda
yirmiden fazla oyun oynayan bir kurum içinde böyle oyunlar da olmalı. Seyirci
istiyor." derler. "Bu yaptığımız tiyatrodur" diyorlar
yâni. Kurum bu oyunların(!) tekstlerini nereden temin etmiştir acaba? Cevap, Şekerpare'nin
afişinde. Filmin afişinde "senarist"
olan Yavuz Turgul'un ismi oyun afişinde "yazan" diye verilmiş.
Engin Alkan oyunu uyarlamış. Yâni
senaryodan sahne metni yapılmış. Bence en iyi cevap, Şekerpare'yi seyreden
seyircilerin izlenimleridir. Seyirciler sahnedeki Şekerpare'de, filmdeki İlyas
Salman'ı, Şener Şen'i aramıştır. Seyircinin bu tür oyunları istediği yolundaki
beyan ise yönetenlerin kendi vehmi. Yarattığınız algı, yaptığınız işin türünü ve
sizin ne yaptığınızı belirler. Tiyatro
repertuvarında onca oyun dururken Şekerpare'nin ve Bizim Aile'nin seçilip sahneye çıkarılmasının
altında yatan gerçeğin, "doluluk
oranı"nı arttırmak amacıyla yapıldığını itiraf etmek bir dürüstlük
gereğidir. Ama aczinizi de gösterir.
Bir süredir "doluluk oranı" gibi tuhaflığın peşine takılmış bir kadro, İBB
Şehir Tiyatroları'nı yönetiyor. Başarılarının reklâmını öyle yapıyorlar. "O" oranı hesaplarken bile samimi
değiller, sınıfta kalırlar ama o hesaba girmeyeyim. Ödenekli bir tiyatronun
karnesi "doluluk oranı" gibi acayip bir şeye bakılarak notlanır mı?
Hele doluluk oranı ile iyi tiyatro arasında ilişki olmadığı İBB Şehir
Tiyatroları'nın yaptıklarından ortaya çıkmışken. Bu "çok bilet satayım beni başarılı sansınlar" anlayışının dışa
vurumudur. Arkasında "aman koltuğum
gitmesin" telâşı vardır. Bu telâş, Şekerpare'yi Bizim Aile'yi getirir önümüze
koyar.
Tartışılması gereken 100 yaşını aşmış bir tiyatro
kurumunun "film gibi işler" yaparken düştüğü aymazlıktır.
O kurumun ağır(!) topları sürekli olarak "Dârü'l-bedâyi" ismini
dillerinden düşürmezler. "Dârü'l-bedâyi", Şehir Tiyatroları'nın kuruluş yıllarındaki
ismidir ve "güzellikler evi" anlamına gelir. Dillerde takıntı olarak
dolaşmasında ise eski günlere özlem yatmaktadır. Demek ki onlar da bugünden
memnun değiller. "Dârü'l-bedâyi sayıklaması" içinde
olanları görünce, ölmüş dedenin
mezarında rahatsız edildiğini düşünürüm. Şekerpare'yi, Bizim Aile'yi sahneye çıkaranların Dârü'l-bedâyi 'den bir
şey anlamadıkları ortadadır ama acı olan yönü dedenin çektiği azabın da farkında
olmamalarıdır.
'60'lı yıllardan beri Şehir Tiyatroları'nı izlemiş
biri olarak ben 100 yıllık kurumun neredeyse 60 yılının öğrencisi ve yakın tanığıyım.
Dârü'l-bedâyi ruhunu yaratan oyuncuların çoğunu sahnede seyrettim. O dönemlerin
repertuvarlarını biliyorum. '70'li
yılların gerisinde olan bugünkü İBB Şehir Tiyatroları, düşüyor. Muhsin Ertuğrul gibi bir zirveyi düşündüğümde "ondan
sonra tufan olduğunun" farkındayım. Muhsin Ertuğrul, Nâzım Hikmet'i Necip Fazıl'ı
tiyatroya davet eden, onlara oyun yazdıran insandır. Zira o tiyatroda yazar
yetiştirilmesi, tiyatro repertuvarının zenginleştirilmesi gerektiğinin
bilincindedir. Nâzım'a hem senaryo hem oyun
yazdıran Muhsin Ertuğrul film ile tiyatro arasındaki farkı biliyor. Eski
dergileri karıştırın Muhsin Ertuğrul ve
arkadaşlarının yazılarını okuyun. Onlar
tiyatroda seyirci çokluğunun değil kalitenin
peşindedirler.
Bir başka
garabet de "Uçakta tiyatro"dur. Geçen sezonun beş oyunu video yapılmış, THY uçaklarında
oynatılmaktadır. Oyunların arşiv
kayıtları elbette yapılır ama bu oyunların alenen oynatılması için üzerinden
belli bir sürenin(en az beş yıl) geçmesine dikkat edilir. Bu inceliği
umursamayan bir kadro 100 yıllık
kurumu yönetmektedir. Güldür Güldür'e
tiyatro ödülü veren kafa ile 100 yıllık
kurumu yöneten kadro arasında ne fark vardır?
"Ödenekli
olma"nın görevleri ve yükümlülükleri vardır. Amaç
iyi ekiple iyi tiyatro yapmak, Türk edebiyatının eserlerini sahneye aktarmak; tiyatro
repertuvarına yeni oyunlar eklemek, yeni yazarlar kazandırmak, dünyadaki gelişmeleri
yansıtmak, dünyada yer edinmenin yolunu araştırmak olmalıdır. Her bakımdan "genç"
olanın önünü açmaktır,avangart örnekleri sergilemektir görev. Tiyatronun teknik altyapısını geliştirmek, heyecan
verici, merakla beklenen, ülkenin
sorunlarına tiyatronun o eşsiz ufkundan ve yüreğinden bakan bir repertuvar sunabilmektir başarı. Kurumu, emekliliğini bekleyenlerin çay ocağı
ya da memurların atm'si yapmamalıdır. Kurumu kurumsallaştırmak olmalı
hedef, kurumlaştırmak değil. Oysa İBB
Şehir Tiyatroları kurum tutmuş bir sobadan beter.
100 yıllık bir kurumun repertuvarına Şekerpare'yi Bizim
Aile'yi koyan İBBŞT yönetim kadrosuna, "Dârü'lbedâyi"nin
"güzellikler evi" olmasını hatırlatmaktan vazgeçtim "ayıp"
diyeceğim ama utanırlar mı?
Melih Anık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder